Seyahate Farklı Bakış Açıları

"Neden seyahat ederiz?" sorusunun peşinde

6 Hikâye

Yeni gezgin ve seyahatte yeni bakış açıları

İçinde bulunduğumuz küresel iklim krizinin gerçekleri ile daha fazla yüzleştiğimiz, yavaşladığımız ve daha çok düşündüğümüz şu günlerde seyahat gündeminde “nereye ve ne” sorularının yerini “neden ve nasıl” soruları aldı. Küresel iklim krizinin yankıları, bu durumu belki de en ciddiye alan Z Kuşağı bireylerinin de aktif gezginler hâline gelmesi ve son olarak geçirdiğimiz pandemi süreci, “yeni gezgin” kavramının ve seyahatten beklentilerinin daha gözle görülür hâle gelmesini sağlayarak turizm endüstrisini köklü değişikler yapmaya davet ediyor. Akademik yayın Nature Climate Change’in 2018 verilerine göre turizm sektörü dünyadaki sera gazı salınımının %8’inden sorumlu. Overtourism (turizm fazlası) sebebiyle Amsterdam, Venedik, Paris gibi şehirlerde sosyal ve çevresel problemler gün geçtikçe artıyor; turizm hızla, turizmi bitirme noktasına geliyor. Bu gelişmelerin ışığında The Future Laboratory ve Design Hotels; Directions Magazine 2020 sayısında tüm bu problemlere çözüm arayan bilinçli yeni gezgin tanımı ile karşımıza çıkıyor. Promadic Traveler (Progressive Nomad), yani “ilerici göçebe” olarak adlandırabileceğimiz bu yeni gezginler; ekolojik duyarlığa sahip olan, toplumsal fayda amacı güden, entelektüel, deneyim odaklı, yalnız başına seyahat edebilen, kendisi ile aynı değerlere sahip markaları tercih eden ve teknolojiden aktif biçimde yararlanan bireyler olarak öne çıkıyor. Peki ya bu yeni gezginler, nasıl ve neden seyahat edecek? Daha uzun ve esnek seyahat: Teknolojinin getirileri ve uzaktan çalışma modellerinin yaygınlaşmasıyla yeni tip gezginlerin daha uzun süreli ve esnek seyahat edecekleri öngörülüyor. Bu esneklik, ekolojik kaygılar ve pandemi ile denkleme eklenen hijyen faktörü sebebiyle daha yavaş olan raylı sistemlerin, kara ve deniz ulaşımının hava ulaşımına kıyasla özellikle bu tip gezginler tarafından daha fazla rağbet görebileceğine işaret ediyor. Deneyim, değer katma ve bağ kurma odaklı seyahat: Bilinçli yeni gezginin, seyahat ettiği bölgedeki yerel yaşamı deneyimlemenin yanı sıra bölgedeki sosyokültürel yaşamı ve bölgenin ekosistemini korumak üzere harekete geçeceği, gönüllü çalışmalara katılarak ve yerel ürünleri/markaları tercih ederek bilinçli bir tüketici ve “türetici” olmaya çalışacağı düşünülüyor. Diğer yandan seyahatte edindiği deneyimleri “sosyal sermaye” olarak görerek hayatına ve işine adapte etmenin yollarını arayacak yeni gezginin, dönüştürücü ve eğitici deneyimler peşinde olacağı da öngörülenler arasında. Böylece seyahatlerin, yeni gezginlerin önderliğinde, bireyin hem kendisi hem toplum için fayda amacı güttüğü daha anlamlı deneyimler hâline gelebileceği düşünülüyor. Etik, sürdürülebilir ve bilinçli seyahat: Yeni gezginin, tüketim alışkanlıklarını da ekolojik faktörleri ve toplumsal faydayı gözeterek şekillendireceği aşikâr. Bu anlamda yeni gezginin daha etik ve sürdürülebilir ilkeleri benimseyen otel, restoran ve markaları tercih edeceği ve “yeşil pazarlamaya” karşı temkinli bir yaklaşım izleyeceği söylenebilir. MediaCom’un araştırmasına göre Birleşik Krallık’ta ankete katılan bireylerin %65’i markaların çevre dostu uygulamalarını abartarak lanse ettiğini düşünüyor. Bu durum, turizm ve hizmet sektöründeki tüm oyuncuların hizmetlerini daha sürdürülebilir ilkeler üzerine inşa etmelerini hızlandırabilir. Komünite kavramı: Tüm bu gelişmelerin akabinde yeni gezginin, kendisi ile ortak değerlere, kaygılara ve entelektüel birikime sahip olan bireylerle bir arada konaklayabileceği ve vakit geçirebileceği konaklama seçeneklerinin ve ortak alanların arayışında olacağı söylenebilir. Yıldızlar ve lüks tasarımlardan çok birlikte fikir yürütebileceği insanlarla bir arada olmaya önem veren yeni gezgin, bu çerçevede konaklama imkânı sunan kulüplerin, üyelik sistemi ile işleyen otellerin, benzer dünya algısına sahip bireyleri bir araya getiren programlar sunan konaklama seçeneklerinin sayısının artmasına ön ayak olabilir. Bu yaklaşımları benimseyen yeni gezginlerin sayısının artması, yalnızca turizm ve hizmet sektörünü değil; daha birçok alanı etkileyerek daha yaşanabilir bir dünya inşa etmeye yardımcı olabilir.

