Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →Müziğin Etkisinde
Müzik neden insan yaşamının bu kadar ayrılmaz bir parçası? Neden bazı sesler hüzünlüyken bazıları mutlu geliyor? “Müziğin Etkisinde” serisinde insanlığın en büyük ortak paydalarından olan müziği daha önce düşünmediğimiz biçimlerde düşünüyoruz.
4 Hikâye
Mağaralardan bugüne yankılanan müzik
Hayatımızın ilk anından son günlerimize kadar en çok iletişim kurduğumuz sanat formu müzik. Hepimizin bir favori şarkısı var, hepimiz bazı şarkıları ilk duyduğumuz anı tüm netliğiyle hatırlıyoruz, hepimiz kendi kendimize bir şeyler mırıldanıyoruz. Peki neden? Müzik neden insan yaşamının bu kadar ayrılmaz bir parçası? Neden bazı sesler hüzünlüyken bazıları mutlu geliyor? Dünyanın ayrı yerlerinde, birbirinden bağımsız kültürler müzikle nasıl birbirine çok benzeyen ilişkiler kuruyor? “Müziğin Etkisinde” serisinde insanlığın en büyük ortak paydalarından olan müziği daha önce düşünmediğimiz biçimlerde düşünüyoruz. Röportajlarda müzisyenlere içinde müzik olan ilk anılarını soruyorum bazen. Bu soru onları aile arabasında çalan şarkılara, evde mırıldanılan melodilere, oyunları içinde uydurdukları müziklere götürüyor. Varoluşçu psikolog Rollo May, Yaratma Cesareti eserinde, yaratıcılığın koşullarından biri olarak gördüğü “kavrayış” ortaya çıktığında çevremizdeki renklerin keskinleştiğini, sanki dünyanın yarı saydam olduğunu söyler. Bu hissi çoğumuz, hayatımızda iz bırakan şarkıları ilk dinleyişimizde yaşamışızdır. Müziğin de May’in bahsettiği kavrayış gibi yaşama deneyimini yoğunlaştırma gücü var. Müziğe dair ilk anılarımız: Keele Üniversitesi’nden Alexandra Lamont, yaptığı deneylerde anne karnında belirli bir müzik eseri dinletilen bebeklerin, doğumdan bir yıl sonra aynı eser dinletildiğinde onu tanıdıklarını tespit etmiş. Bu, çocukluğun ilk yıllarına dair bir hafızamız olamayacağı fikriyle çelişiyor ve müziğin, dil ya da farkındalık oluşmamışken bile hafızamızda yer edebildiğini kanıtlıyor. Ağır hafıza kaybı yaşayan Alzheimer hastaları ise çoğunlukla ergenliklerinde dinledikleri şarkıları hatırlayabiliyor. Hayata dair ilk ve son anılarımızda kendine böyle büyük yer bulan müzik, insanlar için neden bu kadar önemli? Mağara akustiğinde: Arkeolojik kayıtlar bize müziğin dünyanın her yerinde, her dönemde insan yaşamının bir parçası olduğunu gösteriyor. Atalarımız yaklaşık 50 bin yıl önce, henüz tarım yapmaya başlamamışken avladıkları hayvanların kemiklerinden flüt yapıyordu. Onlar da bizim gibi çok sessiz ortamlarda tedirgin olup ıslık çalıyor, çocuklarına melodiler mırıldanıyorlardı. İnanması güç olabilir ama kulaklarına hoş gelen armoniler, bugünkülerden çok farklı değildi. Reverb ve echo : Müzisyen Jarvis Cocker, Yeraltının Sesi başlıklı makalesinde modern müziğin mağaralardaki kökleri üzerine düşünüyor. Mağara resimlerinin yankının çok olduğu noktalarda yoğunlaşması, Neanderthal akrabalarımızın müzik yaptıkları yerleri tıpkı bugünkü sahneler gibi görsellerle süslemesinden mi