Söz Uçar

20'li Yaşlar Podcast'in sunucusu, Alıp Başını Giden Batuhan Akkuş'un kaleminden, uçan söz kalmasın.

10 Hikâye

Söz Uçar: İlk Tanışma

Merhaba, ben Batuhan (24). Mayıs ayında bu bültende yer alma onuruna nail olmuştum. Oradan tanıyor olabilirsiniz. Sarı-beyaz çizgili bir tişörtümle fotoğrafım vardı. Ortaokuldan beri fotoğraf ve video çekiyorum, son 1 senedir podcast kaydediyorum ve şimdi burada bir köşe yazmaya başladım. Bu iletişim ve sanat işlerinin eğitimini almadım. Deneme, yanılma ve dışarıdan araştırmalar ile ilerliyorum. Evrim gibi. Umarım o kadar uzun sürmez. Burada yazmaya başladım madem yazı yazma konusundaki deneyimlerim neler? Okuldayken tahtada yazılanları defterime yazdım, Ekşi’de birkaç duyar kastım, bir de Twitter’da 14k tweet attım. Kısaca yazma konusunda pek bir deneyimim yok. Yasmin bir cesaret bana burada yazma imkanı verdi, ben de kullanıyorum. Nasıl yazmayı planladığımdan bahsedeyim. Herhangi bir şey üretirken kullandığım taktiği uygulayacağım. Hoşuma giden eserlerden bolca esinlenip kendi yorumumla harmanlayacağım. Konularımı hali hazırda konuştuğumuz podcast bölümlerinden seçeceğim. Konuların orada bahsetmediğim, daha odaklanmış halini yazacağım. Bir nevi tüm 20liklerin ebob’unu alacağım, hepimizi ilgilendiren konular hakkında atıp tutacağım. 20lik Bülten’in konularına paralel gideceğim. Benimkiler gündemden değil de daha çok gelecek 20likleri de ilgilendiren konulardan olacak. 20liği, 20liklere, 20likte anlatıcam. Sanırım bülten yayınlandıktan sonra silme gibi bir durum olmuyormuş. Yazdıklarıma özen göstereceğim. O yüzden burada yayınlayacaklarımı birkaç güvendiğim kişiye okutup ‘neden sadece podcast kaydetmiyorsun?’ sorularına cevap yetiştireceğim. Mesela şu iyi bir cevap: Big Bang Theory dizisinin ilk bölümlerinde karakterler, tüm dünyayı dolaşan ve sonunda yine kendi evlerinin internetine bağlanan bir ağ zinciri kuruyorlardı. Üstün zekalı olmayan arkadaşları Penny’in “Tamam da neden bunu yapıyorsunuz?” sorusuna verdikleri cevap, arkadaşlarıma vereceğim cevap ile aynı. “ Çünkü yapabiliyoruz. ” Bu işi çok iyi yapıyorum anlamında “çünkü yapabiliyorum,” değil. İmkan olarak “çünkü yapabiliyorum.” Yasmin ile kaydettiğimiz 4 bölümlük Z kuşağı serimizi dinlemenizi tavsiye ederim. Podcastlerimi dinlemeden sadece burayı takip edebilirsiniz, anlam bütünlüğünü koruyacağım. Ya da dinleyebilirsiniz. Neden? Çünkü yapabilirsiniz . 20likler olarak dünyamızın yine bol aksiyonlu bir döneminde yaşıyoruz. Hepimizin ortak konularını ele alıp etrafımda gördüklerimle yorumlayacağım. Birilerinin bunları konuşması gerekiyor demiştim podcastime başlarken. Aynı dönemlerde Yasmin de benzer düşüncelerdeymiş. Üstüne üstlük yakın isimler seçmişiz. Aranızda bizim gibi düşünenler olduğuna eminim. Bu bültenin mail hesabına ortak konularımıza öneri ve yorum yapabilirsiniz. Bence yapmalısınız. Artık şu sorunun cevabını biliyorsunuz “Tamam da neden?”

