Kariyerinin başında bir oyuncu: Oktay Çubuk

Oktay'ı keşfetmek. Üniversite için İstanbul'a gelene kadar İzmir'de yaşamış Oktay. İngilizce (hatta okuma-yazma) bilmediği yıllarda Karaca ve İzmir Sineması'nda annesiyle izlediği filmleri hatırladığında "Annem bana önemli şeyleri fısıldardı." diyor. Bazen de annesi onu sinemaya tek başına bırakır, hâlâ çok sevdiği animasyon filmleri izlemeye gidermiş. Atlantis: Kayıp İmparatorluk filmini sinemada dokuz kez izlemiş! Ergenliğinde ise başta Guy Ritchie filmleri ve kara mizah türündeki filmler olmak üzere sinemayla yakın ilişkisi devam etmiş. O salonda olma hissini, o büyük perdeyi büyülü bulduğunu söylüyor: "Bazen gerçek hayat yeterince ilgi çekici olmadığında orada yaratılan dünya ve izlediklerim beni iki saatliğine de olsa koparabiliyordu hayattan, o hoşuma gidiyordu."
Kamera arkası, kamera önü. Üniversite sınavında Türkiye derecesi yapıp istediği yerde istediği bölümü okuma özgürlüğüne sahip olunca İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde sinema ve televizyon eğitimi almayı seçmiş. Oyunculuk aklında hep varmış. Seçtiği lisans eğitiminin ona oyunculuk öğretmeyeceğinin bilinciyle İstanbul'a geldiği anda bir yandan da bir oyunculuk atölyesine yazılmış. Sinema eğitimi almanın her şeyden önce entellektüel olarak yararını gördüğünü, sinema tarihi ve film grameri derslerinin senaryo okurken işine yaradığını, sinemanın tekniğinden anlamanın bir oyuncu olarak kadrajını, ışığını, nerede durması gerektiğini anlamasına yardımcı olduğunu söylüyor.
Oktay, mahallesi Arnavutköy'ü anlatıyor. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu
Aynı kalmamak. "İnsan olarak da asla aynı kalmayan, durmadan değişen yaratıklar, varlıklar olduğumuz için ister istemez oyunculuğuna da sirayet ediyor bu insanın." diyor Oktay, iki yıl önce oynadığı ilk dizilerden bugüne nasıl değiştiğini sorduğumda. Oynadığı ilk dizilerdeki rolleri o kadar ufakmış ki onlara oyunculuk diyemeyeceğini söylüyor: "Bir Nefes Daha o kadar ilk işim ki televizyonda oyunculuğu çok anlayamamıştım. Yirmi bölüm bir dizide oynamışlığım vardı ama her bölümde anca üç sahnem vardı."
Bir adım geriden. Kasım 2020, Chicago. Evlerimize kapandığımız, o çok uzakmış gibi gelen günler. Bir Nefes Daha'nın Tallinn Film Festivali'ndeki gösteriminin ardından filmi merak ediyor, çevrimiçi izleme fırsatı yakalıyorum. Yıllar önce Deniz Seviyesi'ni izlediğim Nisan Dağ'ın sineması bir kez daha çekiyor beni. Oktay'ı da ilk kez orada izliyorum. Eylül 2021, Ayvalık. Festivalin programında Bir Nefes Daha da var, filmin hemen öncesindeki festival davetinde Nisan ve Oktay'la tanışıyorum. Kasım 2021, Moda. Nisan, Keşif Sineması'nın beşinci konuğu oluyor. Tabii Oktay'ın da kulakları çınlıyor.
Her şey çok güzel olacak. Oktay heyecan verici bir oyuncu seçimi süreci sonrası yaklaşık altı ay hazırlanmış Bir Nefes Daha'daki rolüne. Bir projeye neredeyse başından sonuna dahil olmanın kendisi için çok değerli olduğunu söylüyor. Oktay'ın filmde canlandırdığı Fehmi, madde bağımlılığı ve potansiyel müzik kariyeri arasında kalan bir rapçi. Oktay da hazırlık süreci boyunca evde, ev arkadaşıyla kendi kendilerine rap yapıp kaydetmeye başlamış, hatta internete yükledikleri şarkılar bir albüme dönüşmüş. Sonrasında filmin Da Poet ve Hayki imzalı müzikleri ve şarkılarına da (tıpkı yönetmen Nisan Dağ gibi) katkısı olmuş onun da: "Biraz da o sürecin içinde olman lazım çünkü rap çok kişisel bir şey ve dinleyiciye geçmesi için senin onu kişiselleştirmen, dediğini kastetmen ve gerçekten yaşaman gerekiyor. O zaman iyi rapçi oluyorsun."
