Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi (1908-1935)

Geçmişte yaşananlar, çekilen acılar ve harcanan çabalar belleklerden silinip gidiyor ve bizler hep ‘çocuk kalmaya’ mahkûm oluyoruz. İşte bunun içindir ki kadınların kendilerini ‘tarihe yazmaya,’ geçmişi araştırmaya, başka kuşakların mücadeleleriyle bağlar kurmaya ve kendilerinden esirgenmiş olan bilgi ve eğitime sahip çıkmaya ihtiyaçları var.
— Fatmagül Berktay
NotaBene tarafından yayımlanan ve Osman Tiftikçi’nin yazdığı Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı (Hakk-ı İntihâb) Mücadelesi 1908-1935 isimli kitap, Abartılar isimli bölüme sahip olmasaydı ne kadar ilgimi çekerdi, inanın bilmiyorum. Zira Yaprak Zihnioğlu’nun Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği’yle ilk gençliğinde tanışan feminist bir okur olarak benden esirgenmiş mikro-tarihçilik alanıyla oldukça ilgilensem de Kadın Araştırmaları alanında erkek atanan bir ismin olduğu kapak gördüğümde istemsizce iki adım geriye çekiliyorum.
Dolayısıyla bu ay okurla buluşan siyasi kuram derlemesini önüme aldığımda önce “mücadele” retoriğini görmekten keyif alıyorum. Sorduğu “1935’te kadın hakları bakımından Avrupa’nın bile önüne geçildi mi?” sorusuyla iyice merak ediyorum ve son olarak kadın mücadelesini derleyen kronolojideki bir maddeyi okuduktan sonra kitabı okumaya karar veriyorum:
4 Aralık 1934. Kadınlara genel seçimlerde de seçme ve seçilme hakkı tanındı. Bu hak tanındığında, seçim hakkı için toplantılar yapan, gazetelere demeç veren, mecliste tartıştıran, kampanyalar yürüten bir feminist hareket artık yoktu.
Hakk-ı İntihâb Mücadelesi: Örgütlü katılım için gayretler
Cumhuriyet döneminin reformları, eğitimden dine, hukuktan günlük yaşama kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Bu dönemde gerçekleşen reformlar, kadınlara eğitimde farklı seviyelere erişim, iş dünyasının çeşitli alanlarında yer alma, sanat ve kültür etkinliklerine aktif katılım, kişisel ve miras hukuku konularında dinî sınırlamaları aşma, giyim-kuşam ve aile yaşamında daha fazla özgürlük elde etme imkânları sağladı. Güncel müfredatı bilmemekle birlikte, üniversiteye kadar geçen öğrencilik zamanlarımda bu bilgilere ulaşabiliyordum.
Bilmediğim, Muallim Nakiye (Ergün) Hanım ve Enver Behnan’ın “Türkiye’de kadın hakları mücadeleyle alınmadı, Atatürk kadınlara haklarını Avrupa’dan bile önce verdi” tezinin 1926’da biçimlenmeye başladığıydı. Bilmediğim, örgütlü kadın mücadelesinin bir geçmişi olduğuydu. Bilmediğim, İttihat ve Terakki’nin 1889’daki kuruluş tüzüğünde örgüte İslam ve Hıristiyan, kadın, erkek herkesin üye olabileceğinin yazılı olmasıydı. Bilmediğim, İttihatçılar’ın Selanik ve İstanbul’da partiye ve hükümete bağlı kadın şubeleri kurmalarıydı. Bilmediğim, 1916’ya kadar 14 kadın örgütünün isminin sayılabilmesi; 1908’de kadınlar tarafından kadınlar konferansı düzenlendiğiydi.
Ulviye Mevlan, Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti kurucusu
Kaynak: İstanbul Kadın Müzesi
Unutmamak gerek: Kadın derneklerinin genel özelliği, “iyi anne, iyi eş ve iyi Müslüman” olmaktan geçiyordu. Dolayısıyla bu yazı, II. Meşrutiyet sonrası örgütlü mücadele için kesişimsel feminizm alt metinleri aranacak bir tanesi olmayacak; “makul kadın” beklentisini romantikleşmekten uzak kalınarak—kitabın da altını çizdiği gibi—bu örgütlü mücadele sırasında kadınların hem çalışma hayatına hem de siyasi yaşama çekilmesi üzerinde duracak. Yazı, aynı zamanda Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kadın hakları bakımından Avrupa’dan bile ileri bir misyona sahip olduğu iddiasını örgütlü kadın mücadelesinin varlığını yok sayarak desteklemeyecek. Niye mi? Belki böylece hak kazanımının bir “kurtarıcı” tarafından gelmediği gerçeği süregelmeyecek. Yani kadınların örgütlü mücadelesi onlara ait olmaya devam edecek.
