Sinemada Kadın Mazoşizmi: Azizeler ya da fahişeler

Yazan: Didem Gamze Dinç
Mazoşizm, teslimiyet ve acı duyma isteğini içeren ilişki örüntüleri ile esaret ve pasiflik bağlamında bireyin kendi iradesinden vazgeçmesiyle oluş(turul)an bir yapıdır. Bu yapı, kişisel anlam arayışının bir tür dışavurumudur ve aynı zamanda içeriği kişinin geçmişi, biyolojisi, ebeveynleriyle (veya kendisini yetiştirenlerle) oluşturduğu bağlanma repertuvarı tarafından belirlenir (Montgomery, 1989). Erken çocukluk dönemimizde oluşturduğumuz bağlanma repertuvarımızın ilerleyen yıllarda (yetişkinlik dönemimizde) karşı cinsle kurduğumuz ilişki örüntülerimizi belirleyen en önemli etmenlerden biri olduğu bugün pek çok psikolog tarafından kabul edilmiştir. Bu bulgudan yola çıkarak ebeveynleriyle sağlıklı, güvenli ve tam bir bağlanma deneyimleyemeyen çocukların bu yanlış ya da sağlıksız kodlamayı yetişkin olduklarında romantik ilişkilerinde de tekrarlamaya çalışmaları kuvvetle muhtemeldir. Bazı durumlarda, bu kesin olarak bilinmemekle birlikte, kişilerin çocukken tabi tutuldukları aşağılayıcı, sadistçe cezaların daha sonraki mazoşist davranışlarını etkilediği sanılmaktadır (Eros, 1970).
Steyn (2009), klinik durumda mazoşizme başvurmanın genellikle ödipal durumla ilişkilendirilen çatışmalardan bir kaçış ve ödipal dönem öncesindeki meselelere yönelik kaygılara bürünme durumu olabileceğini belirtmiştir. Özünde mazoşizm, anneye karşı hissedilen duyguların karmaşasının bir boyutu olarak, kaygı ve suçluluk duygularının sonucunda kişinin kendi aleyhine dönen saldırgan sadizmdir. Bu yüzden, daha geniş açıdan bakıldığında mazoşizm, kaygı ve suçluluk duygularının baskın olduğu, daha ilkel bir bütünleşme seviyesine geri çekiliştir (Collins, 2017). Örneğin Piyano Öğretmeni adlı filmin ana karakteri Erika, bu tür mazoşizm örneğinin sinemadaki belki de en iyi işlenmiş örneklerinden biridir.
Freud ise mazoşizm olgusunu kendi geliştirdiği kavramlar olan meşhur yaşam ve ölüm içgüdüsü (dürtüsü/itkisi) ile açıklamaya çalışır. Freud'a göre insanlarda yaşam içgüdüsünün yanı sıra ölüm içgüdüsü de vardır. Yaşam dürtüsünün dışavurumunu gözlemlemek daha kolayken ölüm dürtüsünün tam tersine organizmanın içinde sessizce işlediği düşünülebilir.
Bazen bu dürtü dış dünyaya yönelip agresiflik ve yıkıcılık dürtüsü olarak gün yüzüne çıkabilir. Böylece dürtünün kendisi Eros'un hizmetine girerek kendine zarar vermek yerine canlı ya da cansız diğer şeylere zarar verebilir. Diğer taraftan dışarıya dönük bu agresifliğin bastırılması, kaçınılmaz bir biçimde öz-yıkıcılığa yol açacaktır. İnsanda bir bileşim halinde varlığını sürdüren yaşam ve ölüm dürtülerinin her insanda farklı oranda bulunduğu düşünülebilir. Cinsellik dürtüsünün bileşenlerinden biri olarak bildiğimiz sadizmde yukarda bahsi geçen bileşim, önümüze çok güçlü bir sevi ve yıkıcılık dürtüsünün bileşimi şeklinde çıkar. Mazoşizmde ise cinsellikle birleşen bu yıkıcılık, içe dönüktür.
Mazoşizm temalı filmler listesine kabaca bir göz attığımızda (Belle de Jour, Last Tango in Paris, Fifth Shades of Grey, La Pianiste, The Secretary, Breaking the Waves, Nymphomaniac, Justine, Martyrs, AntiChrist, Dogville) başrolde çoğu zaman kadınların olduğunu görürüz. Elbette erkek mazoşistler de çıkar karşımıza başrolde, ancak kadınların sayıca fazlalığı ve betimleniş biçimlerindeki ikili karşıtlık (binary opposition; örn. melek ya da şeytan, aşırı fedakâr ya da aşırı bencil) sorgulanması gereken bir tercihtir. Sinemadaki mazoşist kadınları şöyle bir hızlıca hatırlayacak olursak, ya yaptığı aşırı fedakârlıklarla işkenceye ve/veya aşağılanmaya maruz kalmasına rağmen asla yolundan dönmeyen, her biri adeta birer melek kadınlar ya da kocasını aldatan, başkalarının, hatta kimi zaman çocuklarının ölümüne neden olan şeytan/cadılaştırılmış kadınlar karşımıza çıkar.
