aposto-logoÇarşamba, 7 Haziran 2023
aposto-logo
Çarşamba, Haziran 7, 2023
Aposto Üyelik

Kimsenin Hiçbir Zaman Görmediği "Ben"

Ocean Vuong'un "Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz" eserinin çevirmeni Deniz Koç ile bir sohbet.

Sevgili Deniz Koç ile kitap hakkında sohbete başlamadan önce biraz yazarın hayatı hakkında fikir sahibi olmakta fayda olduğunu düşünüyorum çünkü romanı okudukça yaşanan duygusal savrulmaların altında yazarın hayat öyküsünün fazlaca payı var.

Vietnamlı Amerikalı şair ve yazar Ocean Vuong 1988’de Saygon'da doğdu. Küçük yaşlarda Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden ve bir kasabaya yerleşen Vuong, kimsenin İngilizce konuşmadığı bir ailede büyüdü. Annesi zor koşullarda çalışırken babası evi terk etti ve Vuong, sınıf ayrımı, ırkçılık gibi sorunların merkezinde parçalanmış bir ailede gençlik yıllarını geçirdi. Bence yetiştiği bu ortam kalemiyle yarattığı her bir satırın da merkezi konumunda. Vuong'un şiir kitabı, şiir dalında Whiting Ödülü ve T.S. Eliot Ödülü kazandı. Anıyla kurguyu harmanladığı ilk romanı Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz ise yayımlandığında fazlaca ses getirdi.

Bu kitabı içselleştirebilmek için bence biraz yazarın hayata baktığı pencereden de bakabilmek gerekiyor. Çokça yara alan birinin penceresi bu... Kendi gerçekleri, zaman zaman yüzleşmekten kaçtıkları, korkuları, yargıları ile yaratmış aslında bu romanı. Otobiyografik özelliklerin ağır bastığı bu anlatı, toplumsal normların dışında bir yaşantının da izlerini taşıyor.

2021 Vedat Türkali Çeviri Kurmaca Ödülü'nü kazan bu eser üzerine çevirmeni Deniz Koç ile sohbetimize geçmeden, metnin çeviri sürecini merak ederseniz (kelime oyunları ve seçimleri nedeniyle benim çok merak ettiğim bir konu olmuştu.) Harfa Yayınları'nın Koç ile yaptığı söyleşiyi de izlemenizi öneririm.

"Olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu. Bir mesele, evet, ama bir seçenek değil."


Birkaç cümleyle bu kitapla tanışma yolculuğunuzdan, çevirirken hissettiklerinizden ve sizde bıraktığı etkiden bahsedebiliriz.

Vuong'un kitabı o sıralarda yeni kurulan yayınevi tarafından önerilen birkaç kitap arasındaydı. Okumaya başlar başlamaz çevirmek istediğimin o olduğunu düşündüm. Otobiyografik ve bildungsroman tarzı, yani büyüme sancısı içeren romanlara hep ilgim olmuştur. Çeviri süreci, pandeminin evlere kapandığımız ilk zamanlarına denk gelmişti, kimseyle görüşmediğimiz, sokakların bomboş olduğu o tuhaf zamanlarda Vuong'un, daha doğrusu Küçük Köpek'in hikâyesine odaklanmak, içini bu kadar sakınmasızca açtığından, bende bir yakınlık hissi doğurmuştu.

Hem otobiyografik hem de bir ilk roman olan “Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz” yakın tarihin açtığı yaralara dokunurken günümüz sorunlarına da değiniyor. “Küçük Köpek”in kimlik arama yolculuğu olarak okudum ben aslında bu romanı, bir noktadan da queer edebiyata yeni bir eser daha eklendi diyebilir miyiz?

Yakın tarihten günümüze anneanne, anne ve oğul üzerinden üç kuşağın hikâyesini okuyoruz. Küçük Köpek'in kimlik arama yolculuğuna, fonda yer alan savaş, göçmenlik, yoksulluk, ırkçılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, uyuşturucu bağımlılığı ve ezici patriyarkal düzen temalarının yanı sıra, birlikte yaşadığı bu kadınların Vietnam'dan ABD'ye uzanan yaşamlarının hikâyesi eşlik ediyor. Küçük Köpek toplumun dayattığı toplumsal cinsiyet rollerine uymadığını fark ederek bir uyanış yaşadığından queer edebiyat için önemli bir eser kuşkusuz, ama ele aldığı konular açısından bu romanı onunla sınırlı görmüyorum. Anlatılan, queer olsun olmasın, yukarıda bahsi geçen meselelerden etkilenen herkesin, özellikle de çağımız sakinlerinin hikâyesi aslında.

