aposto-logo
TR
TREN

Ressam Hoca Ali Rıza’nın eserleriyle İstanbul kahvehaneleri

Ali Rıza Bey, dönemin kahvehanelerini ve buralardaki eşyaları resmederek kahvehane kültürünü geçmişten bugüne taşıyan önemli bir isimdir.

Yazı: Ömer Faruk Şerifoğlu

Ressam Hoca Ali Rıza (1858-1930) özellikle karakalem ve suluboyanın şiirsel ifadeleri olan efsunkâr İstanbul peyzajlarıyla tanınmıştır. Doğayı en büyük öğretici olarak kabul eden ve İstanbul’un kaybolan kültürel değerlerini, belgesel bir yaklaşımla ölümsüzleştiren Ali Rıza Bey, üstün gözlem gücü ve sanat tutkusuyla kişisel bir üslûp oluşturmuş ilk ressamlarımızdandır.

Peyzaj/manzara ressamı olarak bilinmekle birlikte, insan figürlerini ve objeleri resmetmesiyle de tanınan Ali Rıza Bey, dönemin kahvehanelerini ve buralardaki eşyaları resmederek kahvehane kültürünü geçmişten bugüne taşıyan önemli bir isimdir. Ondan kalan eserler, İstanbul’un geçmişine dair eşsiz bir birikim ve kaynaktır.

1915'den Ali Rıza Bey’in ölümüne kadar ki 15 yılı, hoca-öğrenci ilişkisinin ötesinde usta-çırak biçiminde yaşayan A. Süheyl Ünver Hoca’nın tanıklıklarını, aralarında 1967’de yayımladığı Ressam Ali Rıza Bey’e Göre Yarım Asır Önce Kahvehanelerimiz ve Eşyası adlı kitapçığın da olduğu birçok yayınla kayda geçirmiştir.

Hoca Ali Rıza Bey’in kahvehanelerde gerçekleştirdiği her biri birer belge niteliğindeki eserlerini bir araya topladığımız; Ali Rıza Bey’in ölümsüz tanıklıkları eşliğinde, yüz yıl önceki İstanbul’un kahve ve kahvehane kültüründen izleri bir arada görmemizi sağlayan bu makalede, Ünver Hoca’nın söz konusu kitabında yer verdiği desenler başta olmak üzere, aile fertlerindeki koleksiyonlar, Süleymaniye Kütüphanesi Süheyl Ünver Arşivi, Milli Kütüphane Koleksiyonu ve özel koleksiyonlardan derlenen eserler bir araya getirilmiş oldu.

Türk resminin “hoca”sı 

Aslen Rumeli kökenli Süvari Binbaşısı Mehmet Rüştü Efendi’nin oğlu olarak Üsküdar'ın Ahmediye semtinde dünyaya gelir. Babasının hüsn-i hat (güzel yazı) sanatıyla uğraşısının da etkisiyle, çocuk yaşlarda yazı ve resimle ilgilenir, bu konudaki yeteneği fark edilince de desteklenir. Üsküdar Rüştiyesi’nde başlayan resim eğitimini, Kuleli Askerî İdadisi ile Mekteb-i Harbiye-i Şâhâne’de de sürdürür. Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyyid ve Mösyö Gués (Kez) gibi hocalardan resim eğitimi alır. 1884’te Harbiye Mektebi’nden mülâzım-ı sani (teğmen) rütbesiyle mezun olur ve “resim muallim muavini” unvanıyla, Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığına atanır.

Ressam kişiliğinin yanı sıra, kırk yedi yıl boyunca çeşitli okullarda öğretmenlik yaparak yüzlerce öğrenci yetiştiren Ali Rıza Bey, mütevazı, sabırlı ve hoşgörülü kişiliğiyle tanınmıştır. Kendisini tutkuyla seven öğrenci ve dostları tarafından kullanılan “hoca” sıfatı, herkes tarafından kullanılır olmuş ve öyle anılagelmiştir.

Hoca Ali Rıza Bey resim çalışırken.
Gülbün Mesara arşivi


Küçük yaşlardan itibaren elinden kalem ve fırçayı bırakmamış; karakalem, füzen, pastel, suluboya, yağlıboya gibi birçok teknikle çalışmış, peyzaj, natürmort, hayali elvâh gibi üç alanda eser vermiştir. Karakalem ve suluboya tekniğindeki yetkinliğinin yanı sıra hızlı çalışma temposuyla, çok sayıda1 -beş bini aşkın- İstanbul peyzajı betimlediği tahmin edilmektedir.  

1911’de kaymakam (yarbay) rütbesiyle emekli olur, kuruluşundan itibaren üç yıl boyunca Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Başkanlığı’nı üstlenir (1909-1912). Bütün hayatı; çocukluğu, evliliği, sanat yaşamı ve yaşlılık yılları Üsküdar’da geçen Ali Rıza Bey, devrinin ünlü isimlerinden deniz ressamı İsmail Hakkı Bey’in kız kardeşi Nâdide Hanım’la evlenmiş ve Hâmide, Nâsır, Kadriye, Fatma Nimet adlarında dört çocuğu olmuştur.

12 – Hoca Ali Rıza’nın kaleminden Ressam-ı Hazret-i
Şehriyari Fausto Zonaro, kâğıt üzerine karakalem,
19 x 12.5 cm, Baha Azer Çizen koleksiyonu


Hemen her eserine tarih ve imza atmayı, kısa notlar eklemeyi ihmal etmeyen Ali Rıza Bey’in, İstanbul görünümleri arasında, Üsküdar’a ait olanlar çoğunluktadır. Nitekim Malik Aksel bu devirde Üsküdar’ın, “ressamlar diyarı” olduğunu belirtir. Hoca Ali Rıza’nın etkisiyle, Üsküdar ve çevresi dönemin diğer asker ressamlarının da ilgi odağı olmuş ve Türk resminde “Üsküdar Ekolü” olarak tanımlanan bir tarz oluşmuştur. Sezer Tansuğ'a göre ise bu sanatçılar, bu tür resimlerde Batı normlarını göz önünde bulundursalar bile, duygu ve düşünce bakımından Osmanlı nakkaşlarının mirasını sürdüren, üstün bir ışık ve renk duyarlılığına sahiplerdir.