Kadınlar Dünyası: Mücadelede dergi ve derneklerin yeri
Kitap, bu noktada İttihat ve Terakki’de görev alabilen kadınların toplumdaki yerlerini sınıfsal açıdan da ele alıyor—ortada çizilen romantik veya eksik bir tablo yok: “Derneklerde varlıklı kesimlerin, bürokrat, asker, eşrafın kadınları yer alıyordu.” Mesela Halide Edip’in öncülüğünde kurulan Teali-i Nisvan Cemiyeti, İngilizce bilmeyenlerin üye olmasına izin vermiyor. Ancak 1913 yılında Ulviye Mevlan tarafından kurulan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti de akabinde geliyor.
Örgütlü mücadeleler arasındaki fark: Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin sınıfçı yaklaşımının aksine, Mevlan’ın öncülük ettiği dernek, orta sınıf kadınlar tarafından kuruluyor ve açıkça feminizmi savunarak kendilerini feminist ilan ediyorlar. Dolayısıyla Osman Tiftikçi’nin sınıfçı retoriği dernek farklılıklarını öne çıkararak beslemediğini düşünmek mümkün.
20. yüzyılda sosyalist feminizm: Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi araştırmasından kaynak gösterilerek kadınların siyasal konularla ilk kez Demet’le tanıştığını ve dergide yer alan siyasi makalelerin okurları tarafından ilgi gördüğünü ifade eden araştırma, aynı zamanda Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin 1913’le 1921 yılları arasında Kadınlar Dünyası isimli dergiyi çıkardığı bilgisiyle feminizm ve sosyalizm kesişimine de değiniyor. Yani burada metnin ikincil ideolojik odağının sosyalizm olacağının sinyalleri de alınıyor—bu, aşağıda sıralanan paragraf yapılarının kronolojik olarak değil, dernek farklarını öne çıkarıcı yönlerden ilerlemesinden de gözlemleniyor.
Kadınlar Dünyası, 17 Nisan 1914
Kaynak: İstanbul Kadın Müzesi
Böylelikle bilmediğim bir şey daha öğreniyorum. Meğer Mükerrem Belkıs’ın İnsaniyetin İki Kanadı: Feminizm-Sosyalizm başlıklı ve 13 Nisan 1918 tarihli yazısı, Türkiye Komünist Fırkası kurulmadan önce Kadınlar Dünyası’nda yayımlanıyor. Zaten Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın yayın organı Kurtuluş dergisinde kadın yazar bulunmuyor ve kadın sorununa değinen bir yazı bulunmuyor.
Nezihe Muhiddin ve milliyetçilik: “Türkiye’de kadınların oy hakkı” dendiği gibi mikro-tarihçilikle biraz da olsun tanışmış insanların aklına gelen, Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği’nin de kurucularından olan Nezihe Muhiddin’in 1923 yılında kurduğu Kadınlar Halk Fırkası’nın aksine, hem dergi hem de Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti, milliyetçi değil, Osmanlıcı, yani çok uluslu ve çok dinli bir dernek olarak öne çıkıyor.
Hatta Meziyet Bedirxan, Fexriye Bedirxan, Mes’adet Bedirxan ve Fato Nalî gibi Kürt kadın yazarlar, Jin dergisini yayımlamadan önce Kadınlar Dünyası’nda yazıyor. Burada Osman Tiftikçi, Nezihe Muhiddin’in milliyetçi anlayışını “Cumhuriyet döneminde Kadınlar Halk Fırkası’nı kurduktan sonra daha şoven biçimde devam ettirecektir.” cümlesiyle eleştiriyor ve intihab hakkı anlatısı, Kadınlar Dünyası’nın “kapsayıcı” yapısına odaklanarak sürdürülüyor.
Burada şunu tekrar dile getirmenin sağlıklı olacağını düşünüyorum: Kadınlar Dünyası, milliyetçilikten uzak olması özelliğiyle bütünüyle çağdaş feminist anlayışa uyuşuyor gibi bir tablo çizmek oldukça eksik kalıyor.
Zira Osmanlı Kadın Hareketi’nde ifade edildiği üzere, derginin yazarlarından Berika Suad, “makul kadınlık” algısı taahhüdü vererek seçme-seçilme hakkı kazancını kutlayacaklarının teyidini veriyordu:
Burada verecekleri nutuklarda yaptıkları mücadele sonucu tüm haklara—seçim hakkına bile—kavuşan Osmanlı kadının, bu uğurda mücadele veren kadın-erkek herkese teşekkür edeceğini, her hususta erkeklerle eşit hâle gelen kadınların bu haklara layık olduklarını göstereceklerini, tüm kadınların ‘Yaşasın Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan’ nidalarıyla tezahürat edeceklerini hayal ediyordu.
