İmgelem ve İnayet: Karanlığın Günü’nde Kutsalın İşlevi

Karanlığın Günü, başkarakter Neslihan’ın kocası işe gittikten sonra kımıltısız bir şekilde koltukta oturup belleğini harekete geçirdiği on iki saatlik zaman diliminde zihninden geçenleri odağına alır. Neslihan’ın belleğinin devridaim ederek romanı işletmesi, farklı zaman ve mekânların iç içe geçtiği, kronotopların birbirini kestiği, geçmişten şimdiye, şimdiden geçmişe uzanan retrospektif bir kurgu meydana getirir. Başkarakterin fiziksel hareketsizliğiyle asimetrik biçimde işleyen ve hatırlamanın yanı sıra bir yüzleşme ve muhasebeye girişen zihni, 1930’lardan 1980’lere farklı tarihsel deneyimlerle Neslihan’ın kişisel deneyimini üst üste bindirerek romanı katmanlara ayırır. Neslihan’ın geçmişi ve kişisel deneyimi Türkiye coğrafyasının tarihsel deneyimine teyellenirken romanın şimdisini teşkil eden 1980’lerin kültürel ve siyasal atmosferi, kişisel ve toplumsalın diyaloğa girdiği, birbirini biçimlendirdiği zeminde görünürlük kazanır. Bu diyalojik zemin, salt bireysel ve toplumsal deneyim arasında tesis edilmez; sembolik muhayyile ve öznel imgelemin devreye girmesiyle rasyonel-irrasyonel, seküler-kutsal arasında geçirgen bir mekân yaratır. Karanlığın Günü’ndeki kutsal ve din dışını, rasyonel ve irrasyoneli bir diğerinin karşıtı şeklinde tahayyül etmeyi zorlaştıran bu geçirgen form, aynı zamanda sabit ve muhayyel kategorileri kararsızlıkla malul diyalog alanına çeker.
“Bir misafirhane burası,,, bu dünya,,, bu koltuk,,,” (s. 7) diye başlayan Karanlığın Günü, atıf ve sembollerle örülü bir kurguya sahiptir. Neslihan’ın oturduğu koltuğun karşısındaki zamanla kalınlaşan balkon camı geçmiş, şimdi ve geleceği zapteder ve Neslihan’ın belleği aracılığıyla belli deneyim ve tartışma anlarına yolculuk etmesine hizmet eder. Eylemin yerini düşünceye tahvil ettiği bu kısıtlı alanda Neslihan, evinin karşısına dikilen Kondor apartmanının panoptik kuşatıcılığıyla tehdit ve gözetim altındadır. Neslihan’ın hareketsizliğine karşıt biçimde “güvercin denizi”ne dönüşen (s. 63) apartman boşluğunda durmadan hareket eden, “suçsuz insanların ruhlarını taşıyan” (s. 218), “annenin kavmi”nin mensubu (s. 243) güvercinlerse yine zamanlar arası yolculuğu politik bagajı da gün yüzüne çıkararak mümkün kılar. Kişisel ve toplumsal ölçekte yaşanan kayıp ve yıkımlar, güvercinlerin bedeninde somutlaşır. Neslihan ve annesinin kayıplarının bedenini temsil eden güvercinler aynı zamanda coğrafyanın kıyım şeceresini sunar; partizanların, müfrezelerin ruhlarını taşır, onların mevcudiyetini yok olmaktan alıkoyar. Tüm bu sembolik anlatı katmanı Neslihan’ın deliliğin sınırlarında dolaşan, maddi dünyadan neredeyse tümüyle soyutlanmış annesinden ve artık hayatta olmayan, tümüyle hafızasında yaşayan Zehra Hala’sından tevarüs ettiği hurafeler, dini ve mitolojik anlatılarla iç içe geçer ve rasyonelle irrasyoneli, dünyevilikle kutsalı, fizikle metafiziği aralarındaki sınırları muğlaklaştırarak bir araya getirir. Neslihan’ın zihninden geçen bir olay ve diyaloğun bir anda Zehra Hala’nın aktardığı hurafe ve menkıbelerle kesintiye uğrayıp Neslihan’ın aydın konumu ve seküler pratikleriyle çelişen birer referans kaynağına dönüşmesi, başkarakterin zihnindeki yarılmalara, kendi ifadesiyle “Das kapital’le enel hak arasındaki” konumuna (s. 279) işaret eder. Dolayısıyla farklı epistemolojilere ait kavram setlerinin söyleşiye girdiği Karanlığın Günü, yarattığı “ara biçimler”le(1) sembolik ve ruhani alandan gündelik deneyime geçiş koridorları yaratır.