Ali Rıza Bey, derviş-meşreb ve mütevazı kişiliğiyle çağdaşı sanatçılardan çok azıyla münasebet kurmuştur. Öğrencileri dışında, Hüseyin Zekâi Paşa (1859-1919), Süleyman Seyyid Bey (1842-1913) gibi Harbiyeli ressam dostlarıyla, doğada peyzaj çalışmaları yaptığı bilinmektedir. Peyzaja çıkarken, resim malzemelerinin yanı sıra gündelik ihtiyaçlarını da doldurduğu “Kırkambar” adlı çantası oldukça ünlüdür. Çalışırken, çevresine toplanan çocuk izleyicilerine, onların da günün birinde ressam olabilecekleri ihtimaliyle engel olmamıştır. “Ressam, hayatından hakkıyla faydalanır. Çünkü eline almış olduğu bir çiçekte bulunan renk ve şekilleri, aralarında olan ahengi görüp düşünerek, tabiatta mevcut ilâhî kudreti idrak eyler. Bu zevkin vereceği ferahlıkla tabiidir ki hayatından istifade etmiş olacaktır.” diyen sanatçı, doğayı mistik bir ruhla yorumlamış ve doğa karşısındayken vecd hâlinde çalışmıştır.

Sanatçının dostluk kurduğu kişilerden biri de 1891’de İstanbul’a gelen, daha sonra “ressam-ı hazret-i şehriyârî” unvanıyla saray ressamı olarak 1910’a kadar burada yaşayan, ünlü İtalyan ressam Fausto Zonaro olur. Zonaro’yla, kendisinin de öğrencisi olan Celal Esat Bey (Arseven) aracılığıyla tanışırlar ve sonrasında, onların haftalık çalışmalarına katılmaya çalışır.2 1905-1908 arasında Mahmud Şevket Paşa’nın başkanlığında oluşturulan Esliha-i Atika [Eski Silahlar] Müzesi komisyonunda beraber görev aldıklarını ve Zonaro’nun Akaretler’deki atölyesini ziyaret ettiğini, ayrıca hâlen aile koleksiyonundaki eserlerden karşılıklı portre çalışmaları yaptıklarını biliyoruz. Zonaro’nun her zaman katılmadığı komisyonda Ali Rıza Bey dışında Hüseyin Zekai Paşa, Ahmed Ziya (Akbulut), Topçu Sami (Yetik) ve Katip Hüsnü (Tengüz) gibi dönemin başka ressamları da görev almıştır.

Ömrünü İstanbul tutkusuyla mistik bir mutluluğa adamış gerçek bir sanatçı olan Ali Rıza Bey, 20 Mart 1930’da beyin kanaması sonucu vefat ederek, Karacaahmet’te çok sevdiği servi ağaçlarının altına defnedilmiş olsa da eşsiz İstanbul tasvirleriyle birlikte kendi adını da ölümsüzleştirmiştir.

Boğaziçı kıyısında kahve ve pembe ev, 1917, tuval üzerine yağlıboya, 75 x 100 cm, Ferda-İhsan İper koleksiyonu


Halife Abdülmecid Efendi, Hoca Ali Rıza’nın sanat tarihindeki yerini tespit eden şu cümleleri daha sağlığında dile getirmiştir: “Bu hocayı bulsam da elini öpsem. O ne şair ve ne nezih bir hilkat. O, İstanbul’un dertsiz günlerinin zevk ve sefasını, sanatını, şiirlerini, hayatını, hava-i nesimini [temiz havasını] Nedim’in cemiyetiyle ihya eden tabiatla, çiçekle, kelebekle güzel elleriyle oynayan kızlar gibi rakslarıyla şiirler irşat eden Hoca’yı sathezar [bin kere] tahsin ederim [överim]. Velev üslûbu eski olsun her zaman taze bir şevk icad ediyor. Şair Fuzûlî unutulmadığı gibi, Ali Rıza Bey de müebbettir [ölümsüzdür].”

Boğaz’da Mehtap ve Sohbet, 1917, tuval üzerine yağlıboya, 20 x 60,5 cm, Ferda-İhsan İper koleksiyonu


İstanbul’un ressamı

“En ziyade temayülüm milletimin, memleketimin, hissen, şeklen, ahlâken ve hayaten sadık ve hakikî tercümanı olarak bihakkın İstanbul’u ve onun Boğaz’ını ölmez bir hayat lisaniyle söyleten eserler vücuda getirmektir”4 diyen Ali Rıza Bey, ömrünü İstanbul’un kendince kıymet verdiği her köşesini tasvir ederek ölümsüzleştirmeye adamış ve İstanbul’u belgeleyen sanatçılar arasında ayrıcalıklı bir yer edinmiştir.