Mart 10, 2021

·

Makale

Nisan 25, 2025

·

Hikaye

Nedir şu "farkındalıkla seyahat"?

Yüzyıllardır farklı diyarlara seyahat ediyoruz. “Neden”, “nereye” ve “nasıl” sorularının cevapları değişiyor elbet; fakat insanın keşfetme dürtüsü ve arayışı hiç dinmiyor. Son yıllarda sıklıkla seyahat yazılarında karşımızda çıkan, seyahat ve tatil sözcükleri yerine kullanılan “kaçış” ve “uzaklaşmak” gibi kelimeler ise günümüzün arayışı ve problemi ile ilgili ipuçları veriyor. Belli ki “daha iyi” hissetmek istiyoruz; bizi “kaçmaya” iten sebepler var. Durum böyle olunca daha iyi hissetmenin vaadini veren wellness endüstrisinin, turizm endüstrisinin içinde kendine büyük bir yer edinmesi de kulağa şaşırtıcı gelmiyor. The Global Wellness Institute’un 2018 verilerine göre wellness turizmi 639 milyar dolar değerinde. Fakat odanın içindeki fili görmüyoruz; egzotik ülkelerdeki spa ve arınma merkezleri ne bizi, ne de dünyayı değiştirecek. “Kaçmak” üzere çıktığımız seyahatten döndüğümüzde kaçmak istediğimiz her şey bizi bekliyor olacak. Kaçmaya değil; kabul etmeye, “bilinçli farkındalığa” ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç da wellness turizmi ile ortak noktaları olsa da kaçış arzumuzun kaynağına inen ve anda ve farkında olabilmek için bizi bir anlamda eğitmeyi hedefleyen yeni bir seyahat kavramının doğmasına ön ayak oluyor: Mindful travel. Her ne kadar mindful travel yani “farkındalıkla seyahat” dendiğinde akla hayatın yavaşladığı, çevre dostu doğa tatilleri ya da yoga kampları gelse de aslında mesele nerede olursak olalım bilinçli farkındalığın uygulanabilmesi. You Are Here: A Mindful Journal kitabının yazarı Emma Clarke, önemli olanın gittiğimiz her yerde bedenimiz ve duyularımızla bağlantı kurmak olduğunu söylüyor ve “Dijital çağda hızlı yaşayan bizler genellikle fiziksel varlığımızı ve fiziksel dünyayı unutuyor, ya ekranda ya da zihnimizin içinde yaşıyoruz.” diye ekliyor. Burada mesele ister şehirde, ister doğanın ortasında olsun; her dakikadan verim alma ve zaman yönetimi gibi günlük hayatlarımızda bize kodlanan her şeyden uzaklaşıp kendimize ve ana dönmek. Etrafımızdaki bütün canlılarının ve doğanın farkında olmak, bütün için hareket etmek, duyularımıza ve duygularımıza bir yargıya varmaksızın kulak vermek aslında “kaçtığımız” her şeyin ilacı. Belki bu yüzdendir ki keşfetme dürtüsünü körükleyen ve öğrenmeye açık olduğumuz seyahatler, konfor alanımızdan ve alışkanlıklarımızdan uzaklaşmamızı sağlayarak şimdiki zamana her koşulda ve her yerde farkındalıkla “demir atmayı” bize öğretebilir. Fakat seyahatte de olsak alışılagelmiş davranışları bırakmak her zaman kolay olmuyor. Önce Doç. Dr. Zümra Atalay'ın “Şimdiki an içinde gerçekleşenlere dikkat etmek, bu dikkatin niteliğini fark etmek ve tüm fark edilenleri acele ile yargılamaksızın