Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →İleri Dönüşüm Atölyesi
Doğal kumaş nedir? Her doğal olan masum mudur? İpliklerin toprağa ve suya karışması ne demek? İleri dönüşüm nasıl mümkün?
4 Hikâye
Biz sürdürülebilirliği yanlış anladık (!)
Ben Roksan Sarfati . Etik moda savunucusu, Mah Roc markasının kurucusu ve Remake the World akımının Türkiye’deki elçisi olarak bildiklerimi paylaşmak ve birlikte doğru soruları sormak için buradayım. Detaylara inmeden önce sonucunu bilmediğimiz ve çözümünü tartıştığımız konularda bildiklerimizi tazeleyelim. Son zamanların en çok konuşulan konularından biri sürdürülebilirlik . Peki ya biz her yerde duyduğumuz ve içi boşaltılmış bu kelimeden ne anlıyoruz? Acaba sürdürülebilirliği yanlış anlamış olabilir miyiz? Bize gösterilen, tasarım süreçlerini ve modayı daha etik bir hâle getirmek, yavaş moda ilkelerini uygulamaya çalışmak; fakat bunlar, sürdürülebilirlik için yeterli mi? Pek sanmıyorum. Harcadığımız su, plastik, çöpe atılan kumaşlar, adil olmayan çalışma şartları, kadın istismarı, çevre kirliliği ve iklim krizi -farkında olsun ya da olmasın- tüm insanlığın karşı karşıya olduğu, yalnızca geleceği değil, bugünü de tehdit eden problemler arasında. Durum böyleyken bir anda tüm bu problemlerin çözümü, sanki sürdürülebilirlikte bulundu. Bu “kurtarıcı” kelimeyle bütün markalar “sürdürülebilir” kelimesi etrafında koleksiyonlar ve pazarlama stratejileri ortaya koydu, en sık kullandığımız kelimelerden biri sürdürülebilirlik oldu. Pandemiyle birlikte gelişen “sözde” farkındalığın arkasında fast fashion ve high-end markalarının yarattıkları kelime oyunlarıyla çevreye ve insanlığa verdikleri bunca zarardan ak ve pak bir şekilde sıyrılmayı hedeflemesi vardı. Bu yüzden de aslında bilinç yaratmaktan öte yeni bir “ticari trend” yaratılması söz konusu. Aslında olan şu ki; gerçekten “sürdürmenin” ötesinde günü kurtarmaya, prestij yaratmaya yönelik çözümler bulundu ve biz buna “sürdürülebilir” dedik. Oysa modada sürdürülebilirliğin olması için öncelikle sistemin kendisi, doğa ve insan üzerindeki yıpratıcı etkiyi onarmaya başlamalı ve bakış açısını değiştirmeliydi. Eskiye bakıp “Bu olmadı, yenisini yapalım” demek yerine, var olanı yeniden kullanmayı ve onarmayı öğrenmenin vakti olduğunu göremedik. Aslında bakış açımız değişmediği için bulduğumuz yeni fikirler sadece modanın devamlılığına hizmet etti, etmeye de devam ediyor. “Sürdürülebilirlik” kelime anlamının dışında çıkarak “trend” bir söylem olmaktan öteye gidemiyor. Sürdürülebilir moda yoktur: Hayal kırıklığına uğratmak isteriz; öncelikle şunu belirtelim, sürdürülebilir moda diye bir şey yoktur . Moda endüstrisinde sürdürülebilirlik çalışmaları vardır. Sektörün çevreye verdiği zararı azaltmayı ve sosyal faydayı artırmayı amaçlar. Üretimde olduğu kadar tüketimin de bilinçli olarak düzenlenmesi gerektiğini savunur. Yalnızca çevresel konuları değil, sosyal konuları da merkezine alır, bütüncül ve uzun vadeli çözüm önerileri gerektirir. İnsan hakları meselesi: “Moda ve tekstil endüstrisi, küresel iklim krizinden sorumludur ve çevreyi ciddi anlamda kirletir.”, “Moda, doğaya en çok zarar veren ve en fazla su tüketen ikinci sanayi koludur.”