Gebze’den Beykoz’a, Boğaziçi’nin bütün sahil köylerini ve tepelerini, yaşamı boyunca gezip gördüğü, yaşadığı her semtin, köyün, mahallenin her köşesini en küçük ayrıntısına varıncaya kadar büyük bir sadâkatle resmetmiştir. Ömrünü bu güzellikleri en ince detayına kadar kâğıda, tuvale geçirerek geleceğe taşımak yoluna adamış; etrafında gördüğü her güzelliği büyük bir sabır ve beceri ile gelecek asırlara taşıma çabasındadır. Her devirde, herkes tarafından kabul gören ustalığını, o kendine has alçak gönüllülüğü ile hiçbir zaman kabul etmemiş (kendisinden söz ederken “âcizleri” dermiş), kendisini herkesten daha çok ve büyük bir isabetle eleştirerek daima daha iyiyi, daha güzeli başarabilme çabası içinde hayatının sonuna kadar kurşun kalemini ve fırçasını elinden bırakmamıştır.5

Kıyı kahvesi, 1338 [1922], tuval üzerine yağlıboya, 43.5 x 61 cm, Sabancı Müzesi koleksiyonu


Onun yüce gönlünde, Boğaziçi’nin ayrı bir yeri vardır. Ali Rıza Bey, Boğaziçi’nin tarihsel öneme sahip bahçelerini, yalılarını, mimari ayrıntılarını kayda geçirerek,  mimaride yaşanan değişimi, eserleriyle günümüze taşımıştır. Özellikle Kanlıca, Anadoluhi­sarı, Kandilli’nin yalıları ve tepelerindeki ağaçları tasvir eden çok sayıda esere imza atmıştır.

Fıstık ağacını o kadar çok sevmiş ve tasvirini yapmıştır ki Boğaziçi tasvirlerinde, ona ait olup olmadığını anlamak için imza yerine bu ağaçlara bakılabilir. Gölgesinde oturmaktan ve uzanmaktan zevk duyduğu bir diğer ağaç da çınardır. Ona göre çok sevdiği çınar ağaçları, gölgesiyle taze çayırlıkları sahibidir. O, göğe dal budak salmış çınarları babalarımıza benzetir. Her çınar ağacı geçmişlerden ona kalan bir armağandır. Öyle bir mazi ki hâlâ gölgesine sığınılabilir: “Gölgesi bana ağır gelmez, zira onun tomruk ve dalları bazı yüksek ruhlu insanların iradesi kadar sağlamdır. O altında kalan insanlara ağırlık vermez. Kendisine sığınanları ezmez… Asırlarca bir gölge hâlinde durur. Boğaz’ı süsleyen eski yalılar eskiyip gitti. Şimdi Boğaz’ın hâkimleri fıstık ağaçları ve çınarlardır. Boğaz’ın bu tabiî ve ezeli sakinlerini Boğaz’dan çok severim; zira Boğaz’a hülya ve mânâ veren bunlardır.”6

Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver (1898-1986)


Hayrü’l-halef bir talebe: Süheyl Ünver 

Kültür ve tıp tarihimizin vazgeçilmez ismi Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver, Hoca Ali Rıza’nın sadece öğrencisi değil, zaman içerisinde en yakın dostlarından biri, hatta hayrü’l-halefi olmuştur. Hoca Ali Rıza hakkında A. Süheyl Ünver tarafından hazırlanmış çok sayıda makale ve kitaplar vardır. Hakkında ilk kapsamlı çalışmaları yapmanın ötesinde, ondan kalan mirasın sahibi ve koruyucularından olmuştur. Yayımladığı metinler dışında, Ali Rıza Bey'in yaşamı, sanatı ve eğitimciliğiyle birlikte, pek çok yönünü kayda geçirdiği anılarıyla birçok defter doldurmuştur.8

I. Dünya Savaşı yıllarında Mekteb-i Tıbbiye’de ders yapılmayan günler, Ahmed Süheyl ve hocası Ali Rıza Bey, Üsküdar’ın eski evlerini, camilerini, sokaklarını, mezarlıklarını ve çeşmelerini tasvire çıkarlar, bazen de doğaya, İbrahimağa’ya ya da Boğaziçi’ne giderek peyzaj çalışırlar. Boğaziçi’nde gördüğü güzellikleri kara kalemiyle hızlı bir şekilde kâğıda aktaran Ali Rıza Bey, bir kez de öğrencisi Süheyl’e tekrarlatır. Hocasının çalışmalarını hayranlıkla izleyen Süheyl Bey, duygularını yıllar sonra şöyle dile getiriyor: “Bir yalının selamlık dairesi altında kayıkhane girişi, biraz ileride Bebek'te kayalar önünde velimizin kabri ve hânikahı yanında Reisülküttab Tavukçu Mustafa Efendi’nin “Yılanlı” diye maruf dairesi selamlığı ve civarı... Bu ne Boğaz sevgisi… Bunları çizerken hocamız neler hissetti? Tanrım! O ne hassas, ince ve duygulu bir varlığımızdı. Beğendiği her şeyi ebedileştiriyordu... Tanrı onu her noktadan, bizim onun gibi olmamız dileği ile yollamıştı.”9

Hoca Ali Rıza ve öğrencisi Süheyl Ünver bir başka gün, Boğaziçi’nin tarihi yapılarından Anadoluhisarı’ndaki,  Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nı incelemeye ve resim çalışmaya giderler. Ünver, o günü de yalının geçmişine dair Ahmet Refik’in bilgilerine dayanarak kayda geçirmiştir: “Sultan Mahmud-ı Adlî de ekseriya buraya gelir, yaldızlı salonda çubuk içermiş. Bundan sonraki şâhâne ziyaretleri bilmiyoruz. Fakat tarihe asla geçmeyecek ziyaretlerden bence en mühimini resim hocam rahmetli Üsküdarlı Ressam Ali Rıza Bey ile 23 Temmuz 1921’de yaptık ve orada bir müddet kalarak içten bazı teferruatın resimlerini aldık. Ben bugünü kendi hayatımın sayılı mesut günlerinden sayarım.”10