kabul etmeyi içerir.” şeklinde açıkladığı mindfulness’ı yani bilinçli farkındalığı anlamaya çalışmak ve deneyimleyebilmek önemli. Turizm endüstrisi de işte tam bu noktada ihtiyacı karşılamak üzere yeni nesil seyahat acenteleri ile karşımıza çıkıyor. Alışılmışın aksine bu acenteler “nereye” sorusunun değil “neden” ve “nasıl” sorularının cevaplarını arıyor ve farklı yollarla bilinçli farkındalığı anlatmayı hedefliyor. Bu trendi yakından takip eden seyahat acentesi Luxury Escapes’in CEO’su Cameron Holland, özellikte son dört yıldır müşterilerin bedenleri ve zihinleri ile daha fazla bağlantı içinde oldukları, duyularını uyandıracak ve yerel yaşamları gerçek anlamda deneyimleyebilecekleri seyahatler talep ettiklerinin altını çizerek The Holiday Lab’i tanıtmıştı. Geçtiğimiz şubat ayında Melbourne’de kurulan, doktor ve mindfulness uzmanı Elise Bialylew tarafından tasarlanan bu pop-up deneyim merkezi, sunduğu altı duyusal deneyim düzeneğiyle müşterilere nasıl bir seyahat planlarlarsa bilinçli bir farkındalığa erişmenin daha kolay olabileceği konusunda deneyler üzerinden ipuçları verdi. Bir başka seyahat acentesi The Mindful Travel Co., müşterilerine yavaş, sürdürülebilir ve farkında olmaya davet eden deneyimler sunuyor. Acentenin düzenlediği turlarda telefon ve ekrana bakmak yasak denebilir; nitekim tamamen bakir doğanın içindeki bu turlarda dikkat dağıtacak ve sizi şimdiki andan ve mekândan alıp başka bir yere götürecek hiçbir araç olmamasına dikkat ediliyor. Doğanın bize sunduklarını korumak ve yaşatmak için de gönüllü olarak ekoloji çalışmalarına destek veriyor. Biyodinamik psikolog Fiona Arrigo’nun kurduğu The Arrigo Programme, “Back to Nurture by Arrigo” arınma programıyla modern dünyanın kadınlarına hitap ediyor ve toprakla bağ kurmaya davet ediyor. Nefes çalışmaları, zanaat işleri, bitki toplama, kamp ateşinde yemek pişirme gibi etkinliklerle aslında insanın özünde olan; fakat rafa kaldırdığı becerileri farkındalıkla yeniden edinmeye çağırıyor. Arrigo, bu seyahat sırasında yaptığımız her işi büyük bir dikkatle yapmanın farkındalık ve konsantrasyonu güçlendirdiğinin ve günlük hayatlarımızda çabaladığımız “anda olabilme” hâli için bir egzersiz olduğunun altını çiziyor. Simply Breathe’in Maldivler’de düzenlediği meditasyon ve dalışı bir araya getirdiği programları “nefese” dikkat çekiyor. Anapanasati (bilinçli nefes alma), insanın bedeniyle daha kuvvetli bir iletişim kurmasını sağlıyor. Bu da insanın dış dünya ile etkileşimini durdurarak içe dönmesine olanak veriyor.” diyerek farkındalıkla nefes almanın önemini vurgulayan Simply Breathe’in kurucuları, bu deneyimin suyun altında, yani nefes almanın öneminin çok daha farkında olunan ve doğal hayatın içinde bir yerde yapılmasının deneyimin etkilerini kuvvetlendirdiği belirtiyor.