... Ezberlenmiş bu söylemler, modanın iklim krizi ve diğer dünya problemleri üzerindeki etkilerini anlatmakta maalesef yetersiz kalıyor. Evet doğru; moda endüstrisi doğaya en fazla zarar veren sektörlerden biri; fakat aynı zamanda insan haklarının en fazla ihlal edildiği sektörlerin de başında geliyor. Modada sürdürülebilirlik çalışmaları, dolayısıyla üretimi ve üretimde çalışan insanların refahını ve haklarını da kapsar. Bizim gördüğümüz ya da bize gösterilen Küresel Güney (Global South) ülkelerinde ağır çalışma şartları karşılığında hayatlarını geçindiremiyecek kadar az para kazanan işçilerse, buzdağının sadece görünen yüzü. Ağzımızdan düşmeyen etik moda , lokali destekleme, yerel tasarımcıdan satın alma gibi eylemler, vicdanımızı rahatlatmanın ötesine geçmiyor. Zaten adil koşullarda üretim yapan markaları destekleyerek kenara çekilmek, sistemde süregelen problemleri ortadan kaldırmaya yönelik bir adım değil. Kısaca, sorun sandığınızdan daha büyük ve belli ki ortada bir kafa karışıklığı var. Bu sebeple Atölye 'de moda endüstrisinin eğrisini doğrusunu konuşmak ve işaret etmek için buradayız; “Tasarım ve üretim süreçlerini daha etik bir hâle nasıl getiririz?” sorusunun cevaplarını hep birlikte bulmak üzere. Küreselleşmeyle ve “hazırcılıkla” yok olmaya yüz tutmuş zanaat ve anlayışı onarmanın; üretici ve tüketici, global ve yerel, duyarlı ve duyarsız herkes arasında köprü görevi görmenin tam zamanı. Çünkü hepimiz bu deliliğin içinde birlikteyiz. Ekonomik krizlerin ve iklim krizlerinin ortasında büyüyen ve sesini çıkarmaya çalışan bir neslin temsilcisi olarak tek bir şey söylüyorum: Sürdürülebilirlik ve sosyal sorumluluk eşittir; birbirini takip eder ve hayatımızın her alanında geçerlidir. Sesimizi duyurmaya çalıştığımız ‘’moda’’ dünyası aslında insanların bir araya gelerek yeni yollar bulabileceği ve üretebileceği bir platform. Bu yüzden, herkes için daha iyi olanı yaratmak üzere bir arada olmanın yolları nı bulmak ve verdiğimiz hasarı onarmak zorundayız. Önümüzdeki haftalarda “ileri dönüşüm” olarak andığımız; onarma üzerine konuşacağız.

Mart 10, 2021
·
Makale
SUDA SON BULAN MİKROPLASTİK YA DA KISACA; ÜZERİNDEKİ TİŞÖRT
Artık iklim krizinden kaçmamız imkansız; bu sorun, son dakika haberlerinden daha gerçek. Kim olursak olalım veya dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, bizi bir noktada etkileyecek ve çok zamanımız varmış gibi görünmüyor. Bugün, onarmadan yarına devam edemeyebiliriz. Zararın üstüne zarar mı yoksa tamir ederek bir yerden başlamak mı? Neden onarmak lazım? Asıl hedef sil baştan yenisini üretmek değil, var olanı değerlendirerek ürünün ömrüne ömür katmak. Henüz “doğal boyalarla” sentetik kumaşları boyayan(?), doğal malzemelerle sekiz sezon üretim yapanlar(!) varken tüm dünyanın baştan sona onarma kavramını, sürdürülebilirliğin ne olduğunu anlaması ve uygulaması için uzunca bir yol olduğu kesin. Topraktan nereye? Bugün bu kavramları konuşabilmek için önce tekstil ve modanın, hatta her endüstrinin verdiği zararın farkında olmalıyız. Bu yüzden burada, dört hafta boyunca döngüsünü tamamlayamayan giysilerimizin