Tutkular. "Rap severim ama rapçilerin hayattaki tutkusu rap. Benim hayattaki tutkum rap değil, müzik konusundaki en büyük tutkum bile rap değil." diye açıklıyor Oktay filmden sonra rap müzik yapmayı bırakmasını. Fehmi rolünün aynı zamanda çok büyük bir psikolojik yük altında olduğunu, önemli bir ikilem yaşadığını hatırlatıyorum. Rol aldığı dizilerden bir boksörü canlandırdığı Duran'daki rolünün ise inanılmaz bir fiziksel çaba gerektirdiğini tahmin ediyorum ve yolun başındaki bir oyuncu olarak psikolojik ağırlığı olan rollerin mi, fiziksel gereksinimi olan rollerin mi onu zorladığını soruyorum. "İnan ki bana en zor gelen boş oturup beklemek!" diyor Oktay. Duran için altı ay boyunca haftada dört gün alması yeterli olacak dövüş eğitimine haftada altı gün gitmeyi tercih ettiğini söyleyince adanmışlığına hayran kalıyorum. Ekliyor: "Benim iki günümü daha vermem azıcık daha gerçekçi yapacaksa benim oynadığım karakteri, ben bunu istiyorum."
Oktay'la keşfetmek. Birlikte konuşmak için ikimizin de çok etkilendiği Sound of Metal'ı seçiyoruz. "[İzledikten] sonrasında birkaç gün hâlâ beynimde yankılandı." diyor Oktay film için. Ansızın işitme duyusunu yitiren ve hayatındaki bu kalıcı değişime adapte olmaya çalışan bir davulcunun yaşadıklarını konu alıyor film. Yönetmen ve senarist Darius Marder'in belgesel sinema ve kurgu kökenli olmasının etkilerinden başlayarak, filmin ses tasarımının ve kurgusunun duygu aktarımına, gerçekliğine etkisini konuşuyoruz. Başrol oyuncusu Riz Ahmed'in film için bateri çalmayı ve işaret dilini öğrendiği hazırlık sürecinden söz ediyoruz.
"Aşk da bir bağımlılık değil mi?". Ben Sound of Metal'i izledikten sonra filmi bir bağımlılık hikâyesi olarak okuduğumu söylüyorum. Ruben'in geride kalmış madde bağımlılığı değil; engelsiz ve işitebilen bir insan olmaya, işitmeyi gerektiren işine olan bağımlılığı söz ettiğim. Oktay araya girip Ruben'in kız arkadaşından da uzaklaşmak zorunda kalışını hatırlatıyor: "Aşk da bir bağımlılık değil mi? Bence bağımlılıkların en büyüğü aşk." Sound of Metal ve Bir Nefes Daha'nın, Ruben ve Fehmi'nin ortaklıklarına da dokunuyor sohbetimiz. Böyle kasıtsız kesişimleri seviyorum. En sevdiği sahneyi sorduğumda anlatıyor Oktay ve bitiriyor: "Hissetmemek için taş olmak gerekiyor."
Emre ve Oktay, Arnavutköy sokaklarında. | Fotoğraf: Deniz Sabuncu
Diyor ki...
"Nisan'ın setinde hayatımda ilk kez oyunculuk deneyimledim [diyebilirim.] Ben eğer bu film yerine gidip bir dizi daha yapsaydım oyunculuğu bırakırdım, bu benim hayal ettiğim değil derdim. Ama Nisan'la çalıştıktan sonra oyunculuğun ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini gördüm ve dedim ki evet, benim istediğim de hayal ettiğim de buydu."
İlgili Başlıklar
kara mizah
oyuncu
İstanbul
İzmir
İzmir Sineması
Atlantis: Kayıp İmparatorluk
Guy Ritchie
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Bir Nefes Daha
Chicago
Tallinn Film Festivali
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

🎬 Keşif Sineması #2.10: Oktay Çubuk
Yayın & Yazar

Duende
Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

Emre Eminoğlu
1987’de İstanbul’da doğdu. Sabancı Üniversitesi Üretim Sistemleri Mühendisliği lisans ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi yüksek lisans programlarından mezun oldu. Sinema, kültür ve sanat yazarı ve editör olarak çalışıyor.