20'lik Olmayan 20'likler

20'lik Alara Demirel'den 20'lik Olmayanlara 6 soru.

11 Hikâye

Bir: Seda Yılmaz

İsmim Alara, yazılışı böyle ama okunuşu Alâra olacak. 24 yaşındayım, tam zamanlı hayatımda Aposto!’dayım ve sosyal farkındalık yayınımız ANGST ’ın editörlüğünü üstleniyorum. Soru sormayı sevdiğim gibi, minik hikâyeler toplamaya ve ilham aldığım 20’lik olmayan 20’lik lere “ 20’li yaşlarına dönsen kendine nasıl bir öneride bulunurdun ?” merakını yöneltmeye bayılıyorum. Kaygı bozukluğumla yaşadığıma emin olduğum 19 yıllık hayat serüvenim — ömrümün ilk 5 yılını nörotipik bir beyinle geçirdiğimi düşünmek mutlu ediyor — beni buraya taşıdı. Pandemi gerçekliğiyle ayyuka çıkan kaygı seviyem, toplumsal cinsiyet rejimi kaynaklı eşitsizlik, Türkiye’nin güncel politik durumları, iklim aciliyeti kaynaklı felaketleri artık beynim kaldıramıyor. Mücadele etmek için tutunacak dallar, ilham alacak durumlar ve umudu kestirmeyecek eski topraklar arıyorum! Yaşçı bir noktadan yaklaşmadan, biz 20’liklerin kaygılarını taşıyan ve sorgulayan isimlere hiç olmadığı kadar ihtiyacım var. Belki sizin de vardır. Ayda bir, sizlerle bana umut olan ve It Gets Better projesinin bir parçasıymışım gibi hissettirebilen insanlarla 20’lik okuyucularını buluşturacağım, bir başka ilhamım Irmak Hacımusaoğlu illüstrasyonlarıyla bize eşlik edecek, Yasmin, perde arkasından bizleri alkışlayıp tempo tutacak. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Boomer ’lık müessesine oldukça uzak, paylaşımlarından aldığım keyfi yorumlarına bıraktığım binbir kalple ifade etmeye çalıştığım Seda Yılmaz ’layız bugün. Seda, Giysiler Ne Anlatır? ’ın yazarı. Okur-yazar, harika tweet ’ler üretici, bir dönem T24 ve Vogue Türkiye’den hatırlayabileceğimiz bir isim. Benim için tweet’lerimi like’ ladığında doğru bir şey yaptığımı hissettiren, bir gün kahve içme ihtimaliyle gelecek günleri çekebildiğim, olaylara bakış açısıyla feminist kalbimi fetheden biri. İyi ki var. Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? Otuz dokuz yaşındayım. Otuz dokuz yaşında gibi hissetmiyorum. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Bugünün dünyasında fikirler, akımlar, toplumsal ve politik eğilimler çok keskin çizgilerle birbirinden ayrılmış gibi görünüyor. Siyah ve beyazın dışında ara tonların, nüansların olabileceğini gözden kaçırmamak önemli bence. Bunu sık sık kendime de hatırlatıyorum. 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Keşke dış görünüşüm konusunda o kadar takıntılı olmasaydım. İyi ki yetiştiğim çevredekinden farklı insanlarla tanışmış, onlarla fikir alışverişinde bulunmuş ve değişime açık olmuşum. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu O zamanlar kendinle ilgili sevmediğin, şimdi bayıldığın bir özelliğin var mı? Hiçbir şey gelmedi aklıma! O zamanlar bugünleri nasıl öngörüyordun? Haklı çıktın mı — yoksa her şey çok mu farklı? Yirmili yaşlarımda, bugün olduğu gibi politik bir çerçeveden bakmıyordum hayata. Boş bir iyimserliğe kapılmıştım. Belki de bu yüzden geleceğe dair umutluydum. Her şeyin daha iyiye gideceğini düşünüyordum. Bugünse gerçekçiyim. Gerçekçi bir umudun hem bireysel hem kolektif anlamda dönüştürücü olduğuna inanıyorum. 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Bugüne nazaran daha canlı ve renkli bir yerdi. Özlediğim yanları var tabii fakat nostaljik düşüncelere saplanıp kalmaktan yana değilim. Bugünün gerçeklerini görerek ona göre yol almaya çalışıyorum. Umutsuzluğa kapıldığım, tökezlediğim zamanlar olsa da özellikle kadın dayanışmasına tutunarak ayakta kalıyorum.