Yazar renkleri hem bazı duyguları hem de bazı durumları anlatmak için kullanmış, renklerin bu kadar ön planda olması sizin de dikkatinizi çekti mi?

Şimdi geriye bakıp düşününce, romanda renklerle ilgili aklımda kalan, Küçük Köpek'in Amerika'ya gelene kadar renkler hakkında aslında hiçbir şey bilmediklerini söylediği yer. Rengin kuralları olduğunu fark etmeleri. İnsanların sarı, beyaz, siyah olması, makbul olanın beyaz olması ama beyaz olmanın da bir yere ait olmak için yeterli olmaması... Çünkü aslında Lan, yani Küçük Köpek'in annesi daha açık tenli olduğu için dış görünümüyle beyaz olduğunu düşündürtüyor ama ağzını açtığı anda dili, daha doğrusu dilsiz oluşu, renginin sağladığı avantajı anında siliyor.

Çok uzun zamandır, dil bakımından okuduğum en etkileyici roman diyebilirim. Tabii yazarın aslında şair olmasının etkisi çok büyük. Ben bu kitabı aslında mektup roman formunda bir uzun şiir olarak değerlendirdim. Siz ne düşünüyorsunuz?

Bu kitap şair Vuong'un ilk romanı. Düzyazının olanaklarından faydalanıyor aslında; bir söyleşisinde şiir yazmakla karşılaştırınca böyle düşündüğünü söylüyordu. Olayları etraflıca anlatma imkanı sağlıyor bu tür, ama Vuong'un yine de çok tutumlu davrandığını düşünmüştüm çevirirken. Kısa cümleler, ama tartılarak yazılmış, her türlü fazlalık atılmış. Ve halka halka birbirlerine eklenerek metnin tansiyonunu belirliyorlar. Bu kitaba uzun bir mektup olarak da bakılabilir, roman olarak da. Başka türlere de gönderme yapılıyor yer yer, mesela ansiklopedik bilgilerin yer aldığı bölümler de var daha şiirsel kısımlar da. Bir kalıba sokulmak istemeyen, sınırları geçişken bir kurmaca eser diyebiliriz.

Okuma bilmeyen anneye yazılan bu mektuplar aslında yazarın kendisiyle de yüzleşmesi değil mi? Annesinin okuyamayacağını bildiği hâlde sanki yaralarını kendine açıyor gibi hissettirdi.

Bir söyleşide Vuong, şiddetin kendini her daim hissettirdiği bir ortamda büyüdüğünü, öfkenin hayal gücünü ve yaratıcılığı öldürdüğünü fark ettiğini söylüyordu. Nasıl bu çıkmazdan kurtulup içinde yetiştiği dünyaya katkıda bulunabileceğini düşündüğünde, çözümü sanatta ve yazmakta bulmuş. Mektup, hayatında olanları anlatmak için mükemmel bir format aslında, hikâyesi anlatılmaya değer görülmeyen birini —anneannesini, annesini, kendisini— görünür kılmak için. Ve tabii yaralarını tespit etmek için de.

"İsim" çok önemli bir rol oynuyor bu romanda, bir isme sahip olmak birçok şeyi de beraberinde getiriyor. Aynı zamanda en az isim kadar baskın temalardan biri de “dil”. İnsan konuştuğu dile mi aittir?

Bu kadar baskın bir tema olmasının nedeni, dilin roman boyunca didiklenen iktidar mefhumuyla olan sıkı bağı. Romanın en büyük meselelerinden biri de hafıza; onu diri tutmak için dile, yazmaya ihtiyacınız var. Bir dili bilmek, var olmak anlamına da geliyor. Belki de Küçük Köpek, yazarken annesinin bilmediği dili kullanarak onu var etmek, unutulmamasını sağlamak istedi. Belki bu dünyada onun da bir yeri olduğunu, bir yere ait olduğunu göstermenin bir yoluydu.

