Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →Gıda İsrafı
"Ziyan etme!", "İhtiyacından fazlasını alma.", "Değerlendir." Dünyanın karşı karşıya olduğu en yaşamsal sorunlardan birine; gıda israfına; nasıl ortaya çıktığına ve önlemek için yapılması gerekenlere bakıyoruz.
6 Hikâye
Rakamlarla gıda israfı
Gıda israfını büyüteç altına koyup çeşitli yönleriyle ele alacağımız bir dosyanın ilk adımını bu yazıyla atıyoruz. Yazı serisi için istatistiklere bakarken kendi istatistiğimi tutmaya karar verdim. Çöpümle yüzleştim, tadım kaçtı. Neyse ki sorun da çözüm de elimizde, evimizde. Yemeklerin tadı tabakta değil, damağınızda kalsın diyerek bu yazı dizisi vesilesiyle sizleri de çöpümüzle yüzleşmeye ve çözüme evlerden başlamaya davet ediyorum. Birleşmiş Millet Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) istatistiklerine göre, insan tüketimi için üretilen gıdanın üçte biri israf ediliyor; yani 1 trilyon dolar her yıl çöpe gidiyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin israf ettiği gıda miktarı hemen hemen aynı (670 ve 630 milyon ton) ancak fark bu kaybın nerede meydana geldiği. Gelişmekte olan ülkelerde taşıma , depolama ve işleme gibi erken aşamalarda gıda kaybı yaşanırken, gelişmiş ülkelerde gıdaların atılması veya bozulmaya terk edilmesiyle gıda israfının sebebi tüketiciler . Sanıldığının aksine en büyük katkı otel ve restoranlardan gelmiyor. Gıda israfının yarısı evde gerçekleşiyor. Birleşik Krallık’ta da gıda israfının büyük kısmı hane halkı kaynaklı (%70). Haftada sekiz öğün çöpe atılırken atılan gıdanın %70’i aslında tüketilebilir nitelikte. ABD'de, gıda arzının %40’ı perakende ve tüketici düzeyinde kayba uğruyor . Hane başına çöpe atılan para yılda bin 600 dolar. Türkiye’de ise, Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan Türkiye İsraf Araştırması ’na (2018) göre, evlerin büyük çoğunluğunda (%90) düzenli yemek pişiyor. Ancak evlerin %40 ’ında pişen yemeklerin bir kısmı çöpe gidiyor. İsraf sadece pişen yemeklerle sınırlı değil. Her beş kişiden biri tabaktaki yemeğin de bir kısmını çöpe atıyor. Bir de işin buzdolabı boyutu var ki satın alınan gıdaları tüketmeden çöpe atanların oranı %28 . Başka neleri israf ediyoruz? Tüketilebilir nitelikte gıdaları çöpe attığımızda tabağımıza gelene kadar kullandığımız tüm kaynakları da çöpe atıyoruz. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, israf ettiğimiz gıdaları üretmek için her yıl; Dünya tarım alanının yüzde %28 ’i kullanılıyor. Kullanılan toplam su hacmi 250 kilometreküp , Burdur Gölü’nün hacminden (200 kilometreküp) fazla. Atmosfere 3,3 milyar ton karbondioksite eşdeğeri sera gazı salınıyor ki çöpe giden gıdalardan üreyen metan gazı karbondioksitten 84 kat daha yüksek küresel ısınma potansiyeline sahip. Gıda atıkları bir ülke olsaydı, Çin ve ABD'den sonra dünyanın en büyük üçüncü karbondioksit salımına sebep olan ülkesi olurdu. İsraf ve açlık paradoksu: Dünyada 821 milyon insan kronik açlık ve yetersiz beslenmeyle savaşırken her yıl ziyan olan gıdanın tümü 2 milyar insan ı doyurmaya yetecek kadar. Bu yüzden Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen sürdürülebilir kalkınma hedefleri kapsamında, alt hedeflerden biri de “2030’a kadar tüketici kaynaklı gıda atığını yarıya indirmek”. Peki, neden israf ediyoruz? Cevap basit ama değiştirmesi zor, alışkanlıklar . Plansız alışveriş sebebiyle ihtiyaçtan fazla satın alıyoruz veya çeşitli promosyonlarla almaya teşvik ediliyoruz. Aldıktan sonra tüketilebilir olmasına rağmen birçok paketli gıdayı etiketindeki tarih bilgisini yanlış değerlendirdiğimiz için çöpe atıyoruz. Artan yiyecekleri çöpe atmak yerine evde kompost gibi atığı değerlendirme yöntemleri de pek yaygın değil. Sevindirici olan, gıda israfına sebep olduğumuz kadar çözüm de olabilmemiz . Peki nasıl önleyeceğiz? İsrafa ayırdığımız bu serinin devamında ihtiyaçtan fazla almamıza sebep olan etkenler, son tüketim tarihi hakkında yanlış bilinenler ve çözüme giden sosyal girişim örneklerini inceleyeceğiz.