Söz Uçar: İlk Tanışma

Eylül 9, 2021

·

Makale

Alice’ten Heidi’ye

Yurt dışında yaşamanın birçok yolu bulunuyor fakat aralarından sadece bir tanesi size Alice Harikalar Diyarı’nın kapılarını açmayı vaat ediyor. O, kantin masalarında fısır fısır konuşulan gizli bir geçit. Gidenlerin halinden memnun olduğu, seferlerinden dönmediği yerler. Dönenler olursa da ceplerinden yenmiş çikolata kağıtları, damgası basılmamış biletler, bir sürü para biriminin en değersiz demir paraları, alkolün ve 6’lı gofretlerin alt alta yazıldığı fişler çıkarmış. Dönüşlerinde bileklerindeki “ERASMUS DANCE FESTİVAL”, “GRAND WELCOME PARTY WITH ESN” veya “BACK TO SCHOOL PARTY” yazan özel bileklikleri keser, çantalarının en dibine sokuştururlarmış. Tüm bu çabalarına rağmen onları ele veren ise Oktoberfest şapkalı selfie leriymiş. Bir kantinde doldurduğum başvuru ile Avusturya’nın Innsbruck şehrinde Alice’in diyarını aramaya çıkıp dağlar kızı Heidi’nin diyarını buldum. İki Alp dağının arasında etekleri yeşil, tepesi karlı dağlardan gelen ferah ama bir o kadar da serin havayı soludum. Aradığımı bulamadım, ummadığımı buldum . 130 bin nüfusunun 100 bini yaşlı 30 bini öğrenci olan bir şehir Innsbruck. Avrupa'da gece hayatının daha fazla olacağını tahmin etmiştim. Beklediğim hareketi hissetmedim. 6 tane dans edilebilecek ama pek de hayal edildiği gibi olmayan küçük pub ve bar, akşamüstü 5’te kapanan kafeler ve pahalı restoranlar var. Özel öğrenci yurtlarında kalan arkadaşlarınız sizleri içeri alabiliyor, onların da yemek katları çok eğlenceli oluyor. Mesela 5 katlı yurdun her katında bir bardak bira içerek en üst kata ulaşmaya çalışma yarışması yapıldı. Yarışanların hali pek keyifli görünmese de ben izlerken eğlendim. Keşke olimpiyatları olsa. Yarışmayanlar ülkelerinden getirdiği farklı atıştırmalıkları birbirlerine denettiriyordu. Dışı acı baharatlı bir Meksika lolipopu yedim. Bu olimpiyatlarda olmasa da olur. Yurtta arkadaş ortamı kurunca Latin dans gecelerine de gittim. Erasmus dansı kavramı o gün kafamda oturdu. Yeni gördüğüm tüm dans figürlerini denedim. Sonsuz bir TikTok keşfetinde gibiydim. İnnsbruck, Avusturya Fotoğraf : Batuhan Akkuş Sınıfımdan ve yurttakilerden dışarıda buluşup sohbet ettiğim 4 arkadaşım vardı. Sınıftaki Avusturyalılarla neredeyse hiçbir okul dışı etkinlik yapmadık. Okul kantininde otururuz sohbet ederiz diyordum, okulda kantin yoktu. Millet sırt çantasında ekmek kesme tahtası ve bıçak ile dolaşıyor ders esnasında ekmeğin içine bir şeyler sürüp yiyordu. Öğrenci evinde kaldığımdan 2 tane de ev arkadaşım vardı. Hiçbiri Türk değildi, bu iyi kısmı. Kötü kısmı ise herkesin kendi planları olduğundan yalnız kaldığım çok zaman oldu. Şehirde dolaşıp fotoğraf ve video çektim. Luge sporu yapıldığını ve olimpiyatlar olduğunu öğrenince biraz da orada fotoğraf çektim. Alanın girişinde bir teyze bana bilet hediye etti. Ben de bilet paramı sıcak şaraba yatırdım. Bu bağlantıdan oradaki fotoğraf çekimimi izleyebilirsiniz. Öğrencilere özel 5’li müze bileti ile Avrupa sanatını az biraz anlamaya çalıştım. Sanatla ilgilenmeyi severim ama olaylar burada bitmedi. Sınıftan bir arkadaşımın kendi köylerindeki müzik topluluğu ile sahne aldığı gösterisine gittim. ‘ Kültürel bir şeyler çalıyoruz sonrada kek poğaça yiyoruz eğlenirsin gel ’ dedi. Elmalı turtamı yerken çalanların Mozart'ın müzikleri olduğu fark ettim. Arkadaşıma sorduğumda, ‘ ee bunlar işte bizim yöreler ’ dedi. O zaman yemeğe merak sarmıştım, Couch Surfing ’den tanıştığım bir ailenin evine yemeğe gittim. Şansıma kadın tur rehberiymiş, bana şehir turu yaptırdı. Sınıftan bulamadığım arkadaşlarımın yokluğunu tesadüflerle karşıladım. Sadece internetten değil sokakta da insanlarla tanışıyordum. Bir kafenin çıkışında tanıştığım Alman arkadaş grubuyla bir gece geçirdim. Bana Türkçe küfrettiklerinde nasıl bir ortama düştüğümü sorguladım. Alman olsalar da Türkçe küfretmenin ağızlarına daha iyi oturduğundan bahsettiler. Yoksa yedi ceddimi tanımıyorlarmış. Giderken seçtiğim derslerin haftalık programımda ve müfredatımda sorunlar çıkarttığını görünce, bir ton evrak doldurup programımı düzenledim. Sonradan çok havalı dersler aldığımı fark ettim. "Uygulamalı Robotik" dersi ve "Ürün Geliştirme" derslerinde kendi üniversitemde görmediğim alanlar gördüm. Üstüne üstlük popüler bir robot kolu ile üretim bandı demosu oluşturduk ve bir tane elektronik kart tasarlayıp ürettik. ‘İyi ki almışım’ dedim çünkü şuanki işim bu elektronik kartları tasarlamak ve üretmek. Dil konusunda sıkıntı yaşamaktan endişeleniyordum. Boşunaymış zorda kalınca insan şakıyor. Boşta kalan kredilerimle "Aile Şirketlerinde Girişimcilik" isminde mühendislikle alakası olmayan bir ders aldım. Ben nerden bileyim ekonomi ile ilgili sürekli sunum yapılacağını. Anlamadığım konuları espriye vura vura geçtim dersi. Çevremde konuşulan dil, bildiğim yerler, arkadaşlarım, kurallar, yemekler ve birçok şey birden değişmişti. Benim dışında neredeyse her şey değişmişti. Kendi evimde uzanırken hayal ettiklerimden farklı deneyimler yaşadım. Bu uyuşmazlıktan gayet memnunum. Her ne sebeple yaşadığınız yerden uzaklaştığınızda muhtemelen hiç tahmin etmediğiniz olaylar yaşayacaksınız. Belki hoşunuza gider, belki gitmez. Orası sizin bileceğiniz iş. En iyisi mi kendiniz yerinde bi görün. 20li Yaşlar Podcast'i dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz .

Alice’ten Heidi’ye

Ekim 7, 2021

·

Makale

O giden bizim çadır mıydı?