Bir: Seda Yılmaz

Eylül 9, 2021

·

Makale

İki: Burçin Tetik

Burçin ’le ilk ne zaman tanıştım, hatırlayamıyorum. Kelimeleri üzerinden olduğuna eminim . Fakat neredeyse 3 yıl önce Medyascope’ta Gökkuşağı Bülteni ’nin bir parçası olarak sosyal medyada LGBTİ+ temsilleri üzerine yorumlar yaptığım 5 dakikalık köşemde ondan bahsettiğim ilk anı çok net hatırlıyorum. Burçin’in transfobik beyanlara karşı yazdığı bir tweet ’i yayın esnasında okuduğum için TERF’lerin hedef tahtalarından biri olmuştum — o, ne yapacağını şaşıran beni hayran olduğum kelimeleriyle savunmuştu. O günü “iyi ki”lerle hatırlamamın tek nedeni yine o. 20’lik Olmayan 20’likler kanalının ikinci konuğu, bu hikâye sonrasında DM kutusundan bir türlü çıkamadığım Annemin Kaburgası ’nın yazarı, editör, kuir feminist kahramanım, “ tahayyül hakkı ”mızın savunucusu, benim ve bir çoğumuzun yalnız hissetmeme sebebi: Burçin Tetik! İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 36 yaşındayım. 1985'liyim. Bazen yanlış hesapladığımı fark ettiğimden beri doğum yılımı da söylüyorum. Aslında garip bir şekilde kaç yaşında hissettiğimi sık sık düşünüyorum. 20'lerimdeyken en az 40'larımda hissediyordum — nasıl diyeyim , hayatın sillesini yemiş, görmüş geçirmiş, yorulmuş biri gibi. İlginç şekilde duygusal anlamda 30'lardan itibaren gençleşmeye başladım. Kendimi tanımak; kendimi tanıdıkça çocukluğumu ve gençliğimi anlamlandırmak, hayattan beklentilerimi netleştirmek; arzularımdan utanmamak; bedenimle pek barışamasam da ona hak ettiği saygıyı göstermeyenlere cevabını vermek gibi pek çok aşama kaydettim. O anlamda yaş aldıkça lineer bir şekilde ileri gidiyormuş gibi değil de derinlere doğru, kendi içime doğru ilerliyormuş gibi hissediyorum . Bir 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Ben kırmızı şarap alsam olur mu? Teşekkürler! Herkese uygulamak mümkün mü bilmiyorum ama 20'lerindeki kadınlara ve lubunyalara önerim, ellerinden geldiğince kendilerine yatırım yapmaya çabalamaları. Ne aileleri ne mevcut partnerleri ne kendilerinden beklenenleri değil, ilk olarak kendilerini düşünmeleri. Bazen çok zor bu, hepimiz sevilmek, onaylanmak, yalnız kalmamak istiyoruz. Ama günün sonunda yıllar sonra yanımızda olacağını bildiğimiz tek kişi kendimiz oluyoruz. O yüzden içimize bakıp nasıl bir hayat kurmak istiyorsak imkanlarımız dâhilinde onu gerçekleştirmeye çalışmak önemli. Bunu yaparken de kadın ve lubunyalara vasat beyaz bir natrans heteroseksüel erkeğin öz güvenini diliyorum. Çünkü pek çok kez talep etmekte, kendimizi öne atmakta, ses çıkarmakta öz güvensiz bırakılıyoruz. Oysa " Ben yapamam ki, " diye düşünülen pek çok şey, bal gibi de yapılabiliyor. