Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →İstanbul'un Mahalleleri
Sinanpaşa, Suadiye, Galata, Büyükçekmece ve dahası. İstanbul'un mahallerini mahallelileri anlatıyor.
11 Hikâye
⛴ Sinanpaşa, Kerimcan Akduman
Beşiktaş (konum olarak veriyoruz, istikamet değil) İskelesi'nden hızlı adımlarla yürüyen insanlar. Yanındakilere hararetle kripto yatırımından kazancını NFT 'ye aktardığını anlatıyor biri. Boynundan sallanan kulaklığından Bon Iver'dan Holocene yayılıyor etrafa. Tıka basa dolu siyah poşeti birkaç adımda yere indirip elini beline götürerek doğrulan kadın, ona yardım etmek için poşetleri kapan başka cevval kadına teşekkür ediyor. Okulu kıranlar kollarının altında kaykaylarını taşıyor. Taba botları ve siyah pantolon paçası arasından turuncu renkli çorapları firar etmiş oğlan — seni beğeniyoruz. Işıklardayız şimdi. Güruh etrafa dağılmış: tuvalleriyle Millî Saraylar Resim Müzesi'ne gidenler; brandasından henüz "Kebapçı" yazısını silmemiş kokteyl barlarda oturacaklar; Beşiktaş Çarşı'da köfte yiyip turşu suyu içecekler; akşam Joker No: 19'da takılacaklar; nezih sokaklardan birindeki nefis yazılı apartmanlarda yaşayanlar ve onların arkadaşları; tezini, sınavını, ödevini teslim edecekler var içlerinde. Bizim az önce terk ettiğimiz vapuru doldurma görevini devralacak bir sürü insan, karşı kıyıda. "Kırmızıda dururken içlerinden yirmiye kadar sayıp bir an önce vapura kavuşmayı bekleyenler," diyelim bu kümeye de. Yıldız'da taksiden inip yokuş aşağı yürüyerek trafiği alt edenler; Maslak'taki iş yerlerinden Moda'daki evlerine varmak için metro-füniküler- tabanvay yolunu seçenler; Galataport-Dolmabahçe Sarayı-Ortaköy hattındaki turistler, bileşenler. Yeşil yanıyor sonunda. Sarıda gaza basmış son arabalar da geçiyor önümüzden. Yürüyoruz. Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi Beşiktaş'a gelenlerde eve dönme, kavuşma, olasılıklara ve şanslara kapılma hissi; Beşiktaş'tan gidenlerin arkasında bıraktığı, sahaflardan alınmış kitaba karışmış biberiye yağı kokusu. Sirkülasyonu hiç bitmeyen; döngüsünün içine aldığı; sabahları yürüyüşe çıktığın kaldırımlardan öğleden sonraları kızarmış tavuk sırası bekleyenler yüzünden geçemediğin; akşamları tekel önünde veya merdivenlerde partiler dönebilen; sabaha karşı uzun süredir görmediklerine rastlayabileceğin merkez üssünde, haritadaki ismiyle Sinanpaşa 'dayız bugün. Kerimcan, Kapadokya'dan — yok, pardon, Artvin'den; yoksa Mardin mi demişti? — çıkmış yola, Barbaros Bulvarı'nın üstünden denizi gördüğü an varmış. Evde. Biz, onun adımlarını takiben, mahallesindeyiz. " Bir yeri keşfetme telaşı ne zaman geçer, nasıl durmayı, çevresine bakmayı öğrenir insan?" diye soruyorum birden, daha önce dikkatimizi çekmeyen sarmaşık bürümüş apartmanlar, "Merhaba!" deyip de eşikten geçmediğimiz dükkânlar arasında gezerken. "Keşfetme telaşı, heyecanla alakalı. Hepimiz zaman zaman kapılıyoruz buna. Sonra sakinleşip durmayı öğreniyoruz. Nasıl her kitabı okumak her filmi izlemek mümkün değilse her şeyi keşfetmek de mümkün değil. Bunu anlayınca o telaş geçiyor." Beşiktaş mihmandarımız Kerimcan (Akduman)'layız. Telaşın yerini aşinalık alıyor. İÇİNDEKİLER MAHALLE MAHALLE : Herhâlde İstanbul'da buraya yolu düşmeyen yoktur. Ya vapurla ya karayoluyla geçmiş; en azından bir defa trafiğine girmiş; maça, pazara, Yedi Sekiz Hasan Paşa Fırını'ndan portakallı kurabiye almaya gelmiştir. Birçok insan için geçiş noktası, Kerimcan'ın otuz üç senedir evi, Beşiktaş'tayız bugün. MÜDAVİMİYİM : Yıldız Parkı'nda kitabını açıp okuduğun, ağaçların hışırtısını duyduğun günlerin; Kırmızı Kedi Kitapçısı rafları arasında gezinmenin; Şair Nedim sokağında sahaflara bakmanın. UĞRAK: Bugünlerde ihtiyacımız çok — sinir sistemini sakinleştirmek için aynısefa çayı; hazmı kolaylaştıran darıfülfül, saç bakımı için zeytinyağı sabunu. Hangi yağ kombosunun neye iyi geldiğinin bilgisini veren Kırk Ambar'dan birkaç şey alıp çıkalım dedik, "O ne, bu ne?" derken zaman geçmiş bile. SANAT : Dolmabahçe ve Topkapı Sarayı’ndan getirilen, Osmanlı padişahlarının yaptırdığı, aldığı veya onlara hediye edilen resimlerin sürekli sergide olduğu Millî Saraylar Resim Müzesi'nin bahçesinden başladık gezinmeye. Peki ya sen Beşiktaş'tan geçenlerden misin? Durup etrafa bakınan, sokaklarında yürüyen, apartmanlarını, kuruyemişçilerini keşfedenlerden mi yoksa mola verip esnafla sohbet edenlerden mi? Müdavimi olduğun yerler nereleri, yaz bize: [email protected] Hazal

Kasım 28, 2021
·
Madde
Büyükçekmece, Berk Altındeniz
