Ustadan çırağa: Yorgancılık

Beşir Abi tezgâha oturmuş, elinde bordo parça, üzerinde asetat kağıdına benzeyen bir kağıt iğnelemiş, uzaktan çok net anlaşılmayan ama yaklaşınca kurşun kalemle çizildiğini anladığım ince desenlerle karşılıyor beni.
Heyecanla yanına gidiyorum. Kırılıyor, sesi bozuluyor ama çaktırmamaya çalışıyor. “Kızım tezgâha ayakkabıyla çıkılmaz ki ama” diyor. Utanıyorum. Bu sefer uygun bir şekilde yanına çömeliyorum.
Beşir Abi
Sarı duvarlar, duvarlara asılmış fuşya, fıstık yeşili yorganlar. Dükkân 70 yıllık, kendisi de 50 yıldır buralı. 11 yaşından beri de Tophaneli Beşir Abi. İstanbul Yorgancılar Odası yönetim kurulu üyesi aynı zamanda. Sipariş üzerine çalışıyor. Gözüme bir kupür çarpıyor ve öğreniyorum ki İngiliz kraliçesi başta olmak üzere, Arap şeyhlerine ve ağırlıklı olarak yurtdışına yorgan yapıyormuş.
Çayını kendi yapıyor artık Beşir Abi. “Kahveci vardı eskiden oraya giderdik ama Galataport açılınca burayı da yeni nesil kafeler aldı. Esnaf kaçmak zorunda kaldı. Yeni yerlerden bir kere bile çay içmişliğim yok. Ben de baktım gidecek yer kalmadı kendi kendime yetmeye başladım.” diye anlatıyor yaşadığı değişimi.
Bir yorganın “olmazsa olmazları” nedir?
Hayatında ne önemli senin için? Olmazsa olmazın nedir? Ben sana sorayım. “Sağlıklı ve mutlu bir yaşam” değil mi? Bunun temelinde de yorgan var. Enerjini topladığın, gününün gidişatını belirleyen yer. Günün üçte birini yorgan altında geçiriyosun, giydiğin kıyafetten daha kıymetli yorgan. Bu yüzden çok önemli bizim işçiliğimiz.
Elle dikilmeyen yorganlar sentetik ve sağlıksız. Hepsi kanserojen madde içeriyor. İnsanlar ne aldığını göremiyor, bu büyük eksiklik. Yorgan diyorsak makinelerden çıkmış seri üretim değil, saf yün kullanılan, özenle dikilen ürünlerden söz etmeliyiz.
Yorgancılığın geleceğini nasıl görüyorsun?
Meslek ustalardan bize geldi. Biz de bizden sonrakilere geçsin istiyoruz ama aktaracak kimseyi bulamıyoruz. Bir tane oğlum var ama öğrenmek istemedi. Gerçi babadan oğula geçen ya da geçmesi gereken bir meslek de değil.
Aslına bakarsan yorgancılık hayatımızda yaklaşık 7-8 asırdır var. Osmanlı’da kaftanlara yorganlama yaparlardı sıcak tutsun diye. Şimdilerde bu kültür unutulmuş gibi. Hâlbuki bu meslek bilhassa sanat okullarında okutulmalı.
Rengârenk yorganlar
Ülkemizde gençler üniversiteden mezun olunca iş imkânı bulamıyor. Ne yazık ki onlara sağlam bir gelecek sunamıyoruz. Aslında her çocuk küçüklüğünden itibaren bir meslek kolunda uzmanlaşmalı, Avrupa’daki gibi. Zanaatkârlık yurtdışında buradaki gibi görülmüyor, daha kıymetle yaklaşılıyor. Türkiye’nin aksine orada çocuklar hangi alanda yetenekliyse o bölüm üzerine eğitim alabiliyor. Bu çok büyük bir fark.
Bizde yönlendirme eksik. Ben tezgâh köşelerinde yatarak öğrendim bu mesleği, böyle de öğrenilir zaten, yerinde ve yaşayarak. Benim zamanımda annelerimiz bizi ustalara emanet ederken “eti senin kemiği benim” felsefesiyle yaklaşırlardı, şimdi bu bakışaçısında kimse yok, belki de bu yüzden gün geçtikçe zanaatkârlık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Ayakkabılarım elimde tezgâhtan iniyorum. Gerçekleri konuşmanın ağır huzuruyla Beşir Abi’yle vedalaşıyorum. Tekrar geleceğime, çayını içeceğime eminim.
İlgili Başlıklar
yorgan
İstanbul
Yorgan
Galataport
yorgan
Hikâyeyi beğendiniz mi?
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
Nerede Yayımlandı?

🗺 Soli 17. İstanbul Bienali'nde: Tophane
Yayın & Yazar

Soli
Her hafta bir mahalle, bir mahalleli! Seyahat ve kültür yayını Soli, her hafta bir mahallenin esnaflarının, binalarının, sokaklarının, insanlarının hikâyesini anlatıyor.

Rana Mengü
Editor @ Aposto