Türk filmlerinden mi öğrendik yoksa milyonlarca yıldır aktarılan genlerimize mi sıkıştı tam karar veremiyorum ama sevdiğimizi üzmenin sevgimizi daha çok gösterdiğine inanıyoruz. Tam tersi de mevcut. Ne kadar acı çekersem o kadar severim diye. Sevmeyi acı üzerinden değerlendirmek bana hiç de mantıklı gelmiyor. Tentürdiyot ne kadar yakarsa o kadar iyileştirir gibi bir mantıkla yapılıyorsa yanılıyorlar, onun yakmayanı da var çünkü. 2017 senesinin yazında, 4 arkadaş “Roket Atar” ismini verdiğimiz port bagajı olan bir araba ile güneye, Muğla’ya inmeye karar verdik. Maviye ve yeşile doymak ve yeni tutkumuz kampçılığı doyasıya yaşamak istiyorduk. Çadırlarımızı, yiyeceklerimizi, giyeceklerimizi ve “Ortak Defter”imizi hazırladık. Ortak Defter şöyle çalışıyor, kim neyi ortak alırsa kendi defterine yazılıyor dönüş zamanı hesapları denkleştiriyoruz. Ahmet ve Sefa İstanbul’dan yola çıktılar birkaç gün Çanakkale’de geçirdiler. Assos’ta anlattıklarına göre doğanın içinde bir felsefe etkinliğine katılmışlar. Şaraplı maraplı. Onlar ve Barkınla Akhisar’da buluşup Roket Atar’a yüklendik. O zamanlar Yüzyüzeyken Konuşuruz ve Adamlar grupları popülerdi. Roket Atar’ın çakmaklığına takılan Bluetoothlu müzik çalarımızdan müziğimizi dinlerken, yolu alıyorduk. İlk konaklama noktamız Bafa Gölü etrafında uygun gördüğümüz bir yerdi. Kısa bir arayıştan sonra bir restoranın yanında ücretsiz kamp yapabileceğimiz bir yer bulup kurulduk. İlk yemeklerimizi özenle yaptık. Yemeğimiz makarna olsa da gerçekten özendik. Etrafını taşla çevrelediğimiz ateş üstünde pişirdik. Bafa Gölü’nden yansıyan ay ışığı eşliğinde romantik olmamasına da özen gösterdiğimiz akşam yemeğimizi yedik. Havanın serinlemesiyle doymamızı yaklaşık aynı zamana denk getirdik. İyi de oldu mayıştık. Bu sırada Barkın bana bakıp eliyle başımın üstünü gösterip “O giden bizim çadır mıydı?” dedi. Sonrası hızlı bir depar. Gün içinde Akyaka’nın Kadın Azmağı’nda donmaya ramak kalan suyunda zaman geçirince baya bi yorulduk. Suyun dibini net görüp sazlıkların arasında yüzmek on numara hareket, fakat 6 derece civarı suda uzun süre durulmuyor. Çıktığımız yerde balık ekmeğimizi gömüp çadırları kurmaya yeltenince Ahmet ve Barkın havanın soğuk olduğunu ve sinekleri bahane ederek bu gece arabada uyumak istediler. Paşa gönülleri bilir. Sefa ile kurduk çadırlarımızı Kadın Azmağı’na 1 metre mesafeye. Kaldığımız bu nokta bir otelin önü olduğundan, ben biliyordum sabah güvenlik görevlisi 7’de bizi uyandıracak, biz de çadırı kapatıp üstüne yatacağız. O zaman bir şey demiyorlar. Denedim, sıkıntı yok. Sabah tam da dediğim saatte görevli geldi. Sefa ile çadırımızı kapattık üstüne yattık. Güneş doğmasına rağmen Kadın Azmağı’ndan gelen serinlik ve gökyüzüne uzanan ağaçlar güneşin sıcaklığını dengeliyordu. 2 saat kadar uyuduk. Sefa’nın uyanması, benim “Sünger Bob olduk!” dememle oldu. O iki saat boyunca sinekler bizimle açık büfe ziyafeti yapmışlar. Yıllar geçti hala Roket Atar’ı anarız, Ortak’a yazarız, o giden bizim çadır mıydı diye sessizliği bozarız, bir sinek görünce aklımıza Sünger Bob'a dönüşümüz gelir. Bu yaşadıklarımız arkadaşlığımızın yanında doğa sevgimizden geliyor. Doğayı, onu acıtmadan sevdiğimizden. Bizim olmasa bile sabah uyandığımızda etrafımızı temizlememiz, en güzel nefes alabileceğimiz yerlerde uyumamız, dünyanın insan eli değmemiş manzaralarına çadırımızın perdesini açmamız... Doğa ile birlikte yaşama hissi bu anıları bu kadar unutulmaz kıldı. Kimsenin acı çekmediği bir sevgi mümkündü, severek yaşadık. 20li Yaşlar Podcast'in Portatif Tatilcilik bölümünü buradan dinleyebilirsiniz.

O giden bizim çadır mıydı?

Eylül 23, 2021

·

Makale

Çokomelli Değişim

Marketler beni eskisi kadar heyecanlandırmıyor. Bir tek ilgimi dondurma reyonu çekiyor. Artık ben de mi yaşıtlarıma dönüşüyorum. 20’lerimizi tamamlarken abur cuburlara karşı mesafeli mi olmaya başlıyoruz? Çevremdekiler patlıcanlı, kuşkonmazlı, enginarlı ve benzeri sağlıklı sebzelerle besleniyorlarmış. Dizi izlerken yedikleri cipsleri bile kendileri fırında yapıyormuş. Bazıları patates bile kullanmıyor, tarhana yiyormuş. Tarhana! Peki ya çikolatalı gofret? Onu da mı kendileri yapıyorlarmış? Sabah kahvaltılarında top kek yerine, muzlu yulaf ezmesi yiyorlarmış. Biz hangi ara abur cuburu bırakıyoruz? Hatırlıyorum lisedeki 15 dakikalık ikinci teneffüste bildiğimiz browni kekin üzeri çikolata kaplanmış hali olan Eti Browni İntense yiyordum ve her seferinde içimden “ Bu ne kadar güzel bir yemek umarım hiçbir zaman üretmeyi durdurmazlar .” Diyordum. İnsan dileklerini daha nokta atışı dilemeli. Evet üretimini durdurmadılar fakat tadı tam kestiremediğim bir zamanda değişti. Dışı daha bayat içi daha kuru oldu. Oyuna yeni oyuncular girdi hemen, üniversite teneffüslerimde kahvemin yanına Magnum çubuğuna benzeyen Ülker Laviva eşlik etti. Bisküvi üzerine çikolatalıydı. Kahve ile iyi gidiyor fakat arka arkaya iki tane yenmezdi. Adamı keserdi. Tok tutmaz ama açlığı bastırırdı. Daha 2 ders varsa ve açlığımı bastırmak istersem, üçlü defansımı oyuna sürerdim: Ülker Hanımeller, Eti Burçak ve Nero. Her biri iki ders tutar. Ona göre hesabınızı yaparsınız. Üniversiteden ilkokula dönelim çünkü bir tek o dönem okul bahçesinde döke döke yiyebileceğimiz Ülker’in çilekli ve fındıklı “kat kat tat“ ı var. 9 kat tat ile karıştırılmasın, o başka. Bu, üzerinde bir tür toz şeker olan börek benzeri tatlı. Börek mi istedi canın, buyur. Daha küçük çaplı bir organizasyon istersen, Harby’den alırsın. Hani şu dışı bisküvi, arası karamel ve yüzeyi Ruffles’a benzer 3 çizgili olan. Los Angeles Lakers renklerinde. Ne tatlı ne tuzlu neredeyse boş diyebileceğin bir şey aradığında akıllara tek bir ürün gelir: Piko. Ucuz ve nötr. Yesen de olur yemesen de. Bazen aklına gelir çantamdaki Piko’yu yemiş miydim diye. Çantana bakmadan cevabını bulamazsın. Arkadaşlarımla yürürken ağzım boş durmasın diye Haribo Altın Ayıcık yiyorum. Şimdi alternatifi ne sigara mı? Tamam jelibon sağlıklı diyemeyiz ama sigarayla da kıyaslamayalım. Jelibon yoksa Rocco sıkı şeker atarım ağzıma. Ee o da yoksa pahalı ama bir M&M alırım artık. Koca yol boş boş gidilmez. İşten yorgun ve aç eve geldiğimde hiç yemek hazırlayasım gelmiyor. Açken yemek hazırlamak istemiyorum. Zaten tokken de tokum diye hazırlamıyorum. Acıkınca dolapları kurcalamaya başlıyorum. Hoşbeş olur, Tutku olur, Çiziviç olur artık hangisi varsa akşam yemeğimi çıkarırım. Oreo’yu çok seven arkadaşlarım var. Bence abartıyorlar. O gün eğer gerçek bir yemek yemeyeceksem sıra Ülker Rulo Kat’a geçer. Teneke kutulu kahverengi ve sarılı nostalji temalı versiyonunu öneriyorum. Aynı markanın 9 Kat Tat RuloKat karton kutusunu önermiyorum çünkü çikolata oranı daha az. Sonradan teneke kutusunu kalemlik yapıyorum ya da bozuk paralarımı koyuyorum. Arkadaşlar biz hangi ara abur cuburu bırakıyoruz gerçekten? Bir arkadaşım 24 yaşında diyabet hastası olduğunu öğrendi. Hadi o, o zaman başladı. Spor yapanlar hep dikkat ediyordu. Üniversite’den sonra iş bulamayıp aile evine dönenler anne yemeğine ulaştı. Ya geri kalanlar? İnstagram’daki sağlıklı yaşam hesapları mı fikirlerini değiştirdi? Asıl bana ne oldu. Marketlere karşı ilgisizim. Belki sorun markette değil bendedir. Değişiyorum. Umarım kolalı jelibon buna çok üzülmez.

