Öğrenim Krizi

Türkiye'de öğrencilerin karşılaştığı zorluklar, tepkileri ve mücadeleleri

7 Hikâye

Öğrenim Krizi 1 #Barınamıyoruz

Pandeminin etkisiyle demek isterdim; ancak suçu sadece Covid-19'a atamayacağımız kadar kapsamlı bir problem yumağının içindeyiz. Bazıları bütün ülkelerde yaşanan sorunlar, bazıları ise bize özgü. Fakat çok net ve farkında olduğumuz bir durum var: Öğrenim krizi. Bu sorun sadece “okulların sürekli açılıp kapanması” ile alakalı değil; uzaktan eğitimin niteliksizliği, internet ve diğer teknik alt yapı problemleri, öğrencilerin uzaktan eğitime ulaşacak imkânlarının olmaması, eğitim içindeyken ev içi görevlere katılmak zorunda kalmaları… Peki “öğrenim krizi”ni sadece ders saatleri içinde mi düşünmek gerekiyor? Tabii ki hayır. Öğrenim krizine yol açan diğer etkense öğrencilerin maddi imkânsızlığı: kesilen burslar, kira fiyatları, artan döviz, yeterince yurt olmaması, öğrencilerin devlet/okul yurtlarına yerleşemediği için cemaat/tarikatların yurtlarında kalmaları… Erasmus’a giden öğrencilerin söz verilen hibelere ulaşamamaları, hem de anlaşma dâhilinde fon artırılmışken. Nereden başlamalıyız? Öğrenim krizini önemsiyoruz ve bu haftadan başlayarak öğrencileri bu krize sürükleyen sorunları ele almak istiyoruz. Elbette bahsedilen sorunların arasında bir öncelik bulunmuyor, hepsi yaşamak 101 niteliğinde, ancak üniversite öğrencilerinin çektiği yurt ve ev sıkıntısı sebebiyle oluşan #Barınamıyoruz hareketinin de etkisiyle bu yazıda “barınma problemini” konuşacağız. #BARINAMIYORUZ KYK’ya bağlı yurtlara yerleşemeyen, özel yurtlara ve "fahiş kiralara" gücü yetmeyen öğrenciler, "Barınamıyoruz Hareketi" adı altında seslerini duyurabilmek için 19 Eylül’de parklarda gecelerini geçirmeye başlamıştı. Öğrencilerin talepleri çok netti. Penceresi olmayan ve içeriye tek kişilik bir yatakla dolabın anca sığdığı odanın fiyatı 900 lira. İyi şartlarda kalmak isteyen öğrencilerin aylık minimum 2 bin 500 lirayı gözden çıkarması gerekiyor. Eyleme katılan öğrenciler "Polis bize ısrarla 'Evinize gidin!' diyor. Ancak bizim gidecek yerimiz yok, barınamıyoruz!" Eylem İstanbul’da başladı; ancak öğrencilerin derdi ortak. Hareket şu anda İzmir, Eskişehir gibi öğrenci şehirlerine de yayıldı. Sosyal medyada "Yurtsuzlar" adlı hesaptan yapılan paylaşıma göre, 8 gündür Kadıköy'deki Moda Parkı'nda sabahlayan gençlerin nöbetine saldıran polis, yaklaşık 50 kişiyi darbederek gözaltına aldı. İzmir'deyse polis öğrencilerin “Barınamıyoruz” nöbetine müdahalede bulundu. Polisin, zor kullanarak gözaltına aldığı yaklaşık 30 kişiye bindirdiği minibüste de şiddet uyguladığı kaydedildi. Kısa süre içinde sosyal medyada #YurtsuzlarGözaltında etiketiyle farkındalık yaratılmaya çalışıldı, İstanbul Valiliği’nin son açıklamasına göre 28 öğrenci serbest bırakıldı. Barınamıyoruz Hareketi, eylemlerini daha fazla insana ulaştırmak için İstanbul Avrupa ve Anadolu Yakası’ndaki birçok parka yerleşti. Öğrencilerin haklı taleplerine muhalif siyasetçilerden de destekler geldi. Belediyelerden çözüm Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş, barınma sorunu yaşayan öğrencilere yönelik çağrı yaptı. 4 bin 500'den fazla başvuru yapılırken öğrenciler kiralanan yurt ve otellere yerleştirilmeye başlandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, "Hedefimiz 5 bin kişilik öğrenci yurdu" açıklamasında bulundu. Öğrencilerin yurt sorununa dikkat çeken İmamoğlu, "Ne yazık ki yıllardır üniversite öğrencileri için yeterli yurt yapılmamış, İBB’nin de hiç yurdu yoktu. Tamamen kendimize ait, güvenli, temiz, sosyal ve sportif alanları olan yurtlarımıza ilk öğrenciler yerleşti" dedi. Siyasilerden tepkiler Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalarda, üniversite öğrencilerinin yaşadığı barınma sorununa dikkat çekmek için parklarda yatan gençleri hedef alarak, ''Son zamanlarda bazı park, bahçe buralardaki bankların üzerinde yatanların bir kısmının öğrencilikle alakası yok. Gezi Parkı olayı neyse bir başka versiyonudur'' diye konuştu. İYİ Parti lideri Meral Akşener ise "Kendi öğrencine bakamayacaksın, yurt imkânı sağlayamayacaksın, sosyal devlet olamayacaksın; ama suçlu öğrenci olacak öyle mi?" şeklinde karşılık verdi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Tanıtım ve Medya Başkanı Hamza Dağ ise “Gün geçmiyor ki ülkemizdeki tezvirat senaristleri, yazdıkları algı piyesinde yeni perde açmasın. Eğitim-öğretim yılının yeni başladığı bu günlerde yeni oyunun adı: Barınamıyoruz” dedi. Ancak kira fiyatları, yurt kapasiteleri, özel yurt ücretleri ve öğrenci burslarının hepsi sayısal olarak ortadaydı. Senaryo değil, sayılar ve gerçekler konuşuyordu. Yalan mı? Kira artışı: Endeksa’nın Türkiye’deki kira artışıyla ilgili çok değerli çalışmaları var. Endeksa’nın analizine göre enflasyon oranına göre yapılan projeksiyonda %20 ila %25 arasında beklenen kira değer artışı konut kira artışı Türkiye genelinde %55'ken İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya ortalaması %73 seviyesinde gerçekleşti. Biraz daha detaylı bakılmak istenirse özellikle öğrencilerin yoğun olduğu ilçelerde kira artışlarının %100’ü geçtiğini görüyoruz. Özel yurt ücretleri: Özel öğrenci yurtları 900 TL ile 2 bin 500 TL arasındayken, vakıf özellikli yurtların 800 TL ile 1500 TL arasında, rezidans öğrenci yurtlarınınsa 1400 TL ile 3000 TL arasında olacağı açıklandı. KYK Yurt kapasitesi: Faaliyet raporlarına göre 2011 yılında İstanbul'da 22 KYK yurdu bulunuyor. Bu sayı, 2020'de gelindiğinde sadece 24'e yükseliyor. Yani AK Parti hükümeti, 10 yılda İstanbul'da sadece 2 adet devlet yurdu yapabilmiş. Yurtların yatak sayıları üzerinden baktığımız zamansa 2011'de 15 bin olan yatak sayısı 2020'de 25 bine çıkmış. Fakat İstanbul'da sadece devlet üniversitesinde okuyan öğrenci sayısı 10 yılda 100 bin artmış.