Mart 10, 2021
·
Makale
Neden ihtiyacımızdan fazla gıda alıyoruz?
Geçtiğimiz yazıda gıda israfının yarısının evde gerçekleştiğini, bunun en temel sebebinin ise ihtiyacımızdan fazlasını almak olduğunu belirtmiştik. Peki, neden ihtiyacımızdan fazlasını alıyoruz? Ya da soruyu şöyle soralım: Süpermarketler daha fazla satın alımı teşvik etmek için ne yapıyor? Bunlardan bir tanesi duyularımızı hesaba katarak iyi tasarlanmış bir mağaza düzeni : Parlak renkler ve kokularla , içeri girer girmez sizi mutlu bir ruh hâline ve alışveriş havasına sokmak için mağazanın girişinde genellikle çiçekler, meyveler ve sebzeler sergilenir. Un, tuz, şeker, süt ve ekmek gibi temel ihtiyaçlar girişten ve birbirlerinden uzağa yerleştirilir . Böylelikle, süpermarket içinde daha fazla gezinmeniz amaçlanır. Süpermarkette daha fazla zaman geçirmek demek, daha fazla marka iletişimine maruz kalmak, daha fazla satın almak anlamına gelir. Mağaza içinde fırın bölümleri de ön tarafa genellikle yakındır. Fırından çıkmış taze ürünlerin kokusu da sizi acıktırabilir ve daha fazla satın almanıza sebep olabilir . Kullanılan yavaş müzikler de mağazada daha fazla zaman geçirmenize katkı sağlar: 1982’de arka plan müziği ve süpermarket müşterileri üzerine yapılan bir çalışma , yavaş müzik çalan mağazalarda satışların %40 arttığı , bununla birlikte alışverişe %34 daha fazla zaman harcandığını ortaya çıkardı. Bu mekânlar aynı zamanda dış zaman ipuçlarından da yoksundur. Örneğin, çoğunun penceresi yoktur ve genellikle saat bulunmaz. Tüm bu geciktirme taktiklerinin mantığı basit: Mağazada ne kadar uzun süre kalırsanız, o kadar çok şey görürsünüz ve ne kadar çok şey görürseniz, o kadar çok satın alırsınız. Hatta bazı marketler hızlı hareket yanılsaması vermek için pahalı ürünlerin bulunduğu alanlarda daha küçük yer karoları kullanır. Alışveriş arabasının tekerleklerinin çıkardığı sesin arttığını fark ettiğinizde, içgüdüsel olarak yavaşlarsınız. Fotoğraf: Martin Parr Peki, süpermarketlerde fazla zaman geçirdiğimizde ne olur ? 23 dakika civarında alışveriş yapanlar mantık yerine beyinlerin duyusal kısmıyla seçim yapmaya başlar. 40 dakika dan sonra ise beyin tamamen mantıklı düşünce üretmeyi bırakır. Böylelikle anlık ve ihtiyaç dışı satın alım potansiyelimiz artmış olur. Bir diğer önemli faktör ise alışveriş sepetinin büyüklüğüdür: Brandwashed’ın yazarı Martin Lindstrom yaptığı bir çalışmada , alışveriş arabasının büyüklüğü iki katına çıktığında satın alma miktarı da %40 arttığı öne sürülüyor. Bunun sebebi evrimsel olarak açlığa karşı korunmak için yiyecekleri istifleme motivasyonu. Kısacası sepetin yarısı boş ise dolduruyoruz. Peki ne yapalım? İhtiyacımızdan fazla satın almayı kontrol etmemiz, en başta ne kadar ihtiyacımız olduğunu bilmekten geçiyor. O hafta kaç gün dışarıda yiyeceğimizi hesaba katarak, evde tüketeceğimiz miktara göre