

Aposto Gündem
Her sabah 06.30'da 5 dakikalık gündem özeti e-posta kutunda. Piyasalar, ekonomi, iş dünyası, politika, teknoloji ve hafta sonu ekleri; kısa, yalın, öz bir şekilde.
Enes Köse
Raymond Williams, Modern Trajedi kitabının girişinde kimsenin ilgilenmediği bir işte sessiz sedasız ömür tüketen bir insanın hayatında trajediyi gördüğünü söylemişti. Geçmişin büyük felaketler ve kırılmalarıyla şekillenen geleneksel trajedi anlatısı ile gündelik hayatın sıradanlığında beliren modern trajedi arasındaki farka değiniyordu. Bir noktada gündelik sürekliliğin kesintiye uğradığı ve toplumun daha “seçkin” has olan trajedi, gündelik olanın, sıradan insanın hayatına da dokunabiliyordu artık. Williams 20. yüzyılın ikinci yarısında trajedinin kültürel anlatısına odaklanırken yazmıştı bunları. Konumuz burada 60 yıl aynı işi yapmış ve aynı yerde yaşamış insanın trajedisi değil. Ancak onun etrafından biraz dolaşıp, günümüzdeki iş-yaşam dengesinin o eski deneyimi trajik değil belki de özlenen bir şeye dönüştürdüğü bir gerçekliği konu alıyoruz.
Çok uzun süredir bir gelecek inşa etmenin, hayatta uzun erimli planlamalar yapmanın veya geçmiş jenerasyonların bu gibi deneyimlerinin artık imkansız olduğu konuşuluyor. Her ne kadar geçmişte kültürel imtiyaz nişanesi olarak görülen eğitim seviyesi oldukça artsa da bu durum çok daha iyi koşullar yaratmadı. Aksine yeni jenerasyonlar çok daha kaygan bir zeminde yaşamlarını sürdürüyorlar. Üstelik kariyer anlatıları geçmişe nazaran hiç olmadığı kadar yaygın. Mesleki profiller, yetenekler, sertifikalar, deneyimler, beklentiler ve diğer cv parçalarıyla kişisel sermaye örüntüleri vitrinleri doluyor. Bununla kalmıyor, kişisel gelişim ve rekabet anlatıları da gündelik hayatın dinamiklerine hiç olmadığı kadar sızmış durumda. Tüm bu çabanın yanında oldukça güçlü bir güvencesizlik sarmalının içindeyiz. Bu sarmalın çizgilerini pekiştiren birçok bileşen mevcut ve bunlar da giderek şiddetleniyor. Sürekli kriz hâli bunlardan bir tanesi.
Krizin sıradanlığı
Lauren Berlant Zalim İyimserlik kitabında “krizin sıradanlığı” diye bir kavramdan bahsediyor. Artık ekonomik ve toplumsal krizlerin istisnai bir durum değil, gündelik hayatın doğal akışının yerleşmiş bir parçası olduğunu ifade ediyor. Hepimiz belirsizlik dönemlerinde daimi bir kriz hâline alıştırıldık. Artık büyük, dönem açıp kapatan ve toplumsal yapıyı tümden dönüştüren şiddetli krizler yerine, gündelik hayatımızın her noktasına sinmiş ve bir şekilde yönetilmek zorunda olunan sıradan krizler var. Günümüzde güvencesizliğin yapı taşlarından biri olan bu durum, giderek büyüyen borçlanma ve onun idare edilmesi için verilen sonsuz çaba ile daha fazla pekişiyor. Üstelik tüm bu kriz, gündelik hayatı en asgari düzeyde sürdürme mücadelesinden ibaret. Bu kriz döngüsü ve belirsizlik zamanları çoğu zaman yeni ve daha rahat bir döneme açılan eşik gibi sunuluyor. Ancak gündelik hayat giderek daha fazla krizlerin etrafında örgütlendikçe kriz aşılacak bir şey olmanın ötesine uzanıyor ve eşik de durmadan erteleniyor.
Daha iyi koşullar için aile evinden ayrılıp üniversiteye giden gençler, belki de ömürleri boyunca ödeyecekleri bir borç yükünü sırtlanıyorlar. Bu yükle birlikte, temelsiz bir sınıf atlama düşüyle evinden çıkanlar bir şekilde hayal kırıklığıyla geri dönüyorlar. Üstelik dünyanın her yanında durum aynı. Örneğin, Charlotte Howles’ın The New York Times’taki yazısında konuştuğu bir kişi “Bu dünyadan ayrılmadan öğrencilik borcumu vermek isterim,” diyor. İnsanlar kendi öncelikleri üzerine bir hayat inşa etmek yerine geçmişin yüklerini sırtlanıp bugünün ve geleceğin zorluklarıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar.
Üretilmiş güvencesizlik
Yönetmen ve yazar Astro Taylor üretilmiş güvensizlik dönemlerinde olduğumuzu söylüyor. Ona göre, varoluşsal güvensizlik varlığımızın doğal bir parçasıyken, üretilmiş güvensizlik özgüvenimize ve refahımıza karşı yapılandırılmış bir saldırı olarak işlev görüyor. Böylece bizde güvensizliği yaratan toplumsal koşullar, aynı zamanda bunu sürekli derinleştirerek sömürü ve kâr denklemini daha fazla pekiştirebiliyor. Yoğun bir stres içerisinde devam ederken bir taraftan da mevcut güvensizliği pekiştiren sürekli bir mücadele hâlinde olmanın getirdiği bir döngü söz konusu.