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Çok büyük bir keşkem yok çünkü 20'lerimde yaşadığım her şeyin iyisiyle kötüsüyle beni bugün olduğum yere getirdiğini biliyorum. Toksik partnerimden keşke bir an önce ayrılsaydım bile diyemiyorum, demek ki o sırada bu döngüden çıkabilecek yerde değilmişim . Bu konularda kendime şefkatli davranmaya çalışıyorum. İyi ki içinse “ İyi ki fırsatım olunca o zaman daha kolay olan öğrenci değişim programlarıyla yurt dışına çıkmışım, ” diyorum. Bu bana yurt dışında okuyabileceğimi, başka dillerde var olabileceğimi, yalnız kaldığımda ölmediğimi göstermişti. Sonrası için de bir motivasyon oldu hayatımda. Şimdi öğrencilerin Erasmus bursları bile kesilmiş maalesef. Annemin Kaburgası'nı 20'lik Burçin okusa kitap hakkında ne düşünürdü? " Böyle bir hayat mümkün müydü ki? " diye düşünürdü bence. Özellikle anlattığım lezbiyen ilişkileri yaşamanın gerçekten mümkün olduğunu içsel olarak bilmiyordum. Benim için lezbiyenlik sık olmasa da filmlerde görüp özenilebilecek bir şeydi sadece. Kulağa tuhaf geliyor olabilir, ama böyle. Türkiye'den çıkmış, benim ana dilimde yazılmış kadın ve LGBTİ+ öykülerini böyle bir arada okuyabilsem hayatım bir parça değişirdi belki. Duygu Asena ve Tezer Özlü’yü okuduğumda değişmişti çünkü. Birisi kadınlık birisi çocuklukla uğraşıyordu ve konuşulmayanları dile döküyorlardı. Lisede ve üniversitede hayat algımı değiştirdiler diyebilirim. Yalnız olmadığımı, deli olmadığımı daha erken anlardım muhtemelen. O zamanlar bugünleri nasıl öngörüyordun? Haklı çıktın mı — yoksa her şey çok mu farklı? Hayallerim vardı ve bir kısmı gerçekleşti diyebilirim. Kitap yazmak bunlardan biriydi örneğin. Berlin'de yaşamak da biraz böyleydi, ne de olsa 20'lerimde Berlin'e taşınıp sonra çeşitli zorluklardan İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştım. Tekrar Berlin'e dönmek de biraz hayal gibiydi, pek çok açıdan çok güçtü çünkü. Ama bu hayalleri gerçekleştirmek hiç de kolay olmadı, ömrümden ömür gitti. 20'lerimdeki Burçin'e gidip Berlin'de yaşayacaksın; lezbiyen olduğunu keşfedeceksin; her lezbiyen gibi kedilerin olacak; öykülerin kitaplaşacak desem zor inanır bana. O günden buraya gelmek çok zordu — o yüzden onun diyeceği gibi " Vay be! " yerine daha çok " Ooof, of! " diyorum hayatıma baktıkça. Bir de belimin bu kadar ağrıyacağını bilmiyordum . 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Çok üzgünüm ama 20'lerimin Türkiyesi de çok fenaydı, hâlâ da çok fena. Benim şansım, bugünkü değişimleri görmemiş bir Boğaziçi'nde okumaktı. Kampüsün içi, dersler, öğrenci kulüpleri, hocalar — hepsi değil tabii, birçoğu — olsun, hakikaten ufkumu on katına çıkarmıştı. Hisarüstü'nün o kısıtlı çevresinde oldukça mutluydum. Yine de bu tür nostaljilerin hep belli ayrıcalıklarla birlikte geldiğini düşünüyorum. Boğaziçi'ne gidebilmek de bir devlet üniversitesi olmasına karşın belli bir maddiyat gerektiriyor mesela. Onun dışında da özellikle özlediğim bir şey var diyemem. Aksine şu anki baskı ortamında bile 20'liklerin kendini çok daha erken keşfettiğini, çok daha girişken ve ne istediğini bilen insanlar olduklarını düşünüyorum. Bunda da internetin, cep telefonu ve sosyal medya çağının, artık bazı şeyleri saklamaya değil ifşa etmeye yönelik bir kültürün oluşmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Türkiye'den değil ama sonraki nesillerden ümitliyim anlayacağınız.