topraktan denizlere ve okyanuslara olan yolculuğunu anlatarak bu konuyu irdelemeye başlayacağım. Sondan başa gideceğimiz serimizin ilk konusu: Ömrü suda son bulan mikroplastikler (giysiler). Giydiklerinin kökenini biliyor musun? İçinde birçok kimyasal madde barındıran moda ve tekstil endüstrisi, ekolojik dengenin bozulmasıyla doğrudan ilişkili. Her ne kadar doğal kumaş üretimi gündemde olsa da hâlâ sentetik kumaş üretimi çok daha kârlı görünüyor. Tartışmalar sürse de hızlı moda dünyasının kârlılık konusunda ısrarcı olmaya devam edeceği ortada. Günümüzün teknolojisi ve hızıyla birlikte moda endüstrisi, maalesef kullandığı malzemeleri doğadan alsa bile doğaya döndüremiyor. Şaşırtıcı; ama giysilerimiz geldikleri yere; toprağa dönemedikleri noktada çoğu zaman ömürleri suda son buluyor ama sandığınız gibi değil . Plastik; hızlı, kolay, ucuz: Ömürleri suda son bulan plastiklerin bir çoğunun tekstil ve moda endüstrisinin atığı olduğu biliniyor. Özellikle hızlı moda endüstrisinde kullanılan polyester, naylon, akrilik ve diğer sentetik elyaflar şu anda dünya çapında giysilerimizi oluşturan malzemenin yaklaşık %60' ı ve dahası sentetik olarak adlandırdığımız kumaşların aslında içeriği plastik yani üretimi hızlı, erişimi kolay ve ucuz . Kısaca üzerinizdeki o tişört muhtemelen plastik! Geri dönüşüm dediğini duyar gibiyim: Plastikler, geri dönüştürülemedikleri zaman küçük parçalara ayrılır ve mikroplastik olarak hayatlarına devam eder. Yani doğru sonuç almak hedeflense bile plastik malzemelerin hepsi geri dönüştürülemez ve minicik mikroplastiklere dönüşür. Tahminler değişkenlik gösterse de tek bir yıkama sonucunda giysilerimizden su kaynağına yüz binlerce iplik karışması mümkün olduğu söyleniyor. Nasıl mı? Mikroplastiklerin sentetik giysilerden salınmasına asıl neden olan kumaşların bir çamaşır makinesinde yıkama işlemi sırasında maruz kaldığı mekanik ve kimyasal gerilmelerdir. Titreşimler, giysiyi oluşturan ipliklerin kumaştan ayrılmasına yol açar. Yani açığa çıkan mikroplastikler, boyutları nedeniyle kısmen atık su arıtma tesislerinden ( WWT- wastewater treatment plants ) geçer ve doğrudan deniz ve okyanuslara kadar ulaşır . İpliklerin suda ne işi var? Okyanus kirliliği gündem konuları arasına girmiş olsa da Our World in Data’nın verilerine göre, plastik çöp sorunun %1'i kadar küçük bir kısmını temsil ediyor. Geri kalanı ise, tekstil imalatı sırasında ve giysiler yıkandığında dökülen küçük ipliklerden yani mikroplastikler den oluşuyor. Çalışma sonuçları, çamaşır makinesinde yıkama esnasında plastik liflerin 700 bin den fazlasının dökülebileceğini gösteriyor . ANGST is contemporary existence serisinden "Günlük olarak kaç kişinin giysilerini yıkadığını ve hepimizin kaç giysisi olduğunu bir düşünün. Giysilerimizi yıkamasak da dolaşırken bile üzerlerinden minik lifler dökülüyor. Yani onlar her yerdeler ." Dr. Imogen Napper, Plymouth Üniversitesi “Küçük mikro elyaflar, plastik bir şişeden daha az görünür. Denizle günlük hayatımız arasında daha fazla bağ kurmamız gerekir, giysilerimiz de dâhil. Giysilerinizi yıkadıkça hepsi okyanusta plastik çorbasının parçası oluyor ." The Marine Conservation