Havaalanı çıkışına yirmi dakika erken gelen, hafif yatırdığı koltuğunda Khruangbin - Cómo Me Quieres dinleyip çıkmanı bekleyen ve acıkmışsındır diye yanında badem, leblebi, çubuk kraker gibi kıtırtılı yiyecekler olan biri Berk . İlk kez Cape Town 'da, The Gin Bar 'da karşılaşıyoruz. Bavulları otele atıp, fermuarını bile açmadan oraya varmışım. Sen kimsin, ben neyim konuşmalarından önce "Y oldan geldin, yorgunsundur, bir cin?" diyerek kazanıyor kalbimi. Sonra da kalbe iyi gelen bir kokteyl söylüyor. O gece kaç kadeh içtik, kaç mekânda gezdik, kaç konudan kaç diğer konuya atladık şu an anımsayamıyorum. Hatırladıklarım, bambaşka yerlerden gelmiş yollarımızın bizi birleştirmesi, kahkaha tınılarındaki yüksek frekans ve Lion's Head 'e gün batımı izlemek için tırmanma kararı alışımız. Coşkunun dozunu fazla kaçırıp karanlık çöktükten sonra kayalıklardan öndekilerin sesini takip ederek inişimiz ama kaybolmayışımız. Yanında, hayatını en az senin kadar düşünen bir insanın daha olduğuna duyulan güven. Cape of Good Hope 'a, dünyanın sonu na vardığımızda, okyanusun ötesinde, içinde, tepesinde yaşayanlar hakkında dönen uzun muhabbetler. Sonra, araya yapılması gereken işler, bulunulması lüzumlu yerler, katılınması şart toplantılar, karla kaplı balkonlardaki saksılar ve yapraklarını döküp yeniden yeşile dönen ağaçlar giriyor. Viyetnam 'dayız bu sefer. Muzlu çekirdek çitlediğimiz taburelerde, gelen geçenle tanışıyor, isimlerini soruyoruz. Doğru telaffuz etmek için birkaç kez tekrar ediyoruz. Diêp. Ne demek? Yaprak. Çok güzelmiş. Kamboçya 'ya geçeceğiz ertesi gün. Hiç uyumamışız. Yeninin adrenalini pompalanıyor damarlarımızda. Pırpırlı uçağa biniyoruz. Korkunç bir türbülans. Hayatta kalabilecek miyiz? Yan koltukta tırnaklarını koluma geçirmiş yabancıya sakin olmasını salık verdiğim saniyeler. Bugüne kadarki yaşamımın sinopsisi geçiyor aklımdan, beynimin içindeki görüntüler ona eşlik ediyor. Tekerler yere değdi. Bu sefer de ölmedik. Müteşekkir . Angkor Wat 'ta güneşin doğumununa yetiştik. Büyülü bir an daha eklendi birlikte yapılanlara. İnsanları en iyi yollarda tanırsın derler. Emin değilim. Ben çocukluğunun tanıklarının yanında fütursuz olduklarını düşünüyorum. Berk'i " teşekkür ederim" i nasıl telaffuz ederiz diye Dualingo indirmeye çalıştığımız otobüs yolculuklarından çok, "Hadi atla gel, burda kalırsınız, yatacak yer var," diyerek çağırdığı Büyükçekmece davetlerinde tanıdım. Denizaltıcı dedesinin, bir zamanlar Yeşilçam yıldızlarının müdavimi olduğu Balıkosman 'ı nasıl kurduğunu; babasının işlettiği yıllarda Galatasaray Kulübü 'nün meskeni oluşunu; endüstri mühendisliğini bırakıp aile işini devralması anektodlarını dinlerken. Simit-peynir-zeytin üçlüsüyle değil, kuru fasulye pilavla başlanılan Büyükçekmece sahillerinde turladık. Bizi bir anda Berlin 'e, Neukölln 'e ışınlayan Marangoz 'un koltuklarında oturduk. Cüneyt Abi uğradı sofraya, birkaç şarkı tıngırdattı yanımızda; futbol oynadık, rüzgâr olsa sörf de yapacaktık ama o gün rüzgâr düşüktü. Başka zamana sakladık. Nasliç (Neapoli) 'ten göçenlerin mahallesi, Büyükçekmece'deyiz bugün. Berk'le. Hazal

Temmuz 25, 2021
·
Madde
Suadiye, Elif Bayram
İstanbul, sıcak. "Esmiyor!" diye elimizi yüzümüz önünde sallandırdığımız, hiç hoşlanmasak bile klimaların, vantilatörlerin altında kendimize küçük alanlar açmaya çalıştığımız günlerden biri. Binalar üzerimize geliyor. Ve betondan çarpan sıcak hava. "Soğuk bir şey," diyoruz. Buz dolu bir küvete mi girsek acaba? Veya dondurma? Vanilyalı. Yok. Limon? Vişneli olsun. Tam o sırada, Elif el sallıyor uzaktan. Okumakta olduğu John Berger 'dan Fotokopiler kitabını çantasına atmış, kulağında Le Temps est bon melodisi. Kelimelerinin büyüsü, hayallerin hikâyesi, olasılıkların mümkünatıyla hareket ediyor Elif. "İyi ki," diye düşünüyoruz şimdi. Burada. Yazan biri Elif. Ve anlamlandıran. Yol açan, yön belirleyen, gözünü kapatıp sesi peşinden takip edebileceğin. Önünde 28 sekme açık. Birinde İstanbul bülteni , diğerinde Duende , ötekinde Angst , öbürlerinde ne var diye sorduğumuzda "Okuyacaklarım," diyor; ilham alacaklarım, heyecanlanacaklarım. Gökdelenleri, gökyüzünü görmemize engel apartmanları sevmiyor. Kitapları okurken altını çizmeyi, altını çizdiği kitapları birleştirip yaşam alanları oluşturmayı; kişiliğinin her bir parçasına uygun arkadaşlar edinmeyi, o arkadaşlarına sorular sormayı; uzun yolculuklara çıkmayı, gittiği yerlerin hem parçası hem de yabancısı olmayı; mektupları, birikenleri, defterleri ve onlara ifade alanı açan kalemleri seviyor. Fiil gibi Elif. Pek çok zamana çekilebiliyor ve akıyor. Biz de bugün onun peşinde, Suadiye sokaklarına. Bisikletin üzerinde rüzgâr kadar özgür, dalga kadar "kendince" ve "delicesine" çocukluk zamanlarından başlıyoruz yolculuğumuza. Çınarlı Sokak üzerinde yürürken rüzgârı da katıyor peşimize. Plaj Yolu Sokak - Movieplex'in önünde duruyoruz. İlk aşkını, yitenleri, bitenleri ve yerlerine gelenleri konuşuyoruz sessizce. Bağdat Caddesi’nin ”Cadde” lakabını aldığı yıllara uzanıyoruz oradan. Kazdal 'da sıcak simit kuyruğuna giriyoruz. Çıtır. Dondurmacı Zeynel Usta ile ayaküstü sohbet ettikten sonra sakızlı ve cevizli alıyoruz. Akşamüstü Suadiye'nin şık ev sahibi Ysabel 'e uğruyoruz. Bir kokteyl lütfen. Suadiye'de yaseminler, çınar ağaçları ve manolyaların arasındayız bugün. Ruhumuzda sayfiye havası. Son durak: Erenköy Plajı. Kuma ayak basmaya. Hazal