İki: Burçin Tetik

Ekim 7, 2021

·

Makale

Üç: Güneş Duru

Güneş Duru ’yla yaklaşık 14 yıl önce annemin bir çalma listesi sayesinde tanıştım. Spotify’da tek şarkıyla temsil edildiği şekilde değil, karışık kasetlerin bütünlük bozmayan kendi hikâye anlatıcılığı içinde gerçekleşen bir tanışıklıktı. Sanıyorum onunla ilgili en sevdiğim şey Twitter adında kullandığı gökkuşağı emoji ’si. Güneş’le ilgili bendeki tınıları özetleyen de bu renkli tercih — akademik hayatını sanatsal üretimleriyle birlikte götürüşüyle “ Evet ya, ben de yapabilirim! ” dedirten ve “ Burada güvendesin, ” hissini veren Twitter profili, daha önce “ güvenli alanlarda güvende hissetmemek ” üzerine yaptığım bir konuşmayla bizi birleştiren araç oluyor. Sonra bugüne geliyoruz: 1968 doğumlu — en sevdiğim — 20’lik olmayan 20’lik annemin beni tanıştırdığı sanatçıya 20’lik olmakla ilgili soruları iletiyorum. 20’lik Olmayan 20’likler kanalının üçüncü konuğu Redd grubunun gitaristi, arkeolog, aktivist, köşe yazarı ve besteci; neredeyse her konuşmasında denk geldiğim, orta yolculuktan kaçan politik gerçekliğiyle Güneş Duru. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 40’larımın ortasındayım. Kendimi 30’larımda hissediyorum, öyle de yaşıyorum diyebilirim. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Bu tür yaşlarda sizden büyüklerin size yaptığı önerileri ciddiye almayın derim öncelikle. Sonrasında “ Benim yaptığım hataları yapmayın, her daim 20li yaşlarda kalamayacaksınız, ” diye ekleyeyim. Zaman hızla geçecek ve bu yaşlar bizim gelecekteki altlığımız açısından çok önemli. Bazen berbat bir 20’li yaşlar dönemi geçirebiliriz — eğlenceye, tembelliğe kapılıp zamanı “boşa” harcayabiliriz ve bazen bu bize pek çok şeyi hızla öğretebilir de. Ancak aklımızın bir yerinde zamanın bizim savrukluğumuzu beklemeyeceğini de düşünmek gerekiyor. 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Keşke daha iyi bir eğitim alsaydım. Keşke daha çok okusaydım; daha cesur olsaydım; her şeyi deneseydim. Bazen bunlar için “geç” oluyor . Keşke daha çok seyahat etseydim; Türkiye’nin ve dünyanın farklı yerlerini, genç, kaygısız ve telaşsız geçirseydim. Yalnız bir de gerçekler var. 20’li yaşlarım böylesine büyük, ekonomik bir buhrana denk geliyor — Türkiye’nin karmakarışık olduğu bir döneme. Aslında düşününce hiç çıkmamışız bu iklimden. Son 20 yıl daha kötü elbette. Özellikle de şimdilerde 20 yaşında bir birey, hem şanslı hem de şanssız. Şanslı diyorum çünkü öz güveni daha yüksek. Şanssız çünkü yokluktan bir kültür yaratım sürecinin; muazzam çabaların; darbe sonrası inşa olan kültür, sanat, bilim ortamını biz yaşadık. Tam da göbeğinde bir parçasıydık. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20'lik Güneş, Redd'in ürettiklerini görse ne derdi? Ne kadar anlardı emin değilim ama 20’lik Güneş de buz dağının görünmeyen kısmını merak ederdi. Redd biraz öyle bir grup, anlaşılması için emek ve zaman gerekiyor . Tek şarkılık, Spotify listelerinden birindeki temsilden öte bir anlam barındırıyor. Bu yüzden hiç bu kadarını beklemezdi sanırım — sanki 20’lik düşlerim bu tür bir hacimsel anlatı ve kavramsallık beklemezdi gelecekteki benden. O zamanlar bugünleri nasıl öngörüyordun? Haklı çıktın mı — yoksa her şey çok mu farklı? Bugüne ilişkin bir öngörüm yoktu. Hiç öyle “ Gelecekte ne olurum, nasıl olurum? ” diye düşünen biri olmadım 20’lerimde. Fakat ülkenin 2000’lerde yaptığı siyasi tercihlerin ve bu tercihlerin toplumun farklı kesimlerince desteklenmesinin bize ağır faturaları olacağını; yanlış seçimlerin, tam ya da yarım ağızla verilen desteklerin ülkenin geleceğinden, umudundan büyük bir eksilmeye ve erozyona neden olacağını öngörmüştüm. Konuştum, yazdım ve çizdim bu konularda. Düşünsenize, 20 yaşındasınız ve doğduğunuzdan bu yana ülke aynı kadrolara tarafından yönetiliyor; eğitimden bilime her şey yap-boz ve çürümüş bir düzenin parçası. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Hem özledim hem de özlemedim. Özlediğim az önce sözünü ettiğim darbe sonrası Türkiye’nin kültür ve sanat anlamında kendine gelmeye çalıştığı, İstanbul’da pek çok mekânın açıldığı, Beyoğlu’nun alternatif müzik ve sanatlara, bugünle kıyaslanamayacak bir özgürlüğe sahip olduğu o günleri özlüyorum. Ki aynı zamanda bugün özellikle Türkçe sözlü rock ve alternatif müziğin tohumlarının atıldığı yıllar o dönem. Biz de bu süreci en rock’n roll , en şahane şekilde yaşadık. Öte yandan ekonomik çalkantılar; keyfî ve niteliksiz idareciler; ülkede yükselen şiddet ortamı; faili meçhuller de yine aynı zamana denk geliyor. Bir yanımız özgürleşirken, batı kentleri Avrupa’yla entegre olurken Türkiye’nin diğer ucunda Kürtler için en fena zamanlardı. O yüzden bir yanım özlüyor, diğer yanım Türkiye’nin o karanlık yanını düşünüyor — bu özlemin diğerlerine haksızlık olacağını düşünüyorum ve duruyorum.