Society Başkanı Dr. Laura Foster İlk adımı atmak adına birkaç öneri Giysilerinden çıkan mikrofiber kirliliğini azaltmak için neler yapabilirsin? Yıkama alışkanlıklarındaki küçük değişikliklerle sulara karışan liflerin sayısını azaltabilirsin. Mesela çamaşır makineni maksimuma kadar doldurmak en basit yöntem. Çünkü çamaşır makinenen tamamen dolu olduğunda çamaşırlar arasında daha az sürtünme olur. Bu şekilde daha az lif açığa çıkar. Toz deterjan yerine doğal içerikli sıvı deterjan tercih edebilirsiniz. Toz taneleri çamaşırların liflerini sıvıdan daha fazla gevşetmeye ve daha çok lif bırakmasına neden olur. Giysiler yüksek sıcaklıkta yıkandığında zarar görür ve bu da liflerin daha kolay ayrışmasına neden olur. O yüzden düşük sıcaklık ları tercih edebilirsin. Uzun yıkama süreleri kumaşlar arasında daha fazla sürtünmeye neden olarak liflerin daha fazla yırtılmasına neden olur. Daha kısa program ları tercih edebilirsin. Giysilerinizi sıkma işlemini düşük devirlerde ayarlayabilirsin. Ne kadar yüksek devir o kadar giysiler arasında sürtünme. EN ÖNEMLİSİ: Sentetik giysiler satın almaktan kaçın: Mümkünse, etik ve adil üretim olduğundan emin olduğun doğal malzemeler ara. Malzemelerin anlamlarını ve etiket okumayı öğren . Sonuç; biz bugün topraktan geleni toprağa dönüştürmediğimiz sürece elimizde olan malzemenin ömrünü uzatmayı araştırmalıyız. Basit yöntemlerle adım atmamız bile çok önemli. Alışkanlıklarımızı değiştirmek ve herkesi; özellikle de endüstriyi bu konuda zorlamak zorundayız. Önümüzdeki hafta: Üzerimize giydiğimiz kıyafetler bir ihtiyaç. Şehirleşmeden önce yaşayan toplumlar, ihtiyaçlarını karşılamak için giysilerini kendileri üretirken malzemelerini doğadan alıyordu; doğadan gelen, doğaya gidiyordu. Yani döngüsünü tamamlıyordu . Pamuk gibi, yün gibi, kenevir gibi, keten gibi hatta hayvan postu gibi malzemelerdi bunlar. %100 doğada çözünmelerinin sebebi ise içeriklerinde kimyasal barındırmamasıydı. Gelecek hafta soruyor ve cevaplıyoruz: Toprakta neler oluyor? Toprak bize ne veriyor, biz ona geri ne veriyoruz? Doğal olan her malzeme, doğaya geri dönebiliyor mu?

Mart 10, 2021
·
Makale
HER "DOĞAL" OLAN MASUM MU?
Doğal kumaş diyoruz; topraktan gelen ve masum. Peki ya doğal kumaş dediğimiz nedir, biliyor muyuz? Topraktan gelmesi, onu ne kadar masum kılıyor? Ya da şöyle soralım; her topraktan gelen, geldiği gibi toprağa geri dönebiliyor mu? "Doğal içerikli kumaş" nedir? Doğal kumaşların kaynakları aralarında bitkisel ve hayvansal olarak ikiye ayrılıyor. Yün çeşitleri hayvansal olurken en popüler olan pamuk, keten, kenevir, bambu gibi malzemelerle üretilen kumaşların geldiği yer toprak . Yani doğal kumaşların kaynağı ya topraktan geliyor, ya hayvanlardan. "Doğal içerikli" yanıltıcılığı Her ne kadar gönlümüz doğaldan yana olsa da yapılan araştırmaların sonuçları, yapay elyafların çevreye zarar verdiği görüşünün yanı sıra, doğal elyafların da çevreye bir o kadar zarar verdiği görüşüyle bizleri karşı karşıya getiriyor. Çünkü doğal ipliklerin birçoğu üretildikten sonra genellikle kimyasal bir işlemden geçiyor . Mesela, bitki kökleri gibi doğal maddelerle boyanmadıkları sürece renk