aposto-logo
TR
TREN
Duende Podcast
Gündem
Haftanın Filmi
Bugünkü Destekçimiz
Haftanın Albümü

🪞Geçmişiyle hesaplaşan Baxter Dury, Ari Aster'in kâbus komedisi

Geçmişiyle hesaplaşan Baxter Dury, Ari Aster'in bir kâbus komedisi son filmi Beau Is Afraid, Foo Fighters'ın yeni soluğu But Here We Are.
9 Haziran - İBB Kültür AŞ - Duende
İBB Kültür AŞ ile birlikte

Müze Gazhane ’de haziran bir başka güzel Müze Gazhane'de haziran İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbullulara yeniden armağan edilen; şehrin cazibeli ve heyecan verici kültür sanat noktası Müze Gazhane , İBB Kültür AŞ ’nin haziran ayı boyunca hazırladığı etkinlik serileriyle bir başka güzel, bir başka keyifli. Neler var neler? Herkesin kendine göre bir aktivite ve buluşma nedeni bulabileceği Müze Gazhane’nin bu ayki programında ; 12, 19 ve 26 Haziran Pazartesi günleri saat 19.00’da Arkeoloji 101 söyleşilerine davetliyiz. Sırasıyla insanlık tarihine, arkeolojik fenomenlere ve hayvanların evcilleştirilmesine kulak vereceğiz. Yine pazartesi günleri saat 20.00’de Dans Dans Dans atölyesinde buluşuyoruz. Önce Dans Fabrika’yla hip-hop hareketlerimizi konuşturup partiliyoruz, sonraki günlerde de swing ve tango atölyelerine katılıyoruz. Salıları sinemayla sallıyoruz! 13’ünde Karanlık Gece (2022) , 20’sinde Kim Mihri (2022), 27’sinde Bizim Aile (1975) gösterimleri saat 20.00’de başlayacak. Hava Kararınca konserleri çarşamba günleri mum ışında devam ediyor. 14 Haziran’da önce Hend , sonra Sufle ; 21’inde önce Dünya Müzik Günü özel konseri , sonra Emre Fel ; 28’inde önce The Kites , sonra Jazzanova sahnede olacak. Biraz da akustik demek için perşembe günleri 20.00’de İklim Müzesi’nde konserlerdeyiz . Bu akşam’ın konuğu Kübra Çadırcıoğlu , gelecek isimlerse sırasıyla Efe Demiral ve Mertcan Bilgi n , Zeyn’el ve Kaan Sancaktar olacak. Gülmenin çok yakıştığı pazarlar için 11 Haziran’da Deniz Alnıtemiz , 18’inde Buse Sinem İren , 25’inde Çok da Fifi stand up gösterilerindeyiz. Her pazar 11.00’de CMTPZR Çok Sesli Pazar ’da yerimizi almaya devam ediyoruz. “Daha daha?” dersen yarın akşam saat 20.00’de Meydan’da KÖFN , 16 Haziran 20.00’de Nilipek. , 17 Haziran 20.00’de Gölgelik’te Deniz Özturhan ’ın stand up şovunda da buluşabiliriz. Müze Gazhane’de keyifli bir ay haziran ayı için tüm detaylara buradan ulaşabilir ve gelişmeleri oradan takip edebilirsin.

Daha fazlasını öğren

Fotoğraf: Timothy Cochrane

Hoş geldin.

“…Genel kurallar felaket karşısında çöker; kendimize uyguladığımız korkunç  baskı, içsel yargılayıcı sesimimiz, başkalarının sonu gelmeyen beklentileri ve görüşleri. Bütün bunlar aniden önemini yitirir ve bu beraberinde harikulade bir özgürlük getirir,” dedi Nick Cave, son kitabı İnanç, Uyum ve Kıyım’da. Kitap partneri Sean O’Hagan, Kris Kristofferson ile akışı tamamladı: “Özgürlük yitirilecek bir şey kalmamasının başka adı.”

🎦 Başrol Müzik: Kadıköy Sineması işbirliğiyle hayata geçirdiğimiz tematik gösterim serimiz Başrol Müzik, 22 Haziran Perşembe günü yeni bir filmle devam ediyor. Whiplash, The Boat That Rocked, Across the Universe ve Cadillac Records'un ardından bu ay perdeye yaz günlerine çok yakışan bir müzikal filmi taşıyoruz: Mamma Mia!. Doğum günü olan 22 Haziran'daki bu film gösterimini Meryl Streep'e ithaf ediyoruz. Kulağımıza bolca ABBA şarkılarının çalınacağı bu filmi hep birlikte izlemek için biletler burada.

