Gurbet, şenlik ve nefret: Aşk, Mark ve Ölüm

Fabrika’yı ve emeği hatırlamak: Kundura Hafıza Türkiye Deri Mamülleri ve Sanayii İşçileri Sendikası’nın toplu fotoğrafı (©Kundura Hafıza Arşiv ve Araştırma) Türkiye’nin en önemli kültür miraslarından Beykoz Kundura ’nın arşiv ve araştırma merkezi Kundura Hafıza , Türkiye işçi hareketine ve emek tarihine yön vermiş Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası ’nın hafızasını tutmaya devam ediyor. Neler yapıyor? 2015’te sözlü tarih çalışmalarıyla ilk adımlarını atan ve 2021 yılında dernek statüsüne kavuşan Kundura Hafıza Arşiv ve Araştırma ; araştırıyor, saklıyor, iz sürüyor, biriktiriyor, hatırlıyor ve hatırlatıyor. Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyeti kapsayan zengin geçmişiyle Fabrika’yı, emek tarihi, sözlü tarih ve yerel tarih araştırmaları için önemli bir bellek mekânına dönüştüren Kundura Hafıza, farklı disiplinleri buluşturduğu sanatçı programı Vardiya ile de sanat ve arşivin buluştuğu yeni düşünme ve karşılaşma alanları yaratıyor. Meraklısına: Grevler, direnişler ve sendikal mücadelelerin ayrılmaz bir parçası olduğu Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’nın işçi ve emek geçmişini merak edenleri bu bağlantıya davet etmek isteriz. Dahası: Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası’nın üretim tarihine yakından tanık olmak isterseniz Kundura'nın Hafızası: Bir Fabrikaya Sığan Dünya sergisini, buradan randevu alarak cumadan pazara ücretsiz ziyaret edebilirsiniz. Fabrikadan kalan makineler, belgeler, eski çalışanlar ve ailelerinin bağışladığı nesnelerin yanı sıra 2015’ten beri sürdürülen sözlü tarih görüşmelerini de bir araya getiren sergi, 3 binden fazla işçi, memur ve ailesinin ‘birbirine bağlı olma’ hâlinden ilhâm alarak kolektif tarihi canlandırıyor.
Learn more →
Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
Ken Burns-vari tarihçi perspektifi, Cem Kaya'nın kader ortağı samimiyeti ve mikrofon uzattığı müzisyenlerin şenlikli katılımcılığıyla rengârenk bir izleme deneyimi vadeden Aşk, Mark ve Ölüm, çok kahramanlı ve katmanlı eşsiz bir panorama.
Hâliyle Cem'le belgeselin öncesi, yapım süreci ve yayımından sonraki yolculuğu etrafında ilerleyen sohbetimiz; Aşk, Mark ve Ölüm'ün engin arşiv görüntülerinden çetin kurgu sürecine, Kaya'nın şahsi göçmenlik hikâyesinden filmin Avrupa ve Türkiye'de uyandırdığı güçlü yankıya ve ötesine genişledi. Dahası aşağıda. Keyifli okumalar.
İmran Ayata ve Bülent Kullukçu'nun derleme albümü "Songs of Gastarbeiter Vol.1 kapağı
Koray Soylu: Hâlihazırda birden fazla tarihsel belgesel yapmış bir yönetmensiniz. Hem ‘60’ların ve ‘70’lerin popüler Türk film yapımcılığını hem de müzik tarihimizin en sıra dışı müzikal fenomenlerinden arabeski odağınıza aldığınız yapımlarınız var. 2010’lu yılların ortasında da yeni bir film yapmak gibi düşünceniz yokmuş, hatta o sıralarda bir bar işletiyormuşsunuz. Aşk, Mark ve Ölüm fikrinin gelişiminden, sizi bu filmi hayata geçirmeye neyin ikna ettiğinden bahsedebilir misiniz?
Cem Kaya: Motör (Remake, Remix, Rip-Off) sonrası ben anlatacağımı anlattım düşüncesiyle sinemadan biraz uzak durdum. Beni heyecanlandıracak bir konu gelsin istedim ama arayışta değildim. 2014 senesinde arkadaşlarım İmran Ayata ve Bülent Kullukcu "Songs of Gastarbeiter" isimli bir toplama albüm çıkardılar ve böylece Almanya'da Türkiye'den bağımsız gelişen müzik kültürü gündeme geldi. İçinde büyüdüğüm kültüre hiç bu açıdan bakmamıştım. Yalnız da değildim, bu konu üzerine kafa yoran çokça insanla karşılaştım ve nihayetinde 2017 senesinde ortak senaristlerimiz Mehmet Akif Büyükatalay ve Ufuk Cam ile beraber bu filmi çekme kararını aldık. Beni asıl ikna eden şey, kısa bir ön tarama sonrası yeterli arşiv görüntüsünün bulunması ve ulaşabilir olmasıydı.