Öğrenim Krizi 1 #Barınamıyoruz

Eylül 28, 2021

·

Makale

Öğrenim Krizi 2: Tarikat/Cemaat yurtları

Geçen hafta itibarıyla öğrencilerin ülkedeki ekonomik, sosyal ve politik sorunlar sebebiyle yaşadığı krizi detaylandırmaya başladık. İlk yazım #Barınamıyoruz hareketi ve öğrencilerin yurt ve konut problemiydi. Bu hafta bu problemin yola açtığı diğer bir sorun olan tarikat/cemaat yurt ve evleri problemini ele almak için iki kadın arkadaşımızla görüştüm. Öğrenim krizini yalnızca maddi imkânlar üzerinden ele almak doğru olmaz. 3 yıl önce mezun olan biri olarak öğrencilik dönemimi çok iyi hatırlıyorum. Sosyal hayatım ve akademik hayatımdaki dalgalanmalarım psikolojik olarak nasıl bir noktada olduğuma bağlı olarak değişiyordu. Düşünün ki hiç istemediğiniz, en yakın arkadaşlarınıza bile söylemekten çekindiğiniz, ideolojik olarak karşı durduğunuz ve sizin bütün hayatınıza karışma yetkisi olduğunu düşünen bir kuruma ait yerde kalmak zorundasınız. “Görüşüne bu kadar tersse kalmasın” yorumlarının geleceğini tahmin etmek zor değil ama iyi bir üniversite kazanmış, evde kalsa ailesinin masraflarını yüklenemeyeceği, bir sene kaybetme lüksü olmayan ve tek imkânı ona fırsat tanıyan cemaat/tarikat konutlarında kalmak olan öğrenciler var. Bu gidişle de her geçen gün bu zorundalığa kapı açılacak. Geçen haftaki yazımda kira artışlarını, özel yurt ücretlerini ve KYK yurt kapasitelerini detaylandırmıştım. Öğrenciler okumak ve yaşamak istiyor, devletin sağlayamadığı imkânları tarikat ve cemaatler sağladığı zaman hem sosyolojik olarak hem de politik olarak daha makro problemlerle karşılaşıyoruz. “Hayatımdan kayıp 1 sene” Görüştüğüm bir kadın öğrenci (K.Ö.1) Kahramanmaraş’tan Ankara’ya olan yolculuğunu anlatıyor. Büyük bir hevesle geldiği üniversitesinde yurt çıkmamış, okulu başladığında KYK yurdunun yedekler listesindeymiş farklı şehirden geldiği için ev paylaşacağı arkadaşı yok ve tek başına eve çıkacak maddi imkânı da bulunmuyormuş. Kahramanmaraş’a gittiği noktada çalışması ve para kazanması gerekiyor, bu da onun okuma hayallerine ara vermesi hatta belki de sonlandırması anlamına geliyor. Bu sebeple son çare Kahramanmaraş’taki tanıdıklar vasıtasıyla hiç istemese de cemaat konutunda kalıyor. “Ders çalışmam gereken zamanlarda onların etkinliklerine katılmamı istiyorlardı. Sosyal hayatıma karışıyorlardı, ibadet etmem için zorluyorlardı, sohbetlere katılmam için baskı yapıyorlardı. Onların istedikleri gibi biri olmamam beni nefret objesi hâline getirdi. Sürekli dışlanıyordum. Hatta bu beslenme rutinimi bile etkiledi. Yemeklere beni çağırmıyorlardı.” -K.Ö.1. Kendisinin ve çevresinin seküler olduğunu söyleyen K.Ö.1. “Onların ibadetlerini yerine getirmesi veya benimle yemek yerken bunlardan bahsetmelerine sonsuz saygım olmasına rağmen onlardan hiçbir saygı göremiyordum.” diyerek oradayken istenmeyen bir bireyken oradan ayrılınca aylarca tekrar dönmesi için çabaladıklarını belirtti. Bu tür kurumlarda bir kere iletişim kurulunca kopmak çok zor. K.Ö.1 şu an cemaatin konutu ve oradaki insanlarla ilişiğini kesmiş durumda ancak o seneyi kendi hayatından silinmiş bir sene olarak tanımlıyor. Psikiyatrla görüşmelerinde sürekli olarak "hatırlamadığı ve yok olan bir sene" olarak adlandırdığını özellikle belirtti. Ona ait olmayan bir hayat Diğer kadın öğrenci arkadaşımız (K.Ö.2) ise Kayseri’den İstanbul’a geliyor. Muhafazakâr ve maddi durumu iyi olmayan bir ailesi olduğunu belirten K.Ö.2, KYK yurdu çıkmayınca ailesinin özel yurt ihtimalini hiç düşünmediğini düşünse de zaten maddi imkânlarının yetmediğini ancak İstanbul’da üniversite kazanınca hemen tarikat yurdunda görevli kişilerin ailesini ziyaret ettiğini ve onları ikna ederek kendisine sorulmadan yurda yerleştirildiğini söyledi. “KYK yurdu çıksaydı izin verirler miydi?” diye sorduğumda ise “Ailem için ya devlet ya da dinî otoritesi olan bir kurum beni koruyabilirdi. Devlet yurdu olmayınca tek çare kaldı.” dedi. K.Ö.2 başörtülü bir kadın, ancak zorla, inanmadan takıyor. Yurttaki öğrencilerden daha farklı düşüncelere sahip olduğu için ise sürekli olarak dışlanıp daha fazla dinî eğitime maruz bırakılıyor. Maddi imkânı yeterli olmadığı için kendine bir hayat kuramıyor ve inandığı gibi yaşayamıyor. Başörtüsünü çıkardığında hem aile hem de yurt tarafından imkânların kesileceğini düşündüğü için istemediği bir bedende hayatını sürdürüyor. Bu ikilemin derslerini, sosyal hayatını ve psikolojisini ciddi şekilde etkilediğini belirten K.Ö.2., hayatı boyunca hep başarılı bir öğrenci olduğunu ancak çevrim içi eğitim sürecini ailesinin yanında baskı altında, fiziki eğitim sürecini ise hiç bulunmak istemediği bir yurtta geçirmenin onu başarısızlığa sürüklediğini belirtti. Maddi imkânsızlıklar sebebiyle istemediği yurtta kalması bir yana, çevrim içi eğitim, ev içi iş dağılımı, ev içi psikolojik şiddet sebebiyle K.Ö.2 birçok alanda öğrenim kriziyle karşı karşıya. İzin verilmemeli Tarikat ve cemaatler, üniversiteler ve devletin dolduramadığı boşlukları doldurmak için alan kovalıyor. Kimi zaman eğitim kimi zaman aş kimi zaman iş ve bugün de ele aldığımız gibi konut ihtiyacı. Elbette bu tür kurumlarda isteyerek ve mutlu olarak kalan ve destek olan bireyler var, bu yazı o tarafı hedef almıyor. Meselemiz barınma krizinin öğrencileri istemediği hayatları yaşamak, psikolojik hatta bazen fiziksel şiddete maruz kalarak en önemli dönemlerini “atlatmak” zorunda bırakması. Kamu kurumlarının bu ihtiyaçlara çare bulamaması tarikat ve cemaatlerin kendilerini devletleştirmesi çabası gibi büyük sonuçları doğurabiliyor. İnsan kaynağı edinmenin en temel yollarından biri onlara yaşam101 kitlerini sunabilmek, bu vefayı oluşturarak 16-25 yaş arasında gençleri, çoğu zaman öğrenciler fark etmeden, kendi ideolojilerine çeken tarikat/cemaatler bu ülkenin geleceğini çalıyor. Tarikat ve cemaatlerin devletleşme çabasının ülkeyi ne hâle getirdiğini çok yakın zamanda korkunç şekilde deneyimledik, yenilerinin yaratılmasına izin verilmemeli.