Üç: Güneş Duru

Kasım 4, 2021

·

Makale

Dört: İlker Hepkaner

Yine Yeni 90’lar ve FilmLoverss Radyo’da yayımlanan Drag Race Halk Kütüphanesi programlarının sunucularından, Velvele Queer Medya Kolektifi ’nde Edebiyat Editörlüğü görevini üstlenen New Yorker İlker Hepkaner ’le şaşırılmayacak şekilde Twitter’dan tanıştım. O, mutual ’lar sayesinde kurulan güvenli ve kesişimsel queer timeline ’ın TERF-kovar ortamında 280 kelimeye sığdırdığı ilhamıyla karşıma çıktığına ve takipleştiğimize her gün teşekkür ettiğim biri — like ’layınca “ Tamam ya, o zaman silmeyeyim bu tweet’i ” dedirten, içini sıkan konuya getirdiği “ Oh, ben de garipsemiştim bu durumu, abartmamışım o zaman, ” onayı vurdurtan, bir kere görmemiş olmama rağmen hep yanı başımdaymış gibi hissettiren bir “iyi ki.” 20’lik Olmayan 20’likler kanalının dördüncü konuğu Beyoncé gif ’leri seçimiyle beni büyüleyen, Sanat Dünyamız, 5Harfliler, Kaos GL Dergi, Mangal Media, The Revealer gibi platformlardan okuyucularına göz kırpan İlker. O 1990’lar estetiği diyor, ben 2000’ler — başka bir ortak noktamız şu: “ Queer liberation now! ” İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 36 yaşındayım, 29 hissediyorum. Yaşla ilginç bir ilişkim var, çocukluğumdan beri insanlar hiçbir zaman yaşımı doğru tahmin edemedi. 18 yaşında ABD’ye ilk geldiğimde beni 25 sananlar oldu. İki sene önce anneme ev bakarken annem yaşını gösterse de emlakçılar beni onun çocuğu değil de torunu sandı. Yaşımı söylediğimde hâlâ inanmayan, daha genç veya daha yaşlı olduğumu düşündüğünü söyleyen çok fazla insan karşıma çıkıyor. Ben de biraz bunun verdiği özgürlükle “ Hep 29’um, ” diyorum. İnsanlar tahminlerinde hata yaptığı sürece hissettiğim yaşla oynamaya devam edeceğim galiba. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Öncelikle “ Şu kadar dil öğrenin, bu kadar yer gezin! ” diyenlere aldırış etmeyin. Her kuşak ve her insan kendine sunulan imkânlardan bir dünya inşa ediyor kendine. O yüzden kimsenin yaptıkları, benim yaptıklarımın daha iyisi veya kötüsü olmayacak — daha farklısı olacak. Kendi 20’li yaşlarımı düşünüyorum: o zamanlar beni ne tutuyormuş, ne korkutuyormuş, onu çok net hatırlıyorum . Bunlara dayanarak şöyle söyleyebilirim: S iz aslında tam olarak ne yapmak istediğinizi ve bunu nasıl yapacağınızı biliyor ancak bunu yapmaya korkuyor olabilirsiniz . Başkalarının ve özellikle üstlerinizin — bir şekilde sizin kaderinizi elinde tuttuğunu size hissettirmeye çalışan ailenizin, müdürünüzün veya danışman hocanızın — kendi korkularını, eksikliklerini ve acizliklerini size aktarmasına izin vermemeye çalışın. Yazı mı yazmak istiyorsunuz? Yazın . Dolaptan çıkıp etrafınıza açılmak mı istiyorsunuz? Güvende hissettiğiniz an bunu yapın . Düşündüğünüzden daha az yalnızsınız. Fikirleriniz düşündüğünüzden daha önemli! Sizi anlayacak, destekleyecek, mücadeleye dâhil edecek güzel insanlar siz zincirlerinizi kırdığınızda yanınızda belirecekler — bundan şüpheniz olmasın. İnsanların genel olarak iyi olduklarını, birbirlerini deseklemek istediklerini düşünüyorum. Bu yüzden iyimserliği kaybetmemek de sanırım son önerim olur. Muhabbet güzel, devam ediyorsak ben bir 70’lik söylüyorum bu arada . 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Keşke şiir yazmaya o seneler ara vermeseydim. Şiir yazmaya başladığımda, kimi şairlerle tanıştıkça ortamın erilliği beni şiirden soğutmuştu. Keşke şair ortamının çip içip “ Ben tekim! ” naraları atan şairlerden oluşmak zorunda olmadığını bilseydim — bunun yerine korktum ve içime döndüm. Tam 15 sene şiir yayınlamadım. Bu keşkelerimden en önemlisi. “İyi ki”ye gelecek olursak İstanbul’da okurken — yani 20’lerin ilk yarısında — edindiğim arkadaşlıkları düşünüyorum. 