Çokomelli Değişim

Mayıs 26, 2022

·

Makale

Kovboy Şapkalı Amca

Zamanın geçtiğini birimlerin değişiminden anlıyorum. 50 kuruş yerine 500 bin diyorum. Bazen 1 milyon lazım oluyor. Arkadaşlara soruyorum, o parayla ev alınır diyorlar. Bizim bakkalda ekmek 2 milyon olmuş. 1 terabayt hard diskleri 1024 gigabayt hafızalı diye düşünüyorum. Çünkü benim için hala en yüksek hafıza birimi gigabayt. İzmir’im Kart yerine Akbil’e para yükleniyor mu diye soruyorum. Akbil mi kaldı? Aslında o kadar da zaman geçmedi üstünden. Aklımda yer edeni değiştirmek zor geliyor sanırım. Eskiden ailemle yakın birinin evine misafirliğe gittiğimizde aile albümlerini gösteriyorlardı. Antalya tatilleri, çocukları ve doğum günü pastası, stüdyoda çekilmiş siyah beyaz yaşlı insanlar, bir eli arabanın üstünde genç erkekler, gün batımına karşı bazı insanların silüetleri ve düğün girişinde istemsiz çekilen fotoğraflarına bakıyorduk. Bir anlam bütünlüğü yoktu fotoğraflarda. Sadece poz vermiş insanlar vardı. Bir yandan Instagram, diğer yandan TRT belgeseli gibiydi. Kültürlerini örneklerle tanıtıyor, kendilerinin en güzel çıktıklarını düşündükleri fotoğrafları bizimle paylaşıyorlardı. Beğendiklerimizi sözlü dile getiriyorduk. Daha doğrusu o sırada ben poğaça yiyordum, babamlar beğeniyordu. Bana kalsa hepsi çok komik çıkmışlardı. Evin genç kızı saçlarını bir yana yatırıp kamerayı ters tutup yandan bir bakışla kendisini çekmiş. Bakışları çok komik, bir gözü daha büyük görünüyor. Hem ne diye çekilmiş ki manzara yok ortada. Kızın babası, 6 tane adam ile kol kola girip ne yapıyor asıl. Hepsi sabit durmuş ama halay çeker gibi poz vermişler. Kocaman adamlar bir de. Bazılarında çapraz takılan çantalar var. Beslenme çantası gibi tüm gün onlarla mı dolaştılar. En sevdiklerim, manzara çıksın diye çok yukarıdan çekilen fotoğraflar. Poz veren kadının en aşağıda sadece kafası görünüyor. Şaka için kafasını uzatmış gibi. Ya da kukla kafalar gibi. Kapının önündeki kaldırımda oturan bir sürü küçük çocuk var. Hepsi terlemiş üstü başı dağılmış. Bari atletlerini içlerine soksalarmış. Evin küçük kızı ilk okul müsameresinde doktor olmuş. Çocuk boyunda üretmiyorlar tabii beyaz önlükleri, hayalet gibi sahnede durup bir şey okuyor fotoğrafta. Hadi bunlar komik misafire gösterilir. 15 erkeğin hamamda yarı çıplak peştamal ile verdiği pozu neden gösteriyorlar. O sıra zaten kadınlar bir sağa sola bakınıyor görmedik ayaklarında. Bir sonraki sayfada takılarla çekilen fotoğrafta göz ucuyla kollarındakilerini maşallah diye diye sayıyorlar. Her albümde aradığım ise, değişik şapkalı fotoğraflar. Kovboy şapkasını, kısa boylu yaşlı göbekli amcada görüyorum. O amca şimdi karşımda üstüne dökülen kurabiyesini eşine çaktırmadan halıya silkelemeye çalışıyor. Hiç de kovboy gibi değil. Onlar fotoğrafları ben onları izleyerek eğleniyorum. Bazı fotoğraflarda sen de varsın diye gösteriyorlar. Balkonda okey oynarken çekmişler beni. Hem de beyaz atlet ile. Üstümde sevmediğim ama yaz sıcağında terletmiyor diye giydiğim o tişört ile beni herkesin önünde gösteriyorlar. Kollarımın inceliği ben dışında herkese komik geldi. “Bizim kibrit çocuk” oldum. Bu fotoğrafa kadar tüm fotoğraflar komikti. Güldük eğlendik yeter. Sosyal medyaya bir sürü fotoğraf yüklemeye devam ediyorlar. Ben de poğaça yiyerek bakmaya ve eleştirmeye devam ediyorum. Hala çok komikler. Uzaklara bakıyorlar, evin içinde manzarasız kameraya bakıyorlar, aşağıda küçük kafalar var… Eski fotoğrafların tadını tam alamıyorum, eskilerin kıyafetleri de komikti, yenilerinki çok güzel. Ne kadar diye soruyorum bir tişört, 200 milyonmuş. Yuh! Sosyal medyada paylaşılanlar üzerine konuştuğumuz “S2E12 Yukarı kaydırmalı ft. Can” bölümünü dinleyebilirsiniz .