Dalgaları Aşmak'ın (Breaking the Waves) Bess'inden başlayacak olursak, bir kadının bir erkek için (filmde ana karakterin kocası) yaptığı akıl almaz fedakârlıklarla fahişelikten azizeler mertebesine nasıl yükseltildiğini görürüz. Bess, para karşılığı diğer erkeklerle birlikte olur, aşağılanır, afaroz edilir ve nihayet sadist bir gemi mürettebatının işkencelerine boyun eğerek can verir ve böylelikle kendi ölümüyle kocasının hayatını mucizevi bir biçimde kurtarmayı başarır. Filmin finalinde gökyüzünde birden çalmaya başlayan kilise çanları, Bess'in azizeler mertebesine yükselişinin (canonization) habercisi olarak okunabilir.
Darağacında diri diri yakılan azize Joan d'Arc'tan beri süregelen bu gelenek, acı çeken kadın figürünü kutsayarak özendirir. Yeşilçam'ın Hülya Koçyiğit'li, Filiz Akın'lı melodramlarının büyük bir kısmı mazoşistik sayılabilecek derecede duygusal (kimi zaman fiziksel) acı çekerek bu acıya katlandıkları kertede ödüllendirilmiş kadın figürleriyle doludur.
Sade'ın aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan Justine, bu duruma bir diğer örnektir. Filme adını veren, adı gibi saf ve temiz Justine film boyunca sayısız tecavüze uğrar, aşağılanmaya ve işkenceye maruz kalır. Buna rağmen erdeminden ve dürüstlüğünden ödün vermez, kötü yola sapmaz. Zincire vurulup esir edildiği ve ağır işkenceye maruz kaldığı şatonun mahzeninde Justine'in yanına gelen rahip, ona kendisinin işkenceden haz aldığı için bunca uzun zaman acıya katlanabildiğini, ancak ölürse bu durumdan kurtulup özgürleşebileceğini söyler ve kendisini öldürmeyi teklif eder.
Filmdeki rahibin işkence yorumundan da anlaşılacağı üzere, dinler tarihi gerçekten de çeşitli mazoşizm örnekleriyle doludur. Doğal ve olağan yollarla ortaya çıkması yasak olan cinsel dürtülerini kendi kendine eziyet etmek yoluyla doyuran pek çok din adamı vardır. Örneğin her türlü cinsel ilişkiden uzak yaşamak zorunda kalmış rahibelerin kendi kendilerine uyguladıkları en akla hayale gelmedik işkencelerden ne büyük bir zevk aldıkları, uzun süre açlık çekmekten, kırbaçlanmaktan, bulaşıcı hastalığa yakalanmış kişilerin kanlarını içmekten, cüzzamlıların yaralarını yalamaktan ne kadar çok hoşlandıkları bilinmektedir. Bu rahibelerden bazıları azize bile ilan edilmiştir (Eros, 1970).
Din, işkence ve aziz(e)lik mertebesini tema olarak kullanan bir diğer film Martyrs'dir (2008). Film, her ne kadar Türkçeye "İşkence Odası" adıyla çevrilmişse de, bire bir karşılığı şehitler ya da aziz(e)lerdir. Adından da anlaşılacağı üzere insanlara sistematik işkence yaparak onları "şehit" ya da "azize" mertebesine ulaştırarak ölümden sonraki yaşam hakkında bilgi sahibi olmayı amaçlayan gizli bir dini örgütü konu alan filmde, deneklerin tamamı kadındır. Canlı canlı derisi yüzülen başroldeki Anna, daha önce hiçbir deneğin ulaşamadığı bir aşamaya yaklaşır; acıdan bir tür trans haline geçerek öforiyle (euphoria, aşırı mutluluk, esriklik) artık acıyı hissetmez; aşkın bir bilinç ve bilgelik düzeyine ulaşır. Hristiyan aziz ve azizeleri geleneğine uygun bir biçimde (krş. St. Bartholomeus) acıyla kutsanarak ve arınarak azizeler mertebesine ulaşır.