Mart 10, 2021

·

Makale

"Yemek, yeni rock & roll'dur."

Şef Ferran Adrià’nın da dediği gibi “Yemek, yeni rock & roll’ dur.” Gastronomi, artık laboratuvara dönüşen mutfakların içindeki mütevazı bir bilim ya da yemek sadece bir ihtiyaç değil, popüler ve yaygın bir sohbet konusu; hem bireylerin hem de diyarların kendini ortaya koyduğu bir kültürel bir araç, hatta kültürlerarası bir iletişim aracıdır diyebiliriz. Seyahat ettiğimiz ya da görmek istediğimiz her ülkenin konuştuğu dili öğrenmemiz güç; fakat mutfak dilini öğrenip o dilden konuşmamız daha mümkün. Üstelik toplum mozaiğinin her bir taşının bir şekilde öğrenebileceği, “kendini anlatabilecek” kadar konuşabileceği bir dilden söz ediyoruz. İtalya’yı hiç görmemiş birinin İtalya hakkında konuşacağı ilk başlıkların pizza ve makarna, Vietnam hakkında en ufak bir fikri olmayan birinin Vietnam Savaşı’ndan sonra Vietnam’a dair bildiği iki kelimenin pho bo ve bun olması da bir rastlantı değil. En çok satan: Turizmin büyük gelir kaynağı olduğu ülkelerin mutfaklarının küresel çapta bilinir olması da bir tesadüf değil. İspanya ve Fransa’nın bu anlamda örnek olarak ders kitaplarına girdiği denklemde ve turistik ürünleri oluşturan öğeler dikkate alındığında turizm sektörünün her zaman gastronomiye zorunlu olarak bağlı olduğu ifade edilebilir. Buna örnek olarak İspanya’da yemek ve şarabın, ikinci sırada en yüksek puanı alan deneyimleri oluşturması verilebilir. Öğretim görevlisi Özay Emre Yıldız, “Gastronomi, destinasyon kültürünün iletiminde önemli bir rol oynayan, hatırlanabilir turistik deneyimlerin yaratılmasında katkı sağlayan, önemli bir çekim unsuru sağlanarak çeşitlendirme fırsatı yaratan turistik bir üründür. ” açıklamasıyla da turizmde gastronominin en önemli oyunculardan biri olduğunu vurgular. Yediğin içtiğin senin olsun, bana gördüklerini anlat: Mekân algısının ve yerel kültürlerin deneyimlenmesine olanak sağlayan gastronomi, bu çerçevede kültürel deneyimin belki de en stratejik ve etkili unsuru. Herkes görüp beğendiği bir yapının mimari üslubundan yahut tarihinden bahsedecek entelektüel seviyede olmayabilir. Gaudí denince söyleyebilecekleri “renkli yapıların” ötesine gidemediğinden konuşmaya çekinebilir; fakat söz konusu yemek olduğunda entelektüel ve bilgi birikimi olarak ne seviyede olursa olsun herkesin söyleyecek bir şeyi vardır. En azından bu cesareti kendinde daha kolay bulur. Bu da yemeği günümüzün r ock & roll’ u yapan nedenlerden biridir. Gastronomi, her kültürden ve eğitim seviyesinden insanın çat pat da olsa birbirini anlayabileceği kadar konuşabildiği bir dil hâline gelir. Ondandır, çoğu