Öğrenim Krizi 2: Tarikat/Cemaat yurtları

Ekim 5, 2021

·

Makale

Öğrenciler geçinemiyor

Öğrenim Krizi serisinde daha önce “barınamama” ve bunun da uzantısı olarak “cemaat ve tarikat yurtları” problemlerini ele almıştım. Bu haftanın konusu olan hayat pahalılığı ise öğrenci, çalışan, aile, bekâr herkesi etkiliyor. Ancak bir kesime olan tesiri daha fazla. Eğitim temel hak. Öğrenciler devletin sağladığı imkânlarla lise eğitimini tamamlama hakkına sahip ancak devletin sunamadığı veya kısıtlı olarak sunduğu imkânlar öğrencilerin lisedeyken eğitimi ikinci plana atıp çalışmasına, üniversite sınavını kazanmasına rağmen maddi imkânsızlıklardan dolayı eğitime devam edememesine sebep oluyor. Ailelerin maddi durumu öğrencileri etkiliyor OECD Eğitime Bakış 2021 raporu, ailelerin sosyo-ekonomik durumunun öğrencilerin eğitim hayatındaki başarısını etkileme endeksinde Türkiye’nin birinci sırada olduğunu gösteriyor. Raporda avantajsız durumdaki ailelerden gelen öğrencilerin okulda iyi performans gösterme ve dijital öğrenme araçlarına sahip olma ihtimalinin daha düşük olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle bu öğrencilerin yüksek öğrenime devam etme ihtimalinin azaldığı belirtiliyor. Raporun çıktısını ülkemizde bizzat görebiliyoruz. CHP İzmir Milletvekili Ednan Arslan, son yıllarda üniversite öğrenimlerini yarıda bırakarak iş hayatına atılmak zorunda kalan öğrencilerin sayısını ortaya çıkarmak için geçen sene iki bakanlıktan bilgi talebinde bulunmuştu. Resmî verilere göre; 2020 yılına kadar 5 yılda 1 milyon 115 bin 530 öğrenci üniversitelerden kaydını sildirmiş veya dondurmuş. Güven Sak neler diyor? COVID-19 sebebiyle küresel bir krizin içine girdik, hükümetlerin ekonomik problemleri oldu. Ancak bu küresel krizden vatandaşın en az etkilenmesi için hükümetler yerel politikalarla durumu dengelemeye çalıştı. Türkiye’deki durumu ekonomi doktoru Güven Sak hocamıza sordum. - Bu konuşmayı yaparken bir anda dolar 9’u aştı, siz okurken ne durumda olur bilmiyorum. – Öğrencilerin burs politikaları ve gıda fiyatları üzerine sürdürdüğümüz konuşmada Güven Hoca, “Pandemi nedeniyle son bir yılda küresel gıda fiyatları %33 artığını, Türkiye’deki kur artışı sebebiyle bunun bizim ülkemizde gıda şoku hâline geldiğini, kur istikrarının bu tür kriz dönemlerinde daha da önem kazandığını” belirtti. Kendisi bu dönemi en iyi anlatan kavramın “asimetrik büyüme” olduğunu söylüyor. Güven Hoca, 128 milyar dolar açığının pandemi dönemindeki sosyal destek ve diğer kamu politikaları eksikliklerindeki yerini vurguladı. Para yok, destek yok. 2018’de başlayan ve doğru yönetilemeyen bir süreçten söz eden Sak; başarısız ekonomi politikaları, bakanların ve merkez bankası başkanların değişim sıklığı, kur farkını sürekli faiz düşürme kararlarıyla kapatmaya çalışmanın global krizin etkilerini yerelde daha da hissetmemize sebep olduğunu söyledi. Bu durumdan da en çok etkilenenler elbette birikimi olmayan, hayatlarını yeni kurmaya çalışan insanlar: öğrenciler. Ekonomi bizi "bayaaa bi etkiledi" Pandemi bahanesi arkasına sığınılarak sürekli normalleştirilen kötü ekonominin bizi neden diğer ülkelerden daha fazla vurduğunu anlamak açısından Güven Hoca’nın açıklamaları önemli. Şimdi söz öğrencilerde. Sokak röportajlarında gördüğümüz “telefonunu çıkar göster” dayıların öğrencilerin sözlerini kesmesine izin vermeden yaşadığımız hayat pahalılığının onlara etkilerini sordum. *Görüştüğüm öğrenciler diş hekimliği, tıp, %100 burslu hukuk öğrencisi ancak aynı zamanda yarı zamanlı çalışan. Öğrencilerin üçü KYK bursu alırken bir tanesi dışarıdan burs alıyor. (Öğrencilerin talebi üzerine gerçek isimleri kullanılmamıştır.) Öğrencilere en son ne zaman “iyi” bir yemek yediniz ve bir hafta içinde en çok ne tüketiyorsunuz diye sordum. Bu iyiyi hiç açmadım. Bir arkadaş Burger King’de bile artık menü almayı özlediğini, onu çok sevdiğini ve en son pandemiden önce yediğini iletti. En çok ne tüketiyorsunuz? Sorusuna yanıt “makarna ve ekmek ile mercimek çorbası” yanıtı aldım. Kaynak: BirGün “Canımın bir şey çekme lüksü yok, meyve mesela” “KYK yurduna 400 lira veriyorum geriye 250 lira kalıyor. KYK yurdunda yediğim yemeklerin besin değeri çok az, doymuyorum. Ancak dışarıda yemek yemek en az 25 liraya mal oluyor. Canımın bir şey çekme lüksü yok, eğer çalışmazsam sadece 10 gün boyunca gerçekten tok şekilde uyuyabiliyorum.” Ayşe’nin bahsettiği bu durumda, yurt masrafı ve yemek dışında hiçbir şey harcamaması gerekiyor, buna rağmen KYK bursları yalnızca 10 gününü karşılıyor. Ailesinden maddi destek alamayan Ayşe, bu sebeple bir terapi merkezinde yarı zamanlı olarak çalışıyor. Haftada 26 saat çalıştığı yerden yalnızca 750 lira alıyor. Okulu bir hafta fiziksel bir hafta çevrim içi devam ettiği ve KYK yurdunun interneti yeterli olmadığı için ek paket almak zorunda, buna da durumu olmadığı için çevrimiçi ders notlarını arkadaşından alıyor. İki hayatın içinde sıkıştığını belirten Ayşe, “ne çalışanım ne öğrenciyim ne gencim” diyerek çalışmak zorunda olduğu için hiç sosyal hayatının olmadığı, kalan bütün vaktinde ders çalışmak zorunda kaldığı ama o vaktin bile dersler için yetmediğini belirtti. “ Daha iyi bir hayat yaşamak için okumak istiyorum, şu anki hayat kalitem ileride daha iyi bir hayat yaşamama engel oluyor. Yaşamak için çalışmam lazım çünkü burs yaşamama yetmiyor.” “Ayakkabı almak istedim” Arkadaşlardan ortak olarak dinlediğim bir şikayet ise burs veren kurumların bir sürü belge/posta masraflar yaptırıp, burs vermek için KYK kredisinin bile olmamasını beklemeleri . “200 lira ile ne alabilirim ki? Burs veren kurum sadece 200-300 lira verip çalışmama ve burs almama şartı koyuyor. Yazlık ayakkabım ve botum var, şu an ara mevsimde giyinmek için ayakkabı almak istedim ama en uygunu bile bursum kadar.” KYK bursu ve 300 lira burs alan Kübra’nın aylık geliri 950 lira. Bir başvuruda evdeki bütün beyaz eşyaların ve televizyonun markasını tek tek yazdırmışlar. Burak’a ise mülakatta “Telefonun markası ne, kaç model?” diyerek telefonunu gösterdiğinde “ihtiyacın olmadığını düşünüyoruz” diyerek reddetmişler. Yurda gitme imkânım olmadığı için ailesi de üniversitesinin olduğu şehre taşınan Aysel’in ailesi kiralardan dolayı mecburen şehre uzak bir yerde oturuyor. Aysel okula gitmek için her gün 2 saat yolculuk yapıyor, ancak sabah kalkıp okulda kahve içme/kahvaltı yapma imkânı olmadığını söylüyor. “Kahve okul kantininde 8 lira. Uyanabilmek için 8 lira veremiyorum. Uyanmak bile çok pahalı. Ben part time çalışmama rağmen 500 lira alıyorum ve sabah kahvesi benim için lüks.” Hayat pahalılığı ülkenin geleceğini yok ediyor. Öğrenciler en temel haklarını elde etmek için tırnaklarıyla kazıyarak günü bitirmeye çalışıyor. Öğrenci, genç olarak hissetmiyorlar. Öğrenim krizinin farkına varalım. Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları sürüyor. Siyasilerin ve kanaat önderlerinin burs politikalarına dikkat çekmesi gerekiyor.