Fincan, kâğıt üzerine karışık teknik, 13 x 10 cm,
Yapı Kredi koleksiyonu


Meydanlar yerine mahalle aralarını, zengin konaklar yerine mütevazı evleri tercih eden ressamın, öğrencisi Süheyl Ünver’e nasihati onun abideleşen tevazusunun ve ruh zenginliğinin, kelimelere dökülmüş ifadesidir: “En ufak bir kâğıdı bile atma. Hoşa giden her şeyi kaydet. Memleketimizin millî abide değerlerini tespit et. Dostlara ağırlık verme ve onları sık sık taciz etme. Fakirlere acı, bize hürmet eden zavallıların gönüllerini şad et. Onların yardımına koş. Derviş olma, derviş meşrepli ol. Daima faydalı şeylerle meşgul olarak çalış. Güzel sözlerle ruhunu incelt. Güzel resimli defterler doldur. Küçükleri sevindir. Her türlü mahlûka acı. Örnek bir vatanperver ol.”11

Yaşadığı tarihlerde onun talebesi veya dostluğuna mazhar olabilmiş insanların anlattıklarına göre de çoğunlukla tabiatta, kırlarda tek başına nefes almayı yani çalışmayı tercih edermiş. Küçük kızı Nimet Ener de, “Babam nefes alır gibi resim yapardı“ diye anlatır. Doğaldır ki böylesine huzur ve sükûneti seven bir kimsenin, eserlerindeki insan figürleri de ister sandalın içine oturmuş kürek çeken bir kayıkçı, ister ağ toplayan bir balıkçı, ister elinde askısıyla bir kahveci, ister kır kahvesinde huzur içinde oturmuş sohbet eden insanlar, isterse eşeğinin peşinden yürüyen bir ihtiyar olsun; onlar ömürlerini devrin huzurlu havasında geçiren, günlük işlerini büyük bir sükûnet içinde yapan insanlar olarak resmedilmişlerdir. Ancak bu figürlere dikkatli bakıldığında onların her birinin sükûnetin dinamik birer elemanı oldukları da fark edilmektedir. Başka bir deyişle resimlerindeki sükûnetin altında o kompozisyonu canlı kılan gizli dinamizmin ve kahramanlarının da olağanüstü bir sadelik ve inanılmaz bir ustalıkla resmedilmiş insan figürleri olduğu anlaşılmaktadır. Resimlerinde bir yaprağın dala tutunuşundaki ifade tarzı gibi, ağacın gölgesinde dinlenen ihtiyarın tespih çekişi, kır kahvesindeki kahvecinin yanında buz gibi su ile getirdiği kahveyi taşıdığı askıyı sallayışı, iki yanından küfelerin sallandığı eşeğin peşinden iki büklüm, dua mırıldanarak yürüyen ihtiyarın aksakalının oynayışı ve daha niceleri; resimde mevcut olmayan çizgiler, sanki varmışçasına, hareketleri hissetmek mümkündür.12

Hoca Ali Rıza ve Üsküdarlı Cevat bir kır kahvesinde. Ömer Faruk Şerifoğlu arşivi


Ressam Hoca Ali Rıza Bey’e göre 100 yıl önce İstanbul kahvehaneleri        

Sanat tarihimizin en önemli peyzaj ressamı olarak bilinmekle birlikte, insan figürlerini ve objeleri resmetmesiyle de tanınan Hoca Ali Rıza, dönemin kahvehanelerini ve buralardaki eşyaları resmederek kahvehane kültürünü geçmişten bugüne taşımıştır. Ondan kalan eser ve notlar da eşsiz bir birikim ve kaynaktır. Bugün kırık dökük halleriyle kim bilir hangi antikacının yarı karanlık dükkânında gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen kahve fincanları, tabaklar, zarflar, nargileler, cezveler, kahve ve şeker kutuları, onun desen ve etütlerindeki hâlleriyle, zamanın kıyı köşesinde değil merkezinde yer aldıkları bir anı ve o anın içindeki yaşanmışlığı belgeliyor. Daha çok karakalem enteriyör çalışmalarının -az da olsa suluboya ve yağlıboya eseri vardır- ağırlık noktasını kahvehane ve ev içleri oluşturur.

“Ahlak ve fazileti ile örnek Ressam Ali Rıza Bey Hocam bazı kır kahveleri ile mahalle ve semt kahvehanelerinde resim yapmak vesilesiyle veya sözleştiği bir dostunu beklemek için oturduğu olurdu. Fakat asla kahvehane müdavimlerinden değildi. Lakin yaptığı resimler çoktur. Üstad, kır, kıyı, koru, mahalle, gezme yerleri kahvehanelerini dışından, içinden tespit etmiştir. Bizim bir kahve ve kahvehane medeniyetimiz vardır, onun en pitoresk kalabilen, en eskilerini çizmiştir.”13 

Kahve ocağı, kâğıt üzerine karakalem, 15 x 18 cm, Baha Azer Çizen koleksiyonu

Nargile (Bulgurlu’da kahvede), 1321 [1905] kâğıt üzerine karakalem 20x14 cm, Ankara Milli Kütüphane koleksiyonu

Kibrit ve sürahi, kâğıt üzerine karakalem, 26,8 x 18,3 cm, Yapı Kredi koleksiyonu


Ali Rıza Bey’in kahvehanelerde gerçekleştirdiği desen çalışmalarının her biri dönemin kahvehane kültürünü yansıtan canlı birer belge niteliğindedir. Örneğin, Bulgurlu köyünde çizdiği kahvehane mekânında berberin çalıştığı köşe, koltuk, ayna, tıraş leğeni gibi eşyalar günlük yaşamdan kesitler biçiminde günümüze yansımıştır. Bunların haricinde kahve fincanları, kahve ocağı, soğuk-sıcak su güğümü, seyyar kahveci ocağı, kahve-şeker kutusu, cezve, kahve kavanozu, kahve takımları dolabı, kahve soğutucusu, kahve değirmeni, nargile, su küpü, su maşrapası, kahvecinin peykesi14 gibi kahvehane içine ait objeleri de tasvir ederek kayda geçirmiştir. Kahvehanelerin dışında misafir gittiği evlerde, ya da kendi evinde çizilmiş oda içi görünümleri, mimari detay ve obje etütleri de vardır. Yaşadığı dönemin ev yaşantısına ait kültürel objeler olarak karşımıza çıkan bu etütler arasında da mutfak malzemeleri ve kahveyle ilgili obje tasvirleri ağırlıktadır.