24 yaşında açıldım, 25 yaşında da ABD’ye taşındım ama arkadaşlarımla aramızdaki bağda neredeyse hiçbir şey değişmedi. Mesafelere rağmen hâlâ eskisi gibiyiz ve İstanbul’a geldiğimde kalabileceğim bir sürü evim var. Hatta kendime bir yer tutsam kavga çıkıyor! Buradaki öznelden çıkarabileceğim genel çıkarım, sanırım arkadaşların önemi . Kavgaları ettik, triplerinizi attık ama kimse birbirinden vazgeçmedi. İyi ki öyle olmuş . İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20'lik İlker, Yine Yeni 90'lar'ı dinleseydi ne derdi? Fikrimi çalmışlar derdi herhalde. Şaka bir yana, biraz kıskanırdı, “ Neden ben yapmadım? ” derdi ve önce dinlemeyi bırakır, sonra da büyük hayranları olurdu. Ciddiyeti ele alıp bu gelgitli cevabımı biraz açmalıyım sanırım. Ben uluslararası ilişkiler okurken aşırı sıkılanlardanım. Her derste sorularımla konuyu kültüre getirmeye çalışırdım . Kimi hocalarım “ Yine başladık, ” diye göz devirirken kimileri beni cesaretlendirirdi. Hatta bir tane ekonomi hocamız “ Sen kültür seviyorsun, istersen kalkınma kültürü üzerine bir ödev yap, ” demişti — bu konu ders planları içerisinde olmasa da. Kültürel Çalışmalar disipliniyle 24 yaşında Paris’te değişim öğrencisiyken tanıştığımda entelektüel evimi buldum diyebilirim. O günden beri kültürel öğeleri ve ürünleri inceleyip bu incelemelerin insanların günlük hayatlarını daha iyi anlamaları üzerine kafa yormayı çok seviyorum. O nedenle 20’lerde dinlesem, Yine Yeni Yeniden 90’ları önce kıskançlıkla, sonra da şevkle bağrıma basardım sanırım. 20'lik İlker'e Velvele içeriklerinden birini okutma şansın olsaydı hangisini seçerdin? Sadece birini mi? Bir anda şaşırdım, hangisini seçsem diğerinin hatrı kalacak sanki. Galiba gürül gürül çağlaması, şiiri isyanla yoğurması nedeniyle şiir serimiz Yeryüzü Ağacı ’nda ağırladığımız Zeliha B. Cenkci’nin şiirlerini okuturdum 20’lik İlker’e. Bunun biraz 20’lerde kimliğimden şüphe duyduğum ve ortamın erilliğinin beni rahatsız edişini anlamlandıramadığım için kendimi edebiyattan geri çekmemle alakası var. Cenkci’nin şiiri bana o zamanlar söndürdüğüm ateşi yeniden yaktırabilirdi. Aynı zamanda Yeryüzü Ağacı gibi lubunya şairlere açık bir şekilde “ Kendinizden şüpheye düşmeden gelin, istediğiniz konuyu, istediğiniz şekilde dizelere işleyin! ” diye çağrı yapan bir oluşumun olduğunu bilmek beni çok mutlu ederdi. Biraz daha cesaretlenebilirdim . İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Okuyuculara bir zaman çizelgesi vermek gerekirse 20’li yaşlarımın Türkiyesi tam olarak 2005-2015 arasına denk geliyor. Hem çok güzel hem de biraz karanlık zamanlardı. Ben tam ortasında, 2010’da, ABD’ye taşındım. Çok önemli şeyler yaşandı o sırada, en basitinden 2013’te özellikle şehirli kesim büyük bir aydınlanma yaşadı. 2013’ten itibaren Kürtlerin veya lubunyaların hep farkında oldukları negatif özellikleri, “Beyaz Türk” dediğimiz şehirli profesyoneller çok net görmeye başladılar. O nedenle şöyle söyleyeyim: 20’lerimin büyük kısmında Türkiye “makyajı yerinde” bir yerdi, sonlarına doğru bu makyaj açtı. Benim içimde gitmek hep vardı, o nedenle belki de ülke o kadar değişmese bile gidecektim — makyajın akıp her şeyin biraz daha görünür olması yine de iyi oldu bence. Peki o zamanları özlüyor muyum? Bazen evet bazen hayır. İstanbul’un artık benim kendimi bulduğum şehir olmadığını gördüğümde önce üzülüyorum . Bu çok kişisel, belki de bencilce bir his. Ancak yarım özgürlüğü bana yaşatıp ülkenin ötekilerine cehennemi yaşatan bir düzeni ve bunun farkında olmamayı özlemiyorum. Yine de şunu söyleyebilirim: benim bildiğim Türkiye’yi, yani renkli ışıksız Boğaz Köprüsü’nü, Arnavut kaldırımlı İstiklal Caddesi’ni, tenha Kadıköy sokaklarını, trafiksiz İzmir Atatürk Bulvarı’nı, yeşil kalabilmiş Ege sahillerini özlüyorum. Yine de dediğim gibi, ben umut dolu bir insanım ve bu bahsettiğim özlem belki de yeniden inşa sürecine geçtiğimizde işimize yarar, kim bilir?