Öğrenciler geçinemiyor

Ekim 12, 2021

·

Makale

"Sosyal hayat yok, yarım kalıyoruz"

Öğrenim Krizi serimize bu hafta sosyal hayat başlığı altında devam ediyoruz. Bir önceki yazımız “temel ihtiyaçlar” üzerineydi. Farklı coğrafyalarda sosyal hayat da temel ihtiyaç sayılırken; bizim kültürel gelişimimizi, arkadaşlarımızla kahve içip muhabbet etmemizi bir "lüksmüş" gibi sunan içinde bulunduğumuz durum sebebiyle, bu iki konuyu ayrı başlıklarda ele alıyoruz. Üniversiteye başlama heyecanını, liseye başlamaktan ayıran en temel sebep ne sizce? Ben bu soruyu kendime sorduğumda “sosyal hayatta gerçekten birey olduğumu hissetmek” yanıtıyla karşılaşıyorum. Yasal olarak da davranışlarınızdan tamamen kendiniz sorumlu olduğunuz; karakterinizin, isteklerinizin, ilgi alanlarınızın oturmaya başladığı ve keşfetmeye açık olduğunuz bu dönemde temel ihtiyaçlarınızdan biri de sosyal hayatınızı zorlanmadan yaşayabilmek olmalı aslında. Gel gelelim durum bu değil. Toplumun geneli için durum aynı Metropoll araştırma şirketinin bu bültende de yer verilen anketinde “Şu anki gelirinizle ilgili durumu en iyi açıklayan ifade hangisidir?” sorusunun yanıtlarına bakalım. Katılımcıların %28,7’si temel ihtiyaçlarını karşılayamazken, %49,2’si sadece beslenme/barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini belirtmiş. Öğrencilerde durum ne? Öğrenciler tarafından baktığımızdaysa bu durum burs veya yarı zamanlı çalışma gelirine endeksli olarak soruluyor. Bu yazı için İstanbul Ekonomi Araştırma ile “öğrencilerin kahve içmek/kafeye gitmek” alışkanlıkları üzerine araştırma yaptık. Bu araştırmada 7 büyük ilimizden 500 üniversite öğrencisi ile görüşüldü. İstanbul Ekonomi Araştırma ekibi ve Can Selçuki’ye katkıları için çok teşekkür ederim. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın edindiği bilgilere göre katılımcıların %45’inin üniversitesindeki kahve fiyatı 4-7 lira arasında. Küçük bir hesap yapalım, bir öğrencinin KYK bursu 650 lira, KYK yurdu ise 400 lira. 50 lira da aylık ulaşım masrafı diyelim, geriye sadece 200 lira kalıyor. Bu öğrencinin daha beslenmesi, eğitimi için gerekli masrafları karşılaması, kıyafet alması vs. gerekiyor. Bir kahvenin 5 lira olması hâlinde öğrenci hafta içi her gün yalnızca bir kahve içmek istese -ki bu kahveler granül çözünen kahveler- 100 lirasını okul dışına çıkmadan, farklı bir ortam görmeden sosyalleşme adı altında kahve içmek için kullanıyor. Öğrencilerin sadece %42’si haftada 2-3 kere kahve içmek için dışarıya çıkıyor, dışarıdaki kahve fiyatları ise ortalama 14 lira. Öğrencilere tercih hakkı bile sunmayan burs miktarı, barınma problemi, zamlar; Türkiye’deki genç yeteneklerin bir yurt odasına hapsolmasına ve dünyadan geri kalmasına sebep oluyor. "Kitaba erişimim lüks" Anketin dışında ben de önceki yazıda konuştuğum arkadaşlarımızla yeniden görüştüm. 18-25 yaşında gençlerin hayattan beklentisi sadece “barınma ve karın doyurma” olmamalı ama röportaj sonuçları, “beklenti bu olmasa da realitenin tam da bu” olduğunu gösteriyor. Röportaj yaptığım arkadaşların sosyal hayatlarına ilişkin yanıtlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. *Görüştüğüm öğrenciler diş hekimliği, tıp, %100 burslu hukuk öğrencisi ancak aynı zamanda yarı zamanlı çalışan. Öğrencilerin üçü KYK bursu alırken bir tanesi başka bir burs alıyor. (Öğrencilerin talebi üzerine gerçek isimleri kullanılmamıştır.) “Şu anki gelirim… yani bana gelen 650 liralık KYK bursu, zaten 400’ü de yurda gidiyor. Karnım bile doymuyor. Kahve içmek büyük lüks, arkadaşlarımla oturmak için yurtta 2 liralık paket noodleları yiyip öyle gidiyorum. Çay bile 4-5 lira, boyut sebebiyle kahveyi tercih ediyorum. Yani bu da her gittiğimde 15 lira harcamam demek. Minibüs, su parasıyla o gün minimum 30 lira harcamam gerekiyor. Benim lüksüm yok. Arkadaşlarımla sadece okul kantininde kahve içip muhabbet edebiliyorum.” “Geçenlerde bir kitap beğendim, fakat alamadım. Kütüphanede de yoktu. Benim bir öğrenci olarak kitaba erişimim lüks.” “İki ayda bir konsere gitmek, kültürlenmek, yeni bir sosyal alanda kendini keşfetmek neden ihtiyaç olarak görülmüyor? Ben bu şekilde nasıl kendimi geliştirebilirim? Ülkeye nasıl faydalı olabilirim? Elim kolum bağlı. Arkadaşlarım yurda bile taşınamayınca oturup hâline şükret diyorum. Bu hayatı istemiyorum.” "Spora da sanata da ilgi duymamaya çalışıyorum" “Karnımı doyurup, barınabilmek için okul dışında yarı zamanlı çalışıyorum. Aldığım ücretle ancak “en temel” ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum. Kafede çalıştığım için aralarda patron kahve içmeme izin veriyor. Bazen arkadaşlarım da ziyarete geliyor, başka türlü ben nasıl kahveye 20 lira verip rahatça muhabbet edebilirim?” “Artık kafede maç izlemek, ortaokulda babamla stadyumda maç izlemekle aynı fiyat. Spora da ilgi duymuyorum, müziğe de, tiyatroya da… Duymamaya çalışıyorum yani. Duysam ne olacak 1 saat tiyatro izlemek için 70 lira veremem ki. Değmez demiyorum, o da emek ama biz bunu karşılayamıyoruz. Devlet desteğimiz yok.” Bu yazı serisine başladığımızdan beri birçok öğrenci arkadaş hem Aposto! ekibine e-posta aracılığıyla hem de bana sosyal medyadan ulaşıyor. Birçok arkadaşımızı bursiyerlerle buluşturduk. Ancak bu bizim bireysel olarak yapabileceğimiz boyutu çoktan aştı. Öğrencilerin eğitim ve daha sonraki meslek hayatında başarılı olabilmeleri için farklı ortamlara girmesi, film/maç/tiyatro/konser izlemesi, arkadaşlarıyla bir kahvenin hesabını düşünmeden kafede oturabilmesi gerekiyor. Ekonominin durumu ortada, geçen yazıyı yazdığımızda dolar kuru 9’du şu an 10’a yaklaşıyor. Öğrencilerin iktidardan talep edemediği, ettiğinde ise yalancı muamelesi gördüğü desteği en azından sivil toplum, iş insanları ve belediyelerden bekliyoruz. 650 lira yetmiyor dendiğinde “Biz göreve geldiğimizde üniversite öğrencilerinin aldığı burs 45 liracıktı. Ya elinize dilinize dursun ya. Şu anda 650 liraya çıktı. Nereden nereye geldik.” denilmesini hak etmiyoruz. Belediyelerin üniversite öğrencilerinin daha fazla sosyalleşebilmesi için öğrenci kültür kartı gibi bazı girişimlere başlayabileceğini, sanatçıların da sahnelerin de bazı yerleri öğrenciler için ayırabileceğini düşünüyoruz. *Öğrenciler için askıda bilet kampanyasını mutlaka inceleyin.