Filmi izlerken aldığım notlar arasında “Arşiv görüntüleri çok çeşitli, nasıl?” gibi bir kısım var. İzlerken benim de çıkarabildiğim Türkan Şoray’ın Dönüş filmi ve BBC’nin 1973’te hazırladığı Mustafa: Misafir İşçi - No: 569716 belgeseli, sayısız Alman Televizyonu filmleri ve dahası geniş bir arşiv havuzu oluşturuyor. Böyle bir arşiv zenginliğinden haberiniz var mıydı ya da bunu öngörüyor muydunuz?
Kısa bir ön taramadan sonra arşivlerde yeterince görüntü olabileceğinden emin olduk. Almanya'da federal bölge yönetimleri olduğundan bu farklı eyaletlerin kendi kamu kanalları mevcut ve her birinin arşivi farklı. Biz bu arşivlerde araştırma yapabildik. Ayrıca Doğu Almanya ve Avusturya televizyonlarına; "misafir işçi" çalıştıran Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre, Danimarka ve İsveç gibi diğer ülkelerin televizyonlarına da baktık. Bunun dışında Federal Almanya'nın devletinin, profesyonel fotoğrafçıların ve ulaşabildiğimiz gurbetçilerin özel arşivlerini taradık. Çok kapsamlı bir çalışmaydı.
Bağlamasıyla İsmet Topçu
Birisi bu arşiv deryasının içinde kaybolabilir, tutarlı ve sağlıklı bir kurgu akışı oluşturmakta çok zorlanabilir. Ancak Aşk, Mark ve Ölüm bunu ustaca gerçekleştiriyor. Kurgu sürecinin altından nasıl kalktınız? Daha önce yönetmenliğini üstlendiğiniz belgesellerin yapım sürecindeki deneyimlerinizden faydalandınız mı? Öyleyse nasıl?
Filmlerimin kurgusunu genelde kendim yapıyorum. Bereketli arşivler bulduğumda önce elimdeki malzemeyi kurguda kullanılabilir bir hâle sokmam gerekiyor. Ekibimle beraber bulduğumuz görüntüleri dosyalıyor ve adlandırıyoruz. Bu süreç çok zaman alıyor. Ama titiz yaparsak eğer kurguda işimiz kolaylaşıyor. Arşiv görüntülerinin cazibesine ben de kapılıyorum elbet. Ama hikâyenin özüne inmek adına bir sürü malzemeden vazgeçiyorum. Filmi şekillendiren, kullandığım malzemeden çok kullanmadığım malzeme. Diğer filmlerim için ekibimle beraber yaptığım araştırmalar yeni filmlerde de işime yarıyor. Mesela Yeşilçam filmleri içinde geçen Almanya sahnelerini Arabeks ve Motör isimli filmlerimiz için o dönem araştırmış ve bir kenara koymuştuk. Diğer filmlerde kullanmadığım bu sahnelerin bazılarını Aşk, Mark ve Ölüm’de kullandım.
Filmde 60 yıllık sayısız yaşanmışlık ve hatıralarla dolu bir tarihi merceğe alıyorsunuz. Müziğin de ötesine taşan, Türkiyeli göçmenlerin sosyo-ekonomik gerçekliğini de arka plana alarak çıkılan müzikal bir yolculuk bu. Zira odak noktasını müzisyenler ve onların müziklerinin oluşturduğu Aşk, Mark ve Ölüm’ün âdeta bir Ken Burns belgeseli gibi titiz bir tarih araştırmacılığı var. Bu iki kutbu bir araya getirirken nasıl bir denge gözettiniz, filmin hikâye anlatıcısı dilini nasıl tasarladınız?