Kahvehane ocağı, kâğıt üzerine suluboya, 21x14 cm, Ankara Milli Kütüphane koleksiyonu


19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı İstanbul’unda sosyo-kültürel yaşamının vazgeçilmez mekânları olan kahvehaneler ve renkli ortamları, pek çok sanatçının dikkatini çekmiştir. Kahvehane ortamlarındaki görsel zenginlik Ali Rıza Bey'i de oldukça etkilemiş olmalı ki, enteriyör çalışmaları arasında çok sayıda kahvehane ocağı, cezve, fincan gibi, çok sayıda obje çizimi bulunmaktadır. Ali Rıza Bey’in kahvehanelerden yaptığı çalışmalar hem sayıca çokluğu, hem de içerikleri sebebiyle farklı bir öneme sahiptir. Günlük yaşamın içinden yansıyan bu görünümler, sanatçının folklorik değerlere olan bağlılığının bir ifadesi olarak da görülebilir.

Peşkir, kâğıt üzerine suluboya, 17.3x10 cm,
Yapı Kredi koleksiyonu


“Kahvehaneler içinde kahvecinin sediri, çekmecesi, çeşitli kahve ocakları, peykeleri, berberlerin yeri ve bunların birbirine benzemeyen hususiyetleri gözünden kaçmamış. Kahve fincanları, tabakları, zarfları, tavası, nargileler, kahve dolabı, cezveleri, değirmenleri, çubuğu, kahve ve şekerliğe kadar bütün teferruatı, evlerde kahve ocakları, kahvehanelerin iç ve dışında yazlık bahçelerinde oturanlar, seyyar kahveciler, ayrı ve büyük ağaçlar üzerinde birkaç ayak merdivenle çıkılan asma yazlık yerler, tabiattan ve bunlardan mülhem olarak fikrinden çizmediği kalmamıştır. Bu çizdikleri artık içtimai yaşayışımız tarihinin bir daha görülemeyecek emsalsiz malzemesidir.”15

“Her kahvehanenin eski tarzda anane olarak, dükkânın köşelerinde kurulan kahve ocakları vardır. Bunlar hiçbir zaman Ressam Rıza Bey Hocamızın dikkat nazarından kaçmamıştır. En güzellerini mutlaka tespit etmiştir… Kahve fincanları, kahve ve şeker kutularının, nargile marpuçlarının, süpürgeye kadar her şeyin değişmez yeri vardır. Su bile hep aynı yerdedir.”16


“Bilhassa manzarası olan kahvehanelere alaka duymuştur. Su şıpırtıları duyulan deniz kenarındakilere bayılır. Bir de uzaktan veya yakından denizi gören lakin tam deniz kenarında yer almayan kahvehanelere de meraklıdır. Bu vadide epey resim yapmıştır. Bunları buldukça çizmiş, çizemediklerini iyice görmüş, sonra tahayyül aleminde onları bina etmiş ve kağıda geçirmiştir.”17

Kahvehane tasvirleri

Ali Rıza Bey’in Üsküdar ve Boğaziçi kıyılarından betimlendiği kahvehane kompozisyon­ları, en yoğun figür görülen eserlerindendir. Çoğu zaman hayalden çalıştığı, göl ya da deniz sahilindeki yalı veya köşklerin önüne bir çardak veya çardaklı kahvehaneler yerleştirmiştir. Kahvehaneleri tasvirdeki yetkinliği bunların derin gözlemler sonucunda gerçekleştirildiğine kuşku bırakmasa da, aynı yetkinlikle hayalden de çalışabildiğini kendi notlarından anlıyoruz. Doğa izlenimlerini tasvir ederken gerçeğe bağlı kalmak istemeyen sanatçı, kompozisyonun asli unsurlarını çevreden soyutladığı gibi bazen de tamamen uzaklaşarak “hayali peyzaj”lar oluşturmuştur. Bu çalışmalarını çoğu kez imzalarken “fikirden” veya “hayali” notu düşmüştür. Özellikle sahil kahvehaneleri tasvirlerinin çoğu hayalidir ve sanatçıdaki bellek gücünün tipik örneklerdir.

Süheyl Ünver’in fırçasından Çiçekçi Kahvesi, 1959, kâğıt üzerine suluboya, Gülbün Mesara koleksiyonu


Kahvehane tasvirlerinin bazıları da denizden uzakta/yüksekte, bazen mahalle içinde ya da ağaçlık bir alanda, bina öğesinin doğayla iç içe değerlendirdiği eserlerdir. Kulübe, köşk, ev, fener veya kırk kahvesi olarak dikkat çeken yapılar, bazen de yüksek bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Eğer betimlenen mekân kır kahvesi ise çevresindeki figürlerle yaşamın izleri verilmiştir. Figürün bulunmadığı çevrelere ise sessiz bir atmosfer hâkimdir. Genellikle yeşil rengin hâkim olduğu bu kompozisyonların bazılarında bambaşka bir atmosfer oluşturulmuş; sahilden uzakta bir fıstık ağacının gölgesinde dinlenerek çubuk veya kahve içen figürlerin, ağaçlardan yansıyan koyu lekeler ve batan güneşin son ışıklarıyla, esere şiirsel bir nitelik kazandırılmıştır.