Hâlbuki çağdaş anlayışta var olmak haklara sahip olmak için oldukça yeterli.
Kadınlar Dünyası, 26 Mart 1921
Fotoğraf: Matmazel Eliza Ayandalopulu, Kadıköy, Şarkı ve Musiki Cemiyeti keman ve ud muallimesi
Uluslararası feminist hareketten ilham: Süfrajet örneği
Kadınlar, 1908 Aralık ayında Meclisi Mebusan’ın resmî açılışına katılmak istediler. Bunun için İttihak ve Terakki merkezine başvurdular. Eğer Hıristiyan kadınların katılmasına izin verilir de kendilerine izin verilmezse meclis önünde İngiliz kadınlarının (Süfrajetlerinin) yaptığı gibi gösteriler yapacaklarını bildirdiler.
Aynı dönemde bürokratik yollarla istediklerini elde edemeyen Süfrajetler, “bakan arabalarını darp edip düzenlenmesine bir katkılarının olmadığı kanunlara uymayacaklarını ilan etmişlerdi.” Kadınlar Dünyası’nın yazarlarından Meliha Zekeriya da Avrupa’da kadınların seçme ve seçilme hakkı için verdikleri mücadeleyi okurlara anlatıyor. Yani dergi, uluslararası feminist hareketten aldığı motivasyonla da örgütleniyor.
Bu temsil alanı üzerine 1913 ve 1914 yıllarında gerçekleşen kadınların intihab hakkı tartışmaları da şuna odaklanıyor: Daha kamusal alanda var olmaya çalışan Osmanlı kadınının daha öncelikli ihtiyaçları var. Seçme-seçilme hakkının önemini reddetmeden yapılan bu tartışmalar, aktif bir düşünce ortamının varlığını gösterdiği için kitabın örgütlü mücadele anlatısını kuvvetlendiriyor.
Belçika’daki Süfrajetler oy sandıklarında, Le Petit Journal, 17 Mayıs 1908
Kaynak: Universal History Archive, Getty Images
Yazarın derlediği bilgiler, okuruna şunu gösteriyor: Türkiye’de, kadın özgürlük hareketinin 1935 yılındaki CHP’yi değil, “seçme seçilme hakkının verilmesi” retoriğini de değil, tarih sayfalarında yerini alamayan Türk, Kürt, Çerkes, Ermeni feministlerinden alması daha sağlıklı olabilir. Çünkü sayfalarca araştırma gösteriyor ki kadın mücadelesi oldukça örgütlü bir şekilde ilerliyor.
Kadın özgürlük mücadelesinin dün bir ‘kurtarıcı’ya ihtiyacı yoktu, bugün de yoktur.
Genel anlamıyla kurgu dışı kitapları, kütüphanemde kendi Kadın Çalışmaları arşivime yeni kaynaklar ekleyebildiğim için de seviyorum. Dipnotlarda geçen bibliyografya ne kadar çeşitliyse o kadar da güvenme ihtimalim artıyor diyebilirim. Şimdilik Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı (Hakk-ı İntihâb) Mücadelesi 1908-1935 de onlardan biri.
Ancak şunu da eklemek gerek: 21. yüzyılda Marksist feminizm odaklı yayınlarla ilgilenen bir okur olarak kitabı “tarafsız” gözle incelediğimi ifade etmek çok gerçekçi olmayacak. 2023’ün kesişimsel feminist dünyasında—en azından kendi anlayışıma göre—kitabı kütüphanemin raflarımdan birine yerleştireceğim gerçeği pek de şaşırtıcı değil. Hakikat-sonrası dönemde soruları ön plana çıkaran bir bölüm yerleştirilmesine kıymetlilik atfettiğim gibi, Tiftikçi’nin dil ve yaklaşımını kendi ideolojik yatkınlıklarım sebebiyle “ilgi çekici” bulduğumun farkında olarak yazıyı bitirmeyi uygun buluyorum.
Sonuç olarak gözlemliyorum ki Fatmagül Berktay’ın iktidar tarafından belirlenen müfredat göz önüne alındığında “geçmişi araştırmaya, başka kuşakların mücadeleleriyle bağlar kurmaya ve [bizlerden] esirgenmiş olan bilgi ve eğitime sahip çıkma” ihtiyacına dair vurgusu, hâlâ oldukça kıymetli. Kendi adıma buna devam edeceğim.
İlk gençliğim Nezihe Muhiddin’e odaklanan Kadınsız İnkilap’la geçtiğine göre sıra bu çalışma sayesinde tanıştığım Kohar Mazlımyan ve Ermeni kadınların 1919 yayımlamaya başladığı Hay Gin dergisinde.
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

🗳️ Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi (1908-1935)
Yayın & Yazar

Aposto Kitap
Kitap incelemeleri, edebiyat haberleri, editörden okuma önerileri.