Açık Radyo ekibi Tophane'deki stüdyolarında | Kaynak: acikradyo.com.tr

📻 20. Radyo Şenliği: Ne mutlu ki 28’inci yılını kutlayan Açık Radyo, geleneksel Dinleyici Destek Özel Yayını’nın yirmincisini 3 Haziran Cumartesi günü başlattı. Bir haftadır yeni “cesur yeni dünya” veya bir varolma stratejisi olarak cesaret temasıyla dinleyicilerinden bağış toplayan Açık Radyo’nun varlığı aynı zamanda dünyadaki iklim, demokrasi ve barış krizine dair bir başkaldırı. Sen de eğer program destekçisi olmak istersen buradaki bağlantı üzerinden bağışta bulunabilirsin. 

🎧 İzleme Listesi: Disney’in arayışından İstanbul Modern’in unutma biçimlerine
🎙 Gündem: İyisiyle kötüsüyle benim geçmişim bu, Baxter Dury
🎬 Haftanın filmi: Beau Is Afraid (Yön: Ari Aster)
💿 Haftanın albümü: Foo Fighters, But Here We Are

Harikulade özgürlüklere,
Taner

Duende

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

Duende Podcast

İzleme Listesi | Beau Is Afraid, Transformers, Arayış, Unutma Biçimleri

Sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım.

İzleme Listesi podcast'inde; sinemalarda, evde ya da İstanbul’daki film gösterim programları kapsamında izleyebileceklerinden seçtiğimiz 10 yapım hakkında kısa bilgiler bulacaksın.

Transformerlardan anne sorunlarına, Disney’in arayışından İstanbul Modern’in unutma biçimlerine; bu hafta sinemalarda, evde ve şehirde izleyebileceğin birçok seçenek var.

Dinlemek için


Hikâyeyi paylaşmak için:
Gündem

İyisiyle kötüsüyle, benim geçmişim bu: Baxter Dury

​​"Geçmişi reddetmek mi, onunla hesaplaşmak mı?" Baxter Dury'in artık bir cevabı var. Ve bu cevap, iç huzurunu bulmuş bir insanın dinginliğiyle dolu.

Dury'ler

Baxter Dury nevişahsına münhasır biri. Hem müzisyen hem bir yazar hem de bir insan olarak. Hayatı boyunca bir ötekiyle kıyaslanmanın getirdiği ve öznelliğini tehdit eden koca bir bulutun altında dolaşan biri için bu gerçeği inşa etmek ve kalabalıklara kabul ettirmek çok güç oldu Dury için. Evet, bahsettiğim o öteki Baxter'ın babası Ian Dury'den başkası değil. 70'li yılların ortasında punk rock'ın Birleşik Krallık'ı kasıp kavurduğu zamanda çıkış yapan; Dr. Martens botları, paçası kıvrık kot pantolonu, kısa saçları ve sert görünüşüyle pubların küçük sahnelerinde başlayan müzikal yolculuğu sonunda bir efsaneye dönüşmüş olan Ian Dury. 

Baxter'ın babasının gölgesi altında ilerleyen hikâyesinin başlangıcı epey eskiye dayanıyor. Ian'ın klasik albümü New Boots and Panties!!'in (1977) kapağına bir göz atarsanız, biri küçük diğeri büyük iki insanın bir mağazının önünde verdiği alalelade pozlarla çekilmiş siyah-beyaz fotoğrafını görürsünüz. Chris Gabrin'in kadrajıyla ölümsüzleşen bu fotoğraf, o sırada henüz 5 yaşında olan Baxter'la babasının yıllarca ayrılmayan yekpare imajlarının toplum hafızasına kazınmış bir vesikası: Baxter Dury; Ian Dury'in oğlu. Peki fazlası? Kimsenin ilgilendiği bir konu değil.

Baxter Dury ve babası Ian Dury New Boots and Panties!!'in kapak fotoğrafı çekimlerinde, 1977. | Fotoğraf: Chris Gabrin

Babam hakkında konuşmak istemiyorum

Baxter'ın 20'li yaşlarının sonunda Oscar Brown (2001) kısaçalarıyla atıldığı ve 20 yılını yeni devirmiş müzik kariyerinin yarısından fazlası iddiasız bir maceraydı.
Evet, babasının adıyla dahi sağlayabildiği imkânlarla açılmıştı önü. Ancak her daim ensesinde olan Ian adı, Baxter'ı kendi sesini ve kimliğini ilmek ilmek dokuduğu seyahatinde münzevi bir mütevazılığa da sürüklemişti. Kaçımız, ben de dahil olmak üzere, Baxter Dury denince Miami şarkısını düşünmüyoruz? O sırada 15 yıldır müzik üreten, bu süreye de 4 koca albüm sığdırmış bir adamın kütüphanesinde ancak 2017'ye, Prince of Tears albümüne gidebilenlerin çoğunlukta olduğuna eminim. Bu bile oğul Dury'nin erken müzisyenlik yıllarına dair aydınlatıcı ipuçları taşıyor.