Kovboy Şapkalı Amca

Kasım 25, 2021

·

Makale

Ev tipi tercih robotu: Devam Ediyor

Önemli sınavlardan önce yutulan okunmuş pirinçlerinizi, giyilen uğurlu iç çamaşırlarınızı ve son dakika belki bu soru çıkar diye baktığınız soru bankalarınızı en yakınınızdaki masaya bırakabilirsiniz. Pet şişedeki suyunuzu masa yerine zemine koymak mantıklı ama sınavdan 10 dakika önce yediğiniz şeker beklediğiniz etkiyi yaratmayacak. Aranızda altıma yaparım ama yine de sınav kağıdımdan ayrılmam diyerek bez takanlar varmış, rica ediyorum onları da çıkaralım. Son olarak rahat olun. Saçınız sakalınız birbirine karışmış olmasına rağmen, kimlik fotoğrafınızdaki sizsiniz ve görevli kişi sizi tanıyabilir. 20’li Yaşlar Podcast ’e başladığımızda pilot bölümümüzden sonraki S1E2 Ev tipi tercih robotu bölümünde konuştuğumuz ilk konu sınavlar ile ilgiliydi. Bu yaş aralığını en çok etkileyen ne var diye düşündüğümüzde, açık ara en büyük etkisi olan konunun sınavlar olduğunu gördük. SBS, YGS, LYS, DGS, ALES, ÖSS, TEOG… Her birinin adı o kadar çok değişti ki takip etmekte zorlanıyorum. Sadece hangi sınava gireceğini anlamak bile başlı başına bir mesai gerektiriyor. Arda “ İnsan 18 yaşında okulunu seçtiğini zanneder, ama seçemez ” diyerek durumu özetlemişti, haklıydı. Çünkü sonuçların açıklanmasıyla başlayan, tercihlerin bitimine 10 gün kala düşünülen bölüm, bilinçli bir tercih olamaz. Ben bu grupta olmadığım için kendi adıma seviniyorum. Aşağı yukarı hayatta neleri yapmaktan zevk aldığıma ve nereden para kazanabileceğime dair nispeten olgunlaşmış düşüncelerim vardı. Etrafımda okuduğu bölümden, fakülteden ve hatta üniversite okumaktan pişman kişiler var. Sınav odaklı çalışıp sınav bitiminde şimdi ne olacak diye düşününce böyle pişman olmamak zor. “ Ben ne yapmaktan hoşlanıyorum?” ve “ Benim ne yapma becerilerim var? ” gibi soruları kendisine sormayan tercih sürecindeki öğrenci, yanlış yönlendirilerek alakasız bir bölüme gidiyor. Kendine soru sormayan bu sınava çalışan öğrenciye kim soru sordurabilir? 5 seçeneği olmayan bu soruların cevabını öğrenciler nasıl verebilir ki? Ne müdür yardımcısı odasında kahve falı bakan rehber öğretmen, ne de dershane teneffüsünde lise sonlarla sigara içen bilge tarih hocası sizi tanıyıp, size uygun bir bölüm önerisinde bulunuyor. İddia kuponu doldurur gibi yapılan tercih listeleri birçok yaşıtımın okula karşı soğumasına ve kendini zorlayarak bölümleri bitirmesine sebep oluyor. 10. sınıf matematik dersinde IMDB’deki ilk 250 filmden seçkiler izleten hoca sayısal puanını eleştirirken, tarih bölümünü İngilizce okuduğu için İngilizce öğretmenliği yapan hoca, “ Dil bölümünü tercih etseydin çoktan bir üniversiteye yerleşmiştin! ” diye homurdanıyor. Kendi sınavından 70 alan kimyacı, “ Bu sene temel bilimler coşacak. ” diyerek öğretmenler odasında kendi üniversite anılarını anlatıyor. Beden eğitimi hocası erkeklere futbol, kızlara voleybol ve kızlara yürümek isteyen erkeklere badminton ekipmanları verip Instagram keşfette gezerken, kimse sayısalda üç bininci ama kan görünce bayılan kıza “ Bu bölüm senin için uygun değil. ” demiyor. Eşit ağırlıkta döktüren ama insanlarla iletişim kurarken zorlanan o sessiz oğlana “ En azından bir kere daha düşün. ” demiyor. “ Benim çocuğum süpersonik üniversitesi çokacayipiyi bölümünü kazandı arkadaşlar. Bu da baklava hayrımdır. Afiyet olsun! ” deme hayali kuran baban da, üzülerek söylüyorum ki sadece kazanacağın parayı düşünüyor. İnşaat mühendisliği bitmez her yer inşaat, endüstri mühendisliği geleceğin mesleği endüstri 4.0 geliyor, evinde kod yazacaksın parana bakacaksın tabii ki bilgisayarcı olacaksın, insanların sana saygı duymasını istiyorsan hakim olman şart, o kadar puan aldın tıpa gitmeyeceksin de ne yapacaksın boşa mı gitsin o puan, besyocu olunca koca gün top peşinde koşacaksın yani… Üniversite tercihi yapanlara çok da yabancı olmayan cümleler. Bu cümleleri söyleyenler yanlış tercihlerin sebebi, sınav odaklı çalışan öğrenciler değil. Burada kimseye hayalimdeki eğitim sistemini anlatarak az bilgim yüksek motivasyonum ile sıkmak istemem. Sadece o öğrencilere bu süreçte yalnız olduklarını ve sonrasında da yalnız başlarına çalışacaklarını hatırlatırım. Neyin kuru gürültü neyin iyi bir tavsiye olduğu konusunu kendilerine bırakıyorum. Bu yazıyı okurken herhangi bir sınava çalışıyorsanız, ne için çalıştığınızı düşünmenizi tavsiye ederim. Sınavdan çok iyi puan aldıktan sonra istediğin olmuş olacak mı? Emeklilikte yaşa takılmamayı hesaplarken yine bu mesleği yapmak isteyecek misin? İstediğinde okulunu bırakıp yeniden hazırlanabilirsin ve bambaşka bir yol çizebilirsin ama baştan bunu yapsan bu kadar zorlukla başa çıkmana gerek kalmaz. Ya da sadece sınava odaklan puanını alınca bakarsın, bölümlere falan. Bu arada daha demin bıraktığın okunmuş pirinci ve uğurlu iç çamaşırını geri alabilirsin. Umarım onlar şans getirir.