Terry Eagleton Tanrı’nın Ölümü ve Kültür’de imgelemi inayetin seküler bir formu şeklinde tanımlar ve imgelemin işlevinin dünyadaki şeyleşmeyi tersine döndürmek olduğunu ifade eder. Maddileşmeye yönelik bir mukavemet kaynağına dönüşen ve dinin yerine geçen imgelem, aynı zamanda bir duygudaşlık yaratarak “inanç cemaati”ni oluşturan halkla aydın arasındaki kopukluğu giderecek bir cemaatleşme pratiğine, muradına ermemiş devrimler içinse manevi teselli imkânına dönüşür (ss. 138-139). Eagleton’ın “kurtarıcı bir güç” şeklinde tanımladığı imgelemi (s. 139), Karanlığın Günü’ndeki sembolik düzen ve Neslihan’ın müdahaleye kapalı öznel imgelemiyle bir arada ele almak mümkündür.
Neslihan her ne kadar politik ülkülerle bir araya gelen aydın grubunun üyesi olsa da bu gruba somut anlamda herhangi bir dahli yoktur ve içsesi dışında bu kesitte herhangi bir varlık belirtisi göstermez. Öte yandan güvercinlerle, hikâye ve anlatılarla söyleşen zihniyle bir temsile dönüşen, içeriği tümüyle boşalmış bu toplantıda alternatif bir var olma pratiği ortaya koyar. Neslihan’ın zihninde aydınlanmacı diskurun ve uygarlık ideallerinin yerini metafizik atıf ve göndermelere devrettiği bu anda yaşanan zihinsel, duygusal sapma ve yarılmalar metinsel düzeyde de karşılık bulur. Hararetli tartışmaların sürgit devam ettiği anda başka bir âlemden Neslihan’a haber getiren güvercinler, Zehra Hala’nın “Başsız Geyik”, “Bahamut” ve “Tevhid” anlatıları metnin kurgusunu böler ve yeni bir anlatı katmanı yaratarak hem mevcut zamanı hem de hâkim epistemolojiyi çatallandırır. Bir kaçış alanı olmasının yanı sıra yeni bir vaat alanı olarak işlev gören bu metafizik boyut, Neslihan’ın mevcut sistem ve kurguya mukavemet ve muhalefet etmesinin, bir yandan da imgesel bir duygudaşlık kurduğu insanlardan oluşan bir cemaatin mensubu olmasının imkânına dönüşür. Nitekim bu salt hatırlamadan ibaret değildir; kendisi de sınıfsal bir mücadelenin ardından arkadaş grubunun üyesi olmayı başarmış Asiye’yi ve onun hayat mücadelesini annesi ve halasından tevarüs ettiği metafizik dille kurgular. “Cümlemizin muinni ve muhibbi olan kadın” Asiye, Neslihan’ın zihninde yılan derisinden pul pul cinsel organıyla, otuz iki dişle dünyaya gelmiş, doğaüstü ve mitolojik bir karakterdir (s. 97). Herhangi birinin zaptına, müdahalesine kapalı muhayyel evrenini harekete geçiren Neslihan, bu sayede örtük bir direniş politikası üretir. Dışarıda bir saatli bomba olduğu haberini aldıkları esnada hareketsiz biçimde evde beklerken Necati, Seyfullah ve Sefer’in idam edildiğini öğrenirler. 1982 yılında idam edilen Türkiye Komünist Emek Partili Necati Vardar, İbrahim Coşkun ve Seyit Konuk’u ima eden bu üç ismin(2) infaz haberinin ardından her biri politik idealler üzerine retorik üretmeye devam ederler. Telefonda bu haberi alan Celil, “Kimse yokmuş; kuşlar kalkmış seslerine, kör karanlıkta duvarlara duvarlara çalmış kendilerini kuşlar, çoğu ölmüş yaralanmış, süprülmüş seli... Attıkları naraları kuşlardan başka işiten olmamış...” (s. 242) diyerek aktarır olanları. Neslihan’ın zihninde yaşayan cemaat, bir anda gerçekliğin de bir parçası olur ve tüm bu donmuşluğa, kayıtsızlığa karşıt biçimde işçilerin ruhları güvercin kavmine karışırken kuşlar da canları pahasına ayaklanır ve işçilerle dava birliği yaparak can verir.