İnsan ne için yaşar? Bir başkasının temsilcisi, kendi dışındakilerinin meşalelerini taşıyan bir aracı, yalnızca bir devamlılık sağlayıcısı olmak öz benliğin üstüne çöreklendiğinde kişinin verdiği tepki, yerleştiği konum ve uygulamaya koyduğu hayat planı bu soruya dair muhtemelen cevaplardan birini; Baxter'ın cevabını açık ediyor. Baxter, bir "Ian Dury versiyon 2" olmak istemedi hiçbir zaman. 

Fotoğraf: Timothy Cochrane

Bu mümkün de değildi. Ian; çocuk felci atlatmış, hastalığından mütevellit akran zorbalığına maruz kalmış, sokağın tedrisatından geçmiş -oğlunun deyimiyle- bir işçi sınıfı şairiydi. Baxter ise Batı Londra'da, Thames Nehri'ne bakan bir evde büyümüş, Kensington'da bir özel okulda eğitim görmüş (her ne kadar atılsa da) ve 2 metre 4 santim boyundaki Sulphate the Strangler lakaplı bakıcısı gözetiminde çalkantılı da olsa korunaklı bir hayat yaşamıştı. 

Zamanlar insanları yapar. Yaşanmışlıklar, hatıralar ve tanışıklıklar. Baxter babasından farklı bir hayat yaşadı. Başka hatıralar biriktirdi, kendini bambaşka tanışıklıkların içinde buldu. Ancak miras, saltanat ve aile hanedanlıklarını romantize eden müzik basınının (bazı yayınların Baxter'a dair haberlerinde "Ian Dury'nin oğlu Baxter Dury" ibaresini hâlen görebilirsiniz) kadrajı kıt baba-oğul anlatısının içine sıkışmaktan kurtulamadı. Ve şarkıları kulaklarda çalınmaya başladığından itibaren bu dar alana mıhlanmaktan kaçındı. Dad'ten konuşmak, onunla büyümenin nasıl olduğunu açık açık anlatmak, bireyselliğini bir başkasının ününe değişmek istemedi. Bu; Ian'ı sevmemek, onun mirasını takdir etmemek ve ona dair her şeyi unutmak istemek değildi. Baxter, bir Dury'di evet. Ama her şeyden önce Baxter'dı. Ve bunu kanıtlayıncaya değin 70'lerin Batı Londra'sı, şiddete meyilli babası, problemli gençliği ve zihninin nice siyah-beyaz köşesi ziyaret edilmeden durdu. Ta ki Baxter, kendisine ve diğer herkese "Ben babam değilim" iddiasını kabul ettirinceye kadar.

Baxter Dury, The Night Chancers

2010'ların ikinci yarısı: Ben, Baxter Dury

2010'ların ikinci yarısı Baxter için kritik bir dönemeç. Zira onu tabiri caizse "kabuğundan" tam anlamıyla çıkaran, müzik kataloğunu tüm biricikliğiyle onun yapan olgunlaşma bu dönemde gerçekleşti. Prince of Tears; ardından da Dury'in "başarız moda tutkunlarının, Instagram dikizcilerinin, güvensizlikle dolu terk edilmiş Romeo'ların, kendini kasten kandıranların ve gülünç durumdaki aymazların hakkında" diye tanımladığı The Night Chancers (2020), müzisyenin çok boyutlu müzikal evreninin tüm orijinalliklerini yaygın bir kabullenişe kavuşturdu. Evet, Baxter'dan konuşurken ya da onunla konuşurken Ian'ın adını geçirmeye devam edebilirdiniz, (Bkz. burada da devam ediyorum) ancak bu sefer babasının müziğiyle yan yana getirmekten çekindiğiniz özgün bir yaratıcı mirasa ve bu mirasla gurur duyan birine bakıyor olurdunuz.

Röportajımızda Baxter'a yönelttiğim sorulardan birinde artık onunla özdeş bir ses manzarası yakaladığı düşündüğümü söyledim: Minimal, esnek, tekrarlı, seksi ama duygusal olarak kırılgan; büyüleyici, kalp kırıcı ve diz titretici chamber pop motifleriyle spoken-word'e çalan bir manzara bu. Baxter romantik, alaycı ve örtülü bir adam. Şarkı sözü yazarlığının kurgu karakterler, sahneler ve sekanslar yaratan; direktlikten kaçınan yaklaşımı da bu özelliklerinin bir yansıması. Ona "kendileri hakkında dürüstçe konuşan insanlar var, ben ise onlardan değilim." dedirten de şey de brüt bir yüzleşmecilikten kaçınması. Ancak bu, Baxter'ın son birkaç yılda giriştiği projeler ve onlarla odağına aldığı konularla bire bir örtüşüyor mu emin değilim. Bir daha düşünüyorum. Hayır, örtüşmüyor. Buna eminim. 2021'e dönüyorum ve onun Dury'nin hem zihinsel hem de ruhani bir eşik atladığı son 5-6 yılının sonuçlarını gördüğümüz; yeni Baxter'ın kamusala intikal ettiği yıl olduğuna ikna oluyorum. 