Ev tipi tercih robotu: Devam Ediyor

Aralık 16, 2021

·

Makale

Kendimize Sorduğumuz Sorular

Değişim zamanları beni oldukça fazla geriyor. 20’li yaşlarımın başından beri ciddi sayabileceğim değişimler yaşıyorum ve daha da yaşayacağım gibi duruyor. Ben şehir değiştirmekten çok yoruluyorum ve yeni evime ve çevreme alışırken geriliyorum. Bu bülteni okuyan birçok 20lik tahmin ediyorum ki üniversite okumak için farklı bir şehre taşındı. Daha büyük bir şehre gelenlerin akıllarındaki ucu bucağı belli olmayan yeni şehir büyüdükçe büyüdü. Kaybolmadan nasıl bir yere gideceğim? Bu bölümü kazandım ama baya zor görünüyor bitirebilir miyim? Büyüdüğüm şehrin ağzıyla konuştuğum için dalga geçerler mi? Müdavimi olabileceğim bir kafem olacak mı? Hasta olsam ailemden kimse yanımda değil bana kim bakar? Sokaklardaki insanlarını tanımıyorum, en iyisi cüzdanımı iç cebime koyayım gibi düşünceler geçiyordur. 20’li yaşlarında evlenenler var. Onların akıllarından geçmiyor mu sanki ' biraz erken mi evlendim ' düşüncesi. Bankada pek bir birikimimiz de yok aslında. Gerçekten sevdiğim kişi o mu? Yolun başında gibiyim birkaç kişiyi daha tanısam daha mı iyiydi? Aslında geçen gün kafede denk geldiğim çocuk havalı görünüyordu. Üniversitedeki sınıfta renkli gözlü bir kız vardı o da evlenmiş midir? Evliyken yüksek lisansımı bitirebilir miyim? En azından çocuk yapmam. Lisedeki en iyi arkadaşımın sahte çeyrek altın takması aklıma geldikçe keyfimi kaçırıyor. Erkenden işe başlayıp hem okuyup hem çalışan 20likler var. İş sözleşmesini imzaladım ama yarı-zamanlı işimin vardiyasını, ders programımın boş kısımlarına denk getirebilecek miyim? Herhalde bir gün geç kaldım diye kovmazlar. Nasıl kovmazlar üstüne para bile isterler. Yuh para istenmez canım. Gerçi belli de olmaz kapitalist şirket bunlar. KYK kredisinden gelen para ile birlikte bu ayın sonunu görürüm diye düşünüyorum. Ay sonunu göreceğiz diye dersleri geçemezsem ne olacak? Fazladan bir sene okumak bana daha çok zarar değil mi? Muhasebe ile konuşsam yemek parasını Sodexo değil de doğrudan hesabıma yatırırlar mı? O gıcık herif kesin yatırmaz üstüne dalga geçer. Sanıyorum ki konuyu anladınız. Yaşıtlarımızla ortak değişimlerden geçiyoruz ve aklımızda tonla endişe ve tereddüt var. İlerleyen yaşlarda bu kadar olacağını sanmıyorum. Aslında daha fazla olabilir. Yoksa bu en azı mıydı? Gerçi daha araba ve ev kredisine girmedik. Askerliği unuttuk ya! Bir 20'likten diğer 20'liklere, üstünde düşünmeye değer bir fikir bırakıyorum. İsteyen alabilir. Bu değişimleri yaşarken ilgili endişelerimi giderecek becerileri belirliyorum. Etrafımdaki insanların hangilerinde bu becerilerin olduğunu da ekliyorum. Şimdi işin can alıcı kısmına geldik. “ Bu zibidi yaptıysa ben kesin yaparım ” diyebildiğiniz kişi sayısı 3’ü geçiyorsa o yola gönül rahatlığı ile girebilirsiniz. Sonuçta korktuğunuz şeylerle baş eden tek siz değilsiniz. Yalnız olmayacaksınız. Aklınızdan geçen soruların cevaplarını bulan bir sürü kişi var. Zibidilerden fikir alabilirsiniz. Konuştukça rahatladığınızı hissedebilirsiniz. Askerde kaç yastık veriyorlar soruma cevap buldum. Fazladan sarılabileceğim yastığım olmasa da endişelerim geçti. 20'li Yaşlar 'ı podcast dinlenen mecralardan dinleyebilirsiniz. İstediğinizi seçin. Bu hafta özel olarak Üretim Kaydı kurucusu, 20'lik yazarı ve Rizeli Podcast Kraliçesi Esra Ece Kuleci ile kaydettikleri bölümü paylaşıyorum. İyi dinlemeler!