kaynaklanıyordu? Acaba bugün rock müzikte kullanılan en popüler efektlerin reverb ve echo olması, mağaralara dayanan geçmişimizle bağlantılı mı? İlk insanlarla benzer seslerden hoşlanmamız, belirli müzikal bağlantılara biyolojik olarak yatkınlığımız olduğunu mu gösteriyor? Bu duygular nereden geliyor? Muhtemelen varoluşumuzun başından beri müzik yapıyoruz ve bunu belirli ölçeklere göre yapıyoruz. Duke Üniversitesi’nden Dale Purves, müziğe dair biyolojik temelimizin müzik ve konuşma arasındaki benzerlik olduğunu ileri sürüyor. İngilizce ve farklı dillerde 600 konuşma örneğini sessiz harflerden temizleyen, sadece ses tellerimizle çıkardığımız sesleri bırakan Purves ve ekibi, bu sesleri notaya aktardığında en yüksek ve öne çıkan seslerin bugün batı müziğinde kullanılan 12 notaya denk düştüğünü görüyor. Mutlu ve melankolik: Konuştuğumuz kişinin ses tonundan duygularını anlayabiliyoruz. Mutsuz olduğumuzda kullandığımız ton ve melodilerle heyecanlı olduğumuzda kullandıklarımız birbirinden farklı. Müzikte de bazı sesleri ve melodileri melankolik, bazılarını ise mutlu olarak algılamamızın sebeplerinden biri bu olabilir. Majör gamların neşeli, minör gamların hüzünlü olduğu düşüncesi ise farklı kültürlerin müzik gelenekleri tarafından sarsılıyor. (Yine de müzikolog Deryck Cooke, Slav ve İspanyol müziğinde minör gamların neşeli müzikler için kullanıldığı hatırlatıldığında, bu toplumların hayatları çok zor olduğu için mutluluğun ne olduğunu bilmediklerini iddia ediyor.) Ayna nöronlar: Müzik dinlerken ateşlenen ayna nöronlarımız sayesinde, dinlediğimiz piyanistin piyano çalarken kullandığı kaslarla ilişkili nöronlar beynimizde ışıl ışıl yanıyor. Müziğin binbir çeşit duygu hissettirmesinde, şarkıların anlatılarıyla birleştirdiğimiz kişisel deneyimlerimizin yanında ayna nöronların da etkisinin olması mümkün. İster doğa seslerinin taklidinden doğmuş olsun ister savaşçıları transa sokma ihtiyacından; müzik, tarih öncesinden beri insanı insan yapan şeylerden biri. Doğumumuzdan ölümümüze kadar her önemli anımızda; ninnilerde, oyunlarda, düğünlerde, cenazelerde bizimle. Müzisyen David Byrne’ün dediği gibi sosyal bir tutkal. İyi ki müzik var. Kaynaklar Byrne, David, How Music Works , Canongate, 2012 Levitin, Daniel J., Müziğin Etkisindeki Beyin , Pegasus Yayınları, 2015 Cocker, Jarvis, The Sound of the Underground , 2020

Mart 10, 2021
·
Makale
Bu zihin seni unutur mu?
O aklımızdan bir türlü atamadığımız şarkının sırrı ne? Müzikteki boyut hissi nereden geliyor? Stereo işitmenin hayatımızdaki yerinin farkında mıyız? Tüm insan kültürlerinin ayrılmaz parçası olan müziğe ve üzerimizdeki etkisine dair sorular sormaya devam ediyoruz. Neden bazı şarkılar aklımıza takılır? Birkaç kere duymamızla birlikte zihnimize yapışan, dönem dönem ortaya çıkıp saatlerce beynimizde yankılanan şarkılara, Almanca’daki ohrwurm kelimesinden hareketle “kulak kurdu” deniyor. Bazı sözcük, hareket veya seslerin istem dışı tekrarlanması tourette sendromu, obsesif kompulsif bozukluk ya da ön