"Sosyal hayat yok, yarım kalıyoruz"

Ekim 26, 2021

·

Makale

Üniversite enflasyonu, liyakatsizlik

“Karabük Üniversitesi Rektörü Refik Polat'ın iki sekreterini öğretim görevlisi yaptığı, evinde çalışan kişinin maaşını 2015'ten beri üniversite kasasından ödediği, rektörlük konutunu yıktırıp villa kiraladığı bu kirayı da üniversite kasasında ödediği ve yemekhaneden yediği yemekler için para ödemediği iddia edildi. Polat hakkındaki iddialara cevap vermek yerine Twitter fotoğrafını değiştirip Cumhurbaşkanı Erdoğan'la olan fotoğrafını koydu.” Melih Bulu'nun ardından atanan Prof. Dr. Naci İnci'nin genel sekreterlik görevine getirdiği eski personel daire başkanı Doktor Nedim Malkoç'un Yeditepe Üniversitesi’nde yaptığı yüksek lisans tezi ve Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde tamamladığı doktora tezi hakkında intihal iddiasında bulunuldu ve inceleme başlatıldı.” Öğrenim krizi serisinden herkese merhaba, daha öncesinde Nesibe Kırış’ın kaleme aldığı yazılarda üniversite öğrencilerinin barınma, temel ihtiyaçlar ve sosyal hayatta yaşadıkları sorunları ele almış, birinci ağızdan onları dinleyip dertlerine kulak vermiştik. Yazı dizimizin 5’inci konusuysa “öğrenim kalitesi.” ancak yukarıdaki haberlere bir kez daha göz gezdirince aslında biz “öğretim kalitesizliği” diyelim. Öğrenim kalitesini etkileyen iki ana unsur; okul ve öğretmenler. Türkiye’de bu iki unsurda da büyük problemler bulunuyor. Bu yazıda da bu problemlere eğilip, sorunları dile getirmeye çalışacağız. Üniversite enflasyonu Türkiye’de bu yıl itibarıyla 129’u devlet 76’sı özel olmak üzere 205 üniversite bulunuyor. Ayrıca 4 meslek yüksek okulu da var; bununla birlikte sayı 209’a çıkıyor. Dünya sıralamasında üniversite sayısıyla 15’inci sırada yer alan Türkiye’de şu an 8 milyon 240 bin 997 üniversite öğrencisi bulunuyor. Veriler her ne kadar olumlu görünüyor olsa da üniversitelerin sayısının fazlalığıyla eğitim kalitesinin ters oranlı gittiğini söylemek mümkün. Üniversite sayısının artışı her ne kadar daha çok öğrenciye eğitim götürmek gibi görünüyor olsa da her yıl ortalama 797 bin kişi mezun oluyor. TÜİK’in Temmuz 2021 raporuna baktığımızdaysa yükseköğretim mezunu gençlerde işsizlik oranı %35,1 olarak karşımıza çıkıyor yani üniversite mezunu her 10 gençten 4’ü işsiz. “Üniversiteler mevcut işsizliği öteleyen süngerler” Dr. Esra Kaya Erdoğan üniversite sayısındaki artış için “Üniversiteler mevcut işsizliği üç- dört sene öteleyen sünger işlevi görüyor. Şu anda üniversiteye kayıtlı sekiz milyon kişi var. Bu kişiler işsiz kabul edilmedikleri için lise mezunu işsizlerin oranı düşüyor ve bir açıdan bu aşamada yaşanacak olan işsizlik erteleniyor. Gençler üniversite mezuniyeti sonrasında işsizlikle mücadele ediyor.” diyor. Üniversiteler “iyi eğitim”den ziyade “işsizlik artışını ötelemek için kullanılan eğitim organları” olarak görülüyor. “Müthiş bir geriye gidiş” Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Lale Akarun da Türkiye’deki üniversitelerin dünyadaki ilk 100’e sokulmak istediğini hatırlatarak hâlihazırda okullar için ayrılan bütçeler karşılaştırıldığında ortaya büyük bir fark çıktığını belirtti. “2021 yılı için 127 üniversiteye ayrılan toplam bütçe ödeneği yaklaşık 45,3 milyar liraydı. Doları 9 liradan hesaplasak kabaca 5 milyar dolar. İlk 100’de yer alan Harvard’ın ise yıllık bütçesi 3-4 milyar dolar.” diyen Akarun şöyle devam ediyor: “Tabii ki bunun sebeplerinden birisi, artan öğrenci ve üniversite sayısı. Son 19 yılda üniversite öğrencisi sayısı 2 milyondan 8 milyona çıktı. Yani 4 katına katlandı. Devlet Üniversitesi sayısı ise 19 yıl önce 53’müş. O da 2,5 katına katlanmış. Enflasyondan dolayı hesap yapmak zor ama, toplam üniversite bütçesinin millî gelire oranına bakalım: Oran sabit kalmış: 0.7. Yani 2021’de bir üniversite öğrencisine millî gelirden ayrılan pay, 19 yıl öncesinin dörtte biri. Müthiş bir geriye gidiş var.” En büyük eksikliklerden biri: İfade özgürlüğü Her eğitim konulu konuşmada siyasilerden sürekli olarak duyulan bir çağrı: “Türkiye’deki üniversiteleri dünyanın en iyi 100’üne sokacağız.” Ancak sıralamalarda bu durumdan oldukça uzak görünüyor. Yükseköğretim derecelendirme kuruluşu Quacquarelli Symonds'ın yayımladığı en iyi üniversiteler sıralamasında ilk 500'e bu yıl Türkiye'den yalnızca Koç Üniversitesi girdi. Vadedilenden çok daha geride kalındığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Dünyadaki en iyi üniversitelere oranla Türkiye’dekilerin yetersiz olmasının birçok nedeni bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Zafer Yenal, bu durumu şöyle açıklıyor: “Sadece bir kampüs yaparak ve içine binalar koyarak üniversite olmuyor. Üniversite için en önemlisi herkesin fikirlerini özgürce ifade edebileceği bir akademik özgürlük ve özerklik ortamı gerekiyor. Türkiye’deki üniversitelerin büyük çoğunluğunda maalesef bu eksik böyle olmadığı için de yaratıcı, eleştirel, sorgulayıcı düşünce değil, bilimsel ilerlemeye temel teşkil edecek alt yapıyı malesef göremiyoruz, pek çok üniversitede. Tablo şöyle; öğrenci sayısı artıyor bir yandan hoca sayısında herhangi bir gelişme yok ve üstelik üniversitelere ayrılan ödenekte bir gelişme yok bu da ne anlama geliyor? Niceliksel