seyahat anısı yenilen yemeklerin anlatılmasıyla başlar. Ondandır, “Yediğin içtiğin senin olsun, bana gördüklerini anlat.” deyişinin çıkış noktası belki de. Gastroturizm: Gastronomi turizminin potansiyeli ortada; bu konuda fark atan bölgeler ve ülkeler de… Ülke olarak bu konuda özellikle koruma ve pazarlamada emeklesek de gastronomi değerlerimizin farkındayız. Bu anlamda son yıllarda örnek bir model olan Ege’nin güzel Urla’sı için umutluyuz. Ot festivali, enginar festivali ve şarapçılığa yapılan yatırımların yanında özellikle OD Urla ve Hiç Lokanta ile yeme-içmenin hareketlendiği ve belli bir kalite standardının tutturulduğu Urla’da hedef, endemik türleri ve bu topraklarda yetişen ve yeşeren her ürüne ve kültüre sahip çıkarak kalite standartlarını yükseltmek; özünü koruyarak bu küçük sahil kasabasını otlarıyla, enginarıyla, şarabıyla, zeytinyağıyla ve daha nicesiyle bir gastroturizm destinasyonu hâline getirmek. Daha sonra da oluşan modelle ve öğrenmişliklerle diğer bölgelerde de bu hareketi başlatmak ve ekonomik, sosyal ve kültürel katma değerler üretmek. Urla’da sofralarımızı güzelleştirenler ve bizi sofralarında ağırlayanlar: Hiç Lokanta & Tadım Atölyesi: Hiç Zeytin Ormanı ve Urla topraklarının sunduğu nimetleri değerlendirmek ve birer gastronomi değeri hâline getirmek üzere kolları sıvayan ve bir laboratuvar olan Hiç, “2.0” çiftliklerin nasıl kültürel değerler yarattığının en iyi örneklerinden. Hiç Zeytin Ormanı’ndan toplanan karabaş lavantaları, altın otu, kuzukulağı ve daha nicesiyle hazırlanan lezzetlerin yanı sıra ormandan toplanan bitkiler için bir envanter çalışması yürütülüyor. OD Urla: Tarlada ne varsa, denizden ne çıkarsa, köylü ne verirse… Gerisi mi? Gerisi yaratıcılık ve özen. Osman Sezener önderliğindeki OD Urla mutfağı, Ege’nin taşını, toprağını ve suyunu sofraya taşıyor. Ülke mutfağında kadim bilgiyi evrensel teknikler ve günümüzün bilgi birikimiyle birleştirerek açık mutfağından iştah açan kokular çıkaran OD, Urla’nın gastroturizm destinasyonuna dönüşmesi için en çok emek verenlerden. Konuk şefleri ağırladığı akşamlarıyla da mutfağından çıkan sesleri çoğaltıyor. OD Urla Manej , bağ yolları arasında Dilek Yetiner’in ekibiyle kurduğu Ege sofraları. Ege meze kültürünün ve paylaşımın en iyi çağrışımlarından biriyle yola çıkan “Ortaya” Dükkân; müstesna mezeleri, çıtır ve taze ekmekleri ve taze Egeli tadımlıklarıyla ayaküstü gastronomi durağı. Perdix Şarapçılık , doğal ve organik şarapçılığın Urla temsilcisi. NVA Noyan Umur Vural mimarlık ofisi imzası taşıyan şarap evi de Perdix’in gastroturizm öngörüleriyle hazırlandığının bir göstergesi.