Çok uzun süredir idealleştirilen risk anlatısı da güvencesizliği pekiştiren bir kültürel anlatı sunuyor. Aslında risk almak geçmişte büyük anlatılara has, mitik bir cesaret örneğini pekiştiren bir tavrı ifade ediyordu. Ancak günümüzde risk gündelik hayat normu olarak sunulmaya başlandı. Hayatın herhangi bir noktasında alınacak riskten, gündelik hayattaki risklerin yönetimine kadar birçok senaryo, yerine göre bir çeşit kurtuluş reçetesi olarak sunuluyor. İşinizde, ilişkilerinizde sürekli bir risk döngüsünün içinde doğru kararlar vermek ve esnek olmak zorundasınız. Burada da kendini gösteren daimi mücadele hâli, riski idealleştiren bir itici kuvvet görevi görüyor.
Sosyolog Richard Sennett, bu konuda psikolog Tversky’nin bir çalışmasına atıfta bulunuyor. Tversky, insanların gündelik yaşamda (kariyer, evlilik vs.) risk alırken olası kazanımlardan çok kayıplara önem verdikleri sonucuna varıyor. Ona göre; “İnsanlar olumludan çok olumsuz uyaranlara karşı duyarlıdır. Sizi mutlu edecek birkaç şey varken, kendinizi kötü hissettirecek sayısız etken bulunur." Dolayısıyla eylemlerin sonuçlarından çok, kaybetme ya da başarısızlık korkusuyla sınandığımız bir deneyim, her şeyden önce güvencesizlik duygusunu pekiştirmeye yarıyor. Sürekli zar attığımız bir gerçeklikten bahsediyoruz.
Tamamıyla rekabetçi bir yapıya sahip olan ve bu sebeple de güvencesizliğin en mahrem yerlere işlediği bir toplumda yaşamak, kendisiyle beraber anksiyete ve stres gibi çıktıları da getiriyor. En basit tabirle devamlı diken üstünde olduğunuz bir gerçeklikte, bunlardan azade olamazsınız. Daima üretken olmanız gerektiğini söyleyen modern zamanlar buyruğu, sekteye uğrayan herhangi bir süreci daha katlanılmaz kılıyor. Bu açıdan giderek kolektif bir semptom olarak beliren anksiyete ve depresyon gibi mental sorunların toplumsal koşullarla olan bağını kavramamız lazım.
Göçebelik anlatıları
Bu noktada mevcut güvencesizliği besleyen popüler anlatılara daha fazla bakmamız gerekiyor. Özellikle son dönemlerde göçebelik, dijital nomadlık gibi yaşam tarzlarının dönüştürücü alternatifler olarak sunulduğunu görüyoruz. Bu gibi örnekler her ne kadar alternatif bir yaşam tarzı olarak sunulsa da, özünde mevcut güvencesizliği pekiştiren bir çerçeveye oturuyorlar. Çünkü seçenek olarak sunulan bu yersiz-yurtsuzluk fikri, halihazırda büyük şehirlerin çeperlerinde dahi yaşamakta zorlanan insanlar için bir seçenek bile değil. Barınamamanın büyük bir sorun teşkil ettiği bir düzlemde, göçebelik ancak ilgisiz ve kendi içine kapalı bir estetik parçadan ibaret kalıyor.
Döngünün ötesinde ne var?
Daimi rekabet ve mücadele ortamında risk ve panik duygularının baskın olduğu bir deneyimin merkezindeyiz. Bu durum sürekli bizi bekleyen kayıp duygusuyla daha fazla pekişirken, bir yandan da geleceğe dair beklentiler giderek daha fazla silikleşiyor. Geldiğimiz noktada ev sahipliği bir tarafa, internette 1+1 eve çıkmak gibi son derece mütevazı bir isteğin dahi ulaşılması zor bir hayal olarak sürekli dile getirildiğini görüyoruz. Aslında yeni bir şey kazanmıyorsunuz, yeni bir aşamaya geçemiyorsunuz ancak yine de bunlar için daha fazla çabalamanız gerekiyor. Üstelik tüm bunları belirsizlik ve kaybetme korkusu etrafında yaşamak zorundasınız. İşte, güvencesizlik düğümü böyle işliyor.
Yazının başına dönersek, 60 yıl aynı işi yapan marangozun trajedisi, günümüzde neredeyse kaosun öncesindeki huzurlu zamanlar gibi tınlıyor. Tüm bunların yanında mücadele ve risk bizi atomize bireyciliğin zorlu sahasına itti. Kolektif çıkış imkânları yerini kişisel kurtuluş çabalarına bıraktı ama geldiğimiz noktada bunun daha da büyük bir çıkmaza yol açtığını görebiliyoruz. Kriz gündelik hayatımızın merkezine yerleşmişken kolektif dayanışma imkânlarını yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Her ne kadar bu güvencesizliği yaratan koşulların destekçileri bir taraftan da sıfır noktasında bir eşitlik retoriği yaysalar da eninde sonunda bu kriz koşulları insanlığın çok büyük bir bölümünü savunmasız bırakıyor.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş

Aposto Gündem
Her sabah 06.30'da 5 dakikalık gündem özeti e-posta kutunda. Piyasalar, ekonomi, iş dünyası, politika, teknoloji ve hafta sonu ekleri; kısa, yalın, öz bir şekilde.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
trajedi
Raymond Williams
Lauren Berlant Zalim
YAZARLAR

Aposto Gündem
Her sabah 06.30'da 5 dakikalık gündem özeti e-posta kutunda. Piyasalar, ekonomi, iş dünyası, politika, teknoloji ve hafta sonu ekleri; kısa, yalın, öz bir şekilde.
İLGİLİ OKUMALAR