Temmuz 18, 2021
·
Madde
Moda, Artemis Günebakanlı
Soli: gitme vakti olmayanların, tek başınalığın yalnızlık olmadığını bilenlerin, esnafa selam verenlerin, bitirdiği kitabı banka bırakanların, güzel sokak isimlerini deftere not edenlerin, her sabah kafasının içinde şarkıyla uyananların, durduğu yerde gezenlerin, uzaklarda evini bulanların meskeni. Haftalık seyahat ve kültür yayını Soli'de sınırların duvarlarla değil umutlarla çizildiği yerlerde geziniyor, daha önce gitmediğimiz mahallelerde oralı oluyoruz. Her hafta bir mahallede, bir mahallelinin peşine düşüyoruz, müdavimi olduğu yerlerin, uğramadan geçmediği dükkânların; gün batımı seyir noktasının, hoşsohbet esnafın, sürprizli sokakların hikâyelerini dinliyoruz. Bu hafta Moda'dayız. Artemis'le Kavuşma. Sürpriz. Hepsi bir arada. Yer, HOOD Base . Karşı karşıya olmanın verdiği heyecanla önce bir süre birbirimizin gözlerinin içine bakıyoruz. Mahalleden insan manzaralarını konuşuyoruz az biraz. Yenisi, eskisi, herkes iyi mi? 1 Temmuz'dan bu yana sokak festivalinden hâllice mi ortalık? Artemis'in gözlerinin içi parlıyor. Artemis, ne güzel isim . Başlıyor anlatmaya, ilham veren buluşmaların ortak üssü HOOD Base'in komşularını. BBS'nin Elif'i geçen gün evlenmiş, sokaklara taşmış neşe. Gani Bey, her sabah kravatını takıp nezaketini ve eski İstanbul hikâyelerini de koyup ceplerine, " İyi günler canlar ," diyerek açıyormuş berber dükkânını. Bir yıl olmuş bile HOOD Base buranın yerlisi olalı. Peki ya daha önce? Anlat Artemis, senin Moda'n neresi, anlat güzel mi oralar? İşte böyle bir sohbetin üzerine başlıyor Artemis (Günebakanlı) mahallesi Moda'yı anlatmaya. İsmi gibi şahsına münhasır Artemis. O anlatırken fonda hep bir şarkı çalıyor. Hissetmiş gibi ne istediğini, onu seçiyor. Bazen tutuyor elinden, oturuyorsunuz bir stüdyoda. Heyecanla bekliyorsun o parçayı ilk kez duymayı. Radyo Eksen'deki programından tanırsın belki onu. Ya da his dünyanda seni oradan oraya götüren yazılarından. Artemis, sosyal medyada bilinen ismiyle " Manyetik Bant ", üretmeden duramayan, herkes için düşleyen, inandığı her düşe alan açan insan. Ne dersin, Hood Base'den çıkıp, Arka Oda'ya, orada müzik bitince gün doğumu izlemeye gider miyiz Moda Çay Bahçesi'ne? Papatya Fırın'a uğrar alır mıyız sıcak simit? Güneş’in şarkısında dediği gibi, “ Aklına gelen her şey, seni bulan her şey, gördüğün her şey, bence gerçek hepsi. " Bu hafta Artemis'le Moda'da buluştuktan sonra Ayaküstü Yeni Moda Ezcanesi'ne uğruyoruz. Melih Bey'le öğle vakti, vişne likörü içip sohbet etmeye. Oradan mahallenin sevdiğimiz vegan duraklarından biri olan Dün'e. Sonra canınız ne çekerse. Mahalle bizim. Değil mi? Elif & Hazal

Temmuz 4, 2021
·
Madde
Galata, Hazal Yılmaz
Bir sonbahar günü. Yıl 2013–2014 olacak. İstanbul Life'ın bir sayısı elimde. O zamanlar da almadığım dergi, karıştırmadığım fanzin yok. Arıyorum, daima. İçinde ve dışında. İçimde ve dışarıda. Yazar olma hayalleri kuran, oraya buraya karalayan, ilk olarak dergi ve kitaplarının tozunu alan, en çok yollara ait olduğunu yeni bulmuş bendenizin hislerine tercüman biri var. Yazdığı her yazının kimi zaman köşesinde kimi zaman başrolünde kendimi bulduğum biri. Bu defa tutuyor elimden beni Berlin'e götürüyor. Birlikte yiyip içiyoruz. Dünya hâli. Onunla bir yerlerde karşılaşınca genelde biraz daha oturup sohbet edelim istiyorum. O gün de öyle oluyor. Giriyorum blog'una. Konuşuyoruz da konuşuyoruz. Şehirden, ilişkilerden, sevmekten — hani bir şeyleri tutkuyla, doyasıya sevmekten. E dünya fâni. Tadı damağımda kalıyor. Keşke şöyle bir oturup konuşsak seninle diyorum, bir cin-sodayı paylaşsak. Bol limonlusundan. Bir ağustos sabahı. Yıl 2020 . Erken saatler. Sıcak mı sıcak. Sessiz mi sessiz, Galata . Ofiste daha kimsecikler yok. Zihnimde bir yolculuğa çıkmışım ki çağırabilene aşk olsun. Yine bir anlam arama meselesi. Kapı açılıyor. Birileri geldi, şimdi hemen girer zihnimin içine — toparlamak lazım oraları derken kapıda o. "Zihnimin kalabalıklarını alsa etrafına ve bir konuşsa" dediğim bir zaman. Şimdi her şey fotoğraflardaki ve kelimelerdekilerden daha aydınlık ve o, karşımda. Keşke şöyle bir oturup konuşsak seninle diyorum — tanıştığımıza memnun oldum, Hazal. Uzun zamandır aynı vagonda, trenin sağı ve solundaki koltuklarda ayrı ayrı oturuyormuşuz sanki. Gidiyormuşuz camdan meraklı gözlerle baka baka. Hem aynı yoldaymışız hem de birbirimize anlatacak ne de çok şey varmış — hâlâ. Birimiz o eski dükkânın fotoğrafını çekerken diğeri hikâyesini dinleyip not almış. Aynı bavulu farklı yaşanmışlıklarla doldurmuşuz. Sonra dökmüşüz önümüze, kimini yanımıza almışız hoşbeşe kimini bol