almaları bile kimyasal yollarla mümkün oluyor. Yumuşak bir kumaş hâline gelmesi de kumaşın belli başlı kimyasallarla yumuşatıldığı anlamına geliyor. Kompost edebilme yani biyo-çözünme gibi yöntemler araştırılmaya devam edilse de kumaşların içerdiği kimyasallar, topraklarımıza karışabiliyor. Bu durum irdelendiğinde doğal elyafların mı yoksa yapay elyafların mı kullanımının doğaya daha az zarar vereceği ve ekolojik düzeni bozacağı konusu gündeme geliyor. Pamuk, keten, kenevir; bunlar, modada “çevre dostu lifler” olarak duyduğumuz, toprağın bize verdiği iplik hammaddeleri. Fakat tekstil endüstrisi için bu mahsullerin üretim aşaması organik olarak da konvansiyonel olarak da pek masum değil. Bu materyaller her ne kadar doğal içeriğe sahip olsalar da bir giysiye dönüşmek için geçtikleri süreçte birçok işlemden geçiyorlar ve bu da harcanan bolca enerji ve kullanılan bolca kimyasal anlamına geliyor. Mesela pamuk: Dünya Sağlık Örgütü ’ne göre, pamuk doğal ve doğada çözünebilir olmasına karşın çevresel açıdan en talepkâr ürünlerden biri. Pamuk tarımında dünyadaki böcek ilaçlarının (insektisit) % 25’i, pestisitlerin %10’u kullanılıyor ve çok fazla suya ihtiyaç duyuluyor. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde konvansiyonel tarımla yetişen pamuk üzerine püskürtülen kimyasallar, kansere sebep olabiliyor . Aynı şekilde, akademisyen Kate Fletcher, Sürdürülebilir Moda ve Tekstil adlı kitabında, pamuk tarımının küresel pestisit kullanımının %11 'inden ve küresel böcek ilacı kullanımının %25 'inden sorumlu olduğunu anlatıyor. Nottingham Üniversitesi’nin yürüttüğü çalışmalara göre, plastik kirliliğinin en yaygın biçimlerinden biri sentetik liflerin mikroplastik kirliliğine yol açmaları. Çalışmalar, birçok üretici ve tüketicinin pamuk ve yün gibi doğal liflerden yapılmış giysileri tercih etmesine rağmen “doğal” tekstil elyaflarının tekstil endüstrisinin plastik kirliliğine yol açan alternatifi olmaktan uzak olduğunu söylüyor. Pamuk üretiminin inanılmaz derecede su tükettiğini ve doğal elyafları işlemek için kullanılan yöntemlerin genellikle sulara zararlı kimyasalların karışmasına neden olduğunu, ayrıca doğal liflerin işlenmesinin tehlikeli, suistimal eden çalışma koşullarında gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor . ANGST Çelişkili durumlar 1 kilo pamuğu (ortalama beş tişört) tarlada üretebilmek için en az 8 bin litre suya ihtiyaç olduğu söyleniyor. Buna karşılık 1 kilo polyester üretimi için ise çok az veya hiç su kullanımı gerekmiyor. Diğer yandan polyester üretimi sırasında aynı miktarda pamuğun üretimine göre iki kat daha fazla enerji harcanması gerekiyor. Bu durumda fazla su mu yoksa enerji mi harcanmasının daha doğru bir karar olacağı tartışmalı. Organik tarım (?): Hem organik hem de konvansiyonel yetişen pamuğun kendi artıları ve eksileri var. Organik pamuk yetiştirme süreci daha sürdürülebilirken, organik olmayan pamuk, toprak ve su kullanımı açısından daha etkili. Buraya kadar kulağa çok basit geliyor fakat organik pamuk henüz tüm sorunlarımızı çözmeye yetmiyor. Organik pamuğun da dezavantajları var. Daha çok alan (?): WWF'ye göre, en büyük pamuk