olarak bir artış varken niteliksel olarak benzer düzeyde bir artıştan bahsetmek kesinlikle mümkün değil.” Bu konuda 3 temel neden olduğunu ve ilkinin bütçelerin yetersizliği olduğunu vurgulayan ve Türkiye’deki bütçelerin en iyi üniversitelerin %1’ine tekabül ettiğini belirten Akarun, “İkinci en büyük eksiklik, belki de daha önemlisi, ifade özgürlüğü eksikliğidir. İfade özgürlüğü olmadan bilimsel özgürlük olmaz. Bu şartlar altında serbest tartışma, bilimsel doğruyu arama ortamı olmaz, olmuyor. Örneğin Covid hakkında araştırma yapmak isteyen bir öğretim üyesinin, Sağlık Bakanlığından izin alması isteniyor. Bu bilimsel özgürlüğe aykırıdır. Üçüncü en büyük eksiklik de liyakate dayanmayan personel politikalarıdır. Bu üçü eksik olduktan sonra, başka eksikliğe de gerek yok aslında.” Bir diğeri: Akademik likayatsizlik Yazımızın başında yer alan iki haber de henüz geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan olaylar. Bunların yanı sıra Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı "Ülkenin çok ciddi rektör sorunu var, yıkmak mı yapmak mı?", “Şimdiki rektör atama sistemi kötü, üniversite birbirine giriyor” başlıklı yazılarında da atanmış rektörlerin aldığı kararlar, verilen zararlar hakkında yazmış. Okumanızı tavsiye ediyoruz. Günbegün farklı üniversitelerde doktora tezleri çalıntı olan, farklı bölümlerden mezun olup farklı fakültelere atanan ya da sahte diplomayla mezun olup üniversite kadrolarına katılan birçok öğretim üyesinin haberlerini okuyoruz. Bir nevi kanıksadığımız bu durum aslında birçok öğrencinin büyük hayal kırıklığı yaşadığı hatta hayatını değiştirecek kararlar aldığı bir neden olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul’da devlet üniversitesinde siyaset bilimi okuyan bir öğrenci bu durumu için şöyle konuşuyor: “Yıllardan beri hayalim, daima gençlerle bir arada olacağım bir kampüste yaşamak, sevilen, sayılan, literatüre büyük katkılar yapan ve ülkenin geleceğine kalifiye insan yetiştiren bir akademisyen olmaktı. Bugün görüyorum ki torpilin, kayırmacılığın ayyuka çıktığı bu ülkede yaşadığım sürece bu hayalimin gerçekleşmesi çok zor. Emeğiyle, hakkıyla değil, tanıdıklarıyla bir yere gelmiş, kendi düşüncesini açıklamaktan korkan, daima kalabalığa uyan sözde hocaları gördükçe kendi hayalimden soğuyorum.” Prof. Dr. Lale Akarun yaklaşık 30 yıldır hocalık yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nde şimdiye dek bu durumla karşılaşmadığını ancak 2021’de dışarıdan yapılan atamalarla liyakat sahibi olmayan kişilerin çok iyi noktalara geldiğini gördüklerini belirterek, "Üniversitemize rektör olarak atanan kişi, intihalle doktora almış; akademik geçmişi olmamasına rağmen siyasi kimliği ve bağlantıları nedeniyle hızla yükselmiş bir kişiydi. Görevden alınmış olmasını olumlu karşılıyorum ancak maalesef benzerleri göreve devam ediyor." dedi. Akarun ayrıca daha önce kaleme aldığı "Akademik sahteciliğin vahim sonuçları" başlıklı yazısında bu durumun asıl zararının hak etmedikleri yerlere gelen bu kişilerin karar almalarının olduğunu vurgulayarak "Üretken, çalışkan kişileri bezdiriyor; işten atamazlarsa bile çalışamaz hâle getiriyorlar. Bunun ekonomik etkisi daha büyük. O kurumun yetiştireceği öğrencilere verilen zarar düşünülünce, zararın zamana yayılarak, ölçülmesi zor büyüklüklere ulaşacağını söyleyebiliriz." diyor. Peki çözüm ne? Türkiye’deki üniversitelerin öğrenim kalitesinin iyileştirilmesi için yapılabilecekleri Zafer Yenal ve Lale Akarun’a sorduk. Prof. Dr. Akarun, Türkiye’deki üniversite sisteminin baştan aşağı yenilenmesi gerektiğini belirterek, "YÖK işlevsiz ve zararlı bir yapı; kaldırılmasının zamanı geldi. Bağımsız akreditasyon ve kalite kurumu olmalı; üniversiteler idari ve mali özerkliğe kavuşturulmalı ancak şeffaf ve denetlenebilir olmalı; hesap vermeli. Bu denetlemeler sonucu, bazı üniversiteleri meslek okullarına dönüştürmek ya da kapatmak düşünülebilir. Üniversitelerde bölümler ve fakülteler ciddi ihtiyaç planlamasından sonra açılmalı, mevcutların da kendilerine ayrılan bütçeleri haklı çıkarmaları istenmeli." diye konuştu. Prof. Dr. Yenal ise eğitim kalitesini artırmanın en başta fikir, ifade ve akademik özgürlüğü tanımaktan geçtiğini savunuyor. Bunlar olmadan iyi bir üniversite olmayacağını söyleyen Yenal, bu özgürlükleri tanımak için de yukarıdan aşağıya darbe dönemlerinde kalan yöntemlerle üniversite yönetilmemesi gerektiğini bu nedenle üniversite yönetişiminin bir an önce değişmesi ve dönüşmesi gerektiğini söylüyor. Prof. Dr. Zafer Yenal güzel bir benzetmeyle durumu şöyle açıklıyor: “Birbirinden farklı yönelimlere, deneyimlere sahip üniversitelere tek bir tip elbise giydirmeye çalışmak onlara deli gömleği giydirmeye çalışmak oluyor bu nedenle rahat hareket edemiyorlar ve düşünemiyorlar dolayısıyla bilim yapamıyorlar bunun en kısa zamanda çok radikal şekilde değişmesi gerekiyor” Üniversitelerdeki öğrenim kalitesi problemlerinin ana başlıkları ifade özgürlüğünün tanınmaması, hocaların liyakatsizliği ve tabii ki bütçelerin yetersizliğinden oluşuyor; ancak bunun yanında henüz üniversiteye gelmeden de birçok problem söz konusu. Bunlardan en önemlisiyse fırsat eşitsizliği. Bu da gelecek haftamızın konusu.