haftalık alışveriş yapabiliriz. Satın almadan önce bir alışveriş listesi yapmak ihtiyaç fazlası alım yaptığımızda fark etmemizi kolaylaştırır. Alışveriş arabası yerine daha küçük hacimli alışveriş sepeti kullanmak , belli bir ağırlık taşıma kapasitemiz olduğunu ve süre arttıkça da bunun zorlaştığını hesaba katarsak, ihtiyacımız kadarını hızlıca alıp çıkmamız için iyi bir sebep olabilir. Covid-19'la birlikte daha da alıştığımız internetten alışverişle fazla alımı teşvik eden mağaza yerleşim düzeninden kaçınmış oluruz. Alışveriş sepetinde toplam ödenecek tutarı görmemiz de bizim için önemli bir kontrol mekanizması oluşturacaktır. Evlerde gıda israfını önlemede ilk adım ihtiyacımızdan fazlasını almamak olsa da tek başına çözüm değil. Bir sonraki yazıda evlerdeki tüketilebilir gıdaların çöpe gitmesinin önemli bir sebebi olan son kullanma tarihi hakkındaki yanlış algıyı ele alacağız, raftakini bırakıp biraz da dolaptakine bakacağız.

Mart 10, 2021
·
Makale
Gıda alışverişine sosyolojik bir bakış
Her yerde gıda atığının ne kadar önemli bir problem olduğu konuşulurken ve hedef olarak son tüketici gösterilirken; sorumsuz ve vurdumduymaz canlılar olduğumuz için çöpe gideceğini bildiğimiz hâlde tüketebileceğimizden fazla ürün satın almıyoruz. Daha doğrusu, cevap bu kadar net ve basit değil. Gıdanın evlerde atığa dönüşme sürecini anlayabilmek için incelememiz gereken bazı günlük davranışlar ve faktörler var. David Evans , “Sıfır atık tüketim kültürü ve gıda israfı” isimli araştırmasında, tüketicilerin gıda tüketimi konusunda sadece tüketici seçimi teorisi üzerinde durulmaması gerektiğinin altını çiziyor. Evans, gıda tüketimi ve market alışverişini; sosyoekonomik ve sosyokültürel bağlamda ele alarak, tüketicinin neden tüketmeyeceği ürünleri satın aldığına ilişkin kavramsal ve karmaşık haritaların incelenmesi gerektiğini ileri sürüyor . “Doğru beslenmek”: Televizyon ve Instagram’daki beslenme uzmanları, annemiz, anneannemiz, komşu teyze, spor eğitmenimiz, takip ettiğimiz o şef, arkadaşımız... Her biri günlük hayatta doğru beslenmemiz için türlü öğütlerle karşımızda. Kaynağı ne olursa olsun; bedenimiz için gerçekten faydalı olsun olmasın; zihnimizde yer eden “doğru beslenme” kodları var. Mesela; paketlenmiş ve dondurulmuş ürünler yerine taze gıdaları tercih etmek, her öğünde farklı olacak şekilde, çeşitli ve besleyici gıdaları bir arada yemek, özellikle pandemiyle daha fazla gündemimizde olan; bağışıklık sistemimizi güçlendiren gıdalara öğünlerimizde yer vermek; aklımızın bir köşesinde duran ve çoğu kez durduğu yerden alıp kullandığımız bilgiler. Dolayısıyla alışverişe çıktığımızda yemeyeceğimizi ya da yeteri kadar yemeyeceğimizi bildiğimiz hâlde, sadece doğru beslenme kodlarına uymak adına birtakım ürünleri satın alıyoruz. Mesela brokoliyi hiç sevmeyen biri de kendini “sağlıklı beslenmeye teşvik