Pål Hansen (Fotoğraf), Sir Peter Blake (fotoğraf düzenleme), Andie Redman ve Matilda Greenwood (Stil ve set tasarımı), New Boots and Panties!!'in ikonik kapağını yeniden hayal etti, Mayıs 2023.

2021 ve ötesi: Artık kavga etmek istemiyorum

2017 yılında Baxter oğlu Kosmo'yu da yanına alarak Ian Dury ve Sulphate the Strangler'la büyüdüğü Batı Londra'daki eve taşındı. Hayatının önemli bir kısmı boyunca babasından ve kıyaslanmalarından kaçan Baxter'ın uykuya yatırdığı geçmişi, reddemeyeceği bir şekilde önünde, içinde ve etrafındaydı artık. Bir yol ayrımıydı bu. Sesini ve müziğini kendinin bir uzantısı yapmış sükûnet hâlinde bir Baxter, kişisel tarihinin bir dolu baba anılarıyla kaç-kovalan oynamayı bıraktı. Öznelliğini içselleştirerek, Ian'ın mirasını yücelterek, iki farklı insanın kendinden menkul kıymetlerinin hakkını sakince vererek hasıraltı etmek değil, kucaklamak istiyordu:

"Babamdan bana bir DNA aktarımı var. Babamın yaptıklarına samimetle hayranım evet, ancak kendimi onlardan bağımsız hissediyorum. Benim başkalarının yer alması gerekmeyen şahsi bir kategorim var. Herhangi birinin içinde olmak için mücadele etmesine değmeyeceği bir kategori bu. İkimizin de (babamın ve benim) o kategoride olmasının bir anlamı yok."

Baxter'ın COVID-19 pandemisiyle kapandığı ev izolasyonu, geçmişiyle kavgalarını rafa kaldırarak derin ve dinginleştirici nefesler almayı başarmış bir adamın tüm parçalarıyla barıştığı kimliğinin somutlaştığı bir projeye kapı açtı. Ağustos 2021'de yayımlanan Chaise Lounge kitabı; Baxter'ın çocukluğu, sorunlu ergenlik yılları, babası, annesi, Sulphate the Strangler'la paylaştıklarının detaylı bir dokümanı oldu. Acısıyla ve tatlısıyla, tehlikesi ve heyecanıyla, kayıpları ve kazandıklarıyla Chaise Lounge bir Batı Londra polisiyesiydi. Baxter'a kitabını yazarken nasıl hissettiğini sormadım. Ama yazdıkça hafiflediğine, kendini biraz daha tanıdığına, kaçmanın kurtulmak anlamına gelmediğine, geçmişin esasında kurtulunabilecek değil; birlikte yaşamayı öğrenmemiz gereken bir kavram olduğuna iyice ikna olduğuna inanıyorum.

Baxter Dury, I Thought I Was Better Than You

Dury'nin geçtiğimiz cuma yayımladığı 8. stüdyo albümü I Thought I Was Better Than You'da onun bu kavrayıştan uzakta değil. Albüm, Chaise Lounge'un otobiyografikliğinin doğrudan müzikal bir karşılığı olmasa da müzisyenin hafıza arazisinde sürdürdüğü kazı çalışmasıyla yakından ilgili. Aylesbury Boy şarkısının "I’m with a dangerous man, on the way to posh school, Kensington.” dizesine bakın. O "tehlikeli adamın" Sulphate the Strangler olduğu; Kensington'daki "sosyetik okulun" Baxter'ın öğrenciliğini sürdüremediği yer olduğunu kim reddedebilir? Albümden favorim Leon şarkısı da cabası. Dinleyicisini uçarı kaçarı genç bir çocuğun başını belaya soktuğu bir başka güne eşlikçi yapan şarkı, Dury'nin bugüne kadarki soyut ve kurmaca hikâye anlatıcılığını hatıraların bakirliğine değişiyor:

Fuck you Leon you stole the sunglasses and I got busted
I’m the son of a famous working-class poet who knows
But mumma’s normal she’ll solve the issue, she’ll call the
Police and get off with it, I’ll go back to school and
Everything will be normal, porridge in the morning and be
Normal

Baxter Dury, Leon

Beni yanlış anlamayın. I Thought I Was Better Than You kelimeleri eğip büken, yazdığı nesir-vari paragrafları şevksiz vokal tonlamalarıyla tekinsiz ve cezbedici okumalara dönüştüren Baxter'ın aşikâr bir belgesel senaryosu değil. Bugüne kadarki işlerinin yaşanmışlıklara en içkin olanı yalnızca. O da böyle düşünüyor: "Bu uzunçalarla hakiki olanların en gerçekçi koleksiyonu derledim. Ve bu hakikatler, daha önceki albümlerinde hiç olmadığı kadar birbirleriyle ilişkili. Bir nevi konsept bir albüm, bir müzikal, bir Batı Londra hikâyesi gibi I Thought I Was Better Than You." 