limonlusundan bir cin-sodayı paylaşırken akıtmışız. Artık yola her zamankinden daha hafif, devam edebilirmişiz gibi. Onunla kelimelerde buluştuk biz ilk kez. Sonra bir gün Galata'da karşılaştık. Onun yaşadığı anıları ve bugününde saklı sokaklarda yürüdük sohbet ederken. Sonra hemen kaynaştık. En iyi yol arkadaşı, "yolda" bulduğundur ya. Hazal, işte yolda bulduğun yoldaş. "Yoruldum" demeyen. "Hayır" ve "olamaz" ları olmayan. Önünde, arkanda değil, yanında olan. Hazal, hayatla dans eden, deli dolu bir kadın. Kelimelerin arasındaki boşlukları gözlerindeki ışıkla tamamlayan. Bahaneleri ve keşkeleri çok olmuş çıkarıp atalı bavulundan. "-Meli " ve "malı" ekleri çıkmış lügatinden, yerine "haydi" ler ve "günaydın" lar oturmuş. Kin ve kibir rahat edememiş yamacında. Yol uzamış, o gitmiş. Gittikçe hafiflemiş. Dönmeyi düşünmemiş. İnsan, "ben"de değil "biz"de yaşamayı öğrenince zaten nereye, ne diye dönsün? Hazal Yılmaz Fotoğraf: Deniz Sabuncu Bir mahalle, bir mahalleli: Galata, Hazal Yılmaz Hazal , bir Galata mahallelisi. En hasından. Öyle otantik olsun, Cihangir'e vapura 5 dakika diye mahalleye taşınanlardan değil. Boğaz'ın esintisine karşı duran, mütevazı ama içinde bir hayranlık uyandıran o apartman gibi. Kalabalıklardan uzak o ara sokaklarda, soluklandığın o durak gibi. Oralı . Bu hafta Babylon 'un sesinin daha açılmadığı zamanlarda buluşuyoruz Hazal'la. Kuledibi 'nde bir "chambre de bonne" da. Hazal, sabah insanı. Erkenden tutuyoruz yolunu Gündoğdu Kahvesi 'nin. Oradan doğru Pete k 'e çift kaşarlı yemeye. Akşama kadar Galata, Netses ’ten yükselen 45’liklerin sesiyle doluyor. Zaman geçiyor da geçiyor, akşam istikamet Salon . Belki Nardis ? Sumahan , o zamanlar sabaha kadar devam eden partilerin ve birtakım evlerden gizlice çıkılan teras muhabbetlerinin merkezi. Şimdi sessizce önünden geçiyoruz. "Müdavimiyim" diyor Lüleci Hendek’te gezinmenin, Old Java 'da bir kahve/kitap molasının. Yol uzun, kalkıyoruz: 19. yüzyıldan bugüne anılarını geniş pencerelerinin pervazlarında saklamış, "Galata apartmanları" nın: hikâyelerini dinlemek üzere. Oradan Karaköy'e, 20 geçe vapuruna. Koşa koşa. İstikamet Kadıköy. Nice yolculuklara, birlikte. Elif

Temmuz 11, 2021
·
Madde
Dolapdere, Ali Özbatur
Ali'yle ilk karşılaşmamız Zoom üzerinden. İkincisi de. Ardışık aylar boyunca dikdörtgenle tanımlanmış alanda tanıyoruz birbirimizi. Dikey veya yatay. Bu, onun için hayatın yaşanma ve algılanma şekli. E-posta'ya düşen toplantı linklerinden bağlanılan çoklu oturumlardan bahsetmiyorum. Ali, çoğunlukla kamera arkasından bakıyor sokaklara, mekânlara ve insanlara. "Vapur sesi duyulmuyor, d evam edelim çekime," demek için elini kendi ekseni etrafında döndürüyor veya "Duralım!" diye bağırıyor. O sırada geçen helikopterin gürültüsü nedeniyle hiç olan son otuz saniyeyi yeniden alalım. Belki de psikoloji okumasının etkisiyle insan hikâyelerini seviyor. "Bir zamanlar" ve "çok yakında" arasında sinemalarda çok şey buluyor görecek, yaşayacak ve anlatacak. Daha geniş, başka renkte bir perspektiften bakmak istediğini düşünüyorum dünyaya, kafasının üzerinde taşıdığı, saçları arasında kaybolmuş güneş gözlüklerini her gördüğümde. Bazen optik olanlarla yer değiştiriyorlar ama hep ordalar. "Uyurken de mi?" diye latife edecek oluyorum. "Eh, bazen," diyor. Triton Hub 'da hareket eden fotoğrafları kadrajlamadığı, senaryolardan sahneler yaratmadığı, aynı gün içinde üç ayrı şehirde beş farklı kişiyi nasıl çekeceğiz denklemleri çözmediği zamanlarda rakı şişesinden söktüğü etiketten origami yapıyor. Ambalaj diye önemsemediğimiz bir şey, turna kuşuna dönüşüyor aniden. Dolaptan su almaya gidip üç portakalla dönüyor ve onları havada çevirmeye başlıyor. Ali, devinimde — biz seyirci koltuğunda. Galata 'ya yukarıdan bakan pencerenin kenarında gökyüzünün turuncusuna bakıyoruz bir akşam. Mike Mignola'nın çizimlerini çok sevdiğinden başlıyor, anneannesinin olimpiyatlarda koşan ilk Türk kadın atlet olmasına geliyor muhabbetimiz. Ve film setlerinde geçen, senaryoların yüksek sesle okunduğu, birkaç ay sonra radyolarda duymaya başlayacağımız parçaların ilk notalarının yankılandığı evin anımsamalarına. Beyoğlu 'ndan Tophane 'ye inen yokuşlarda geçen hikâyelerden bahsederken "Ali, nerede yaşıyorsun?" diye soruyorum. Yaşama onun baktığı dört ayrı mercekten dâhil olmak isteğiyle. " Dolapdere ," diyor. Seviyor mu diye merak ediyorum. "Çok." Birkaç gün batımı sonra Opet'in köşesinde buluşuyoruz — kaldırımı olmayan ve arabaların arasında zikzaklar çizerek ilerlediğimiz Dolapdere yollarında: "19. yüzyılda buraları Pera'dan sonra İstanbul'da Rum nüfusun en yoğun olduğu semtlerden biriymiş. Üzerinde yürüdüğümüz cadde Dolapdere, bir sokak üstümüz Kurtuluş . O dönemki adıyla Tatavla . Rumcadan çevirecek olduğumuzda 'at ahırları' demek. Düşünsene, ayaklarımız altındaki asfalt, bundan 130 yıl önce