etmek” için yemeyeceğini bildiği hâlde bir kez olsun marketten o hiç yenmeyecek brokoliyle dönüyor. Diğer yandan özellikle çekirdek ailelerde alışverişten ve beslenmeden sorumlu anne ve babalar, alışveriş yaparken hem sağlıklı gıdalar hem de onların yenmemesine karşın birtakım “alternatif” gıdalar satın alıyor. Dolayısıyla ev içinde “pişirilmiş ama yenmemiş” ya da “daha hiç pişirilmemiş” sağlıklı gıdalar, alternatiflerin tüketilmesiyle önce fazlalık, vakti gelince de çöp oluyor. Alışverişten sorumlu kişi, tüm aile için de yalnızca kendi için de olsa, sadece sağlıklı ürünlerin buzdolabına girmesi gerektiğini düşündüğü için yenmeyecek ürünleri alıyor. Sonuçta “düzgün beslenmek” zorunda hissetmek ve sağlıklı yaşam ideali, “sağlıklı” kabul edilen ürünlerin kendini çöpte bulmasına neden olabiliyor. Rutinler ve bozulan planlar: Yürüttüğü araştırmayla Evans, özellikle eşleriyle ve çocuklarıyla yaşayan bireylerin, gıda alışverişlerini bir rutin hâline getirdiğini belirtiyor. Rutinleşen gıda alışverişi, hayatımızın doğal ve düzensiz akışına uyum sağlayamadığında, satın aldığımız gıdaların; çoğunlukla da taze ve çabuk bozulabilen gıdaların sonu çöpte bitiyor. Başka bir deyişle, planlarımız çoğunlukla hayatın anlık koşullarına ayak uyduramıyor; bir haftalık ya da 10 günlük periyotlarda satın aldığımız gıdaları, planda olmayan sebeplerden dolayı tüketemiyoruz. Örneğin; büyük bir iyimserlikle tatlı yerine yemeği planladığımız meyveler, keklere/kurabiyelere yenik düşerek yenmiyor; yahut birkaç akşamı planda yokken dışarıda geçirdiğimizde dolapta bizi bekleyen, özenle hazırladığımız karnabahar, bozuluyor ve “son durağa” varıyor. Rutinlerin bozulması bir yana, Evans araştırmasında bir başka “rutin” problemi saptıyor. Genel olarak, mevsim değişmediği sürece hemen hemen her alışverişte aynı ürünleri satın alıyoruz. Bir süredir buzdolabında duran ve yenmeyen bir gıdanın bozulmaya başladığını düşünerek -bozulmasa dahi- yerine yenisi alıyoruz. Buzdolabında eskisinin durması, çoğu zaman yenisinin, “daha tazesinin” alınmasına engel olmuyor. Gıda alışverişlerimizin rutinleşmesi, günlük pratiklerin değişkenliği sebebiyle gereksiz ve fazla satın almaya; daha sonra da gıdaların fazlalık olmasına ve çöpe gitmesine sebep oluyor. Tedarik yapısı: Tüketiciyi bir çırpıda “yiyecek” büyük problemlerden bir diğeri de tedarik yapısı. Öncelikle şehir ve ülke fark etmeksizin; birçok büyük şehirde taze, doğal ve güvenilir gıdaya ulaşmak hâlâ oldukça güç . Güvenilir gıdanın satın alınabileceği pazarların ve marketlerin sayısı az. Yaygın olan marketler de çoğunlukla taze, doğal ve güvenli gıdaya ulaşma garantisi vermiyor, verse de sunduğu porsiyonlar genellikle tüketicinin seçim yapmasına olanak tanımıyor. Durum böyle olunca iki seçenek ortaya çıkıyor; ya gıdalar toplu bir şekilde güvenilen yerden sipariş veriliyor/satın alınıyor