Filmlerimin altyapısını ne kadar titiz çalışırsam anlatıcılıkta da o kadar özgür oluyorum. Çünkü anlatırken artık içeriği düşünmüyorum. Söyleyeceği metni iyi ezberlemiş oyuncu gibi düşünebilirsiniz. Artık ne söyleyeceğine odaklanmıyor çünkü içselleştirmiş, nasıl söyleyeceğine konsantre olabiliyor, doğaçlama yapabiliyor, oyunculuğuyla anlatıya yeni bir yorum katabiliyor. Ben de anlattığım hikâyeye çok hakim olduğumda bunu seyirciye hangi şekilde ve hangi dille aktarabileceğime odaklanabiliyorum. Ayrıca bu filmde anlattığımız müzikler gurbetçilerin hayatlarıyla, Almanya'daki yaşam ve zorluklarla çok alakalı ve iç içe. Bu yüzden sosyoekonomik altyapıya çok önem verdik yoksa şarkı sözleri anlaşılmaz olurdu. Müzik ve yaşam iç içe olunca film bir anlam kazanıyor. Kullandığım dil ise montajda içgüdüsel gelişiyor, onun bir tarifi yok.
Filmin "Aşk" bölümünden protest şarkıcı Âşık Metin Türköz
Sanırım Aşk, Mark ve Ölüm ismi filmin anlatı akışından esinle koyulan bir isim. Filmi izlerken onun üç ana parçaya bölündüğünü; bu başlıklar altında sosyo-politik, ekonomik, kültürel ve müzik panoramaları çizildiğini görüyoruz. Neden böyle bir hikâyeleştirme metodu seçtiniz? Aşk, Mark ve Ölüm isimlerini ilgili film bölümleriyle nasıl ilişkilendirdiniz?
Aras Ören'in gurbetçilerle ilgili yazdığı bir şiir Aşk, Mark ve Ölüm. Özetle şunu diyor şair: Para uğruna gittiğin Almanya'da çalıştın, didindin, tam rahat edeceğini düşündüğünde hastalanıp öldün. Hatta Alman Yeni Dalga grubu İdeal Türkçe sözlü şarkısını yaptı bunun. Bizim de çok hoşumuza giden bir parçaydı ve bunu nasıl filme entegre ederiz diye düşündük. Sonra filmi üç bölüme ayırma kararı aldık ve şarkının üç kelimesi bölümlerin başlığı oldu.
Aşk bölümü hasreti ve hasret dolu şarkıları anlatan bölüm. Mark bölümü bir yandan paralar nasıl kazanıldı ve nasıl harcandı sorularına, diğer yandan da gurbetçi işçilerin başını çektiği grevlere ve refah seviyesinin yükselmesi ile gelişen eğlence sektörüne odaklanıyor. Ölüm bölümü ise yabancı düşmanlığını ve onun beraberinde gelişen yeni neslin müziği hip-hop'u anlatıyor. Yapının böyle kurulması montaj ilerlediğinde alınan bir karardı hikâyenin toparlanması açısından işimize çok yaradı.
"Köln Bülbülü" Yüksel Özkasap
Film arşiv görüntüleriyle olduğu kadar mikrofon uzattığı müzisyen demeçleriyle de çok güçlü bir tarihsel kaynağa dönüşüyor. Her bir müzisyen filmin ilgili bölümü altında alt bir başlıkla hususi olarak odağa alınıyor. Konuştuğunuz, kadraja aldığınız ve bir profilini sunduğunuz müzisyenleri seçerken nelere dikkat ettiniz? Bunlar kişisel favorileriniz miydi yoksa Aşk, Mark ve Ölüm’ün anlatı tasarımının dikte ettiği isimler miydi?
Bu hikâyenin olmazsa olmazları var. Mesela Köln Bülbülü Yüksel Özkasap ya da Kayserili Aşık Metin Türköz ve elbette Cem Karaca gibi sanatçılar. Ama onlar dışında daha az tanınmış, üzerine hiç yazılmamış sanatçılar da var. Berlin’in sanat güneşi Hatay Engin, Köln’de yaşayan müzisyen Rüştü Elmas, Avrupa'nın Divası Cavidan Ünal veya Berlin'in Hasenheide parkında eğlenen emekli müzisyenler örneğin. Biz filmin sürekli tekrar edilen söylemden çıkmasını istedik ve farklı sanatçılar aradık. Cavidan Ünal, Ömer Almanya'dan, Muhabbet ve İsmet Topçu'yla 2010 senesinde Arabeks'i çekerken tanıştım. Bir kısmıyla çekimler yaptım. Aşk, Mark ve Ölüm’e başladığımda filmde yer almalarını çok istedim.
Rüştü Elmas
Kişisel favoriler demişken sizin şahsi göçmenlik geçmişinize de değinmek aydınlatıcı olabilir. Müzisyenler bir kenara, bu film sizin de arasında olduğunuz milyonlarca Türk-Alman insanının on yıllara yayılan göçmenlik hikâyesine müziğin sosyo-kültürel perspektifinden bakıyor.