Kendimize Sorduğumuz Sorular

Şubat 10, 2022

·

Makale

Sabit de Çalışırım Serbest de

Ben 20’li yaşlarında birisiyim ve özgürlüğüme önceki nesillere göre daha düşkünüm. En azından benim açımdan öyle görünüyor. Yaşıtlarımın da benimle aynı hassasiyette olduğunu birçok örnekte görüyorum. Bizden biraz daha fazla bu dünyada bulunmuş 30’lu yaşlarındakilerin, işlerinde bunalım yaşayıp istifalarını bastıklarını ve kendi kahve dükkanları açtıklarını gördük. Beyaz yakalı 30’lu ve 40’lı yaşlarındakilere imrenilecek bir hikaye gibi görünüyor. Açılan bu dükkanların hızla kapandığını da gördük. Bunda ters giden bir şeyler var. Brownileri aslında güzeldi. Sorun neredeydi? Bence eskiden gözden kaçan fakat şimdi gayet farkında olunan bir nokta var. Çalışma saatlerindeki özgürlüğü kazanmak için tercih edilen seçenekler, çalışma saatleri dışındaki özgürlüğü kısıtlayabiliyor. Bahsettiğim seçenekler, her iki durumda da aynı seçenekler. Kendi patronu olunabilen herhangi bir freelance işi düşünün. Ben size yardımcı olayım: Tek başına çalışan bir gazeteci, video editörü, duvar boyacısı, mimar, terzi veya sosyal medyaya komikli video çeken birisi olabilir. Bu işleri yaparken müşterileri ile aynı ortamda olmadan görüşebilirler. Biz buna “ Zoom linki atıyorum hemen. ” diyoruz. Bir müşteri bulmak için sabit bir binaya ihtiyaçları yok. Biz buna “ Online pazarıma bakıp sepetinize istediğiniz ürünümü ekleyebilirsiniz. ” diyoruz. Uygun gördükleri herhangi bir yerde işlerini sürdürebilirler. Biz buna “ Kahvemi yıldız puanım ile ödeyebilir miyim? ” diyoruz. Bir patronları olmadığından çalışma saatlerine kendileri karar veriyorlar. Biz buna “ Şimdi çalışmayacağım sahile inelim mi? ” diyoruz. İşlerini kendileri seçtiklerinden hoşlarına gitmeyen veya doğru bulmadıkları işleri yapmıyorlar. Biz buna “ Kusura bakmayın teknik hatalarından dolayı onaylamıyorum ve altına imzamı atmıyorum kimse de attıramaz. ” diyoruz Bunlar çalışırken özgürlüğün hissedildiği kısımlar. Peki çalışma saati bittiğinde işler nasıl ilerliyor? Öncelikle freelance işlerde çalışma saati biten bir şey mi? Çünkü müşterilerin ne zaman geleceği belli değil. Freelance iş yapmayı tercih edenler biraz önce bahsettiğim özgürlük konularını bilinçli seçtiler fakat kendiliğinden yine aynı seçenekleri çalışma saatleri dışına da seçmiş oldular.Mesela arkadaşlarınızla yıldız puanı kullanarak aldığınız kahvenizi içerken, telefonunuza gelen bir iş görüşmesi çağrısı keyfinizi kaçırır. Eğer çağrıyı görmezden gelirseniz de para kazanma imkanınız kaçar. Çalışma saatleriniz dışında hala işiniz ile ilgilenmek durumunda kalıyorsunuz. Kullandığınız malzemelerin alınması, vergilerin ödenmesi veya yarım kalan işin yetişip yetişmeyeceği konuları aklınızın arka planında çalışmaya devam ediyor. İş ve kişisel hayatların ayrılması zorlaşıyor. Çalıştığınız masanızda ve bilgisayarınızda işiniz bittikten sonra yine aynı masa ve bilgisayarda takip ettiğiniz dizinizi izlerken mental açıdan işi bitirip keyfe geçiş yapmak pek kolay değil. Nedeni basit, tamamen aynı ortamı yaşıyorsunuz. Freelance çalışanların iş ve kişisel hayatının birbirine karışması ve iş dışındaki özgürlüklerinin kısıtlandığını kolayca kavrayabiliyoruz. Ama kavranamayan bir şey var 20likler sanırım buna bir çözüm buldu. Etrafımdaki ve internette gördüğüm 20likler bunu çok iyi başarıyor. Helal olsun diyorum her birine. Herkes tarafından kabul görülen mesai saati, iş kıyafeti, sabit maaşı falan olan işlere giriyorlar ve bunun yanında freelance bir iş daha yapıyorlar. Ve her ikisinde başarılı olabiliyorlar. En önemlisi keyif alarak özgürlüklerini yaşıyorlar. Şöyle mesela: mimar ve internet fenomeni, diyetisyen ve yoga dersi veriyor, matematik öğretmeni ve profesyonel masa tenisi sporcusu, satın alma sorumlusu ve müzisyen. Ben de buna kendim için bir ek yapayım mühendisim ve freelance fotoğraf, video ve podcast düzenlemeleri yapıyorum. 20’li Yaşlar Podcast’i profesyonel yapmadığım için onu saymıyorum. Ama siz yine de freelance hakkında konuştuğumuz bu bölümü dinleyebilirsiniz. Nasıl Avusturalya’daki müşterimin fotoğrafını düzenleyerek Euro kazandığımdan ve bir sürü şeyden bahsettik. Yaşıtlarımla bu konuda cidden gurur duyuyorum. Önceki nesillerin yaptıkları gibi işlerinden istifa edip dengesiz planlar yapmıyorlar. Hayatlarını daha dengeli kuruyorlar. Daha fazla seçeneklere sahip oluyorlar. Hem freelance hem de sabit işleri yapabiliyorlar. Aynı anda ya da dönemsel değişikliklerle iki işi de yapıyorlar. Bir süre sabit sonra freelance sonra sabit ve freelance aynı anda gibi. Özgürlüklerinin kısıtlandığını hissettiklerinde ellerindeki iş seçenekleri kullanabiliyorlar. Hem sabit hem performansa bağlı para kazanabilirler. Hem kendi patronları hem de birinin çalışanı olabilirler. Hem istedikleri hem de daha az istedikleri işleri yapabilirler. Hem ofiste hem deniz kenarında çalışabilirler. İnternetin şu an verdiği imkanlar ile freelance işlerin avantajlarından sonuna kadar faydalanıyorlar. Görünene göre önceki nesillere kıyasla 20likler hobilerini profesyonel bir işe dönüştürme becerileri daha fazla. Ve bunların hepsini yaparken özgürlüklerini koruyabiliyorlar. Freelance işlerin, sağladığı özgürlükleri ancak kişisel zamanlarındaki özgürlüklerini de koruduğunda anlam ifade ettiğini, yaşıtlarım tarafından anlaşıldığını görüyorum. Çocuk da yaparım kariyer de sözüne izninizle sabit de çalışırım serbest de olarak yeni bir versiyon ekliyorum. Dip not: 20’li Yaşlar Podcast’e sponsor olabilirsiniz. Müracaat danışma. Batuhan'ın hazırladığı, sunduğu, kurguladığı 20'li Yaşlar Podcast 'i buradan dinleyebilirsiniz.

