İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR

“Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler sadece gerici değil, aynı zamanda giderek otoriterleşen hükümetleri destekleyen faşist eğilimlerdir.” — Judith Butler
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz ve meşru olmayan bir şekilde çekilmesi dünyada giderek artan otoriter eğilimlerin de sonucu. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlasının otoriter liderler tarafından yönetildiği tahmin ediliyor. Çoğunluğun oyunu alanın, normatif kimlikler dışında kalan herkesi düşmanlaştırdığı, kutuplaştıran popülist dil aracılığıyla hem hedef hem de tehdit unsuru olarak işaretlediği bu politik ortamda, feministler ve LGBTİ+’lar hetero-patriyarkal toplumsal cinsiyet rejiminden başlayarak tüm sömürü, ezme ve ezilme biçimleriyle ilgili sistemsel dönüşüm talep ettikleri için en çok saldırı altında olanlar.
İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu
Kolay değil, on yıllar süren mücadeleler sonucu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı zulme karşı pek çok kazanım elde ettik. Dünyanın çeşitli ülkelerinde kürtaj hakkı, eşcinsel evlilik ve trans hakları yasalar aracılığıyla tanınmaya devam ediyor — bunlarla ilgili küresel bağlamda politikaların üretimi için uluslararası mekanizmalar, sözleşmeler, kurumlar, uzman grupları oluşturuluyor.
Mücadele ve kazanılanlar
Bugün elde ettiğimiz kazanımların uluslararası alanda hak olarak tanınmaya başlandığı 90’lı yıllarda hem politik hem de düşünsel anlamda da önemli gelişmeler oluyordu. Queer kuram ve hareket, toplumsal cinsiyet kavramının tanımını genişleterek feminizmin öznesi tartışmalarını ve toplumsal cinsiyetin sınırlarını genişletiyordu — ikili cinsiyet sisteminin eleştirisini gündemleştiriyordu. Heteronormatif edimleri performatif bir şekilde ters düz ederek gündelik hayatı dönüştürme pratiklerini hayata geçiriyordu.
Birleşmiş Milletler bünyesinde 1994 ve 1995 yıllarında peş peşe düzenlenen iki konferansın sonucunda toplumsal cinsiyet kavramı ilk kez BM tarafından kullanılmaya başlanıyor ve kürtaj hakkı başta olmak üzere cinsel hakların insan hakları olduğu kabul ediliyor. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalkması için yasalar, uluslararası sözleşmeler ve politikalar oluşturulmasına, dolayısıyla erkek egemen sistemin nüfus politikaları, cinsiyetçi yasalar ve kurumlar aracılığıyla bedenlerimiz üzerinde kurduğu iktidarının sarsılmasına yol açıyor.
Toplumsal cinsiyet karşıtlığı
Vatikan gibi ülkeler özcü tezlerini sarsan bu gelişmelerden oldukça rahatsız oldular çünkü onlara göre kadınlarla erkekler "fıtrata göre farklı" — yaradılıştan gelen bu durum ve bunlara bağlı rolleri var ve birbirlerinin tamamlayıcısılar. Burada Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerini hatırlamakta fayda var: “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadın ve erkek farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcıdır).”
Toplumsal cinsiyet eşitliği düşüncesi bu görüşü derinden sarsıyor, bu sebeple tüm toplumsal korkuların altında toplanabileceği “toplumsal cinsiyet ideolojisi” kavramını ortaya atarak toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin oluşması için küresel ağlar kurmaya başlanıyor.
Bu küresel ağlar, akademi, BM, AB, sivil toplum, medya kuruluşları gibi alanlara girerek toplumsal cinsiyet karşıtlığı adı altında toplumsal paranoyaları toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+ hakları üzerinden harekete geçirmek üzere sistemli ve örgütlü bir şekilde çalışıyor. Türkiye, Brezilya, ABD, Macaristan ve Polonya’da olduğu gibi bu düşünceleri savunan otoriterler iktidara geliyor ya da bu söylemleri benimseyerek iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.
Polonya'da kürtaj yasağı protestolarından, #StrajkKobiet
Fotoğraf: Omar Marques
Otoriterleşme ve İstanbul Sözleşmesi
2010’lardan sonra iyice görünürlük ve etki alanı kazanmaya başlayan toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler bazı yerlerde insan hakları karşıtı hareketler olarak da karşımıza çıkıyor. Devletlerin hesap verebilirliğini sağlamak üzere oluşturulan BM, Avrupa Konseyi gibi kurumlar toplumsal cinsiyet karşıtları tarafından hedef alınıyor. “Millî egemenlik” söylemleri altında patriyarkanın çıkarları koruma altına alınıyor.
Örneğin Macaristan, Slovakya, Bulgaristan, Latviya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler Vatikan’ın başlattığı, Rusya’nın ve ABD'nin yükselttiği toplumsal cinsiyet karşıtlığı üzerinden İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamadılar. Türkiye’yle yakın ilişkileri bulunan sağcı Polonya hükümeti Türkiye’nin hemen ardından sözleşmeden çekilmek için parlamentoya bir yasa teklifi sundu. Bu yasa kabul edilmese de Polonya’nın sözleşmeden çekilerek “Aile Hakları Sözleşmesi” oluşturma niyetinin olduğu biliniyor.
Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanması, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerini geçirmesi nedeniyle “aile yapısını bozduğunu,” bunun “Batı’nın dayatması” ve “yerli ve millî bir sözleşme” yapılması gerektiğini savunan iktidarın söylemleri bu küresel hareketin söylemleriyle örtüşüyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı tek adamın kararıyla Türkiye’nin çekilmiş olmasını tüm bu küresel gelişmeler bağlamında da düşünmek gerekiyor. Bu hareketler tarafından hedef alınan feminist ve LGBTİ+’ların birlikte mücadele etmesi, ittifakların diğer hak temelli hareketlerle de kurulması elzem.
Judith Butler’ın da dediği gibi “zaman, antifaşist dayanışma zamanı.” Zaman ulusötesi mücadele ağlarını güçlendirmenin, birlikte mücadelenin, kesişimsel yaklaşımların zamanı. Zaman queer feminizmin açtığı imkânları hayata geçirme zamanı.
İlgili Başlıklar
Toplumsal cinsiyet
toplumsal cinsiyet
toplumsal cinsiyet eşitsizliği
kürtaj
eşcinsel evlilik
trans
ikili cinsiyet
Berfu Şeker
Judith Butler
Türkiye
İstanbul Sözleşmesi
LGBTİ+
Irmak Hacımusaoğlu
Birleşmiş Milletler
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

🟣 ANGST 11: TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK
Yayın & Yazar

Angst
Her cuma 12.00’de, çevre ve iklim gelişmelerine türler arası eşitlik ilkesini benimseyerek gelişmeleri aktarıyoruz.