"Yemek, yeni rock & roll'dur."

Mart 10, 2021

·

Makale

Bir şarap uğruna kilometrelerce yol

Bir şarap uğruna kilometrelerce yol gidilir mi? Meraklısı gidiyor. Hatta bunun üzerinde dev bir endüstri kurulmuş durumda. Covid-19 öncesindeki verilere göre yaklaşık 254 milyar dolar değerindeki, şarap ve gastronomi turizminin de dâhil olduğu turizm endüstrisinin içinde en hızlı gelişen ve en büyük paya sahip olan yiyecek ve içecek sektörü. Bu durumda söz konusu damak zevki olunca insanın her daim kilometrelerce yol gidebileceğini söylesek yanılmış olmayız sanırım. Vitis vinifera ’dan şaraba: Yaklaşık olarak MÖ 7000 yılında Zagros Dağları’ndaki Neolitik döneme ait bir köyün sakini, kavanozun içine üzüm ve geleneksel olarak sirke bakterilerini engellemek için şaraba katılan bir tür ağaç reçinesi kalıntıları koymuş . Arkeolojik bulgulara göre Avrupa’da binlerce yıldır şarap üretiminde kullanılan evcilleştirilmiş yabani üzüm türü vitis vinifera ’dan yapılan bu ilk şarap denemesinden bu yana insan, bağcılıkta ve şarap yapımında çok yol kat etti. Tabii şartlar gereği o zamanlar Zagros Dağları’ndaki köyün namı duyulmamıştı; bildiğimiz kadarıyla kimse de bu sirkeli üzüm suyunu içmek uğruna göç etmemişti. Fakat bugün bereketin sembolü, bu yeşil/mor boncuk meyvelerin; üzümün yetiştiği ve şaraba dönüştüğü bağlar uğruna insan, kilometrelerce yol gitmeyi göze alıyor. Hatta ve hatta turizm endüstrisinin en güçlü oyuncularından biri de bildiğimiz üzere bu bağlar ve bağların güzel meyvesi şarap. İllüstrasyon: Gündeniz Çetin Bağdan bağa: World Food Travel Association, yemek (ve şarap) turizmini, uzaktan veya yakından, özgün ve hatırlanabilir yiyecek/içecek deneyimi ve keyfinin arayışı olarak tanımlanıyor. Şarapçılık yapılan bölgelerde tadım odaklı turizm faaliyetlerini ifade eden şarap turizmi; bağlara, şarap evlerine ve şarap festivallerine yapılan gezileri kapsıyor. Bağ rotası ya da şarap rotası, temelde bölgedeki birkaç şarap tesisini ve şarap imalathanesini birbirine bağlayan rotaya verilen isim. Birçok bağ rotası, namı duyulmuş bir şarap bölgesindeki şarap imalathanelerinin yanında genellikle belirli kültürel ve doğal cazibe merkezlerinin ve diğer tesislerin bulunduğu bir destinasyon olarak literatüre geçiyor. 20. yüzyılın başlarında Almanya’da bağcılığa elverişli ve şarap üretilen bölgelere ziyaretleri artırmak ve bölgeyi geliştirmek için desteklenen bağ rotaları, 1960’lı yıllara gelindiğinde medyanın da etkisiyle önemi bir turizm ayağı oluyor. Özellikle şarap üretimine elverişli ülkeler için önemli bir gelir kaynağı olan bağ rotaları, ülkelerin turizmde yeni markalaşma çabalarının en önemli oyuncularından. Turistler tarafından yapılan değerlendirmeye göre de yemek ve şarap, ikinci sırada en yüksek puanı alan deneyimleri oluşturuyor. Durum böyle olunca bağ rotaları, özellikle