Üniversite enflasyonu, liyakatsizlik

Kasım 2, 2021

·

Makale

Eğitimde fırsat eşitsizliği

Türkiye’deki eğitimin kalitesinin ülke geneline homojen olarak sirayet edememesi hep var olan bir sorun olsa da sistem en azından yeterince çaba harcamaya hevesli tüm öğrencilere, ailevi ve ekonomik imkânlarına bakılmaksızın eşit koşullar sunacak biçimde tasarlanmıştı. Gerek merkezî sınav sistemi marifetiyle gerek de devletin sunduğu parasız yatılı yurt ve burs imkânları sayesinde, maddi durumu iyi olmayan birçok öğrenci ortaöğretimden yükseköğretime kadar devletin sunduğu imkânlar neticesinde iyi okullarda okuma ve iyi mevkilere erişme fırsatına sahip oldu. Takvimler 2021’i gösterirken, yurt ihtiyacı olan öğrencilerin bilinçli olarak cemaatlerin insafına terk edilmesi, nominal değeri kağıt üzerinde artan kredi ve bursların reel enflasyon karşısında eriyen alım gücü nedeniyle öğrenciye değil bir sosyal hayat sunabilmek, karnını doyurmakta yetersiz hâle gelmesi, niceliği artan üniversitelerin sunduğu eğitimin niteliğindeki düşüş gibi yüksek öğrenimin, üzerine her geçen gün bir yenisi eklenen sorunlarına serinin önceki yazılarında değinmiştik. Bu yazıdaysa bir adım geriye atarak yüksek öğrenime giden yolda, orta öğrenimde yaşanan fırsat eşitsizliklerine eğiliyoruz. Fırsatlarda eşitsizlik, fırsatsızlıkta eşitlik TÜİK’in 2018 Tüketim Harcamaları Araştırması verilerine göre, Türkiye’nin gelir diliminde ilk %20’likte yer alan grup, ülkedeki eğitim harcamalarının %63,6’sını gerçekleştirirken, en az kazanan son %20’lik dilimse ülkedeki eğitim harcamalarının %2,8’ini gerçekleştirebildi. Kaynak: SODEV Eğitimde fırsat eşitsizliğinin temelini oluşturan harcama standartları arasındaki bu uçurumu kapatmanın tek yoluysa devlet okullarında sunulacak ücretsiz eğitimin kalitesini yükselterek gelir durumu zayıf olan öğrencilerin gelir dağılımı farkı nedeniyle mağduriyet yaşamasının önüne geçmek. İmam hatip dayatması Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre, akademik eğitim veren liselerin (fen, sosyal bilimler ve anadolu liseleri) öğrenci sayısı 2015-2019 yılları arasında %12 oranında artarken, aynı dönemde akademik lise sayısıysa %30 oranında arttı. İmam hatip liselerinde (İHL) 2015-2019 döneminde okul sayısındaki artış %43,7 olurken, öğrenci sayılarıysa %10 azaldı . Yani 5 yıllık dönemde toplumun imam hatip liselerine olan talebi azalırken, kontenjanları artırılmaya devam edildi. MEB, 2021 yılının ilk yarısında akademik liselere kayıtlı 3 milyon 900 bin öğrenci için 6,8 milyar TL harcama yaparken, imam hatip liselerine kayıtlı 666 bin öğrenci için 6,6 milyar TL harcama yaptı . Böylece Anadolu ya da fen liselerine giden bir öğrenci başına ortalama yapılan harcama yaklaşık 1,750 lira olurken, bu rakam İHL öğrencileri için beş buçuk misli katlanarak 9 bin 900 lirayı buldu . İmam hatip ısrarının eğitim kalitesine etkisi OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ) üyesi olmamız münasebetiyle dâhil olduğumuz ve her üç yılda bir, 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerinin değerlendirildiği PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) raporlarına göre Türkiye, okuma alanında 2018 tarihli güncel raporlara göre 37 üye ülke arasında ancak 31'inci sırada bulunuyor. Türkiye aynı raporda matematik alanında daha da geride kalarak 33'üncü sırada, Fen Bilimleri alanındaysa bir basamak yukarıda, 30'uncu sırada yer alıyor. Kaynak: Doğruluk Payı Türkiye’nin puanları, 2003’ten beri düzenli olarak her üç alanda da OECD ortalamasının gerisinde kalıyor. İmam hatip liselerinin puanlarını izole ederek incelediğimizdeyse durum daha da vahim bir hâl alıyor. OECD ortalaması 487 olan ‘okuma’ alanında fen liseleri 583 ve Anadolu liseleri ise 495 puanla ortalamayı aşarken, imam hatip liseleri 444 puanda kaldı. OECD ortalaması 489 olan ‘fen bilimleri’ndeyse fen liseleri 584 puan alırken liselerinin ortalama puanı 446’da kaldı. Ancak en büyük fark matematik alanında yaşandı. Fen liseleri matematikte 593 puanla lider Çin’i geride bırakırken, OECD ortalaması 489 olan branşta imam hatipler 425 puanı aşamadı . Türkiye’de 186 okuldan 6 bin 890 öğrencinin katıldığı PISA testine katılan öğrencilere bir memnuniyet anketi de yapılmıştı. “Kendini okuluna ait hissediyor musun?” sorusuna imam hatiplilerin %54’ü, yani çoğunluğu “Hayır” dedi. İmam hatiplilerin %46,9’u yani yarıya yakını ise “Okulda kendini garip hissediyor musun?” sorusuna “Evet” yanıtını verdi . Özetle, kaynakların öğrencilerin akademik olarak daha başarılı ve mutlu oldukları fen ve anadolu liselerinin kontenjanını ya da bu kurumlarda verilen eğitimin kalitesini artırmaya harcanabilecekken, başarısızlığı 2018’de evrensel ölçütlerle kanıtlanmış imam hatiplere harcanmasında ısrar ediliyor. Geçtiğimiz yıl SODEV’in gerçekleştirdiği bir ankette “Sizce Türkiye’de öğrenciler dünya standartlarında bir eğitim alıyor mu?” sorusuna “Evet” cevabı verenlerin oranı %13,6 olurken, “Sizce Türkiye’de eğitim almış bir genç dünyanın her yerinde iş bulabilir mi?” sorusuna “Evet” cevabı verenlerin oranıysa %19,1’de kaldı . Bir başka deyişle, geleceğe umutla bakma fırsatında da eşitlik sağlanamadı. Eşitsizliğin en çok hissedildiği an: Uzaktan eğitim Pandemi döneminin yol açtığı eşitsizliklerin bir diğer sonucuysa uzaktan eğitim için gerekli cihaz ve internet bağlantısı gibi araç gerece erişimi olmayan ya da kısıtlı olan hanelerde gözlendi. TUİK verilerine göre 9 milyon 374 bin hanede sabit internet bağlantısı yokken hanelerin yalnızca %61,9’unun sabit genişbant internet bağlantısına erişimi var. Hatta 1 milyon 968 bin hanenin internete hiçbir şekilde erişim imkânı yok. 2021 yılında hanelerin yalnızca %16,8’inde masaüstü bilgisayar bulunurken, taşınabilir bilgisayar olan hane sayısı %38,3’te, tablet bulunan hane sayısıysa %26,3’te kaldı . Bunun bir sonucu olarak da Eğitim Sen, Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre zorunlu örgün eğitime dâhil olan 18 milyon öğrenciden 4 milyonunun pandemi döneminde ne yüz yüze ne de uzaktan, hiçbir şekilde eğitime ulaşamadığını açıkladı . Özetle her 5 çocuk ya gençten biri, 1 yıldan az olmamak şartıyla eğitim hakkına erişimini yitirdi. Eğitim Sen’in raporunda 3 bin 743 öğretmenin katıldığı bir anketin sonuçları da yer aldı. Buna göre pandemi süreci boyunca eğitimcilerin yaşadığı en önemli üç sorun; %46 ile öğrencilerin internet ve cihazlara erişememesi, %17 ile öğrencilerin uzaktan eğitimde konuları yeterince öğrenememesi ve %16 ile öğrencilerin uzaktan eğitimde odaklanma ve motivasyonlarını yitirmeleri olarak ortaya konuldu. İnternet erişiminin olmaması gibi esas sorunların haricinde 1 öğretmene 100’ün üzerinde öğrencinin atanması, dijital kaynakların yetersizliği, müfredatın uzaktan erişime göre yeniden planlanmamış oluşu, EBA alt yapısı kaynaklı erişim problemleri de eğitimin kalitesini olumsuz etkileyen diğer unsurlar olarak kayda geçti. MEB’in 2019’da gerçekleştirdiği ABİDE (Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi) araştırmasının sonuçlarına göre öğrencilerin eğitim hedefleri yükseldikçe sınav başarılarının da arttığı belirlendi . Eğitimlerini lisans, yüksek lisans, doktora seviyesine kadar devam ettirmek isteyen öğrenciler, hedefi liseden mezun olmakla kısıtlı olanlara kıyasla alanlarında daha yüksek puanlar aldı. Geçtiğimiz yıl düzenlenen YKS’deyse imam hatip mezunlarının sadece %16’sı 4 yıllık bölümlere yerleşebilmişti. Bunlar henüz daha üniversiteye yerleşmeden yaşanan sorunlar. Elbette işin bir de üniversiteden mezun olduktan sonraki boyutu var. Öğrencilerin staj ve iş imkânları konusunda karşılaştıkları zorluklarıysa önümüzdeki yazıda ele alacağız.