üreticisi ülkelerde (Hindistan, ABD, Pakistan, Çin) tarıma elverişli arazilerin %2,4'ü pamuk yetiştirmek için kullanılıyor. Organik pamuk yetiştirmek konvansiyonele göre %25 daha fazla arazi gerektiriyor. Dolayısıyla, organik pamuk ile organik olmayan pamuğun sürdürülebilirliğini karşılaştırmak istersek, bunun neden olabileceği ormansızlaşmanın çevresel maliyetini ekleyebiliriz. Büyük resmi düşünecek olursak, sonuçta hangisinin daha sürdürülebilir olduğunu söylemek gerçekten zor. Alternatifler Pamuğa alternatif: Kenevire bakış açısı tam olarak pozitif yönde değişmediğinden dolayı hâlâ birçok ülkede kullanımına yönelik gerekli izinler sağlanmadı fakat pamuk için iyi bir alternatif olacağı kesin. Kenevir kumaş nefes alabilen, nemi geçirmeyen, antibakteriyel özelliklere sahip, dayanıklı, kullanıldıkça ve yıkandıkça yumuşayan ve tabii doğada çözünebilen bir hammadde. Pamuğa karşılık bitki olarak çok daha az suya ihtiyaç duyuyor. Yetiştiği toprağın besinlerini çekmek yerine toprağı besleyen bir bitki . Textilegence ’e göre kenevir, dört aydan kısa bir sürede yetişiyor ve fazla su talep etmediği için su kaynakları korunuyor. Bununla birlikte, yüksek oranda oksijen üretiyor, ilaç ve gübrelemeye ihtiyaç duymuyor. Yani pamuğa oranla çok daha sürdürülebilir . Göründüğü gibi yol alınması ve çözüm getirilmesi gereken konular topraktan başlıyor. Doğru üretim süreçleriyle ilgili hâlâ kesin bir bilgi yok. “Organik” zannettiğimiz kadar “iyi” bir şey değil. İşlem görmüş hiçbir doğal içerikli giysi sandığımız gibi doğada kaybolmuyor. Hâliyle "organik", "düşük giderli" ve "biyolojik olarak çözünebilir" etiketleri, bir giysiyi "sürdürülebilir" ya da “masum” olarak nitelendirmek için yetersiz kalıyor. Peki çözüm? En azından pamuğun yerini kenevir alabilirse, görünürde toprağın iyileşmesi ve onarılması için bir seçenek olabilir. Diğer yandan, ilk üreticiden son kullanıcıya kadar dünyanın gittiği yönle alakalı herkese bir farkındalık kazandırılırsa, önemli adımlar atılmış olacağına inanıyorum.

Mart 10, 2021
·
Makale
AT-YAP-AT: DÖNGÜSÜZ HAYAT
"Atık" diye bir şey yoktur. Bir şeyi attığınızda, bir yere gitmesi gerekir." Annie Leonard Var olan sistem ve işletmeler çevre için çalışmıyor. Kullandığımız ürünleri yapmak için kaynakları topraktan, doğadan alıyoruz ve işimiz bittiğine karar verdiğimizde onları çöpe atıyoruz. At-yap-at. Sonuç; döngüsüz bir hayat, döngüsüz bir ekonomi. Niye çöp alanlarının genişlediğini tartışabiliriz ama bunun için bilimsel açıklamalara harcayacak zamanımız yok. Çünkü insan, doğayı kötü bir sona sürüklerken ancak nasıl yapacağına kafa yormaktan vazgeçtiği ve onarmaya başladığı zaman bazı gerçekleri değiştirmeye başlayabilecek. Öyle durumlar yaratıyoruz ki ihtiyacımız olmayanı tüketmeye başlıyor ve onlarsız yaşayamaz hâle geliyoruz . Eğer bir durup düşünürseniz ve satın almanız " gerekenlerden" uzaklaşırsanız, doğanın ve toprağın geldiği durumun ön koşullarının tamamen gereksiz gerekliliklerimizle başladığını görebilirsiniz. Giysilerimizi bu hızda tüketmeye devam ettikçe nereden başladığını, kimin yaptığını ve en kötüsü de nerede bittiğini hiçbir zaman düşünmeyeceğiz. Çünkü