yeşildi. Bostandı. Ve şurası: Lastikçilerin, cansız manken vitrinlerinin olduğu yerler, oralarda atlar takılıyordu. İleride gördüğümüz Panayia Avangelistria Rum Ortodoks Kilisesi 'nin olduğu bölge de Evangelistria , şimdiki ismiyle Yenişehir olarak anılırdı." Devam ediyor yolumuz. Arter 'de ne sergiler açılmış, bakalım. Dirimart 'ın gelecek programı neymiş, öğrendik. Pancaldi 'nin birahaneleri hâlâ yerli yerinde, Fill 'de Serkan Abi'ye selam verdik. Mehmet Abi, çaya davet etti. "Börek de alırız," dedi, teşekkür ettik. Tatavla 'da pezik turşusu neymiş öğrendik. Seymen Sokak 'taki "Eskici" tabelası ne güzel. Zucc a 'nın da pizzaları meşhurmuş. Sadece Tatavla 'daki apartman tabelalarından kısa hikâyeler yazılır. Kurtuluş 'ta acilen mahalleli bulmamız gerek! Öneri kutumuz açık. Biz devam edelim yola, Ali'nin yanı sıra... Hazal

Ağustos 15, 2021
·
Madde
🏰 Kurtuluş, Utku Güven
Gezi'den hemen sonra. Beyoğlu ve çevresi ıssız. Parklarda köpeklerini gezdirenler, çocuklar oynarken laklak edenler azalmış. Apartmanların ardına kadar açık kapılarına güvenlik kodları yerleşmiş, görevliler dikilmiş; suyu getiren eleman değiştiğinde endişeli gözlerle bakılıyor gözetleme deliğinden; kuryeler birkaç gündür ulaşılamayan alıcıların paketlerini taşıyor çantalarında. Mahalleye hâkim ses, yüzlerin görünmediği diyafonlardan yükselen: "Kim o?" Paparazzi lenslerinin odak noktası olanlar mahalleyle aralarına vapur, deniz mesafesi koyuyor tam bu sırada, karşı yakadan bakıyorlar artık bu tarafa. Modalı, Caddeli; Arnavut, Kadı, Bebe, Zekeriyaköylü oluyorlar. Ama herkes değil. Safları, anıları, merkez üssü terk etmek istemeyenler de var. Beyoğlu'ndan bir durak sonraya, metroda Osmanbey anonsunun duyulduğu tarafa taşınıyorlar. Henüz birbirini tanımıyor pek çoğu. Ayrı yokuşlardan, otobüslerden, sınırlardan geçerek geliyorlar Kurtuluş'a. Duvarların ayırdığı ama kapı önlerindeki muhabbetlerin birleştirdiği topluluğun parçasılar. "Kurtuluş'a taşınma hikâyem, aynı zamanda hayatımı değiştirme hikâyem," diye anlatmaya başlıyor Utku (Güven). Trafik ışıklarıyla dikte edilmeyen, insana komut vermeyen sokaklar var önünde Eşref Efendi'den, Baysungur'dan, Bilezikçi'den aşağıya doğru bakarken. Uğultusuz bir çok seslilik hâli; pijamanın üzerine ceketini alıp da gidebildiğin bakkalların varlığı; devriye arabaları, alarmlarla kontrol altında tutulan değil, doğal habitatında yeşeren bir güvende olma hissi — Kurtuluş'un ilk anımsamaları. Osmanbey metro durağından, Kurtuluş'a yolculuk İÇİNDEKİLER: MAHALLE MAHALLE: Utku (Güven)'le apartman dairelerinde Afrika kiliselerinin, pop-up Moğol kareoke gecelerinin olduğu, queer komünitenin tercihi, İstanbul'un en kozmopolit mahallesindeyiz. Tarih bugüne sirayet ediyor Kurtuluş'ta. Bir zamanlar gayrimüslimlerin ve Müslümanların, Ermeni, Rum, Roman, Yahudi halklarının birlikte yaşadığı mahalle bugünün dünyasında azınlık olarak görülen komünitelerin çoğunluğun sesi olduğu, fısıltıyla konuşmak zorunda olmadıkları, yaşamlarını çekili perdeler arkasında değil, sokağın ortasında devam ettirebildikleri alan. MÜDAVİMİYİM : Yeşilliklerini Kurtuluş'un göbeğinde kendileri üreten Ek Biç Ye İç'in; tam kitabını açıp bütün günü geçirmelik yer Kava'nın; Bilezikçi Sokak'ın başındaki pilavcıda biten gecelerin. AYAKÜSTÜ : Mezme , Ermenice "bizden" demek. Tabii buradaki "bizden," salt Ermeni toplumuna veya kültürüne ait mezeleri çağrıştırmıyor. Bunun yanı sıra eski İstanbul ve Antakya’da varlığını sürdürmüş ve kısmen hâlâ sürdüren Rum, Yahudi, Levanten, Ermeni, Türk, Arap topluluklarının; yer yer ayrışan yer yer de ortaklaşan mutfak kültürlerini yansıtıyor. UĞRAK : Kurtuluş ruhuna uygun, doğal ürünler alabileceğin adreslerden biri: Gurmedenal. Havuç Sabunu da var burada, kuşburnu marmelatı, salsa verde Napoli, Barış Manço şarkılarından bildiğimiz ve neye benzediğini düşündüğümüz, hastalık savar hatmi çiçeği de. 19. yüzyılda Pera'dan sonra İstanbul'da Rum nüfusun en yoğun olduğu semtlerden biri olan Dolapdere 'den Ali'yle çıkmıştık yola; bugün Utku'yla devam ediyoruz komşu Kurtuluş sokaklarını tanımaya. Feriköy, Pangaltı, Bomonti — yol uzun. Haber versene bize, oralardan geçmişse yolun — [email protected] Takıl peşimize, Hazal

Kasım 14, 2021
·
Madde
Burgazada, Emre Onar