Kendini aradığı ve bulduğu yerde varoluş problemiyle karşılaşmak sizce “Küçük Köpek”i daha da dibe çekmiyor mu?

Bana kalırsa kendini araması, varlığını sorgulamasından ileri geliyor. Vuong kendini savaşın meyvesi olarak tarif ediyor. Bu düşüncenin izlerini Küçük Köpek'in kendisini annesinin rahmindeki bir merminin etrafında serpilen tohum olarak düşünmesinde buluyoruz. Üzüntü, yoksulluk, şiddet sarmalının içinde kendini keşfetmeye koyulan Küçük Köpek'in bu yolculukta dibe çekildiğini değil aksine kendi gerçekliğiyle yüzleşip, onu kabullenip güçlendiğini ve bu romanı okuyanlara güç verdiğini düşünüyorum.

İnsani değerlerimizi sık sık “av” ve “avcı” metaforlarıyla ele alıyor yazar. Mesela bizi biz yapan değerlerden birinin durma gücü olduğunu düşünüyor, bu düşünceye katılıyor musunuz?

Odağına her türlü iktidar ilişkisini alan bir roman bu, av ve avcı metaforu da bunu temsil ediyor. En can alıcı bölümlerden birinde, Küçük Köpek "Avcısını bulunca ona kendini yemek olarak sunan hayvana ne denir," dedikten hemen sonra ilk aşkı Trevor'la ilişkisi için "çünkü teslimiyet de bir iktidar biçimiydi" diye ekliyor.

"Şiddet o sıralarda benim için zaten çoktandır gündelik bir şeydi, aşk hakkında bilip bildiğim tek şeydi. Beni. Mahvet. (...) Nihayet, kendi seçimimle, mahvediliyordum. Trevor’ın elinde, nasıl parçalanacağım konusunda söz hakkım vardı." 

Kitabı bitirdiğimde Vuong'un okuruyla da benzer bir ilişki kurduğunu düşünmeden edemedim: Her ne kadar kurmaca da olsa, kendi yaşam öyküsüne dayandığını bildiğimiz olayları cesurca anlatıyor, adeta okura teslim oluyor. Ama bu sayede kendi hikâyesinin kontrolünü de kendi eline almış oluyor, güç kazanıyor.

Mutluluk ve mutsuzluk hakkında okuduğum bir cümleden çok etkilendim. “Mutluluğumun benden koparılarak ötekileştirilmesini istemediğim gibi mutsuzluğumun benden koparılıp ötekileştirilmesini istemiyorum.” Yazar bir yandan da mutsuzluklarıyla mi yüzleşiyor?

Bunu yanlış anımsamıyorsam Trevor'ın nasıl uyuşturucu bağımlısı hâline geldiğini anlattığı bölümde bir sistem eleştirisi olarak söylüyordu. "Normal" dışı hâllere psikiyatrik isimler verilerek ilaçlarla aşırılıkların törpülenmesinden bahsettiği yerde. Mutluluğunu da, mutsuzluğunu da yaşamak, her duygusuna sahip çıkmak istiyor, ama ona aşırılıkların sağlıklı olmadığını söyleyen bir sistem var. Her alanda içine sokulmak istendiğimiz kalıplardan biri bu da.

Ve son olarak çevirirken en çok etkilendiğiniz cümle hangisi oldu?

Altı çizilesi cümlelerle dolu bir metin ama yazar o vurucu anlara sizi çok iyi hazırladığı için, bir cümleyi öncesi ve sonrasından ayırarak paylaştığınızda aynı etkiyi yakalayamıyorsunuz. O nedenle tek bir cümle seçemiyorum, kitabın tamamı etkileyiciydi.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.

İlgili Başlıklar

şair

Saygon

Amerika Birleşik Devletleri

T.S. Eliot Ödülü

Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz

Vedat Türkali Çeviri Kurmaca

Harfa

Hikâyeyi beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Nerede Yayımlandı?

Kimsenin Hiçbir Zaman Görmediği "Ben"

Yayın & Yazar

1Kitap1Mekan

Gerek klasik, gerek modern edebiyattan kitap önerilerimi ve birçok yeni mekan tavsiyemi 1Kitap1Mekan bültenimde bulabilirsiniz!

Duygu Özdemir

Kitap ve mekan keşifleri bir arada

;