şarapçılığa ve turizme birlikte yatırım yapan ve markalaşma süreçlerini iyi yöneten Fransa, ABD, Almanya, Güney Afrika, Arjantin ve Avustralya gibi ülkelerin oynadığı şanslı atları oluyor. Kırsaldan gastroturizme: Üzüm bağları, kırsal ambiyansa sahip olduğu için gastronomi turizminin yanında kırsal turizmin bir bölümü olarak da değerlendiriliyor. Kırsal alanlarda yer alan bazı ünlü şarap imalathanelerinin bulunduğu doğal ortam, ziyaretlerin hacmini artırıyor. Dolayısıyla bu kırsal bölgenin ekonomisinde kendine yer edinen küçük üretici de bağ rotası sayesinde payına düşeni alma şansını artırıyor. Doğal güzellikleriyle öne çıkamayan ve gölgede kalmış kırsal alanlar, bu bağlar sayesinde tarım ve hayvancılığa bel bağlamak durumunda kalmıyor; aynı zamanda turizm üzerinden yeni gelir modelleri yaratma fırsatı yakalıyor. Büyükten küçüğe: E tabii bu işe en çok kendi yağında kavrulan ve bağ rotaları sayesinde kendi payına düşeni alan üreticiler ve bu bölgelerde yaşayan halk seviniyor. Özellikle küçük ölçekli yerel üreticiler için doğrudan satış ve ekonomik çeşitlendirme şansı yaratan bağ rotaları, gözden ve gönülden ırak kalma tehlikesi taşıyan butik şarap üreticileri için yaşamsal bir önem taşıyor desek yanılmış olmayız. Bağ rotalarının bölge ekonomisine bir başka katkısı da büyük balığın küçük balığı beslemesi. Nam salmış üreticilerle aynı bölgede bulunan mütevazı üreticiler de bağ rotasında meraklı gezginin uğradığı adreslerden biri oluyor. Diğer yandan, o eşin dostun öve öve bitiremediği şarabı tatmak üzere yola çıkan popüler kültür gurmesi arkadaşımız da sadece yeni bir deneyim yaşamak üzere yola çıkan acemimiz de bağ rotaları aracılığıyla şansa da olsa tıpkı halis muhlis bir şarap sever ya da sommelier gibi bir deneyim yaşama fırsatı yakalıyor. Adını hiç duymadığı ya da duymayacağı yerel bir üreticiyle tanışıyor. Üstüne üstlük bir de yörenin topraklarında yetişen yahut kültüründe yoğrulmuş birçok lezzeti de şarapla eşleyip keşfedince demeyin keyfine. Hem şarap sever seviniyor hem yerel halk hem bağ emekçisi. Üstüne üstlük bu “damak yolculukları”, restoranlarda yapılan tadımlara kıyasla mekân algısını oluşturan ve gezginin destinasyonu her anlamda deneyimlemesini sağlayan somut ve soyut unsurlar açısından daha bonkör; görme, tatma ve koku duyularına hitap ederek derin ve sağlam lezzet anıları yaratıyor. Bir yerden başlamak lazım: İşinin ehli burunlara ve usta damaklara sahip olmaya gerek yok. Bir gün herkes bağ rotası yolculuğuna çıkabilir. Acemileri dünyaya açılmadan önce Türkiye’deki bağ rotalarını keşfetmeye davet ediyoruz. Dersinize iyi çalışıp Trakya, Urla , Bodrum veya daha az bilinen, İç Anadolu’dan Doğu Anadolu’ya uzanan Anadolu rotasıyla bu bağ bozumunda tanışın, kaynaşın. Gerçek bir şarap sever, bu zor günlerde küçük üreticiyi destekleyendir. Değil mi?