“Bir de rahmetli deniz kenarlarında tasavvur ettiği kahvehaneleri hayalinden canlandırmış, suluboya ve yağlıboya tablolar da yaptığı gibi birbirine yakın fıstık ağaçları aralarına da asma yazlık kahvehaneler tasavvur etmiş ona dair güzel çizgiler terketmiştir. Bunlar fikirden bile olsa tasavvurları ve İstanbul’un güzelliklerine aşık Rıza Bey hocamızın bu iştiyakı görenlerde tesir bırakmaktadır.”18

“Bir deniz kenarında  -zira manzarası engin ve tükenmez-  üç tane birbirine yakın şahsiyesini -zira Boğaz’ın her seçme yerinde sıraladığı fıstık ağaçlarına biz öğrencileri öyle isim vermiştik-  açar, onların arasına bir buçuk adam boyunda peykeler uzatır. Yanına bir de salaştan iğreti merdiven ekler. Birkaç kafadar dostu da sıralar. Kahveci çırağı da birer yorgunluk kahvesi sunar. Çalışmaktan yorulanların dinlenme hakkını öder. Bu resimlerinde pofur pofur bir uyarıcı meltemi de estirir. Bunu böyle düşündüğünüz anda o başlar ve devam eder.  Rahmetli üstadımız bu kabil resimleri bence fikrinden yapmıştır. Ufak farklarla esası bir olan bu resimler, bakanları bahtiyar eder.”19

Hoca Ali Rıza’nın eserlerinin altına düştüğü notlardan hareketle bizzat gördüğü, tasvire çalıştığı zamanının İstanbul kahvehanelerini şöyle sıralayabiliriz:

- Çiçekçi Kahvehanesi

Ali Rıza Bey, Üsküdar’da kiracı olarak pek çok ev değiştirmiştir. 1890’larda oturduğu evlerden biri de Paşakapısı Cezaevi’nin karşısındadır. Evine yakın ve o yılların ünlü mekânlarından olan Çiçekçi Kahvehanesi’nin müdavimleri arasındadır. Namazgâha bitişik kahvehanenin sahibi Aziz Efendi, arka tarafta çiçek yetiştirdiği için bu isimle anılan kahvehane 1950’lere kadar “Üsküdarlı âlim, şair ve sanatkârların sohbet için devam ettikleri, adeta fikir kulübü”20 niteliğinde bir mekândır. “Kahvehanenin müşterileri, müdavimleri, üdeba (edibler ), zürefa (güzel konuşmayı bilir, zarif kimseler ), ilim ve sanat, marifet erbabı idi. Nice beyler, paşalar, olgun kalem efendileri bu kahveye çıkarlardı... Dedi kodu yapılmaz, edîbâne, hakîmâne, rindâne sohbet ile vakit geçirilirdi. Üsküdarlı Ressam Hoca Ali Rıza ve Üsküdarlı Şair Talât Bey bu kahvehanenin baş müşterileri idi.”21

Ali Rıza Bey’in 1918 yılında bir gün Süheyl Ünver ile birlikte resim yapmak üzere dolaşırken bu kahvehanede oturmuş oldukları kayda geçmiş anılar arasındadır.22 Ali Rıza Bey’in bu kahvehanede otururken çalıştığı “Selimiye Çiçekçi Kahvesinden” adlı ve H.1322 (1906 ) tarihli bir eseri Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nde yayımlanmıştır.23 “Üstadın bu kahvehanede otururken çizdiği iki üç resim vardır. Çokluk, İstanbul’da dolaşırken çizdiği taslaklar üzerinde burada otururken çalışırdı. 1885-1895 arasında Haddehaneli Cemil adında çok güzel bir genç bu Çiçekçi Kahvehanesi’nde çıraklık yapmıştır. Bir gün Ali Rıza Bey de Cemil’in portesini çizerek imzalı bir kopyasını Vasıf Hoca’ya armağan etmiştir.”24

- Haydarpaşa İbrahimağa’da Saraçlar Kahvesi

Ali Rıza Bey, 1898’den itibaren 10 yıl kadar Haydarpaşa İbrahimağa mahallesinde asırlık bir ahşap konakta oturmuştur. O mahallenin biraz ilerisinde Karacaahmet’in esas başlangıcı olan noktada Saraçlar Kahvesi vardır. Bu kahve bütün kavşakların birleştiği bir yerde idi. Kitabeli çeşmesi Saraçlar kethüdasının eseridir. Oldukça meşhur olan bu kır kahvesine Kadıköy’den ve Üsküdar’dan ve diğer yerlerden gelip oturanlar, burada sözleşenler, hikâyeler ve rivayetleri olan bir yerdi.25

Ali Rıza Bey, yazlık ve kışlık kısımları olan bu kahvenin yaz aylarında müdavimlerinden olmuştur.26 Kahvehanenin ve odalarının muhtelif resimlerini yapmıştır. Buradaki tasvirin altında “Haydarpaşa İbrahimağa’da Saraçlar Kahvesi” ibaresi ve imza vardır. “Rıza Bey, bilhassa kahvehanemizin müdavimi olmamakla beraber yol uğrağı yerlerde olmasından ve resim hevesinden pek çok kahvehaneyi tespit etmiştir. Bundan 60 sene önce oturduğu İbrahimağa’daki meşhur ve lakin şimdi oradan geçen şosenin altı metre aşağısında taşları ve kitabesiyle molozların altında kalan Saraçlar kahvehanesinin müteaddit resimlerini yapmıştır. Hatta kahve ocağına kadar her tarafını içtimai tarihimize mal etmiştir.”27

1956-57’de, Ankara soşesi açılırken, dikkatsizce ve tarihi öldürürcesine, bir tarafa alınmak yerine, anlayışsızlıkla yok edilmiş ve etrafındaki asırlık çınarlar kesilmiştir.28 Bu çevreye dair Ali Rıza Bey’in tasvirlerinden başka hatıra kalmadığından, Süheyl Ünver tutkuyla kaleme aldığı defterlerinden birini buraya ayırmıştır.29