Gelelim, mizojin (kadınlarla uyumsuzluk yaşayan erkeklerin kadınları hor görme, küçümseme durumu) bakış açısıyla sinemadaki şeytan/cadılaştırılmış mazoşist kadınlara. Belle de Jour'un Severine'i doktor kocasıyla mutlu bir evliliği olan, her şeye sahip, güzel ve elit bir kadındır. Mazoşistik duygularını tatmin etmek için sevgi dolu kocasından gizli gündüzleri seçkin bir randevuevinde çalışmaya başlar. Filme adını veren belle de jour (gündüz güzeli) deyimi, Fransızcada fahişe anlamına gelen belle de nuit (gece güzeli) deyimine ironik bir göndermedir. Çalıştığı randevuevinin müdavimlerinden gangster bir piskopatın kendisine saplantılı bir şekilde âşık olmasıyla hayatı altüst olur. Âşığı, kocasını silahla ağır yaralar, ölümden kıl payı kurtulan, karısının yaptıklarından habersiz doktor felç kalır ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olur. Gündüzleri fahişe, geceleri evinin hanımı olan başroldeki gündüz güzeli Severine, kendi mazoşist duygularını doyurmak için masum kocasını içine sürüklediği felaket sonla izleyicinin nefretini üzerine çekerek mizojinistin değirmenine su taşıyan mazoşist kadın karakterlerden biri olarak resmedilir.
Tıpkı Belle de Jour'un Severine'i gibi Nymphomaniac'ın Joe'si de mazoşist duygularını tatmin etmek için kocasını aldatır; annelik görevlerini ihmal ederek küçük çocuğunun hayatını tehlikeye sokar. Mizojin bakış açısıyla çizilmiş, izleyicide nefret uyandıran bir başka mazoşist kadın karakterdir.
Aynı yönetmenin (Lars von Trier) bir başka filmi olan AntiChrist'ta da benzer bir ihmalkâr anne ve bencil eş figürü karşımıza çıkar. Korkunç ihmaliyle çocuğunun ölümüne yol açan anne, yaşadığı ağır suçluluk duygusu ve travma sonrası stresle başa çıkabilmek için kendine ve kocasına akıl almaz işkenceler yapmaya başlar. Mazoşizmin bir başka boyutu olan oto-işkence (kişinin kendine uyguladığı işkence) çoğu zaman kişinin ağır suçluluk duygusuyla kendini cezalandırmak ya da duygusal acıyı bastırmak için fiziksel acıya başvurduğu bir yöntemdir (Montgomery, 1989; ayrıca krş. La Pianiste final sahnesi). AntiChrist'ın mazoşist annesi final sahnesinde makasla klitorisini keser, kocası tarafından önce boğularak öldürülür, ardından tıpkı ortaçağda engizisyon mahkemelerinin cadılara yaptığı gibi yakılır. Kimi eleştirmenlere göre mizojininin doruklarındaki film, sinemadaki mazoşist, kötücül ve adeta cadılaştırılmış kadın karakterlere bir başka örnektir.
Sonuçta sinemanın söz konusu aşırı iki uçta salınan mazoşist kadın karakterlerine çok daha fazla örnek verilebilir (bkz. Paris'te Son Tango, Grinin Elli Tonu, Dogville). Bu karakterlerin akıbetleri, taşıdıkları ortak özellikler doğrultusunda çoğu zaman aynıdır. Erdemli, itaatkâr ve fedakâr kadın karakterler öldürülüp azizeler mertebesine ulaşırken yani ödüllendirilirken, habis ruhlu kadın karakterler ya birilerinin ölümüne sebebiyet verir ya da öldürülürler. Bir bakıma bu mizojin tavır, erdemsiz, asi ve asli görevlerini ihmal eden kadınları literal ve mecazi anlamda "düşmüş" olarak resmetmiş, fedakâr ve itaatkâr kadınları ise adeta bir kaideye koyarak "yükseltmiş, yüceltmiş"tir.
Kaynaklar:
- Collins S (2017) La traviata: Ahlak, Freud ve kadın mazoşizmi üzerine. Libido Dergisi.
- Eros Cinsel Bilim Ansiklopedisi (1970) (Edt: S Erez). İstanbul. Artel Yayıncılık, Cilt: 3.
- Freud S (1961) Civilization and its discontents. New York. Norton & Company.
- McPhee R (2014) Female masochism in film: Sexuality, ethics and aesthetics. Burlington. Ashgate Publishing Company.
- Montgomery JD, Greif AC (1989). Masochism: The treatment of self-inflicted suffering. Connecticut. International Universities Press.
İlgili Başlıklar
pasiflik
sadizm
mazoşizm
Didem Gamze Dinç
Mazoşizm
mazoşizm
Piyano Öğretmeni
Erika
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

Sinemada Kadın Mazoşizmi
Yayın & Yazar

Psikesinema
Meselesi anlatmak olan sinema ile meselesi anlamak ve çözmek olan psikiyatri ve psikolojiyi ortak platformda ele alan Psikesinema'dan özel yazılar her çarşamba 17.00'de Aposto'da.