Eğitimde fırsat eşitsizliği

Kasım 9, 2021

·

Makale

Öğrenim Krizi 7/8: İstihdam problemi

Öğrenim Krizi yazı dizisinde daha önce “üniversite enflasyonu” kavramından bahsetmiştik . Türkiye’de bu yıl itibarıyla 129’u devlet 76’sı özel olmak üzere 205 üniversite olduğunu ve bu üniversitelere kayıtlı 8 milyon 240 bin 997 öğrencinin bulunduğunu hatırlatmıştık. İlkim’in yazısı, bu fazlalığın bütçe yetersizliği ve akademik liyakatsizlik gibi sebeplerle ortalama öğrenim kalitesini düşürdüğünü ortaya koyuyordu. Bu yazıdaysa Türkiye’nin iş gücüne katılan yeni mezunlarının umutsuz durumunu ele alıyoruz. İşsizlik verileri TÜİK istatistiklerine göre Ekim 2021’de iş gücünde sayılan insan sayısı 33 milyon 297 bin, çalışan sayısı 29 milyon 581 bin, 2015 yılından beri tek haneleri görmeyen işsizlik oranıysa %11,2. İş aramaktan vazgeçmiş insanları iş gücüne dâhil kabul ederek hesaplanan ve daha gerçekçi olan geniş tanımlı işsizlik oranıysa yine TÜİK verilerine göre %22,8. 2020'de Türkiye nüfusunun %15,4’ünü oluşturan genç nüfusta (15-24 yaş arası), iş gücüne katılım oranı %39,1, işsizlik oranı %25,3, istihdam oranıysa %29,2 idi. Ne eğitimde ne de istihdamda yer alan genç nüfus oranıysa korkunç boyuttaydı: Tam %28,3. Genç erkeklerde bu oran %21,2 genç kadınlardaysa %35,7 olmuştu. Özel sektör problemli Pandeminin yıkıcı etkisinin üzerine geçtiğimiz günlerde yaşanan fahiş kur artışının özellikle hammadde ithal etmek zorundaki üreticilere kepenk kapattıracak olmasının ve çalışanları enflasyona ezdirmemek amacıyla yapılacak asgari ücret artışının bunu karşılayamayacak küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki işten çıkarmaları hızlandıracak olmasının işsizlik oranlarını daha da yukarı tırmandırması bekleniyor. Daha da vahimi, zaten 2014 yılından bu yana Türkiye’de özel sektör yeni istihdam üretemiyor . Yani işsizlik kronik bir sorun. Yeni mezunlara iş imkânı yaratarak kendi ayaklarının üzerine basmasını sağlaması beklenen özel sektör ekonomik tıkanıklıktan ötürü genişleyemiyor. İstihdam piyasasındaki acımasız rekabette öne geçmek isteyen yeni mezunlar, kendilerini aylarca hatta belki yıllarca ücret almadan staj yaparken buluyor. Gençlerin kariyer yollarını belirlemek amacıyla kısa tecrübeler kazanmasına yaraması gereken staj, işverenler için bir sömürü aracına dönüşüyor. Hâliyle, lisans eğitimini tamamlayan pek çok genç ya işsiz kalıyor (2021’de her 4 işsiz gençten 1’i ise üniversite mezunu) ya da eğitim seviyesinin altındaki işleri açlık sınırının bile altında kalan, kayıtlı çalışanların %42’sinin kazandığı asgari ücret karşılığında yapmaya razı oluyor. Tıpkı, Twitter’dan “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden 3.65 ortalamayla mezun olarak perşembe günü kafede garsonluğa başlıyorum. Bu ışıltılı hayatı ben seçmedim. Teşekkürler Türkiye..” mesajını paylaşan Öznur Aydın gibi. Kamu da çözüm değil Özel sektörün istihdam yaratamadığı noktada kamuda işe girmek çoğu yeni mezun için makul görünüyor. 2003 yılından 2020 sonuna dek kamu çalışanlarının sayısı %119 artsa da atama bekleyen insanların varlığı sürekli gündem oluyor. Örneğin, resmî verilere göre 460 bin, kimi sivil toplum kuruluşlarına göre 700 bin öğretmen atama bekliyor . Keza KPSS’den yüksek puan alan pek çok genç sekreter, sağlık çalışanı, mimar vs. sabırla ve gerginlikle atanmayı bekliyor . Bekleyiş içindeki gençler özel sektörde kendilerine uygun iş bulamıyor, gelir sahibi olamadığı için de hak ettikleri hayata erişemiyor. Problemin büyüğüyse bu yığılmaya rağmen yüz binlerce öğrencinin daha mezun oldukça bu listeye eklenecek olması. Belki de üniversiteye girişte bu duruma yönelik bir plan yapılması gerekiyor. Öte yandan kamunun büyümesinin verimliliği ve vatandaşların geneli üzerinde oluşturduğu vergi yükü tartışma yaratıyor. Kamuda işe alımlardaki mülakat sistemi, ortalığa dökülen torpil listeleri ve akraba ilişkileri ile beraber düşünüldüğünde "toplumsal adaletsizlik" hissi de doğuruyor. Üniversiteye giriş sınavında kimi öğrencilerin soruları önceden edindiğini düşünen gençler, mezun olduktan sonra da kimi mezunların torpille işe yerleştirildiğine tanıklık ediyor. Bu, belki de şu an tam olarak anlayamadığımız bir öfke duygusu yaratıyor. Kamuda mülakat sisteminin kaldırılmasını öneren muhalefet partilerine kulak vermek gerekiyor. Ekşi Sözlük’te kısa bir arama, “onlomovunbacısı” adlı kullanıcının “Yetti artık. İş yapabilme kapasitesine, hak edip etmediğine bakılmadan işe alıma o kadar alıştı ki bu millet, herkes bir yerlerden tanıdık bulma gayretinde. Hakkımızla girelim kimsenin ekmeğiyle oynayalım diye diye işsiz kaldık. Hâlbuki ne kolay değil mi parti üyeliğiyle birinin önüne geçmek. Çalınan emekler, yaşatılan ruhsal bunalımlar, intihar eden işsiz gençler kimsenin umurunda değil. Hakkıyla giren vardır tabii sözüm meclisten dışarı ama çevremizde o kadar çok ki emeksiz bir yere gelenler. Hayatımda kimse için kötü temennide bulunmadım ama artık yaşatılanları yaşamadan da ölmez umarım hiç kimse.” mesajına benzer yüzlerce mesajı görmeye yetiyor.

Öğrenim Krizi 7/8: İstihdam problemi

Aralık 14, 2021

·

Makale