Büyükada'da yaşadığım yıllarda at arabası trafiğinden yolda yürüyemediğimiz günler çoktu. Evden dışarı adım attığımızda "Bir fotoğrafımızı çekin," diye elimize tutuşturulan, her anı ve anıyı kaydeden telefonlardan kaçma vakti geldiğinde inerdik iskeleye — "Burgazada'ya ilk vapur kaçta?" 18 dakika sonra. "Çay?" İçelim. Yarım saatte adalar arasında kentleşmenin en çok yaşandığı Büyükada'dan firar etmiş, Burgaz'ın sükûnetine ve bir zamanlar altı numaralı evin yanında olduğu için ismi halk arasında "Altı Numara" olarak kalmış halk plajına varmışız. Geçerken Sinem Dondurma 'dan limonlu sorbe de aldık. Aylardan eylül. Müsilaj vurmuyor sahile. Hafiften bir lodos. Deniz dalgalı, bulanık fakat tertemiz önümüzde. Kabataş'tan bindiğimiz vapur, Kadıköy'den ayrıldıktan beş dakika sonra bu anı canlanıyor gözümde. Adalılar sandaletlerini çıkarmış, bacaklarını koltuğa uzatmış, karşılıklı çene çalıyorlar. Yanlarında yaşça genç bir çift, oğlanın elinde Sait Faik'ten Mahalle Kahvesi kitabı, pasajlar okuyor sevgilisine. Sevgili olduklarını kızın kollarını oğlanın beline sarmasından anlıyorum. "Senin ismin buradan mı geliyor?" diye soruyor kız. Sait mi, Faik mi? Merak ediyorum. "Dedemden," diyor çocuk. "Adaya gidince ilk iş müzeye gideriz, oradan da Kalpazankaya'ya." Kız, "Kitaplarının telif hakkını ve mal varlığını Darüşşafaka'ya bağışlamış Sait Faik," bilgisini aktarıyor. Müzenin internet sitesinden çekiyorlar bu bilgiyi muhtemelen. O sırada, tam arkalarında ikâmet eden burgonya fötr şapkalı bey, "Gençler bugün salı, müze kapalı," diyor önündeki gazeteden gözlerini kaldırarak. Kız mutlu. Adaya yeniden gelmek için bir sebep daha. Oğlan kaşlarını çatıyor. Planı eksik yapmanın utancı siniyor üzerine. Kız daha da sıkı sarılıyor ona, ne önemi var dercesine. Burgazada İskelesi, eylül renkleri Oturduğum yerden kalkıp vapur içinde yolculuğa çıkıyorum. Vapur, evim. Odalarında geziniyorum sanki. Terasta ananasın bile kabuğunu talan edecek kadar keskin bir meyve sebze soyma aletinin tanıtımı var. Domatesi de soydu, patlıcanı da. Üstelik sadece 10 TL. Fuayede karton bardaklarla çay servisi başlamış. Koridorlarda fırından taze çıkmış simitler, gitarları omuzlarında müzisyenler dolaşıyor. Salonda sırt çantalarını bacaklarının arasına almış gezginler, dinlencede. Bugün hoparlörden müzik yayını yok. Arada bir Instagram hikâyelerini sesli izleyenler "Öhöm," uyarılarıyla karşılaşıyor — kulaklıklar takılıyor. Vapur ahalisi dinginliği seviyor. Balkona dönüyorum, Elif ve Deniz'in yanına. Önümüzde uzanıp giden tabloda bulutlar küme küme. Uzun süre aynı noktaya baktığımızda, dalgalar hem bize doğru geliyor hem bizden uzağa gidiyor. Aynı anda. Bunu konuşuyoruz. İllüzyon mu fizik kuralları mı? Bugün deniz hangisine çalıyor: gri, mavi, yeşil? Çünkü zamanımız var. Doğayı dinlemeye, suyu gözlemlemeye, gökyüzüne bakmaya. Ufuk gökdelenlerle bölünmüyor önümüzde. Duruyoruz. Öylece. Birkaç dakika sonra, kara görünüyor, iskele veriliyor. Emre çıkışta, bekliyor gelişimizi. Biz Londra'dan tanışıyoruz. Elinde portatif podcast stüdyosuyla giriyor o dönem yaşadığım evin kapısından. Yan yana oturduğumuz masada mikrofona yakın konuşuyoruz. Bi' Gidene soruyor : Göçmek midir gitmek yoksa seçmek mi? Yanımızda kimleri götürürüz kalbimizin içinde? Ne kadar aidiz doğduğumuz ülkeye? Mektup yaklaştırma eylemi mi, kelimeler yazılınca uzaklaştırır mı kişileri? Sekiz yıl arayla aynı gün doğmuş olmaktan mı sebep, bilemiyorum, ikimizin de kafasını kurcalayan sorular bunlar. "Neredesin, ne yapıyorsun, döndün mü Londra'ya?" sohbetinin ortasında "Adadayım," diyor. "Atlayıp gelsenize." Türkiye’ye her dönüşünde alıştığı İstanbul’a daha da ötekileştiğini anlatıyor fakat Burgaz aynı, bekliyor hâlâ. Rumca, Ermenice, belki Ladino duyabileceğiniz sokaklarda kornasız telaşsız, buluşuyoruz. Bu sefer o bir gidene sormuyor hikâyelerini — biz geliyoruz yanına, büyüdüğü sokaklara. İÇİNDEKİLER Mahalle Mahalle : Emre Onar'la incir kokularının arasında, herkesin "çoğunluk" olduğu Burgazada'da Müdavimiyim : Four Letter Word sandalyelerinde otururken tanıdıklarla karşılaşmanın, Ergün Pastanesi'nin vişneli milföylerinin Ayaküstü: Roksan Sarfati'yle adanın üreticiliğine etkisi Burgaz'da Âdettendir: Denize ASSK 'ten girmek, beş çayına galeta almak Ne güzel vardığımız yerde el sallayarak bekleyen birinin olması. Takıl peşimize, Hazal

Eylül 19, 2021
·
Madde
Kalamış, Tunç Uğurdağ
31 Aralık akşamı. Can dostum Sinem 'le bir yılbaşı akşamı daha. Önce herkes ailesiyle vakit geçirecek, yemekler yenecek, sonra bir arkadaşımızın evine gideceğiz. Plan bu. Her zamankinden soğuk bir kış akşamı. Bizimkilerle yemek erken bitiyor, spontane Sinem'in aile kutlamalarına katılıyorum. Yer: Kalamış , mesken: bir apartman dairesi. Arkada Pat Metheny çalıyor. Sonra birkaç caz klasiğine geçiş yapıyoruz sırasıyla. İnce ince, dikkatle dinliyoruz. Hayat inceliklerde ve dikkatte saklı. Japon viskisi, turşu ve beyaz leblebi var menüde. Ekranda dakikalarca bakıp üzerine hikâyeler yazmak istediğim fotoğraflar. Tunç Abi 'yle (Uğurdağ) işte böyle bir yılbaşı akşamında tanışıyoruz. Daha önce mezuniyetler, ÖSS tercih günleri ve sokakta karşılaşmalarımız, Instagram'da da dostluğumuz olmuş ama onu gerçekten tanımaya başladığım gün, o gün. Kalamışlı Tunç Abi. "Doğma büyüme." Öyle denize yakın olsun, merkezî olsun, Bağdat Caddesi'nde üç-beş tur atarım diye taşınmamış. "Oralı." Mahallelinin anlamını sorduğumda "Eskiden mahalleli