Başından sonuna bir kitabın herhangi bir bölümünü okur gibi dinleyebileceğiniz bir şey değil bu albüm. Teması itibarıyla çok tutarlı metin kurgularından hoşlanmıyor Baxter. Gündelik yaşamın arka planda tutulduğu bir mizansenin gerçeğin gizemli parçalarıyla dekore değildiği; uzaktan bakıldığında ise şarkı formatında kendi bağımsızlığını ilan eden bir set tasarımıyla karşı karşıyayız. 

Baxter bu tasarımın esasında mitolojik olduğundan bahsediyor ve "Chaise Lounge'ta paylaştığım hakikatleri kullanıp hip-hop sanatçılarının yaptığı gibi mitolojik bir anlatı, soyut bir şehir masalı inşa etmeye çalıştım." diyor. Baxter'ın "en iyisi" dediği favori müzisyenleri arasında saydığı Kendrick Lamar'ı düşündüğümde; I Thought I Was Better Than You'nun minimal drum machine beat'leri, şarkı sample'ları ve Dury'nin MC-vari vokalleriyle hip-hop'un kimi ses motifleriyle de örüldüğünü fark ediyorum. Bu albüm onun en parlak işi değil belki, ancak bugüne kadar bir örneğini daha bulmayacağınız bir eşsizlik aynı zamanda. Hepsinden de önemlisi, Dury'nin tüm esrarengizliğine rağmen en şeffaf, en paylaşımcı; dertleşen bir versiyonu.

Şimdi geri dönüp Leon'u tekrar dinliyorum. Tüylerim diken diken yine. Yakın geçmişte Avustralya'ya taşınarak Dury'ye (şimdilik) veda eden Madeline Heart'ın kırılganlığıyla çarpıcı vokalleri Baxter'ı Batı Londra'ya, babasına, annesine, bakıcısına ve gençliğine ışınlamak üzere. İki dizelik bir nakarat kısmı bu yalnızca. Ancak Baxter'ın tüm geçmiş çalkantılarını somutlaştıran, içinde sakladığı çığlıkların, yıllardır arkasını çevirdiği koca bir tarihin iç parçalayan bir özeti âdeta:

I’ve tried so hard to run, we don’t belong here
I’ll find you anywhere in broken glass

Sonrası, sonrası ise "iyisiyle kötüsüyle benim geçmişim bu" diyen bir adam; değişemeyecek yaşanmışlıklar ve reddedilemeyecek miraslarla el sıkışan 27 dakikalık bir Baxter Dury klasiği.  


🎫 Çıktığı albüm turnesi kapsamında uğrayacağı duraklar arasına İstanbul'u da dahil eden Baxter Dury, 14 Haziran Çarşamba akşamı Zorlu PSM'de sahneye çıkacak. Biletlere buradan ulaşabilirsin. 

Hikâyeyi paylaşmak için:
Haftanın Filmi

Bir "kâbus komedisi": Beau Is Afraid

Ari Aster'in anne sorunlarıyla yoğurduğu yeni filmi Beau Is Afraid, izleyebileceğin en tuhaf yol hikâyelerinden biri.

Film: Beau Is Afraid

Yönetmen: Ari Aster

Süre: 179 dakika

Yapım yılı: 2023

Son yılların bende en çok iz bırakan korku filmlerinden Hereditary ve Midsommar'ı ardışık yıllarda izleyiciyle buluşturan, A24 çağının ve çağdaş korku sinemasının ışık saçan yönetmenlerinden Ari Aster'ın yeni filmiyle ilgili ilk bilgileri 2021 yazında almıştık. Başrolünde Joaquin Phoenix'in yer alacağını öğrendiğimiz filmin o zamanki adı Disappointment Blvd. olarak duyurulmuştu. Filmin yeni adını da duyuran, geçtiğimiz yıl içinde izlediğimiz fragman tek kelimeyle "tuhaf" bir film izleyeceğimizin sinyallerini veriyordu. Beau Is Afraid'i en iyi özetleyen sözcük, izledikten sonra da görüyorum ki hâlen bu: Tuhaf

Ari Aster filmin yapım süreci boyunca filmini oldukça kafa karıştırıcı ve daima komik cümlelerle tasvir etmiş: "Yüzüklerin Efendisi'nin Yahudi bir uyarlaması ama Frodo annesinin evine gitmeye çalışıyor" ve "10 yaşında bir çocuğa antidepresan pompalayıp market alışverişine yollamışsınız gibi" bunlardan sadece ikisi. Tüm tuhaflıklarından arındırıldığında filmin basit bir konusu var aslında: Annesine yabancılaşmış orta yaşlı Beau, annesini ziyaret etmek için bir yolculuğa çıkıyor. Evet, bu bir yol hikâyesi. Beau güçlü bir kahraman, örneğin bir Odysseus olmasa da korkunç canavarlarla, sanrılarla ve hatta mitolojik yaratıklarla dolu epik bir yol hikâyesinde olduğu söylenebilir.

