aposto-logoPazartesi, 5 Haziran 2023
aposto-logo
Pazartesi, Haziran 5, 2023
Aposto Üyelik

Türkiye’de kadın mücadelesi: Şiddet, isyan ve dayanışma

Türkiye'de kadın cinayetlerinin sayısı arttıkça, feminist mücadele güç kazanıyor.

Geçtiğimiz günlerde öldürülen son kadının ismini anarken saat gece yarısını geçmişti, Bahariye Caddesi’nde yürüyordum. Tek başıma yürümekten korktuğum için yanımda bana eşlik eden biri vardı. Saat sokakta yalnız olmanın pek de hoş karşılanmadığı bir aralığı gösteriyordu. 

 “Bana ne zaman sıra gelecek acaba?” 

“Üzgünüm.”

“Bence de üzgün olmalısın."

Ertesi gün saatin sivil yaşamı onayladığı bir vakitte metroda bir erkek, bir kadına bıçak çekerken görüldü. "Demek ki saatlerin de önemi kalmadı artık" diye düşündüm. Her an, her yerde, her gün olabilir. Bu yazı yayımlandıktan birkaç saat sonra ben de nefes almayabilirim.

Bir kadının bir erkek tarafından yalnızca kadın olduğu için öldürülmesine femicide (kadın cinayeti) deniyor. “Devletin kadını korumadığı, cinayetleri önlemediği, faili cezalandırmadığı bir düzende cinayetin sistematik hâle gelmesi” ise feminicidio (cinskırım) olarak tanımlanıyor. Günde en az üç kadının yaşamını erkeklerin elinde yitirdiği Türkiye’de, problemin temel kaynağına - toplumsal cinsiyet eşitsizliğine - dikkat çekmek gerekiyor. Nitekim problemi çözmenin yolu problemi tanımak, sonra anlamak ve buna yönelik sürdürülebilir çalışma yürütmekten geçiyor. Aposto!’ya konuşan Mor Çatı gönüllüsü Selime Büyükgöze de “Kadın cinayetleri, kadınlara yönelik sistematik erkek şiddetinin sonucudur. Erkek şiddetinin kaynağıysa toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Bu nedenle kadın cinayetlerini engellemenin yolu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaktan geçiyor.” diyor.

Eşitsiz güç dengeleri

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği; toplumsal cinsiyet rolleri oluşturulmasını, bu rollerin hegemonik erkeklik temsilleri çerçevesinde hiyerarşik bir sistem üzerine kurgulanmasını ve güç dengesinin aynı erkekliğe hizmet etmesini kapsıyor. Erkeklik de nicedir dünya devletlerinin gittikçe artan otoriterleşme eğilimlerinin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu eşitsizlikte, şiddetin önlenmesi için atılan her adım geçici bir paravan görevi üstleniyor; zira Türkiye gibi toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı ülkelerde kadına yönelik şiddetin önlenmesi de mümkün olmuyor. Geçici çözümler yalnızca o ay hayatını kaybeden kişi sayısını azaltıyor. Kadın ve erkek arasında eşitsiz bir güç çatışması yaratan ataerkil sistemlerde, bu sistemin dışındaki bireylerin şiddetle karşılaşması da artık eskisi gibi şaşırtıcı değil. Kabullenilmiş çaresizliğin etkin olduğu toplumlarda kolektif bilinç ve ortak akılla savaşılması gereken şiddet mekanizmalarına dur diyebilmek de giderek zorlaşıyor.

Mücadelenin görünürlüğü 

Büyükgöze, toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçek kılmanın devletin yükümlülüğünde olduğuna işaret ediyor. İstanbul Sözleşmesi de eşitliği sağlamanın bir parçası. Sözleşmenin temelinin “kadına yönelik şiddeti önleme, kadınları şiddete karşı koruma, failleri cezalandırma ve şiddetle mücadele etmekten sorumlu kurumlar arasında koordinasyonu kurmaya dayandığını” söyleyen Büyükgöze, “Kadın cinayetlerini önlemek devletin sorumluluğudur.” diyor. 

Son yıllarda kadın cinayetlerine yönelik kamuoyu tepkilerinin büyük kitle hareketlerine dönüşmesi umut verse de ölen kadınların ismi bir sonraki gün unutuluyor. Mücadele edilmesi gereken şeylerin sayısı arttıkça, normalleştirme ve duyarsızlaşma da beraberinde geliyor. ABD merkezli insan hakları hareketi Black Lives Matter’ın hayatını kaybeden kişilerin ismini sık sık anması da bu yüzden. Mücadeleyi görünür tutmak, farkındalığı artırıyor. 

Öte yandan Büyükgöze’nin de dediği gibi “Türkiye'de feminist mücadele günden güne büyüyor ve daha fazla kadın kendini feminist olarak tanımlamaya başlıyor.” 2010 yılında başlatılan Kadın Cinayetlerine İsyandayız kampanyası da benzer bir amaca hizmet ediyor. Büyükgöze, kampanyanın “kadın cinayetlerine dair farkındalığı artırmanın yanı sıra kadın cinayetlerinin politik olduğu” fikrini aşıladığını dile getiriyor.

Kadın cinayetleri politiktir

Aşk cinayeti gibi şiddete bahane bulmaya çalışan yakıştırmalar, kadının kadın olduğu için öldürüldüğü gerçeğini artık gizlemiyor; çünkü “cinsiyetçi gerekçelerle verilen haksız tahrik indirimleri” kadın cinayetlerini politikleştiriyor. 

Büyükgöze, kadın cinayetlerinde bir azalma olmamasını “Devletin şiddeti önleme sorumluluğunu yerine getirmemesinden, kadınları şiddete karşı koruyamayıp failleri cezalandırmak şöyle dursun ödüllendirmesinden kaynaklanıyor.” diye yorumluyor. 

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğu dönemde de gerektiği biçimde uygulanmadığının altını çizen Büyükgöze, “6284 sayılı kanunun uygulanmasında ve şiddet failleri erkeklerin cezalandırılmasında da ciddi sorunlarla karşılaştıklarını” belirtiyor. Bu sırada kadınlar eşleri, sevgilileri, ağabeyleri, babaları, komşuları tarafından; ev içinde, sokakta, ormanlık bir alanda, iş yerinde öldürülmeye devam ediyor

Büyükgöze’nin “Kadına yönelik şiddeti sona erdirmek devletin sorumluluğu, devleti bu konuda izleyip baskı yapmak ise hepimizin sorumluluğu.” sözleri; kadının hayatın her alanında özgürleşmesini sağlamak için önümüzde uzun bir yol olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Hikâyeyi beğendiniz mi? Paylaşın.

İlgili Başlıklar

cinskırım

toplumsal cinsiyet eşitsizliği

toplumsal cinsiyet eşit

toplumsal cinsiyet

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği

Türkiye

Mor Çatı

Erkeklik

Hikâyeyi beğendiniz mi?

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Nerede Yayımlandı?

Femicide ve kadın mücadelesi, ekonomik kriz anketleri

Yayın & Yazar

Spektrum

Yerel ve uluslararası gündemi yakalamak için bir başucu kaynağı; her hafta seçim dosyaları, kamuoyu araştırmaları, analizler ve Son Düzlük podcastle yayında!

Janset Atacan

Former editor @ Aposto

;