lob hasarı olan kişilerde görülürken şarkıların zihnimizdeki tekrarı insan doğasının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Nörolog ve yazar Oliver Sacks ’a göre bu, “beynimizin müzik karşısında kimi zaman çaresizlik düzeyindeki duyarlığı”na işaret ediyor. Kulak kurtlarının (ya da daha teknik bir tanım tercih edenler için “istemsiz müzikal imgeleme”nin) nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, avcı-toplayıcı günlerimizde çevremizi daha iyi tanımak için önemli sesleri ezberleyene kadar tekrarlama pratiğimizden gelmiş olabileceği ihtimali üzerine düşünmeye değer. İnsanların %98’inin yaşadığı bu durum, tekrarlanan şarkıyla ilişkili bir duygu, şarkıdan birkaç nota ya da şarkının sözlerini anımsatan kelimelerle tetiklenebiliyor. Biz gündüz düşlerine dalmışken de düşünceler içinde kaybolmuşken de kendini gösterebiliyor . Akılda kalmanın formülü: Bugün, kayıt teknolojisi öncesi dönemle kıyaslanamayacak kadar çok müzikal uyaranla karşı karşıyayız. Psikolog Kelly Jakubowski ve ekibi, 2016’da 3.000 kişiyle yapılan anketler sonucunda akılda kalıcı şarkıların ortak özelliklerini şöyle belirlemiş; hızlı olmaları, batı kültüründeki ninniler ve pop şarkılarında sık görülen melodi yapılarına sahip olmaları, bunun yanında beklenmedik atlamalar ya da tekrar eden notalar gibi sıra dışı öğeler barındırmaları ve belki de en önemlisi, insanların kulağına sık çalınmaları. Araştırmada adı en çok geçen 10 şarkıdan üçünün Lady Gaga’ya ait olması, pop endüstrisinin bu formülü başarıyla uyguladığının kanıtı. Kulak kurtlarından nasıl kurtuluruz? Özellikle sevmediğimiz şarkıların dilimize dolanması can sıkıcı olabilir. Kulak kurtlarından kurtulmak için önerilenler ; akla takılan şarkıyı baştan sona dinlemek, kulak kurdu şarkıyı kovacak başka bir şarkı dinlemek ve tuhaf ama sakız çiğnemek (böylece bir şekilde iç sesimize müdahale etmiş oluyoruz). Bir kulağın nesi var? İnsan, birçok canlı gibi sesleri stereo işitir. İki kulağımızdan gelen, aralarında mikro saniyelik farklar bulunan veriler sayesinde müziğin ton, perde, tını, tempo, ritim gibi özelliklerinin yanında müziğin çalındığı ortamın boyutlarını da algılarız. Peki stereo duyma yetimizi kaybetsek ne olur? Yanıtı Oliver Sacks’ın müziğe temas eden vaka öykülerini anlattığı “Müzikofili”de buluyoruz. Tek kulakta duyma kaybı yaşayan Dr. Jorgen Jorgensen ve müzik eleştirmeni Nick Coleman, Sacks’la yazışmalarında müziği artık tekdüze, iki boyutlu ve cansız algıladıklarını söylüyor. İşitmede kaybedilen boyut hissi, yanında duyguları ve müzikten alınan keyfi de götürüyor. Coleman yaşadığı süreci The Guardian’daki yazısında detaylarıyla aktarıyor. Neyse ki beynimiz, geçmişteki verileri işleyerek kaybedilen kulağı telafi etme konusunda gelişmeye açık. Stereofoniyi geri kazanmak mümkün olmasa da stereo duyumun anısı taze tutularak, işitsel algıyla birlikte görme ve dokunma duyusu da kullanılabiliyor. Beynimizin bilinen bütün alanlarını harekete geçiren müzik, bizi kolay kolay terk etmiyor.