Beau yolculuğuna 1-0 yenik başlıyor: Kafası kaygı krizleri ve korku ataklarıyla karışmış ve annesiyle süregelen hastalıklı ilişkisi psikolojisini altüst etmiş durumda. Yolculuğun öncesinde, sırasında ve hatta hedefine ulaştığında Beau; iç dünyasının gizemiyle, çocukluk yaralarıyla, kolektif travmalarla ve pek tabii ki anne sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Terapisti henüz filmin ilk sahnesinde "suçlu" yazıyor not defterine. Suçluluk duygusu ve suçluluk ithamı filmin başından sonuna dek Beau'nun içsel ve fiziksel yolculuğunun temelinde kanayan bir yara olarak karşımıza çıkıyor. Beau yolculuğu boyunca, hatta kendisi için mutlu bir hayat düşlemeye başladığı fantezisinde dahi haksız yere suçlanıyor. Üstelik Beau'nun doğduğu andan itibaren annesi tarafından suçlandığını öğreniyoruz. Anne sorunları filmin tümünü ele geçiriyor ve anne figürü filmin üçüncü kısmında ete kemiğe bürünüyor. (Filmin bu kısmına Broadway efsanesi Patti LuPone'un performansı damga vuruyor.) Korkutucu, yargılayıcı ve hükmedici anne; filmin güçlü finalinde Beau'nun kaderini belirliyor. Üç saatlik epik yolculuğu geride bıraktığımda aklıma tekrar o ilk sahnedeki not defterine yazılan "suçlu" sözcüğü geliyor. Düşünüyorum: Bu bir gözlem mi, yoksa henüz ilk sahneden Beau'nun kaderini belirleyen bir yargı mı?

Ari Aster'ın "bir kâbus komedisi" olarak tanımladığı film; yolculuğa hazırlık, yolculuk ve yüzleşme olarak üç bölüme ayrılabiliyor. Hazırlık kısmı, yönetmenin 2011 yapımı kısa filmi Beau'nun bir uyarlaması. Joaquin Phoenix'in de etkisiyle Joker (2019, Todd Phillips) ve Gotham City'yi anımsatan bir atmosfer var. İnsanlık kaosa sürüklenmiş, sokaklar karışmış, içerideysen güvenlisin. Uyanamadığın bir kâbus gibi. Yolculuğun kendisi mitolojik yaratıkları aratmayan düşmanların, yardımsever görünse de tedirgin edici dostların, fantezi ve düşlerin olduğu masalsı bir yapıya sahip. Ari Aster bu bölümdeki animasyon sekans için The Wolf House (2018, Joaquín Cociña & Cristóbal León) filminin yaratıcılarıyla çalışmayı özellikle istemiş. Yüzleşme kısmı ise Hereditary'den The Truman Show'a, Bergman'dan Lynch'e yüzlerce referans ve çağrışımıyla karanlık bir zihnin kapılarından içeri davet ediyor. (Tavan arası sahnesindeki şoka gerek var mıydı? Sanmıyorum.) Artık komediden arındırılmış, saf kâbusla baş başayız.

İzlediğim filmler hakkında okumadan önce biraz sindirmeyi, kendi fikrimi şekillendirmeyi beklerim. Oysa bazı filmler henüz jenerik akarken adını internette aratma gereğini ve isteğini beraberinde getiriyor. İlk izlemede ve tek izlemede anlaması güç bir film Beau Is Afraid. Eminim fark edeceğim yeni detaylar, alametler ve referanslarla ikinci izlemesi çok daha keyif verecek bir film. Üzerine mesai harcanması, sahne sahne hatta kare kare incelenmesi gereken bir çılgınlık. Filmden çıkar çıkmaz adını arattığımda karşıma çıkan iki eleştirinin başlığı beni hem gülümsetiyor hem de bu kadar aptal hissettirildikten sonra en azından bir şeyleri anladığımı doğrulayarak içimi rahatlatıyor: "Beau Is Afraid Is the Mother of All Mommy-Issues Movies"* (Richard Lawson, Vanity Fair) ve "Beau Is Afraid Is the Citizen Kane of Mommy-Issues Movies"** (David Fear, Rolling Stone)

Nereden izleyebilirsin? Beau Is Afraid, bugün gösterime girdi.