Filmde Aşk, Mark ve Ölüm bölümleriyle paralel izlediğimiz gurbet, aidiyetsizlik ve yersiz yurtsuzluk gibi temalar bir tarafta; alternatif bir kültür oluşturmak, bununla Almanya’yı anavatandan bir yer yapmak ve nihayetinde zenofobiyle mücadele etmek diğer tarafta, birçok derinlikli sorgulama da var. Kendi göçmen tarihinizden hareketle, filmde kadraja aldığınız tüm bu temaları siz nasıl deneyimlediniz, bunun büyürken ve yetişirken dinlediğiniz müziklerle organik bir bağı var mıydı?
Filmi Almanya’da gösterdiğimde yaşıtlarımdan hep benzer geri dönüşler alıyorum çünkü toplumsal hafızamıza yerleşmiş tecrübelerimiz var. Gurbet kervanları, gazino kültürü ve belki de en önemlisi düğünler. Düğünlerin Almanya’da fonksiyonu Türkiye’den farklıydı. Gurbetçileri bir araya getiren sosyal etkinliklerdi aslında. İlk dönemlerde davetli davetsiz herkes gidebiliyordu. Canlı müzik dinleyebileceğimiz ender alanlardı ve Almanlar yoktu. Kendi aramızda olabiliyorduk, bu güvenlik hissi de veriyordu. Ayrıca bir memleket havası esiyordu. Halaylar çekiliyordu; biz biz olabiliyorduk ve bu yüzden çok coşkulu geçiyordu.
Düğünlerde çalan müzikler ve müzisyenler bizi ufakken çok etkiledi. Onun dışında kasetlerden dinlediğimiz şarkılar ve türküler zaten hep etrafımızda vardı. Almanca pop müzik de dinliyorduk. Kültürel anlamda her ikisini yaşamak sorun değildi bizim için. Kendi kültürümüzü sokağa taşıdığımızda Almanlarla sorunlar çıkıyordu, onların kültürüne adapte olmamakla suçlanıyorduk ve böylece onlara karşı hep bir savunma pozisyonundaydık. Büyüdükçe içimizde bir çaresizlik, bir öfke birikti ve 80'li yıllarda hip-hop müziği Amerika’dan Avrupa’ya gelince biz gurbetçi çocukları bu eserlerin tam da bizim içinde bulunduğumuz hayatı anlattığını anladık ve biz de ona sarıldık, kendi versiyonumuzu yarattık. Bir önceki neslin müziği bizim dertlerimize derman olmuyordu, kendimizi yeni bir müzik tarzıyla ifade etmenin yolunu aradık.
Cem Kaya, Derya Yıldırım'la 72. Berlinale'de, 2022
Geçen sesenin sonunda Altyazı dergisine verdiğiniz röportajda
Buradaki seyirci filmi izleyip ayağa kalkıp coşuyor ya, “Sonunda birisi bizim hikâyemizi anlattı. Dilimizde tüy bitti Almanlara kendimizi anlatacağız diye” gibi bir durum var ya… “Hâlâ görmüyorlar işte, hâlâ bizi hor görüyorlar. Kültürümüzü anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar, tanımak istemiyorlar, görünür değiliz”i değiştiriyor film.
diyorsunuz. Anlaşılan yıllardır saklanılan, içlerde tutulan ve paylaşılamayan nice yaşanmışlığa bir ses olmuş Aşk, Mark ve Ölüm. Merak ediyorum, böyle bir seyirci reaksiyonu öngörüyor muydunuz? Belgeseli yapmaya başlamadan önce ve yaparken böyle bir amaca yönelik çalışmak niyetiyle motive oldunuz mu?
Bu hikâyenin henüz layıkıyla anlatılmamış olmasından ve biz gurbetçilerin kolektif hafızasında yer almasından ötürü herkesin kendinden bir şey bulabileceğini tahmin ediyorduk Aşk, Mark ve Ölüm'de. Ama umduğumuzdan daha pozitif karşılandı film. Türkiye'deki başarısı bizi ayrıca şaşırttı.
Almanya’da gurbetçi çocuğu olarak büyümek, çok erken yaşta sorumluluk üstlenmek demekti bizim için. Anne baba sürekli çalıştıkları için biz kendimiz organize olmak zorundaydık. Ayrıca Almancamız daha iyi oldugundan devlet dairesine ya da doktora gidildiğinde biz tercümanlık ederdik. Çok ufak yaştan beri bizim görevimiz kültürümüzü Almanlara, Almanları da bizimkilere anlatmaktı; hâlâ da öyle. Lakin biz de Almanya’daki kendi tarihimizi pek bilmiyoruz çünkü anlatılmıyor, ders kitaplarında konu edilmiyor. Filmin başarısını bizim bu gizli tarihimizi onurlu bir duruşla anlatmasına bağlıyorum.