Mart 10, 2021
·
Makale
Kaya oyuklarından led ekranlara: Müziğin sahnedeki yolculuğu
Pandemi nedeniyle zorunlu bir ayrılık yaşadığımız konserler burnumuzda tütüyor. Müzik sektöründe çalışan 10 binlerce kişinin içinde bulunduğu zor durum, salonlara geri dönme zamanı geldiğinde müzisyenleri, sektör çalışanlarını, hatta sahneleri bıraktığımız yerde bulamayacağımızın sinyallerini veriyor. İnsan türünün müzikle çok derin bir ilişkisi olduğundan bu serinin ilk yazısında bahsetmiştik. Şarkı söylememizin tarihi, muhtemelen konuşmamızdan daha eski. Atalarımız tarımdan 10 binlerce yıl önce enstrüman yapıyordu ve mağara sistemlerinin akustik açıdan dikkat çekici noktalarında yoğunlaşan duvar resimlerine göre topluca müzik dinliyordu. " Müziğin Etkisinde", bu hafta canlı performansın tarihine göz atacağız. İlham kaynaklarımızdan Müziğin Etkisindeki Beyin kitabında Daniel J. Levitin, antropoloji profesörü Jim Ferguson’ın başına gelen bir olayı anlatıyor. Ferguson, Lesotho’daki Sotho yerlileriyle yaptığı çalışmalar sırasında bir gün, halkla birlikte şarkı söylemeye davet ediliyor. Şarkı söyleyemediği için daveti kibarca geri çevirmesi büyük şaşkınlıkla karşılanıyor çünkü yerel halkın kültüründe, şarkı söyleyememek açıklanamaz bir durum. Müziğin nefes almak kadar doğal ve toplumun tüm kesimlerinin katıldığı, gündelik bir faaliyet olduğu Sotho topluluğu, modern Batı toplumlarında birkaç yüz yıl önce ortaya çıkmış müziği icra edenle müzik dinleyen arasındaki ayrıma sahip değil. Dönüm noktası: Canlı performansın doğuşunun müziğin doğuşuyla eş zamanlı olduğu düşünülüyor. Mağaralarda yaşadığımız dönemden beri ritüellere eşlik ettiği bilinen müzik sadece doğaüstü güçlerle iletişim için değil; dans, iş ve oyun sırasında da kullanılıyor. Antik Yunan ve Roma’da tiyatro sahnelerine çıkan müzik, Orta Çağ’da kilise müziği ve seküler müzik ayrımına gidiyor. Nota sisteminin ortaya çıkışı, müzik teorisi, armoni anlayışları ve enstrümanlardaki gelişmeler, ana mekânı katedraller olan müziğin Barok dönemde farklı boyutlarda salonlara taşınması, Batı müziğinde önemli dönüm noktaları. İlk "konser": 17. yüzyılda Oxford Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi'nde canlı performans eksenli buluşmalar düzenlense de bugün bildiğimiz anlamda bir giriş ücretiyle gerçekleşen ilk konserler, besteci ve kemancı John Banister’ın evinde verdiği ve ücret karşılığı seyircinin isteklerini çaldığı konserlerdi. 18. ve 19. yüzyıllarda klasik müzik ve operanın popülerliği, konserlerin kültürel hayatın kalbindeki yerini sağlamlaştırdı. The Fillmore: Mikrofonlar, ses sistemleri ve amfiler, 20. yüzyılda binlerce kişinin birlikte olduğu konser ve festivallerin yolunu açtı. 1967’deki Aşk Yazı’nın mimarlarından kabul edilen Chet Helms ve San Francisco’daki konser salonu The Fillmore’u psychedelic müziğin merkezlerinden biri hâline getiren Bill Graham gibi figürler, sonraki yıllarda dev bir sektöre dönüşen konser organizasyonlarının ilk kurallarını koydu. The Fillmore poster Dayanışma: Mağaralardaki yankılı toplantılardan bugünün stadyum prodüksiyonlarına, alt kültürlerin can damarı olan küçük sahnelerden dünyanın her yerinden seyirci çeken efsanevi festivallere; müziğin sahnedeki ve dinleyicideki yolculuğu devam ediyor. Bizi insan yapan müzikle bağımızın en derin kurulduğu yerler olan sahnelere yeniden kavuşmak, hepimize tahmin ettiğimizden çok daha iyi gelecek. O zamana kadar özellikle bağımsız sahneler ve küçük konser salonlarıyla dayanışma içinde olmak biz seyircilere düşüyor.