Benzer işler:

  • Blue Velvet (1986, David Lynch)
  • I'm Thinking of Ending Things (2020, Charlie Kaufman)

*Beau Is Afraid, tüm anne-sorunları filmlerinin anası
*Beau Is Afraid, anne-sorunları filmlerinin Yurttaş Kane'i

Hikâyeyi paylaşmak için:
Bugünkü Destekçimiz

Müze Gazhane’de haziran bir başka güzel

Müze Gazhane'de haziran

Müze Gazhane'de haziran

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbullulara yeniden armağan edilen; şehrin cazibeli ve heyecan verici kültür sanat noktası Müze Gazhane, İBB Kültür AŞ’nin haziran ayı boyunca hazırladığı etkinlik serileriyle bir başka güzel, bir başka keyifli. 

Neler var neler? Herkesin kendine göre bir aktivite ve buluşma nedeni bulabileceği Müze Gazhane’nin bu ayki programında;

  • 12, 19 ve 26 Haziran Pazartesi günleri saat 19.00’da Arkeoloji 101 söyleşilerine davetliyiz. Sırasıyla insanlık tarihine, arkeolojik fenomenlere ve hayvanların evcilleştirilmesine kulak vereceğiz. 
  • Yine pazartesi günleri saat 20.00’de Dans Dans Dans atölyesinde buluşuyoruz. Önce Dans Fabrika’yla hip-hop hareketlerimizi konuşturup partiliyoruz, sonraki günlerde de swing ve tango atölyelerine katılıyoruz.
  • Salıları sinemayla sallıyoruz! 13’ünde Karanlık Gece (2022), 20’sinde Kim Mihri (2022), 27’sinde Bizim Aile (1975) gösterimleri saat 20.00’de başlayacak.
  • Hava Kararınca konserleri çarşamba günleri mum ışında devam ediyor. 14 Haziran’da önce Hend, sonra Sufle; 21’inde önce Dünya Müzik Günü özel konseri, sonra Emre Fel; 28’inde önce The Kites, sonra Jazzanova sahnede olacak.
  • Biraz da akustik demek için perşembe günleri 20.00’de İklim Müzesi’nde konserlerdeyiz. Bu akşam’ın konuğu Kübra Çadırcıoğlu, gelecek isimlerse sırasıyla Efe Demiral ve Mertcan Bilgin, Zeyn’el ve Kaan Sancaktar olacak. 
  • Gülmenin çok yakıştığı pazarlar için 11 Haziran’da Deniz Alnıtemiz, 18’inde Buse Sinem İren, 25’inde Çok da Fifi stand up gösterilerindeyiz. 
  • Her pazar 11.00’de CMTPZR Çok Sesli Pazar’da yerimizi almaya devam ediyoruz.
  • “Daha daha?” dersen yarın akşam saat 20.00’de Meydan’da KÖFN, 16 Haziran 20.00’de Nilipek., 17 Haziran 20.00’de Gölgelik’te Deniz Özturhan’ın stand up şovunda da buluşabiliriz.

Müze Gazhane’de keyifli bir ay haziran ayı için tüm detaylara buradan ulaşabilir ve gelişmeleri oradan takip edebilirsin. 

Haftanın Albümü

🤍 Albüm incelemesi: Foo Fighters, But Here We Are

But Here We Are, Grohl'un bir şans oyunu diye ifade ettiği yaşamın karanlık deneyimlerinin ortasında "Şimdi nereye?" diye soran; yitirilenlerin ardından geleceğe doğru yolunu bulmaya çalışan bir müzikal günlük âdeta.

Albüm: Foo Fighters - But Here We Are

Süre: 48 dakika

Plak şirketi: Roswell Records

Yayın tarihi: 2 Haziran 2023

2022'in karanlığı

Foo Fighters'ın yakın geçmişi hem grup hem de Dave Grohl özelinde trajik kayıplarla dolu. Fighter'ların 25 yıllık davulcusu Taylor Hawkins'in ani; birkaç ay sonra da Grohl'un annesi Virgia'nın 84 yaşındaki vefatları, hayatın öngörülemez dramalarını grubun kucağına getirdi zira. Foo Fighters'ın 11. stüdyo albümü But Here We Are, üst üste gelen ve Grohl'un bir şans oyunu diye ifade ettiği yaşamın karanlık deneyimlerinin ortasında "Şimdi nereye?" diye soran; öncesinde ise yitirilenlerin ardından gelişen travma belirtileri arasında geleceğe doğru yolunu bulmaya çalışan dürüst bir günlük âdeta.

Öte yandan grubun yeni uzunçaları, yalnızca anlatısının gerçeğe içkin duygusal ağırlığıyla güçlü olan bir çalışma değil. But Here We Are, Seattle'nın alternatif gitar sahnesi grunge'dan temellenerek modern rock 'n' roll'un (bilhassa) milenyum sonrasının ikonik gruplarından birine dönüşen Foo Fighters'ın kendini bir nevi yeniden tanımladığı yaratıcı bir soru-cevap aynı zamanda. 