ya da marketlerden çoğunlukla plastik paketlerin içinde, ihtiyaçtan fazlasını satın almaya teşvik eden/mecbur kılan formlarda satın alınıyor. Özellikle yalnız yaşayan bireyler ve küçük aileler için bu, gereğinden fazla ürün satın almak anlamına geliyor. Özellikle bozulması daha kolay olan sebze ve meyvelerin büyük paketler hâlinde satılması , tüketiciyi zor bir duruma sokuyor: Tüketici, sağlıklı ve taze ürünlerle beslenmek istiyor; fakat bu ürünlere ulaşmakta güçlük geçiyor. Ulaştığı noktada da ihtiyacından fazla almak durumunda bırakılıyor. Gıda güvenliği ve düzgün beslenme normları karşısında, tedarik yapısının durduğunu görüyoruz. Evans’ın gıda atığını kavramsallaştırmak adına ortaya koyduğu faktörlere bakılarak söylenebilir ki tüketicileri yiyebileceğinden fazla gıda satın almaya iten sebepler, zannettiğimizden çok daha karmaşık; dolayısıyla çözüm de. Tüketiciler, israf etmemeye özen gösterseler dahi, ortaya ciddi bir gıda atığı çıkıyor. Bu konunun peşine düşen Evans’ın araştırması, Matt ve Meah’ın 2013’te yaptığı bir araştırmayı da destekler nitelikte: Gıdanın atığa dönüşme yolculuğunda öncelikle günlük alışkanlıklarımız ve pratiklerimiz; birbirleriyle çelişiyor; alışveriş alışkanlıkları ve günlük hayat birbirinden kopuk . İkinci olarak, gıda israfı ve gıda güvenliği bir teraziye konulduğunda, gıda güvenliği ağır basıyor ; dolapta duran bir yiyeceğin bozulma ihtimali, tüketicinin aklını çeliyor ve ihtiyaçtan fazlasını satın almak gerekse bile o yiyeceğe ulaşamamaktansa, ulaşma fikri daha cazip geliyor. Bu durumda gıda, önce fazlalık olarak görülüyor (dolapta kalan mandalinalar, asla yenmese de alınan brokoli, çaya koymak için alınan koca zencefil…); daha sonra bozularak ya da yenmediği düşüncesiyle çöpe atılıyor. Özetle, tüketiciler olarak günlük rutinlerimizin ve alışkanlıklarımızın yan etkisi olarak gıda atığına sebep oluyoruz. Bu yüzden evsel atığa odaklanan politikaları iyileştirmek için atığın üretildiği noktalardaki karmaşık ilişkilere bakmak kritik bir önem taşıyor. İllüstrasyon: Zeynep Çabuk

Mart 10, 2021
·
Makale
Gıda israfına karşı
Tüketilebilir olmasına rağmen çöpe attığımız sadece gıdalar değil, aynı zamanda geleceğimiz. Gıda israfını önlemek için işletmelerde çöpe atılan gıdaları izleyebilen yapay zekâ özellikli araçlardan biyoteknolojiyle gıda atıklarını yeniden tasarlayarak plastiğin yerini alacak sürdürülebilir materyal geliştirmeye kadar geniş yelpazede yenilikçi çözümler sunuluyor. Peki, biz tüketiciler, sebep olduğumuz problemin nasıl çözümü olabiliriz? Zamanında yiyerek. Peki nasıl? Kitche evde gıda israfını azaltmak için tasarlanmış akıllı bir mutfak uygulaması. Market alışverişinden sonra fişinizin uygulama üzerinden fotoğrafını çekiyorsunuz. Uygulama, fişlerdeki ürünlerin kaydını tutarak, bozulmadan önce tüketmeniz için hatırlatma yaptığı gibi sadece elinizdeki