moda tarafından yaratılan hız, bunu düşünmemize fırsat vermeyecek. Çöp depolama alanları hâihazırda satın alınmış olan giyim, ayakkabı, moda aksesuarları, havlu, yatak takımı ve perdelik gibi ürünleri içeren tüketici sonrası tekstil atıklarıyla dolup taşıyor. Edindiğimiz bilgilere göre tüm tekstillerin %95'i yeniden kullanılma veya geri dönüştürülme potansiyeline sahip; ancak şu anda yalnızca %15'i geri dönüştürülüyor. Bunun en büyük sebebinin, bireyler arasındaki farkındalık eksikliğinden kaynaklandığı düşünülüyor. Çünkü bu oran, moda endüstrisi de dâhil olmak üzere işletmelerin ürettiği atıkları değil, birey olarak çıkardığımız atıkları ifade ediyor. Yani, bu sorun büyük ölçüde bizden kaynaklanıyor; atığımızın farkına varmak bizim elimizde . AT-YAP-AT Kullanıldıktan sonra atılan giysiler, değerlendirilmedikleri zaman ya gömülüyorlar ya da yakılıyorlar ve her iki imha yöntemi de çevreye oldukça büyük zarar veriyor. Global Fashion Agenda ’ya göre ABD'de atılan tüm tekstil ürünlerinin yaklaşık %85'i ya çöp sahasına atılıyor ya da yakılıyor. Ortalama bir ABD vatandaşının her yıl yaklaşık 37 kilo kıyafet attığı tahmin ediliyor. Küresel olarak, her yıl tahminen 92 milyon ton tekstil atığı üretiliyor ve bu giysiler her saniye çöp sahalarına düşüyor. 2030 yılına kadar, bir bütün olarak yılda 134 milyon tondan fazla tekstil atığı beklendiği ifade ediliyor. USagain ’in araştırmalarına göre her yıl 11 milyon ton tekstil atığı, yaklaşık olarak 126 milyon metreküp çöp sahasını tıkıyor, üstelik bu sadece bir yıllık atığa tekabül ediyor. Öyleyse soru şu: %15'lik geri dönüşüm oranından %100'e nasıl geçeceğiz? İleri gitmek mi geri gitmek mi? Geri dönüşümle ilgili bazı uyarılar var ve hiç de dikkate alınmayacak gibi durmuyor. Greenpeace'in 2016 basın bülteninde, "teknolojik zorluklar, giysilerin yeni liflere tam olarak geri dönüştürülmesinin ticari olarak uygulanabilir olmaktan çok uzak olduğunu" anlatmıştı. Sadece bir adet kullanılmış giysinin geri kazanımı oldukça zor. Düğmeleri, fermuarları olan bir ürünün içerdiği aksesuarlardan ayrılması ne kadar mümkün? Hepimizin dolabında bir tane olduğuna emin olduğum denim pantolon, genellikle elastanla harmanlanan pamuk ipliğinden, fermuarlar, düğmeler ve polyester dikiş ipliği gibi diğer bileşenlerden, çeşitli boyalar kullanılarak yapılır. Her gün giydiğimiz hayat kurtarıcı bir pantolonun geri dönüştürülmeye çalışıldığını düşünürsek onu oluşturan tüm parçaların ayrışması ve geri dönüşüme katkıda bulunabilmesi için ciddi bir iş gücü gerekirken, işlem kimyasal da açığa çıkarır. Fakat tekstil geri dönüşüm faaliyetlerinin temel faydası, kıyafetlerin yeniden kullanılmasına fırsat yaratmaktır . Geri dönüşüme fırsat vermeden ileri dönüştürürsen, bağışlarsan, elindeki malzemenin ömrünü uzatırsan, bir yerden başlamış olursun. İleri dönüştüremiyorsan, satın alma miktarını azalt. Bir giysiyle işinin bittiğini düşünüyorsan, önce sahip olduklarını yeniden gözden geçir ve neye ne kadar ihtiyacın olduğu konusunda daha bilinçli adımlar at. Böylece, tekstil ürünlerinin çöp depolama alanlarına gitmesine ve yakılmasına engel olabilirsin.

Mart 10, 2021
·
Makale