Bir şarap uğruna kilometrelerce yol

Mart 10, 2021

·

Makale

Petrini'nin ehlikeyif şehirleri

“Mutluluk, başkalarıyla ve bizi çevreleyen her şeyle -insanlar, doğa, nesneler- kurduğumuz bir dizi ilişkilerin dokuduğu bir ağ gibidir.” sözleriyle bile hayata bakışının kısa bir özetini veriyor Carlo Petrini. Yavaşlamanın, arada bir durmanın ve anı özümsemenin üzerinde duran; yaşamdan, özellikle de yemekten herkesin haz alması gerektiğini savunurken diğer yandan geleneksel ve yerel yemek kültürü ve ekosistemleri korumayı hedefleyen Petrini’yi tanıyorsunuz; namıdiğer Slow Food hareketinin öncüsü. Ben ona daha çok “yavaş ve tadında” hayatın savunucu diyorum. Çünkü Petrini, kapitalizmin göbeğinde, hızlanmanın hayatta kalmak olduğu bir dönemde çıkıyor ortaya ve “Yavaşla ve tadını çıkar.” diyor. Carpe diem söylemlerinden olduğu düşünülse de aslında Petrini’nin derdi farkındalık yaratmak ve farkında olmaya davet etmek. Yediğin her lokmada, o lokmanın o tabağa gelene kadar sürdürdüğü yolculuğu düşünmek, şükretmek, saygı duymak ve yavaşça tadını çıkarmak. Slowfood' tan Cittaslow 'a: Petrini, 1986’da bu yavaş yemek mücadelesini başlattığında, yavaşlamanın toprakla ve mutfakla sınırlı kalmadığı; bir yaşam felsefesi olduğu noktada hedefine ulaşabileceğini de biliyordu. Derken 1999 yılında yavaşlığın en derinden hissedildiği İtalya’nın Toskana bölgesinde, Chianti’de Belediye Başkanı Paolo Saturnini ile Cittaslow , “yavaş şehir” hareketini başlattı. Ütopya değil, yaşam biçimi: Doğanın takvimine ayak uyduran, hayatın yaşamdan haz alınabilecek hızda yaşandığı, zamanın alıp getirdiği kadim bilgilere değer veren, yenilenebilir enerji kaynakları kullanan, çevresiyle uyumlu, geleneklerine sahip çıkan, kendine yeten ve kuş cıvıltılarının her daim duyulduğu şehirlerin ve bu şehirlerin sakinlerinin hayalini kuran Petrini, aynı zamanda uluslararası bir belediyeler birliği olan Cittaslow ’u bir ütopya değil, benimsenebilir bir yaşam biçimi olarak görüyor. Bu felsefeye ve yaşam biçimine göre bu yaşam alanları, alışveriş merkezleri ve plazalar tarafından istila edilmemiş; manavın yoldan geçerken bir erik uzattığı, köşedeki terzide tam da istediğiniz elbiseyi sabırla diktirdiğiniz, yeşil alanlar için kilometrelerce yol gitmediğiniz, güvende hissettiğiniz, koşmadan yetişebildiğiniz ve iç sesinizi duyabildiğiniz, yediğiniz her sebze meyvenin mevsiminde ve tadında olduğu habitatlar. Kulağa nasıl geliyor? Geleceğin yaşam alanları: Tüm bu "romantik" yaşam alanı anlayışına yerleşik nüfusun 50.000’den az olması; hava, su ve toprak temizliği, biyoçeşitliliğin korunması, bisiklet yollarına sahip olunması, zanaatların yaşatılması ve sessizlik gibi kriterler de dâhil. Bir yaşam alanı, bu gibi özelliklere sahip olduğunu ispat ettiği takdirde Cittaslow ’ların arasında ismini yazdırabiliyor. Her ne kadar kriterlere açık bir şekilde dâhil edilmemiş olsa da biliyoruz ki bu yaşam alanlarında yavaş yavaş yürüyen, gülümseyen, nazik ve etrafındaki canlı ve cansız her şeye saygı duyan ve şefkat besleyen insanların yaşaması da Cittaslow olabilmenin, en azından Cittaslow ünvanını korumanın, bir koşulu diyebiliriz. Bugün birçok belediye ve hükümet, Cittaslow kriterleriyle benzerlik taşıyan yeni yaşam ve konut alanları kurgulamak için yarışmalar düzenliyor. Hatta sırf bu alanda çalışmak üzere kurulmuş birçok tasarım stüdyosu var. Geleceğin yaşam alanları Petrini’nin 1999’da tasarladığı Cittaslow ’la birebir aynı olmasa da Petrini’nin mutluluk tanımıyla benzer; bizi çevreleyen her şeyle -doğa, insanlar ve nesnelerle- uyum içinde. Türkiye’de dalgaların hızlı, yaşamın yavaş olduğu üç Cittaslow bölgesi: Akyaka, Muğla: Son yıllarda kitesurf sevenlerin başını ağrıtmadığını umduğum canım Akyaka. Rüzgârı kadar yeşiliyle de meşhur Akyaka’nın heyecanlı Azmak’ı, doğadaki dengeyi fısıldar kulağına. Çam ormanları ve Amazon’un havasından karın acıkır, Ege’nin havasında suyunda yetişenler sofraya konur. Nerede kalsak? No 22 Riders Inn’de Ne içsek? Deli Memet’in kokteyllerini Gökçeada, Çanakkale: Hırçın denizine ve rüzgârına aldanmayın; içinde uslu mu uslu naif mi naif biri yaşar. Dalgaları ve kalbi hızlı oluversin; rüzgâr sesi dışında çıt çıkarmaz. Zeytini, üzümü, adaçayı salına salına yetişir. Ne yerlisi ne de mahsulü acele eder adanın. Emek ister adalı olmak. Yavaş ve sabırlı olmayı ister. Nerede kalsak? Anemos’ta Ne yesek? Meydani Pastanesi’nde Efibadem kurabiyesi Perşembe, Ordu: Ordu’da dalga çok, sörf yapan az. Tozu dumana katan dalgaları bir yana, mutfak kültürüne sahip çıkan Perşembe’nin cevizli helvası, fındık tirmiti ve erik suyu da gidip yavaş yavaş tadına bakılası. Nerede kalsak nerede eksek/biçsek? Mellow Farm’da Ne yesek? Perşembeli teyzenin elinden cevizli helva

Petrini'nin ehlikeyif şehirleri

Mart 10, 2021

·

Makale