Öyle ki grubun yakın geçmişiyle iyice tekdüzeleşen jenerik ses manzaraları ve pop standartlarıyla yavan bir tat veren kiç rock müziği, But Here We Are albümünde görkemli olduğu kadar katmanlı bir dönüşüm geçirdi. Günümüze değin Grohl'un nezdinde devasa arenalara taşınan Foo Fighters efsanesi, bir dolu klasik şarkısının mirasına sığınarak bayatlamaya doğru yol alan grubun keşfettiği nice ses motifi, örüntüleri ve bunların girift sunumlarıyla beklemediğim bir diriliş yaşadı. Hem de kayıpların bir an bile varlığını eksik etmediği bir karmaşanın geleceği belirsiz hâle getiren labirentlerini aşarak.

Foo Fighters, But Here We Are


"İşte buradayız", şimdi nereye?

Foo Fighters, altı kişilik geniş bir kadroya sahip. Ancak grup üyeleri arasında ayrılan bir isim var. Dave Grohl, Fighter'ların en kıdemlisi; yaratıcı vizyonunun baş mimarı. Hâliyle grubun hâlihazırda tecrübe ettiği "İşte buradayız, şimdi nereye?" sorusunun etrafında şekillenen krizini çözümleyecek o kişinin Grohl'dan başkası olması beklenemezdi. Evet Dave, Nirvana zamanlarından yakın bir grup arkadaşını kaybetmeye şerbetli. Ancak 30 yıla yakın bir süredir aynı sahneyi, stüdyoyu ve turne rotasını paylaştığınız; müzikal mirasınızın tahtına oturan grubunuzu birlikte inşa ettiğiniz birini kaybetmek kolayca altından kalkacağınız bir şey olabilir mi? Sizi bir punk rocker olma hayalleriniz uğrunda sonuna kadar desteklemiş annenize de hemen ardından veda etmişseniz, bu Dave için de bir başkası için de hafif bir sınav değil kesinlikle.

İşte bu noktada Grohl'un Nirvana'dan hemen sonra tam gaz devam ettiği ve çatısı altında sığınak aradığınız müzik, onun ve arkadaşlarının çaresizliğini, kederini ve kasvetini kanalize eden bir araç oldu. Dave, Taylow Hawkins'den boşalan davulcu koltuğunu devraldı; içinden geçtiği çalkantılı süreci müzikle göğüslemek üzere şarkı yazarlığını sıkıntılı ruh hâline eşlikçi yaparken But Here We Are, arkada kalanların şifa arayışını bir temsili oldu. Albüm, bir taraftan hayatın amansız hakikatlerinin getirdiği şaşkınlıkları ve kıvrandıran acıları şeffaflaştırdı; diğer yandan iyileşmeyi salık veren terapötik bir seansa dönüştü. Albümün ilki Rescued, ardından The Glass ve son olarak The Teacher şarkısının sözlerini alt alta getirdiğinizde, But Here We Are'ın Hawkins-sonrası iyileşmesine dair kronik bir izlek takip ettiğini; dipsiz bir kuyunun oksijensiz atmosferinden geleceğin yeni nefeslerine uzandığını görebilirsiniz:

It came in a flash, it came outta nowhere

It happened so fast, and then it was over!

-Rescued

I had a person I loved, and just like that

I was left to live without him, left to live without him

-The Glass

Try and make good with the air that's left

Countin' every minute, livin' breath by breath

By breath, by breath, by breath, by breath

-The Teacher

Öte taraftan, Fighter'ların teması ve sözleriyle bu kadar öne çıkan bir albümün hikâye anlatısıyla müzikleri arasında kurdukları denge; grubun But Here We Are'la elde ettiği yaratıcı yetkinliğin en önemli ipucu. Bu yetkinliğin yansımaları da grubun ses manzaralarına yaydıkları janrların vasatlığı reddeden çeşitliliklerinde, albümün Greg Kurstin imzalı prodüksiyonuyla ortaya çıkan katmanlı müzikal dokusunda bulunabilir. Her ne kadar Foo Fighters minimal gitar akorların pseudo görkemliliğinden bağımsızlığını ilan etmese de; bazen The Cure esinli dream pop atmosferikliği, bazen shoegaze'in hülyalı gitar gürültüleri, bazen de progresif rock'ın girift virtüözlüğünde eşsiz geçişkenlikler yarattı. Nihayetinde ortaya, hem anlatısı hem de müzikal kurgusuyla birbirini baltalamayan, aksine tamamlayan -şimdiden- bir Foo Fighters klasiği çıktı.

Hikâyeyi paylaşmak için:

Kaydet

Okuma listesine ekle

Paylaş

Duende

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

YAZARLAR

Duende

Her hafta sinema ve müzik evreninden söyleşiler, incelemeler, öneriler, podcast’ler ve keşif notları e-posta kutunda.

İLGİLİ BAŞLIKLAR

film

İstanbul

İstanbul Modern

Baxter Dury

Birleşik Krallık

Oscar Brown

sanrı

Film

+18 more

İLGİLİ OKUMALAR

0%

;