demek takımın bir parçası olmak demekti, hatta o zaman buralarda boş arsalar vardı, mahalleler arası maçlar olur, mahalleler arası ziyaretler olurdu. Başka mahalle 'uzak' gibiydi," diyor. Benim bile ucundan yetiştiğim ama hevesini süremediğim mahalle kavramından bahsediyor İstanbul'da. Mahallenin, mahalleliye yettiği zamanlardan. Mahalleye dair ilk anıları denizde. Her deniz semti çocuğu gibi. İskelede öğrenmiş yüzmeyi, sandal kiralayıp denize açılırlarmış ailecek. Deniz temiz, hava mis. Bir yerden sonra tren yolu: sahil yolu, iskele: marina; araba görmeden yürüdüğü kaldırımlar: paket servis ve Martı'ların yolu olmuş. Üç katlı binalar kalabalıklaşmış, uzamış da uzamış. İşte o zaman tadı kaçmış, mahalleli demiş, "Nerede o eski Kalamış?" Esnaf kalmamış pek ama kalan üç beş, tadını korumuş. Kıvırcıklı bostanların yerini Macrocenter almış. Kalamışlı da çok kalmamış. Güneye doğru yol almış. Tunç Abi'nin akşamları, dostlarla buluşmak yerine evde Mozart dinleyerek ve çektiği fotoğraflara bakarak geçer olmuş. Kentsel dönüşümün duman ettiği semtte Starbucks'tan yükselen sigara dumanlarını bastırmak için direnen birkaç yasemin, apartmanları sarmış şimdi. Tunç Abi'nin doğduğu Sedef Apartmanı ve Mehmet Efendi Köşkü ayakta kalmış. Neyse ki. Denize doğru yol alabilmek hâlâ burada yaşamak için bir sebep, bir nefesmiş. İyi ki. Hayatı görme biçimi, fotoğraf çekmek onun için. Üşenmek nedir bilmez — İstanbul kazan, o kepçe. Her gün 12 kilometre yürür. Merak eder, araştırır, okur. Kayıt altına alır. Aidiyet meselesi bir yerde bellek. "Anlatır mısın Tunç Abi Kalamış'ını?" diyoruz, "Hayhay," diyor. Takılıyoruz peşine. Eşi dostu görmeye, bir çay içmeye, mahallenin eskisi Dilek Pastanesi 'ne uğruyoruz. Oradan Little Studio 'ya, Cansu 'yla muhabbete. Karnımız acıkınca Min Mutfak 'ta zerdeçal tagliatelle'lerin tadına bakıyoruz. Nefismiş. Kalamış Atatürk Parkı 'ndan müzik sesleri yükseliyor akşama doğru. Az biraz yeşillik üzerinde kendimize yer buluyoruz. Elif

Ağustos 8, 2021
·
Madde
🟠 Yeldeğirmeni, Bager Akbay
Kuş uçar mı uçar, kervan geçer mi geçer — hatta Marmaray bile geçer ama öyle gideyim de bir eş dostla kahve içeyim, yoldan gelen geçeni izleyeyim sonra da sinemaya konsere bakarız demezdin eskiden buralar için. Buralar nereler mi? Buralar Rasimpaşa ve civarı. Namıdiğer Yeldeğirmeni Mahallesi . Haydarpaşa Garı'ndan Taşköprü Caddesi'ne uzanan, Bahariye'nin mütevazı komşusu. İstanbul'un ilk apartmanlarının yükseldiği mahalle. Hani şu mural var — bildin mi? Yükseldi dendiğine aldanma, bugünün canavarları yanında apartman demeye gönlün el vermez. Alçak, bitişik nizam, kimi cumbalı kimi balkonlu kimi avlulu binalar bunlar. Mahalleye en son üç yıl önce gelmişiz. Araya zaman girdiği ve bir şeylerin değiştiği aşikâr ama Yeldeğirmeni'nin hâli tavrı aynı. Sıcak, mütevazı, biraz melankolik . Yüzünde kocaman bir gülümsemesi yok. "-Mış" gibi yapmıyor. Denemekten korkmayan bir pesimist. Her seferinde yeni bir hikâyesi var anlatacak. Mesafeli bir ev sahibi. Üzerine atlayıp sarılmıyor, buyur ediyor içeri. Ee neler olmuş anlat biraz Karakolhane, İskele? Küff büyümüş iyice. Damla Pide , "vegan" pidesiyle nam salmış. Sanatçı kolektifi Arthere , uluslararası sanatçı rezidansları yapmaya başlamış. Mural 'ler, bıraktığımız gibi, biraz renkleri solmuş. Merhabalaşıyoruz. Kilisede hâlâ konserler var mıdır? Bakacağız. Arka bahçesi şehre perde indiren şu optimist kahveciler ne âlemde? Hah , duruyorlar. Bir kaçının adı değişmiş. Ev hediyesi aldığımız antikacı da orada. Sandalyeleri dizmiş boy boy. Yoklama alıyoruz: çiçekçi görünümlü hırdavatçı, burada. 90'ların çocuklarını gülümseten kırtasiye — o da burada. Tarihî fırın, güzel isimli kitapçı, tazeleriyle meşhur kuruyemişçi... Heh! "Vintage" olmadan eskinin kıymetini bilenler de yerli yerinde. Oh! Rıhtıma doğru Daha önceleri gireni çıkanı merak ettiğimiz o camı perdeli ya da çıplak atölyelerin yerinde yarı atölye yarı dükkânların vitrinleri var şimdi. Biz mi gözden kaçırıyoruz, diğerleri nereye saklandılar? Birbiriyle yardımlaşan sanatçı atölyeleri, kolektifler nerede? Birbirimizden nasıl öğreneceğimizin, mahallenin eskisi ve yenisinin, zanaatla sanatın, marangozla heykeltıraşın yan yana neler yaptığının cevapları, hayalimizdeki o mahalle kahvesi nerede? Mahalle kahvesi, kolektif bir üretim alanı, sokakla atölyenin kesiştiği tabelasız İskele 47 kapandı. Şimdilik . Ama Bager (Akbay) hâlâ burada. Sanatçı, tasarımcı, eğitimci Bager'in tüm bu sıfatların ve tanımlamaların ötesinde yaptığı bir şey var: tek başına düşünenleri biraraya toplamak, üretime alan açmak. Bu bir soylulaştırma meselesi ya da nostalji sevgisi üzerine Yeldeğirmeni hikâyesi değil. Bu, mahallenin kolektif bilince açılan kapıları, insanın öğrenim öyküsü ve dönüşüm üzerine bir beyin fırtınası. Topluluk dürtüsü nü uyandırmak için. İÇİNDEKİLER: MAHALLE MAHALLE: Bager Akbay'la buluşmaya geldik bugün Yeldeğirmeni'ne. Mahallenin kolektif üretime ve öğrenmeye alan açan ekosistemini dinlemeye. MÜDAVİMİYİM : Eve, sofraya, mutfağa alışveriş için kendisini dayanışma ekonomisi olarak tanımlayan Yerdeniz Kooperatifi'nin; gece 3'te sokağı saran poğaça kokusunun, yumuşak çatal alıp eve yürümenin; Kuzgun Çizgi Roman Evi'nin. UĞRAK: Küff'ün kapı önü; Flaneur raflarında posterler; bitkilerle arkadaş olmanın yöntemi; bir de vegan pide lütfen! Takıl peşimize, Elif & Hazal

