Yandık bittik kül olduk. Sonra da yeniden doğduk.

20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
Kabul ediyorum Anka kuşu ile tanışmam şanını kaybetmiş problematik yazarımız J.K. Rowling sayesinde oldu. Harry Potter ve Sırlar Odası’nda Dumbledore'un ofisinde yaşlanmış Anka kuşunun bir anda alevlenip küllere dönüştüğünü gören minik Harry şok geçirir. Merdivenlerden mükemmel sakalı ve yarım ay şeklindeki gözlükleri ile Dumbledore belirir ve Harry’e açıklar:
“...ölme vakti geldiğinde Anka kuşları yanmaya başlar ve sonra küllerinden yeniden doğarlar. Ankalar büyüleyici kuşlardır. Çok ağır yükler taşıyabilirler ve gözyaşları iyileştirme özelliğine sahiptir.”
Son birkaç gündür bu sahneyi düşünüp kendime şunu soruyorum: ‘Biz Anka kuşu muyuz?’
Uzun soluklu ve stresli dönemlerin ardından varılan sonuç herkesi yazar yapar. Yok öyle yazar değil. Senaryolar yazan ve önümüzdeki dönemin nasıl şekilleneceğiyle ilgili kurgular geliştiren insanlar ortaya çıkar. Kimi daha pozitif bakar, kimisi ile felaket tellallığı yapar durur. Bundan sonra bizi neyin beklediğini bilemez, bu bilinmezliğin verdiği rahatsızlıkla tahmin yürütmeye çalışır insan. Ne olacak? Nereye gidiyoruz? Neler değişecek? Neler iyileşecek? Neler aynı kalacak? Neler kötüleşecek? Bu sorular durmadan sorulur. Tahmin yürütülür, analiz edilir, duyumlar paylaşılır ama çoğu zaman ortaya çıkan bilgiler ne güven verir ne de rahatlık.
İki tur seçim stresinden çıkmış grup olarak 28 Mayıs gecesi çok farklı duygular yaşadık. Konuştuğum insanlardan bazıları ‘bu memlekette artık kalınmaz,’ edasında cümleler kurarken, bazıları ‘biz yürüdüğümüz yolda ilerlemeye devam edeceğiz,’ diyerek mücadelenin bitmediğinin altını çizdi. Ekonomi, kadın hakları, azınlık hakları, bu ülkede LGBTİ+ olmak ve göçmen sorunu dahil birçok konuda kaygılar paylaşıldı. Ve bu kaygılar çok gerçek. Bu seneki seçimlerden önce de çok gerçekti, şimdi de tam güç devam ediyor. Her gün moralimi daha çok bozan haberler çıkıyor; Eurovision’u kazanmayı hak ettiğini bin kere söylediğim Manga solisti Ferman Akgül’ün ona laf atan sanatçıları seçimden sonra dava etmeye karar vermesi mi dersiniz, üç eşli milletvekilleri mi dersiniz, TBMM’de kadınlara saygıyı bırakın kadınların varlığını önemsemeyen milletvekillerinin bulunması mı dersiniz… İnsan nereden tutacağını şaşırıyor. Şaşırıyorum ama bir yandan da bir umut var. Neden? Çünkü konuya sanırım Anka kuşu mantığında yaklaşıyorum. Belki bu ülkenin parlaması için ilk olarak tamamen sönmesi gerekiyor. Belki o zaman küllerimizden ortaya daha iyi, daha güçlü, daha özgür çıkacağız. Evet, korkutucu. Ama sanırım bana bu düşünce yardımcı oluyor.
Bu süreçte de, ne kadar zor olursa olsun, benliğimizi tüm gerçekliği ile yaşamamız, sevincimizi kısmamamız ve devam etmemiz önemli olacak. 29 Mayıs'ta sokağa çıkarken neredeyse simsiyah giyinecekken, kendimi durdurup beyazlar, maviler giydim. Arkadaşlarımla buluştuğumda topluluk içinde bu kadar şakalaşıp gülmesek mi dedim. Sonra da 'aaa kendine gel, tabii ki güleceksin, hatta yüksek sesle güleceksin' dedim kendime. Sevdiğim dergilerden The Marginalian’da, Maria Popova, René Magritte’in sanat eserlerinin ve hayat felsefesinin temelinde içimizdeki mutluluğu bulmak ve onları başkalarında da ortaya çıkarmak olduğunu yazıyor.
İki dünya savaşı yaşayan Magritte, sanatında gerçekliği değiştirebileceğini, ona birazcık mizah, birazcık sihir ve birazcık neşe katabileceğini paylaşıyor. ‘Savaş ve çok fazla ızdrap deneyimlemek bana en önemli şeyin gözler ve zihin için sevinci kutlayabilmek olduğunu öğretti,’ demiş Magritte. Hayatın ‘korkunçlaştırılmasının’ kolay olduğunu ve insanların kötü senaryoları gerçeklik kabul etmesinin sadece tembellik olduğunun altını çiziyor. Dünyanın korkunç bir yer olduğu gerekçesini ‘banal’ buluyor. Buna da çözümünü kısaca çevremize sihirliymiş gibi bakmaktan geçtiğini söylüyor. Unutmuyoruz, en büyük direnişlerden biri neşedir.
La Trahison des images, René Magritte, 1928-29, LACMA
Magritte'in en bilindik eserlerinden ‘La Trahison des images’da bir pipo çiziminin altında ‘ceci n’est pas un pipe,’ yani ‘bu bir pipo değildir’ yazıyor. Neden? Çünkü gerçek bir pipo değil. Bir pipo çizimi. Magritte sanatını hakikat olarak görmemizi istemiyor. Aynı zamanda kelime ile görselin bağlantısını da yok etmek istiyor. Ee, bundan bize ne? Bu seçimler de bizim sonumuz değil. Seçim-sonuç ilişkisi yapıp, umutsuzluğa kapılmamamız gerekiyor. Konuya genel yaklaştığımın farkındayım, çok fazla problem ile yüzleştiğimizin de farkındayım ama yine de devam etmeye devam etmemiz gerekiyor. Gördüğümüz şey umutsuz bir son değil, gördüğümüz şey sadece bir seçim sonucu. Belki bunu basite indirgeyip tüm anlamlarından uzaklaştırmak da bizim hayata bu sihir ve neşe ile yaklaşma denemelerimizi kolaylaştırır.
Ve belki, evet belki, bu ülke, Harry Potter’ın o sahnesinde, küllerin arasından minik kafasını çıkararak ‘graaaa’ diye bebeksi bir ses çıkaran bir Anka kuşu. Biraz yılgın, biraz debelenmiş ama yeniden doğmaya ve iyileşmeye hazır… Vakti yaklaştı.
Kaydet
Okuma listesine ekle
Paylaş
20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
İLGİLİ BAŞLIKLAR
Anka kuşu
J.K. Rowling
Harry Potter ve Sırlar Odası
Dumbledore
Manga
Ferman Akgül
YAZARLAR

Yasmin Güleç
Anthony Bourdain'in #1 numaralı hayranı olmak dışında zamanımı genelde yazarak, yürüyerek, kahve içerek ve derin politik tartışmalara girerek harcıyorum.

20'lik
20’lik, kafada oluşan saçma soruların, açılmayı bekleyen ve bazen suratımıza çarpılan kapıların, gündem ile üzerimize çökebilecek fenalığın paylaşıldığı bir bülten.
İLGİLİ OKUMALAR