Cem Karaca'lı Aşk, Mark ve Ölüm film posteri
Konuyu filmi izlerken dikkatimi çeken, daha önceki röportajlarınızda denk gelemediğim başka bir yöne çekmek istiyorum. Aşk, Mark ve Ölüm’ün film anlatısında araya giren metinlerde röportaj yapılan müzisyenlerin ve dönem şahitlerinin adlarında gördüğümüz ışıltılı, renkli ve çarpıcı bir tipografik görselliği var. Bu bana biraz Quentin Tarantino’nun birçok filminde, ancak özellikle Kill Bill serisinde gördüğümüz metin-görsel oyunlarını hatırlattı. Neden böyle bir tipografik estetik benimsediniz ve buna nasıl çalıştınız, filmin genel anlatı diliyle nasıl örtüştüğünü düşünüyorsunuz?
Filmin grafik tasarımını eski kaset kapakları ve gazino afişlerinden esinlenerek yaptık. Fontlar kapaklarda kullanılan fontlar, estetik düğünlerden veya gazinolardan alışık olduğumuz bir estetik. Grafikler aslında filmin günümüzle bağı. Günümüzde Almanya’da bir düğününe gittiğinizde bu estetikle karşılaşıyorsunuz.
Aşk, Mark ve Ölüm’ün yalnızca Almanya’da değil, Türkiye’de uyandırdığı yankı da çok güçlü oldu. Aralarında birçok arkadaşımın da olduğu; filmde tanıtılan müzisyenlere ve müziklere doğrudan ilgisi olmayan nice seyirci Aşk, Mark ve Ölüm’de müziğin ötesinde bir şey buldu: İnsan hikâyeleri ve insan deneyiminin her daim ve her yerde bulunabilecek ortaklıkları; aidiyet, yabancılık, güvensizlik, gelecek endişesi ve dahası.
Bunun paralelinde filmin gördüğü ilgi kendini İstanbul Film Festivali, Başka Sinema ve Kadıköy Sinematek’teki gösterimlerle, şimdi de MUBI kataloğuna eklenmesiyle kanıtladı. Aşk, Mark ve Ölüm’ün 2017’de başladığı yolculuğu bitecek gibi de durmuyor. Bize biraz filmin geleceğinde nelerin yer aldığından bahsedebilir misiniz? Son olarak bir yönetmen olarak kişisel iş ajandanız için tahayyül ettiklerinizini paylaşabilirseniz çok seviniriz. Teşekkürler!
Aşk, Mark ve Ölüm ilk kez 2022 senesinde Berlin Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Ardından bir çok festivale katıldı, hem Türkiye’de hem de Almanya’da vizyona girdi. Almanya’da DVD’si yayımlandı; Hırvatistan, Belçika ve Hollanda’da sinemalara yeni girdi. Şimdi Almanya ve Türkiye’de MUBI üzerinden izleyebileceğiz. Eylül’de Almanya’da televizyon prömiyeri olacak.
Benim ise üzerine çalıştığım farklı projeler var ama filmin başarısı yüzünden bir türlü oturup yazamıyorum. Haziran’da geri çekilip bu çalışmalarımı hızlandırmayı planlıyorum.
📺 Sonrasında: 41. İstanbul Film Festivali'ne, Başka Sinema'ya ve Kadıköy Sinematek/Sinema Evi'ne konuk olan film, 27 Nisan 2023 itibarıyla MUBI kataloğuna eklendi. Filme buradan ulaşabilirsin.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
belgesel
Ken Burns
Cem Kaya
Ölüm
Türkiye
İmran Ayata
Bülent Kullukçu
Koray Soylu
m
Bülent Kullukcu
Almanya
Mehmet Akif Büyükatalay
Ufuk Cam
NEREDE YAYIMLANDI?
Cem Kaya'yla Almanya göçmeni Türkiyeli müzisyenlerin ve müziklerinin mirasını aydınlığa kavuşturan belgeseli Aşk, Mark ve Ölüm üzerine etraflı bir söyleşi.
01 May 2023

YAZARLAR

Koray Soylu
Editor @ Aposto

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.
İLGİLİ OKUMALAR