
20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
Doktorun önerdiği ‘evde istirahat’ımın ikinci gününde ben zaten varoluşsallık vortex'imde bir gezintiye çıkmıştım. Daha önceki yazılarımdan da bilirsiniz, (bkz. Kapitalizm fırtınasının ortasında nezle olmak) ben hastalanıp evde durmam gerektiğinde düşüncelere dalıyorum — hepimiz gibi. Eğer Hannah Arendt’in tanımı ile İnsanlık Durumu, vita activa yani ‘aktif hayat’ın tüm getirileri ise — doğum, öğrenme, duygu, arzu, ahlak, çatışma, ölüm — 20’lik Durumu da benim tanımımla duramamak, her şeyi sorgulamak, durmadan yol değiştirmek ve ‘ben n’apıyorum ya?’ diye sormak oluyor (kendimi 20. Yüzyılın en önemli siyaset bilimcilerinden biriyle bir tutmuyorum tabii ki, altını çizelim :)) Neyse.. Ne diyorduk? 20’lik Durumu.
Yüksek lisansımı mayısta bitirirken ‘ay dinlenebileceğim bir ay istiyorum sadece, çok yoruldum, yaz yaz, araştır araştır, çalış çalış’ diye yakınıyordum. Şimdi de ‘EVDEN ÇIKARIN BENI’ diye Eric Andre’nin, Eric Andre Show’da metal çitlere vurması edasında bir şey yaşıyorum (burada.)
Eric Andre Show'dan bir klip. "Let me in," diye bağıran Eric Andre.
Bu ne şimdi? Bir kendimize gelelim, değil mi? Çok şükür sağlıklıyız (neredeyse), evimizi seviyoruz, işlerimizi evden yapabiliyoruz, değil mi Yasmin hanım? Nedir bu? Yoğun bir dönemin ardından dinlenmek, iyileşmek, durmak da bizim hakkımız değil mi? Bir de üstüne hastasın yani — tamam kendime kızmayı durdurup sadede geliyorum!
Bu ne biliyor musunuz? Klasik bir ‘durana kadar düşünmeme’ vakası. Yani o yoğunluğu yaşarken düşünmeden hızlıca hayata devam edip, sadece nefeslenirken tüm bastırdığın düşüncelerin, soruların, korkuların, mutlulukların ortaya çıkması. Zaten varoluşçuluk bir felsefe olarak, temelleri 19. yüzyılda Søren Kierkegaard tarafından atılsa da, İkinci Dünya Savaşı döneminde, özellikle Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Albert Camus sayesinde popülerleşiyor. Neden? Çünkü dünya savaşı, Naziler, Hiroshima’daki atom bombası derken Patrick Baert’ın varoluşçuluk üzerine yazdığı kitapta da bahsettiği gibi, ‘varoluşsal bir an’ yaşıyorlar. Bu sırada da İnsanlık Durumu gibi birçok farklı düşünce ile karşı karşıya geliyorlar. Standford Üniversitesi’nin Felsefe Ansiklopesi'nde yayımlanan bir makale, bu dönemde ölüm, özgürlük, anlamsızlık gibi konseptler üzerine çok kafa yorulduğunun altını çiziyor.
Varoluşsal krizler, büyük değişimler ve travmaların ardından gelir. Tabii, varoluşsal düşüncelere kapılmak için dünya savaşını deneyimlememiz ya da başka büyük travmalar geçirmemiz gerekmiyor. Bu düşünceler yoğun süreçlerin, kapanışların, bitişlerin ardından bizi bulabiliyor.
Mesela ben tezi bitireceğim, istifa edeceğim, seçimlerde çalışacağım, seçimleri atlatacağım, mezun olacağım derken birçok şeyi beynimde kilitli bir kutuya koyup evde oturana kadar açmamışım. 3 Mayıs günü tezimi teslim ettiğim saniye rahatlayacağımı sanmıştım. Hiç rahatlamadım. Aynı programdaki başka arkadaşlarıma sordum. Eee, onlar da rahatlamamış. Tamam notları almadık ama insan bir ohh çekmez mi? Şimdi geriye baktığımda tüm bu şeyleri beynimde işleme şu ana kadar almadığımı fark ediyorum. Hazmedememişiz ki. Biri bize papatya çayı getirsin… İki senelik yüksek lisans programıma daha yeni başlamamış mıydım ya? Ne mezuniyeti? Şimdi n’apıcam? Bu nasıl bu kadar çabuk geldi ki şimdi? Sanki bir çocuk gelmiş, bizim dünyamızı, kırtasiyelerde satılan lamba dünya küreleri gibi hızlıca çeviriyor da çeviriyor — ya bir dur! Bu arada kaç kere mezun olduk, bazı şeylere alışacağını umuyor insan…
Tabii şu ana kadar düşünmem gerekmeyen her şey bir anda üstüme yığıldığında da biraz tutuşuyor insan. Ne yapacağını şaşırıyor. Böyle durumlarda da kendime şu kelimeyi hatırlatıyorum: peyderpey.
Her şey yerine oturur. Yavaş, yavaş. Kapanışlar bazen güzeldir, yeni şeylere yer açar. Zaman çabuk geçiyor, evet, ama o hızın içinde küçük duraksamalar yakalamak mümkün. Onlara tutunmak lazım. Tutunmak, durmak, düşünmek lazım. Kendimize bu zamanı tanıyabilmek lazım.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
varoluşsallık
varoluşçuluk
felsefe
Hannah Arendt
Eric Andre Show
Søren Kierkegaard
Jean-Paul Sartre
YAZARLAR

Yasmin Güleç
Anthony Bourdain'in #1 numaralı hayranı olmak dışında zamanımı genelde yazarak, yürüyerek, kahve içerek ve derin politik tartışmalara girerek harcıyorum.

20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
İLGİLİ OKUMALAR