gıdalara göre filtreleme yapabileceğiniz akıllı tarifler de sunuyor. Dış güzelliğe değil, iç güzelliğe bakarak : Kromkommer , 2012 yılında görünümleri nedeniyle çöpe atılacak olan sebze ve meyveleri tabağımıza geri getirmeyi amaçlayarak kurulan sosyal bir girişim. Hollanda’da ilk çirkin meyve ve sebze marketini açan girişim, aynı zamanda 2014 yılında başlattıkları bir kampanyayla çirkin görünümlü sebzelerden yapılmış çorbaların üretimini başlattı. 2020 itibarıyla çorba yapımını sonlandırıp çocukların eğitimi için çirkin meyve ve sebze setlerinden oluşan sürdürülebilir oyuncak setleri üzerine yoğunlaştı. İç güzelliğe belki biraz da sürpriz katarak : Too Good To Go gıda israfını önlemek amacıyla, satılmadığı takdirde çöpe gidecek ürünleri olan işletmeleri tüketicilerle buluşturmak için 2015 yılında Kopenhag’da kurulan bir girişim. Ocak ayında İsveç’in da katılımıyla 14 ülkeye yayılan bu girişim, geliştirdikleri uygulama üzerinden restoran, fırın, süpermarket ve otel gibi işletmelere ellerindeki fazla gıdaları uygun fiyatlarla sunmalarını sağlıyor. Diğer yandan tüketiciler uygulama üzerinden yakınlarındaki uygun fiyatlı gıdaları görüntüleyebiliyor veya özellikle bir ürünü aratabiliyor. Girişim tüketicilere bir de sürpriz bir “sihirli çanta” (magic box) sunuyor. 10-15 avro değerinde olan ve sipariş gelene kadar içinde ne olduğunu bilinmeyen bu çantalar 3-5 avroya satın alınabiliyor. Şimdiden 38 bin işletmesi ve 18 milyon kullanıcısı olan girişim, çöpe gidecek olan 29 milyon gıdayı tabağa göndermeyi başardı. En güzeli komşularla paylaşmak: Olioex , fazla gıdayı atmadan çevrenizdekilerle ücretsiz olarak paylaşmanızı sağlayan bir uygulama. Kullanıcılar ihtiyaç fazlası gıdanın resmini çekerek uygulamaya yüklüyor ve ürünler talep edildiğinde kararlaştırılan bir noktada veya evden teslim edilebiliyor. Dünyanın her yerinde kullanılabilen bu uygulama üzerinden Birleşik Krallık'ta şimdiye kadar 70 bin öğüne eş değer gıda maddesi paylaşımı yapıldı bile. Bu konuda en etkili sosyal girişimlerden biri de ülkemizden: Fazla Gıda , 2016 yılında kurulan ve gıda atıklarının önlenmesi veya en aza indirilmesini için teknoloji tabanlı çözüm sunan yerel bir girişim ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından desteklenen Accelerate 2030 Hızlandırma Programı’na seçilen, dünyadaki dokuz etki odaklı girişimden biri. Bu girişim, marketlerde atığa dönüşme potansiyeli olan (son kullanma tarihi yaklaşan veya geçmiş) ve satılamayacak gıdaların bağışlanmasına, satılmasına veya geri dönüştürülmesine olanak sağlıyor. Her gün marketlerden alınan bu fazla gıdalar, bugün 11 ilde 77 dernek, gıda bankası ve aşevi iş birliğiyle gönderildiği gıda bankalarından ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor.

Mart 10, 2021
·
Makale
Tavsiye Edilen Tüketim Tarihi (TETT): Biliyoruz ama doğru mu biliyoruz?