- Merdiven Köyü’nde Cemal Ağa’nın kahvesi

“Merdiven Köyü’nde Cemal Ağa’nın kahvesinin ocağı, 18 Ağustos 1326 (31 Ağustos 1910 )” ibareli karakalem eserinden Bektaşi Tekkesi ile meşhur bu mahallede bir kahvehane de olduğunu öğreniyoruz. Kargir kahvehanenin köşesindeki ocaktan başka, peykenin üzerinde tavlalar, raflarda fincan ve bardaklar ile sair eşya görülmektedir.30 Aynı tarihli bir başka eserde de bu kahvehanenin içerisindeki su küpünü çizmiştir. Eski kahvehanelerde, müşterilerin de içeceği iyi su küpü böyle mekânın bir köşesinde açıkta olabileceği gibi bazen tam veya yarım gömülü olarak da bulunurdu.31

- Karacaahmet Sultan’da bir kahvehane

Ali Rıza Bey’in birkaç farklı açıdan tasvir ettiği bir kahvehane önü vardır. Kahvehanenin önünde iki uzun sırıkla tutturulmuş güneşten sakınmaya mahsus tente görülmektedir. Hasır kaplı iskemlelerde oturanların görüldüğü mekâna ait tasvirlerin sadece birinde “Karacaahmet Sultan’da bir kahvenin kısmen rüyeti (görünüşü )” ibaresi ve 17 Eylül 1315 (29 Eylül 1899 ) tarihi yazılıdır.32

- Üsküdar Balaban İskelesi yanındaki kahvehane

Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan eski ticaret yolunun Üsküdar'daki iskelesi olan Balaban İskelesi, bugünkü özel motor iskelesinden başlayarak Şemsi Paşa tarafına doğru uzanmaktaydı. Ancak Üsküdar'da 1960 öncesi yapılan imar çalışmaları sırasında tamamen ortadan kaldırılmış ve günümüzde hiçbir izi kalmamıştır. Bir iskele olduğu kadar çevresinde yerleşmiş bulunan çay bahçeleri, hanlar ve kayıkhanelerle de tanınmıştı. Yeniçeriler zamanında tam bir eşkıya yatağı hâline gelen Balaban İskelesi, 1808'de Alemdar Mustafa Paşa tarafından kısa bir süre için de olsa düzene konmuştu. Sultan II. Mahmud ise Alemdar Mustafa Paşa'dan daha sert davranarak iskele çevresini eşkıyalardan temizlemeye çalışmıştır. Balaban iskelesi Avrupa yakasından gelen malların boşaltıldığı en uygun iskele idi. Malların Anadolu içlerine ve daha ileri bölgelere dağıtımı buradan yapılırdı. Bu sebeple Balaban İskele şehrin çok canlı bir ticaret merkeziydi.33

Hoca Ali Rıza’nın, önü ahşap balkonlu kahvehane ve arka planda Üsküdar’ın eski ahşap evleriyle oluşturduğu güzel kompozisyonun altında “Üsküdar kayık İskelesi” yazmaktadır.34

- Üsküdar Harem İskelesi’nde Paşababa’nın kahvesi

Üsküdar Harem İskelesi civarında yer alan kahvehanenin en az yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğunu belirten Salah Birsel, kahvehanenin iskele binasının tam arkasında kaldığını; kapalı yeri ve yanında kazıklar üstünde açık yazlık yerinin bulunduğunu; ayrıca iki setli olduğunu ve bahçesinde bir de havuzun yer aldığını anlatır. Kahvehanenin 19. yüzyıldaki sahibine “Paşa Baba” denildiği için kahvehanenin adı da öyle kalmıştır.35 Ancak Üsküdar-Harem arabalı vapur iskelesi yapılırken deniz doldurulmuş ve anılan kahvehane de kaldırılmıştır.36

1928 tarihli ve imzalı guaj resim, vaktiyle Üsküdar’da Harem iskelesinde Paşababa kahvesinden ilham alınarak, fikirden çizilmiş olmalıdır. Kahvehanenin kapalı yeri ve yanında kazıklar üzerine yapılmış üstü açık yazlık kısımları var. Ressam özellikle kapalı kısmın manzarasını kesmek istememiş, denize bir yelkenli yerleştirmiş. Karşı sahil, Ahırkapı feneri tarafını ve sisli ufuk da Yenikapı (Kocamustafapaşa) taraflarını hatırlatıyor.37 Ali Rıza Bey burayı defalarca resmetmiştir.

- Değirmendere’de Boroş Dayı’nın kahvesi

“25 Temmuz 315 (6 Ağustos 1899 ) Pazar, Değirmendere yalısının Boroş Dayı’nın kahvesinden rüyeti” ibaresi ve imzasıyla tamamladığı resimde birkaç kez gittiği Değirmendere’de beğendiği deniz kenarı kahvesini çizmiştir.38

- Üsküdar sahilde Kıvırcık Ahmet Ağa’nın kahvesi

“Üsküdar sahilde Kıvırcık Ahmet Ağa’nın kahvesinde” ibareli ve imzalı resmine kahvehanenin içinden bir köşe tasvir edilmiştir. Masa ve aynaların duruşundan hareketle eskiden mutad olduğu üzere berber köşesi olduğu anlaşılıyor. Arka planda kahve ocağı ve onun tamamlayan fincanlar, cezveler vesaire de görülüyor.39

- Makrıköy (Bakıköy) sahilinde kır kahvesi

“Makrıköy sahili” ibareli ve imzalı bu eser üstadın sağlığında, resim derslerinde örnek olarak kullanılmak üzere bastırdığı taşbaskı albümlerinde yer almaktadır. Bakırköy sahilinde üstü salaş örtülü kır kahvesi, denizden biraz yüksekte ve uzaktadır.40