Burjuva pratikleri ve konfor alanlarıyla 1980’lerin politik atmosferinin taban tabana zıt görünümleri üst üste binerken aydın grubun kayıtsızlığıyla sol eylem alanının iflas ettiği, politik ideallerin başarısızlığa uğradığı, son kertede piyasaya ve şeyleşme tahakkümüne yenik düştüğü tebliğ edilir. Bu esnada Neslihan, meyhanelerde toplanıp halk adına kararlar alan, sistemler yıkıp düzenler kuran arkadaşlarını ve kapitalizmin alt ettiği dava bilinçlerini bir tür despotizm ve ikiyüzlülük şeklinde değerlendirir ve tümüyle kamusal alanda fikir beyan etmekten çekinirken sessizliğini de yaşadığı umutsuzlukla kendi zihninde gerekçelendirmiş olur: “... ‘Bu en iyisidir, bunu okuyun!’ demek hakkını – halktan çok daha kültürlü olduğumuzdan ve kültürümüzün halkın aklının almadığı ve anlayamadığı bir şey olduğundan – kendimizde gören küçük burjuva buyurganlarıydık” (s. 155). Metinde, Neslihan’ın fiziksel varlığı dışında bu grupla herhangi bir müştereğinin kalmadığı, romanın ikinci katmanını oluşturan, bir yüzleşme ve muhasebe kaynağına dönüşen iç konuşmalar aracılığıyla sunulur ve annesi, halası, idam edilen işçiler, kaybedilen dost ve akrabaların güvercin bedeninde cisimleştiği yeni cemaatte Neslihan kendi halkıyla saf tutar.
Neslihan’ın kamusal ve siyasal alandaki kımıltısız varoluşu, öznel imgelemi işleterek ortaya koyduğu hatırlama pratikleriyle tümüyle bir vazgeçiştense alternatif güzergâh arayışı şeklinde ele alınabilir. İçeriği boşalan ve yapıcı potansiyelini yitiren siyasal söylemin kendisini dilsizleştirdiği, politik saiklerle bir aradalığı mümkün kılan müştereklerin maddileşerek söyleme hapsolduğu ve kamusal varoluşunu baskıladığı bu zeminde, annesi ve halasının aktardığı menkıbelerle, mitolojik anlatılarla söyleşmesi, halkıyla ortak bir imgelem evreninde bir araya gelmesi söz konusu arayışın tezahürüdür. Bu bağlamda Karanlığın Günü romanında maddi alanın yarattığı tahribata, söylemin tasfiye ettiği eylem alanına karşı bir “imge ve inanç cemaati” oluşturulduğunu ve bu sayede metafizik kaynaklarla bir telafi çabasının sunulduğunu söylemek mümkündür. Leylâ Erbil’in edebi üretiminde bu vasfıyla bir kerteriz noktasına tekabül eden Karanlığın Günü, 1980’lerin toplumsal ve politik angajmanını sunmasının yanı sıra, farklı epistemolojileri ara mekânlar yaratarak bir araya getirmekte ve kararsız, mutlak önermelerden azade bir diyalog alanı yaratmaktadır.
1 Özgür Taburoğlu, modernlerin maneviyat biçimlerini ve kutsallık deneyimlerini yaratmalarında temel malzeme şeklinde tanımladığı “ara biçimler”le dünyevilik ve kutsallığın karşılaştığı, iç içe geçtiği, yıkmak suretiyle yeniden üretildiği pratikleri tanımlar (Dünyevi ve Kutsal: Modernlerin Maneviyat Arayışları, ss. 12-13).
2 Metnin imalarından yola çıkarak romanda anlatılan zamanla da örtüşen tarihsel göndermeyi ve atıf yapılan üç ismi Fatih Altuğ K24’te yayınlanan “Leylâ Erbil’in Karanlığın Günü’nde tarih” başlıklı yazısında çözümlemiştir.
Kaynakça
Fatih Altuğ, “Leylâ Erbil’in Karanlığın Günü’nde tarih”, 2016, https://t24.com.tr/k24/yazi/karanligin-gunu,886
Terry Eagleton, Tanrı’nın Ölümü ve Kültür, çev. Selin Dingiloğlu, Yordam, 2018.
Leylâ Erbil, Karanlığın Günü, İş Kültür Yayınları, 2016.
Özgür Taburoğlu, Dünyevi ve Kutsal: Modernlerin Maneviyat Arayışları, Metis, 2019.
İlgili Başlıklar
kronotop
Karanlığın Günü
Türkiye
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

İmgelem ve İnayet: Karanlığın Günü’nde Kutsalın İşlevi
Yayın & Yazar

Notos Dergi
Uzun ömürlü ve bilinirliği yüksek, dinamik, günü yakalayan edebiyat dergisi Notos'tan özel seçilmiş makaleler iki haftada bir salı günü 17.00'de Aposto'da yayımda.

Esra Nur Akbulak
Yazar @Notos