Geçtiğimiz yazı serisinde, gıda israfının yarısının evde gerçekleştiğini, ihtiyacımızdan fazlasını aldığımızı belirtmiştik. Peki, raftan fazla fazla alıp dolapta çürümeye bırakıp heba ettiklerimiz dışında, tüketilebilir gıdayı da küçük bir yanılsama yüzünden çöpe gönderiyoruz dersek? Gıda Güvenliği Derneği’nin Türkiye’de yaptırdığı çalışmaya göre; gıda ürünleri üzerindeki en çok okunan bilgi Son Tüketim Tarihi (STT) ve Tavsiye Edilen Tüketim Tarihi (TETT). Tüketicilerin %86’sı son tüketim tarihinin anlamını biliyor ve bu tarihten sonra ürün tüketimi sağlık sorunu oluşturabileceğinden ürünü kesinlikle tüketmiyor. Ancak tüketicilerin sadece %26’sı tavsiye edilen tüketim tarihinin anlamını doğru biliyor. Peki aradaki fark ne? Türk Gıda Kodeksi’ne göre: Son Tüketim Tarihi (STT): Mikrobiyolojik açıdan kolay bozulabilen gıdalarda son tüketim tarihinden sonra ürünün tüketilmesi insan sağlığı açısından risk teşkil eder. STT’nin etikette belirtilmesi zorunludur ve STT geçmiş ürünler satışa sunulamaz. Tavsiye Edilen Tüketim Tarihi (TETT) ise uygun şekilde muhafaza edildiğinde, gıdanın kendine has tazelik, tat, aroma gibi duyusal özelliklerini koruduğu süreyi gösteren tarihi ifade etmektedir. Örneğin; makarna, zeytinyağı, kahve, çay gibi gıdalar mikrobiyolojik açıdan kolay bozulabilir olmadığından son tüketim tarihi yerine TETT kullanılabilir. Neden önemli? Tavsiye edilen tüketim tarihi (TETT) geçmiş ürünler, duyusal açıdan kalite kaybı yaşamış olsa da bu gıdaları tüketmek sağlık açısından riskli değil. Ancak sağlık açısından riskli olduğu yanılgısı yüzünden bu tarihten sonra tüketicilerin büyük bölümü (%72) bu ürünleri çöpe attığını belirtiyor. Üstelik çöpe atma davranışı, her yaşta ve her sosyoekonomik kesimde görülüyor. Peki ya dünyada? Bu yanlış algı Türkiye'ye özgü değil; ancak Türkiye bu konuda birçok Avrupa ülkesinin gerisinde . 2011 yılında Birleşik Krallık'ta WRAP tarafından yapılan bir çalışmaya göre, tüketiciler tarih bilgisini alışveriş esnasında en taze ürünü almak için kullanırken sıra dolaptaki ürüne geldiğinde çöpe atıp/atmama kararını yine tarih bilgisine göre veriyor. Benzer şekilde, 2015 yılında Avrupa Komisyonu tarafından gıda paketleri üzerindeki tarih bilgisiyle ürünü çöpe atma davranışını incelemek için İtalya’da Milan Expo ziyaretçileriyle yapılan deneysel bir çalışmaya göre, tüketiciler gıdanın güvenli olup olmadığıyla ilgili tarih bilgisini bir gösterge olarak kullanıyor. Ancak katılımcıların sadece yarısı tavsiye edilen tüketim tarihini gerçek anlamda biliyor. Avrupa’da tüketicilerin %47’si tavsiye edilen tüketim tarihinden (TETT) sonra ürünün duyusal kalitesinde bir değişiklik olsa da bu ürünü tüketirse bir sağlık sorunu yaşamayacağını biliyor. Bu konuda en bilinçli ülke %68'le İsveç. Türkiye ise TETT’nin anlamını doğru bilen oranı %26. Sonuç olarak evde gıda israfına sebep olan yanlış algımızla birlikte, tavsiye edilen tüketim tarihinin (TETT) ürünün duyusal kalitesi hakkında bir bilgi olduğunu hatırlatmak istedik. Gıda israfı yazı serimizde gıda israfı boyutununa, ihtiyaçtan fazla gıda almaya teşvik eden süpermarket düzenlemelerine ve tüketilebilir gıdaları çöpe gönderen tarih bilgisi yanılsamasına değindik. Haftaya çözüm üreten girişimler le devam edeceğiz.