- Alemdağı’nda Taşdelen Suyu kahvesi

1314 tarihli ve imzalı eser, daha sonra “Alemdağı’nda Taşdelen Suyu kahvesi, Iyd-i adhanın ikinci salı günü” ibaresi eklenerek yeniden imzalanmıştır.  Kurban Bayramı’nın ikinci günü 13 Nisan 1897 tarihinde tasvir edilen bu resimde iki imza bulunsa da bitmemiş gibidir. Süheyl Bey’in tahmini resmi çalıştığı sırada yanında zabit arkadaşları veyahut başka tanıdıklarının bulunması sebebiyle orada fazla kalamamış olmasıdır. Neresi olduğuna dair not ve ikinci imza sonradan eklenmiş olmalıdır. Bu imza eserlerinde nadiren kullandığı, mektup ve küçük etütlerinde tercih ettiği bir imzadır.41

Beykoz İshakağa Çeşmesi içinde kahve, şapograf baskı, 26x19 cm, Ömer Faruk Şerifoğlu koleksiyonu


- Bulgurlu Köyü’nde bir kahve

“Bulgurlu Köyü’nde bir kahve” ibareli resimde kahvehane içerisinde berberin köşesi tasvir edilmiştir. Ayna karşısındaki koltuğun yanı sıra berberliğe dair malzemeler ve tıraş leğeni görülmektedir. Tavanda asılı siperli gaz lambasının başka etütleri de bulunmaktadır.42 Kahvehane eşyasına dair etütlerinin bazılarında yazdığı “Bulgurlu’da bir kahve” notundan hareketle, burasının Hoca Ali Rıza Bey’in sıklıkla uğradığı ve her köşesini çok iyi tanıdığı bir mekân olduğu anlaşılmaktadır. Yine “Bulgurlu Köyü’nde Namazgâh’ta bir kahvede” ibareli ve 1326 [1910] tarihli kahve değirmeni tasviri de bu kahvehaneden yapılmış olmalıdır.

- Beykoz’da İshak Ağa Çeşmesi ve kahvesi

Ressam Hoca Ali Rıza Bey’in pek severek üzerinde durduğu mekânlardan biri de hayatı güzel efsanelerle dolu Gümrük Emini ve hayır sahibi İshak Ağa’nın yaptırdığı çeşme ve çevresidir. Yaz-kış akan lülelerinden dolayı “On Çeşmeler” adıyla da bilinen çeşme, etrafı değişmiş olsa da yerinde durmaktadır.

Ali Rıza Bey uzun yıllar Paşabahçesi İskelesi yanındaki yalıda ve İncir Köyü’nde bir köşkte oturduğundan sık sık gittiği Sultaniye Çayırı ve havalisinin resimlerini yaptığı kadar, Beykoz’da da ilgisini çeken yerlerin resimlerini çizmiştir. Türk çeşme mimarisinin şaheserlerinden ve cihanşümul güzellikteki İshak Ağa Çeşmesi’nin değişik cephelerinden resimlerini yapmıştır.43

Ressam Rıza Bey’in kurşun kalemi dile getirerek hayrete şâyân şaheserler vücuda getirdiği bu çeşmeye ait eserlerin biri Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nde de yayımlanmıştır. Bu çeşme başından yapılmış iki ayrı çalışma da Milli Kütüphane Koleksiyonu’nda görülmektedir.

- Rumelihisarı İskelesi yanındaki kahvehane

Rumelihisarı İskelesi yanında yaz için önü balkonlu ve kış için bol camekânlı kahvehaneyi pek beğenmiş ve iki tane resmini yapmıştır. İskeleden çok acele yaptığı küçük boyutludur. Buna rağmen civarındaki sahil binaları ve uzaktan Kandilli ve İcadiye tepesi görülmektedir. İmza ve tarih olmasa da altına “Rumelihisarı” diye yazmıştır ve yaklaşık 1920 tarihli olmalıdır.44 Lakin burayı pek beğenmiş ikinci defa daha geniş zaman ayırarak, karakalem büyük boyutlu bir eser vücuda getirmiş ve önemli detaylar vermiştir. Kahvehanenin denizden görüldüğü resmin arka planında Rumelihisarı’nın Zağanos Paşa kulesi görülmektedir. Kahvehanenin yanında, gölge veren ağaç ve direkler üzerinde iskelevari kurulmuş yazlık kısım önündeki bir Boğaziçi kayığı, resmin tamamlayıcı unsurları olmuştur. Resmin alt kısmında imza, tarih “336 (1920 )” ve “Rumelihisarı” ibaresi okunmaktadır.45

Rumeli Hisarı’nda kahve (tabiattan, 1336 [1920], kâğıt üzerine karakalem, 21x33 cm, Ankara Milli Kütüphane koleksiyonu


Yazının dipnotlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Hikâyeyi paylaşmak için:

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

İLGİLİ BAŞLIKLAR

resim

Ömer Faruk Şerifoğlu

Ressam

Hoca

İstanbul

Süheyl Ünver

Rumeli

Üsküdar

Üsküdar Rüştiyesi

Kuleli Askerî İdadisi

Mekteb-i Harbiye-i Şâhâne

Osman Nuri Paşa

Mösyö Gués

NEREDE YAYIMLANDI?

Yemek ve KültürYemek ve Kültür

BÜLTEN SAYISI

ÜYELERE ÖZEL

🧑‍🍳 Ressam Hoca Ali Rıza’nın eserleriyle, yüz yıl önceki İstanbul kahvehaneleri

Ali Rıza Bey, dönemin kahvehanelerini ve buralardaki eşyaları resmederek kahvehane kültürünü geçmişten bugüne taşıyan önemli bir isimdir.

21 May 2023

YAZARLAR

Yemek ve Kültür

2005 yılından bu yana üç ayda bir yayımlanan Yemek ve Kültür, yemek kültürünü tarih, sosyoloji, antropoloji alanları dâhilinde inceleyen, araştıran, çoğunlukla akademik kaynaklı yazılar yayımlıyor. Dergiden özel seçilmiş yazılar her pazar 13.00'te Aposto'da.

İLGİLİ OKUMALAR

;