Mart 10, 2021
·
Makale
Aynı beyin aynı ses, bir tat alamıyorum
“Kulağa hoş gelen her tür müziği dinlerim" klişesiyle çok karşılaşmışızdır ama “Hiçbir şey kulağıma hoş gelmiyor” diyen biriyle karşılaşmamız zor. Müzikle kurduğumuz derin bağ, onu algılayışımız ve anlamlandırışımız üzerine düşündüğümüz "Müziğin Etkisinde"de bu hafta müzikten hoşlanmayanlar; müziğin evrensel dilini konuşmayanlar var. Amüziya: “Bir İtalyan operası seyretmeye çalışmıştım da en sonunda acıyla ve ıstırap içinde kalabalık sokakların en gürültülü yerlerine koşmuştum. Takip etmek zorunda kalmadığım seslerle çevreliyorum kendimi… Gündelik hayatın dürüst, kendinden başka bir şey olmaya çalışmayan sıradan seslerine sığınıyorum. Sözcükler başka, sonu gelmez bir ses saldırısına maruz bırakılmak başka…” Charles Lamb, 1823 tarihli Essays of Elia kitabında, yaşadığı amüziyayı böyle anlatıyor. Farklı çeşitleri olan amüziya; ses perdelerini, ritimleri ayırt edememe ve müziği “müzik” olarak deneyimleyememe anlamına geliyor. Amüziya yaşayan kişiler için melodiler artık müzik olmaktan çıkar; rahatsız edici, düzensiz seslere dönüşür. Bu durum doğuştan gelen bir anomali olabileceği gibi, beyindeki lezyonlar gibi hasarlar sonucu sonradan da edinilebilir. Müziği algılamak, beyinde sesin ve zamanın algılanışı, çözümü ve bileşimiyle ilgili olduğu için beynin birçok alanından kaynaklanabilecek amüziya biçimleri var. Bunu kültürel ritim duyarsızlığıyla karıştırmamak gerek. Psikologlar Erin Hannon ve Sandra Trehub’ın bebeklerin ritim algısı üzerine yaptığı araştırmada; altı aylıkken farklı ritim çeşitlemelerini ayırt edebilirken 12 aylık olduğumuzda algı kapsamımızın daraldığı ve kültürümüzle bağlantılı, daha önce duyduğumuz ritimleri daha kolay fark ettiğimiz ortaya çıkıyor. Kültürümüz ve tercih ettiğimiz müzikler, belirli dizilimleri diğerlerine göre daha uyumlu bulmamıza yol açıyor. Amüziyaya geri dönelim. Julie Ayotte, Isabelle Peretz ve Krista Hyde’ın 2002 tarihli makalesinde , amüziyanın sadece müziği işlemekle ilgili bir nörogenetik bozukluk olduğu, konuşma ve çevresel sesleri algılama üzerinde bir etkisi olmadığı belirtiliyor. Fakat yine Peretz, Yun Nan ve Yanan Sun’un 2010 tarihli araştırmasında , kelimelerin farklı tonlarda okunduğunda anlam değiştirdiği Mandarin gibi tonal dilleri konuşanlarda, amüziyanın dil yeterliğine de olumsuz etki ettiği bulunmuş. Dünya nüfusunun %4 ’ünde görülen amüziyanın bir tedavisi de yok. Müzikal anhedoni (müzikten keyif almama): Müzikal anhedoni yaşayan bireyler, amüziyadaki gibi müziği algılamaya dair bir sorun yaşamıyor; sadece müzik onlarda olumlu bir duygusal tepki oluşturmuyor. Dopamin meselesi: Müzik dinlediğimizde, beynimizdeki ödül merkezi çalışıyor ve dopamin salgılıyor. Dopamin sayesinde kendimizi iyi hissediyoruz ve müzik dinleme eylemini hayatımız boyunca tekrar tekrar gerçekleştiriyoruz. Yani beynimiz, müzikten keyif almak üzere evrilmiş. Müzikal anhedoni yaşayanlarda ise, beynin işitme ve ödül merkezleri arasında böyle bir ilişki kurulmuyor. Aynı kulaklığı paylaşamayanlar: Dünya nüfusunun %3 ile %5’inde görülen müzikal anhedoni, amüziya gibi bir bozukluk değil. Ömür boyu da sürebiliyor, travma sonucu ya da depresyonun bir belirtisi olarak da ortaya çıkabiliyor. Müzikal anhedoninin en büyük olumsuz etkisi, sosyal bağlar kurmayı zorlaştırması. Arkadaşlarınızla, sevgililerinizle birbirinize gönderdiğiniz şarkıları, birlikte gidilen konser ve festivalleri, kulaklıklarınızı takıp zihninizde klipler çekerek yürüdüğünüz yolları, doğum günlerini, partileri, maçları, kutlamaları düşünün… Müzikten hiçbir keyif almayan biri için buralarda bulunmak zor ve yabancılaştırıcı olsa gerek. En azından artık müziği sevmediğini söylediğinde tuhaf karşılananların elinde bilimsel bir açıklama var. Kaynakça: Sacks, Oliver, Müzikofili - Müzik ve Beyin Öyküleri, Yapı Kredi Yayınları, 2014 Please do not stop the music or do stop the music I do not really mind , The Atlantic, 2017 What it feels like to get no enjoyment from music , Vice, 2019

Mart 10, 2021
·
Makale