Mart 10, 2021
·
Makale
Nesilden nesile bir türlü geçemeyen alışkanlıklar
Büyükannenizi düşünün: Mutfakta yemek yapıyor, o esnada karanfilli nefis bir portakal kabuğu reçeli pişiyor. Birazdan kokular yükselmeye başlıyor ve siz taze ekmeğin üzerine reçeli sürmenin hayalleri peşindesiniz. Benim yüzüm gülümsemeye başladı, eğer sizin de öyleyse devam ediyorum. Zaten konumuzun büyükanneler olduğunu anlamışsınızdır. Anneanne, babaanne mutfakları bir başkadır. Çözümleri de! “Sıfır atık” konusu her geçen gün hayatımızı daha derinden etkilerken, her yeni gün çevre dostu farklı bir ipucu ve ürünle karşılaşırken, kendi mutfağımızda atıksız çözümler bakarken nedense çareyi hep uzaklarda arıyoruz. Bu yenilikler sandığınız kadar da yeni değil. Aksine çok eski. Büyükannenizin evinde saklı. Büyükannelerimiz, yıllardır atık ve maliyetleri kısmak adına hayatı kolaylaştıran birbirinden farklı çözümü hayatlarına entegre etmiş. Neden onlara dönüp bakmıyoruz? Bez havlular: 1900'lerin ortalarına kadar kâğıt havlular pek de popüler değildi. Peki o zaman herkes ne yapıyordu? Tabii ki bez havlu kullanıyordu. Bambu ve diğer geri dönüştürülebilir kâğıt alternatiflerini bir kenara bırakıp klasik olmuş bir temizleyiciye neden biz de dönüş yapmayalım? Elde veya makinede yıkanabilir bez havlulara geçip, tek kullanımlık ürünleri rahatlıkla reddebilirsiniz. Sirke ve karbonat: Temizlik konusuna gelirsek, büyükannelerimiz muhtemelen çoğumuzun evindeki gibi mutfak lavabosunun altında saklanmış düzinelerce kimyasal temizleyiciye sahip değildi. Ona da ihtiyacı yoktu; çünkü çok amaçlı kullanım olağanı sunan sirke ve karbonat vardı. Tıkanan lavabo giderlerinin açılmasından dibi tutmuş tencere ve tavaların temizliğine kadar birçok farklı alanda sirke ve karbonatı kullanabilirsiniz. Yine bildiklerimizden devam edelim: Saksıda meyve, sebze otlarını yetiştirme. Birleşmiş Milletler, 2050 yılında dünya nüfusunun üçte ikisinin şehirde yaşayacağını öngörüyor. Hâliyle geleneksel tarımın bu nüfusu beslemesi çok zor. Anlayacağınız konumuz şehirde tarım. Olamıyor mu? Evde tarım . Şehir tarımı, tarihte genellikle savaş ve buhran dönemlerinden sonra insanların sebze ve meyve gereksinimlerini karşılamak amacıyla yükselmiştir. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaş dönemlerinde okul bahçelerinin, kullanılmayan arazilerin bile tarım alanlarına döndüğünü biliyoruz. Günümüzde büyükannelerimizin kullandığı gibi bostanlar pek kalmasa da varsa bahçe, yoksa balkon, yoksa cam önünde rahatlıkla sebze ve meyvenizi yetiştirebilirsiniz. Kompost konusu: Madem evde tarım dedik çoğu kişiye yeni olan bir diğer konu da kompost konusu. Kompost, bazı yenebilir atıkların çürütülmesi ve öğütülmesi sonucu elde edilen doğal gübre anlamına geliyor. Bu gübre, toprağın daha iyi hava alabilmesi, zenginleşmesi için kullanılabiliyor. Yumurta kabukları, kuruyemiş kabukları, meyve artıkları, kese kâğıdı, kâğıt peçete, gıda artıkları, meyve sebze kabukları, kahve posaları kompost malzemelerinden. Çöpe gideceğine kompost yapıp yetiştirdiğiniz bitkilere ekleyebilirsiniz. Kabuk, sap, kök: Portakal reçeli demiştik yazının başında, evet meyvenin kabuğundan reçel yapmak en görmeye alışık olduğumuz yöntemlerden biri. Ayrıca sebze kabuklarından yemekler yapmak -mesela kabağın kabuklarından bir kaşkarikas- bayat ekmeklerden bisküvi yapmak, kökünden sapına bir sebzenin her detayını kullanmak mutfak kurallarının olmazsa olmazlarındandı. İyisi mi bir daha çöpe atarken iyi düşünün: Bu malzemeyi farklı bir yemekte kullanabilir misiniz? İllüstrasyon: Zeynep Çabuk

Mart 10, 2021
·
Makale