Sabit de Çalışırım Serbest de

Mart 17, 2022

·

Makale

23 Yaşımdayım ve İstanbul’dayım!

Harry Potter’la büyüyün nesildenim. Bu yüzden büyüye inanmam, büyüsüz de kalmam. Expecto Patronum ! Benzer bir büyü cümlesini günlük hayatta sık sık kullanıyorum. Üşengeçlik, yorgunluk, zor gelme gibi durumları ortadan kaldırıyor ve üstüne hareketli olmaya teşvik ediyor. Asaya da gerek duymuyor. “ 23 Yaşımdayım ve İstanbul’dayım! ” Tabii bu cümlenin güncel hali “ 25 yaşımdayım ve İzmir’deyim! ” bir dönem “ 22 yaşımdayım ve Avusturya’dayım! ” olmuştu. Farklı versiyonları da mevcut. Mesela “ 19 yaşımdayım ve ehliyetim var! ” ve “ 21 yaşımdayım ve sevgilimle tatildeyim! ” Bu büyü cümlelerini telaffuz ettiğinizde vücudunuzdaki halsizlik yerini eyleme geçmeye bırakıyor. İçinde bulunduğunuz duruma göre değişkenlerle oynayabiliyorsunuz. Bazı yörelerde “ Bir daha mı geleceğiz dünyaya ?! ” şeklinde kullanıldığını duydum fakat kendi üzerimde deneme fırsatım olmadı. Eski bir dostum kadim bir kitapta “B uraya kadar geldik bunu yapmadan dönmeyelim ” şeklinde okuduğundan bahsetmişti. Valla onun yalancısıyım. Siz kendinize uygun büyünüzü deneme yanılma yöntemi ile bulabilirsiniz. Ben kendime özgü bir kombo büyü seti hazırladım. Koltukta miskin miskin uzanırken, yakınma ses tonuyla söylüyorum – ses tonu önemli buraya dikkat – kollarımdaki bacaklarımdaki yorgunluk hızla kesiliyor. Büyü “ dur en iyisi ben bi’ şu işimi yapayım ” iç sesimizin ağızdan çıkmasıyla tamamlanıyor. Tasrif etmiyoruz fakat arkadaşlarınızın üzerinde kullanma imkanınız var. Birinci tekil şahıs kısımları, ikinci tekil şahısa çevirmeniz yeterli. Baştan uyarayım aynı şekilde bunlar size de uygulanabilir. Dikkatli olmanız gerekiyor. Baktınız haftanın 6-7 günü dışarıdasınız, ne zamanınız ne de paranız kaldı… Bu durumda oturup size yapılmış olabilecek büyüleri düşünün. En yakınınızdan başlamanızda fayda var. Büyü için saç telinize bile ihtiyaç duyulmuyor. Teknoloji çok gelişti. “ 20’li yaşlarındasın ve 20’li Yaşlar Podcast’i dinleme imkanın var! ” Mesela yani…

23 Yaşımdayım ve İstanbul’dayım!

Haziran 30, 2022

·

Makale

Felekten Bir Bahar

Bir gün evden dışarı çıkmak için ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken önceki günlerden farklı bir şey hissetti. Anahtarlarını, telefonunu ve cüzdanını kontrol etti. Hepsi yerli yerindeydi. Tişörtünü de değiştirmişti, dünkü değildi. Ocağı da açık bırakmadı, ee zaten yemek yapmadı. Neyin farklı olduğunu anlamaya çalıştı. Bu durum pek uzun sürmedi. Bir önceki günden neyin farklı olduğunu, apartmanın kapısını araladığında hemen fark etti. E bahar gelmiş! Derin bir nefes çekerken, bu yılın ilk basketbol şortlu liselisi önünden geçti. Şort için hala biraz erken sanki. Madem bahar geldi ve bu yazıdaki karakteri ben kurguluyorum, o halde işe gitmemesine karar verdim . Patronu, kurgu karakterimi kovacak değil ya. İlk iş dondurma yemeğe gidiyoruz. Mandalinalı dondurma. Evet, ocak kapalıydı çünkü yemek yapmamıştı biliyorum. Kurgu karakterim sabah kahvaltıda dondurma yiyebilir, çünkü bahar geldi . Yürüdükçe bahçelerden çiçek kokuları gelmeye başlıyor. Yolunu uzata uzata istediği yere havanın tadını çıkararak gidiyor. “ Dışarısı şimdi üşütmez ama akşam geç dönersem üşürüm ” ceketini kolunda sallaya sallaya yürüyor. Hafta içi bu saatte hiç geçmediği kafelerin önünden geçiyor. Bu insanların hepsi birinin kurgu karakteri mi? Hiçbiri işe gitmemiş? Her yer cıvıl cıvıl . Sadece mekanlar değil sokaklar da kalabalıklaşmış. Bir çiftin yanından geçerken kulak misafiri oluyor, flörte “ Mekana vereceğimiz paranın yarısına kordonda daha iyi takılırız. ” teklifi ediliyor. Kesin gelmiş kesin . Dondurmacıya varınca kapının önünde sıra olmamasına biraz kırılıyor. O kadar da gelmemiş demek. O dondurmasını yalayarak sokaklarda dolaşırken şehir parkına varıyor. Yeni kesilmiş çimen kokusu eşliğinde dolaşmaya burada devam ediyor. Yanından gri eşofmanlı ve yanında küçük boyutlu köpeği ile o ilk kadın geçiyor. Çok geçmeden arkasından piyasaya çıkan o ilk aynalı gözlüklü ve polo yaka tişörtlü abimiz geçiyor. Hayırlı işler abi. Genlerimizde var sanırım kışın hiç parka gidesimiz gelmiyor ama baharda ayaklarımız yeşilliklere gidiyor. Bazı ayaklar, yaza fit girmek için şimdiden tempolu koşmaya başlamış. Kendisinin biraz göbek yaptığını fark ediyor. Hafif tempo koşmaya niyetleniyor ama dondurma düşer diye vazgeçiyor. Bu sırada iş yerinden bir arkadaşı arayıp nerede kaldığını soruyor. “ İşi gücü bırak hemen şehir parkına gel hiçbir sorun olmayacak. ” diyor bizimki. Gelirken çağla veya erik al ilkokulların köşelerinde satılır diye tembihliyor. Al tabii kurgu para ya al. Arkadaşı her ikisinden de kese kağıdında almış ama hiç yürüyecek hali yok. Polen alerjisinden gözleri çok fena akıyor, önünü zor görüyor. Zaten her ikisinde de almamış, ikisi de çağla bunların. Bir banka oturup hem sohbet ediyorlar hem çağla yiyorlar. Arkadaşının “ Cemre düşmüş duydun mu? ” esprisini duymazdan geliyor. Yan ofisten hoşlandığı kıza açılmak için en iyi zamanın şimdi olduğunu anlatıyor. “ Gönül yayları ” diyor “g evşedi ” diyor. Bu sefer de arkadaşı pek oralı olmuyor. “Sen bilirsin kanka ben yazın sahil partilerini bir göreyim. ” diyor. Tek hemfikir oldukları konu, halı saha sezonunu açmak oluyor. Güneş ışınları etkisini yitirdikçe hava serinliyor. Ceketini yanına aldığı için kendini ileri görüşlü sanıyor. Evlere dağılıyorlar. Melisa çiçeği kokulu sokaktan geçmek için yine yolunu uzatarak dönüyor. İki sivri sineği kibarca kovduktan sonra yatağına geçiyor. Tüm gün dolaşınca yoruldu tabii. Vücut sıcaklığını dengelemek için bir bacağını yorganın dışında bırakıyor. İyi geceler kurgu adam. Bugün kovulmayacağının sözünü verdim. Yarın için bir şey dememiştim. Açıklarsın artık patronuna dondurmaydı, basketbol şortuydu, aynalı gözlüktü diye.

Felekten Bir Bahar

Nisan 28, 2022

·

Makale