Ekim 17, 2021
·
Madde
Çukurcuma, Lalin Akalan
Çukurcuma 'yı Cihangir'den ayıran ne? Asri Turşucu köşesinden aşağı kıvrılan Altıpatlar Sokak diyebiliriz belki de. Ama bu fiziksel bir alan. Tabela, kaldırım, dönülmez işareti, apartman isimlerine denk düşen numaralarla belirlenmiş. Aslında iki mahalleyi birbirinden ayıran bir duygu. Dükkânlardan arya sesleri yükselmeye başladığında, Kontra Records vitrininde Fabrizio de André plağı görüp Spotify listesine eklendiğinde, arkandan vuran güneşle gölgen duvarda dans etmeye başladığında, akşamüstü fötr şapkalı beyler bagetlerle dairelerine döndüğünde — s ahi, onu nereden buluyorlar? Az önce hızlıca dükkâna girip çıkan ve aile yadigârı broşu elden çıkaran kızın ardından kapıda İtalyanca konuşulmaya başlandığında, kurye gelip paketi aldığında, iki gün sonraki müzayedeye yetişmesi için "F irst class" ve "D ikkat kırılır!" çıkartmaları üzerine yapıştığında, plaklardan Carlos Gardel, hoparlörden Astor Piazzola duyulduğunda — evet, Çukurcuma'dayız. Sadece bir sokak ayırmıyor iki mahalleyi, Çukurcuma başka evrene açılan portal sanki. Lalin 'inki (Akalan) gibi. Pazartesi öğleden sonra kolunun altına sıkıştırdığı çantalarla kapısının önünde karşılaşıyoruz onunla. "Harbiye'den geliyoruz," diye anlatıyor merdivenleri çıkarken. Daha yapılacak çok şey olmasının heyecanı var gözlerinde. Geniş masanın çeperinde oturuyoruz şimdi. Vazodaki ayçiçeklerinin yanında. Dikdörtgen bir alan içerisinde dairesel, evrensel bir sohbetin başlangıcı bu. Lalin tasarım yönetimi okumuş. New York'ta. Lise yıllarında sanat ve müziğe âşık olmakla beraber sanayici bir aileden geliyor. 23 yaşında bir galeri açıyor: Parlor X. İstanbul'un en genç gelericilerinden biri o zaman. Galata'da soylulaştırmanın kapıyı çalmamış olduğu süreçlerde, Ali Hoca Sokak'ta yeri. Bienale paralel sergiler yapıyor. Birleşik Krallık merkezli çağdaş sanata odaklanan ve Chapman Brothers'ın işlerini ilk kez Londra'dan buraya taşıyan bir galeri. Kapatıyor ardından. Eser satmak istemiyor. Mekânın kısıtlayıcılığı meselesine takılıyor aklı. Daha kapsayıcı, fiziksel ve duyusal ölçeklerle oynayan bir dünya kurma, yaratılanları hikâye altında toplama ihtiyacı var. "Çok üretken ama kendi yaptığım şeyi asla tanımlayamadığım senelerdi," diye başlıyor söze. Peki ne yapıyorsun Lalin, artık bir tanımı var mı? "Ben girişimciyim. xtopia adı altında yaratıcılık ve teknoloji etrafında dönen, fikirleri irdeleyen, araştırmalar yapan, sergi, performanslarla içinde nefes aldığımız dünyayla iletişim kuran bir worldbuilding girişimim." Türkçeleştirmek istiyorum bu sözlerini. Kafamın içerisinde evirip çeviriyorum. Tam bir karşılığı yok. "Kolay gelsin," demeyi İngilizceye aktaramadığım gibi. Dilin kısıtlayıcı alanından, Lalin'in kapsayıcı galaksisine yolculuğa çıkıyoruz. Devam ediyor anlatmaya: "Ütopik insanlık ideali etrafında yaratıcılığı, yaratıcılığın olması gereken alanları ve sistemleri kurguluyor, bunların iş ve gelir modellerini tasarlıyor, yetenek ve topluluğa istihdam sağlama modelleri geliştiriyoruz." Çukurcuma'nın kedilerinden biri, renkler içinde Lalin Akalan'ın dünyayı anlamlandırma laboratuvarı xtopia'dan başlıyoruz yürümeye — içimizde sezgisel olarak vardığı Faik Paşa'daki binaya çıkarıyor dönemeçler bizi. Çukurcuma'da zamanın durduğu, bir filmin içinde hissettiğimiz saatlerdeyiz şimdi. İÇİNDEKİLER MAHALLE MAHALLE: Her antikacının bir hikâye anlatıcı olduğu, analog Çukurcuma'da soyut ve somut müesseseler etrafında gezinti. ATÖLYE : Düşündüklerin, hayal kurdukların nerede yaşıyor? xtopia'nın en büyük sorularından biri. İLHAM: Caz bestecisi, Afrofuturism 'in temsilcilerinden Sun Ra; kendi tabiriyle bilgisayımsal sanatçı Memo Akten ve Lalin'in listesine girenler. MÜDAVİMİYİM : Cuma'nın masalarında yan sandalyede oturanlarla sohbetle başlayan gün, Karadeniz Antika'nın hazineleri arasında devam ediyor; akşamüzeri vişne likörü içip opera dinleyerek bitiyor. UĞRAK: Hayriye Caddesi'nde Noh Radio'da geçen saatlerden sonra sütlaç arabası önünde sonlanan bir gece. FESTİVAL: Sónar Istanbul'dayız. Christian Löffler & Ensemble, Erdal İnci, Gurur Gelen ve Barış Büyükyıldırım bir araya gelmiş. "Medium is the message," diyerek kurulan teknoloji ve medya girişimi Aposto!, yani biz de Sónar +D programındayız. Takıl peşimize! Hazal

Ekim 3, 2021
·
Madde