Dört: İlker Hepkaner

Kasım 18, 2021

·

Makale

Beş: Kalben

Bu girişe nasıl başlamam gerektiğinden emin değilim — muhtemelen yanıt almayacağımı düşündüğüm e-postayı ilettikten birkaç gün sonrasında sorumun cevaplarıyla yanıt hâlâ heyecanını hissettiğimden. Kadın olmanın her coğrafyada politik olduğunu düşünüyorum. İnsanın üretimlerinden beslenebilmesini ve deneyimlerini farklı ortamlar aracılığıyla paylaşmasını da. Oldukça cesaret istediğini sezdiğim bu süreci heyecandan başka bir duyguyla yansıtmam mümkün değil. Covid-19 sürecinin ilk kapanmasını odamda, baya da sıkışık hissettiğim bir tetiklenme döngüsü içinde yaşadım — sürekli kolonya sıkıp maske taktığımız süreci mikro hâlde hâlihazırda yaşıyordum. OKB, kaygı ve belirsizlik döngülerimde dinlediğim ses, ait hissettiğim sözler Kalben’e aitti. Bugün ona yine kaygı alanlarımdan biriyle ilgili sorduğum soruları paylaşmak, yine karantina sürecinde Umarım Annem Dinlemez kaydına verdiği cevapları direkt kendi kaleminden almış olmak harika bir “ tam daire ” hissiyatı yaşatıyor. 20’lik Olmayan 20’likler kanalının beşinci konuğu şarkı sözleriyle bana güvende hissettiren; İstanbul baloncuğunda birkaç kez karşılaşıp “ Ya, gidip ‘Ürettiğin her şey için teşekkürler, ’ desem mi? ” dürtüsüne bir türlü karar veremeyip gitmediğim için aklımda kalan; deneyimlerini açık kalplilikle paylaşarak temsil alanımı genişleten ve “ Kalp Hanım, ” diye bahsedilmesinden hoşlandığını gözlemlemekten keyif aldığım Kalben . İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Kalp Hanım, kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 35 yaşındayım. Her gün içinde çeşitli yaşlarımda dolaşıyorum. 35 yaşında oluşum, her çağıma ve davranışıma şefkatle, özenle yaklaşmama yardımcı oluyor. Yine o yaşlarımdan öğrenmeye, feyz almaya devam ediyorum — bu, nostaljik olduğum anlamına gelmiyor. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Birileri bizi beğensin, sevsin, onaylasın, takdir etsin diye harcadığımız enerji, çaba ve emekle kendi uğraşlarımıza, öz dostlarımıza ve hayallerimize sarılabiliriz. 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Güvenmenin ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Keşke biraz daha anlayarak, öğrenerek ve keşfederek güven bağları geliştirmem gerektiğini bilseydim. İyi ki dostluktan, kitaplardan, şarkılardan, filmlerden ve yolculuklardan vazgeçmedim . İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20'lik Kalben, bugün ürettiklerini görse ne derdi? Heyecanlanır, şaşırır ve rahatlardı. O zamanlar bugünleri nasıl öngörüyordun? Haklı çıktın mı — yoksa her şey çok mu farklı? Bugünleri öngörmedim. Planlı, stratejik ve makul bir macera değildi benimkisi. Sevgi patlaması sonrası duruma müdahale etmek ve hemen kontrol altına almak üzerine eylemler gerçekleşiyordu hayatımda. Anlık çözümler, irili ufaklı vurgunlar, geleceğe yönelmeyen planlar — zaman içinde istediğim şeyin müzik yoluyla hikâye anlatmak ve onlarla buluşmak olduğunu yeniden hatırlayınca vaziyet başka bir hâl aldı. Çalışkanlık, planlı ve düzenli olmak, strateji oluşturmak, hayır demek, bazı davalara adanmak ve yeni uğraşlar geliştirmek yoluyla müzik aşkımı hem özgürleştirmek hem beslemek gibi keşiflerim oldu. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Yirmili yaşlarım özgürlüğümün usulca kaybolması; hayal ve heveslerimin kırılması, bedenim ve zihnim üzerinde kurulan tahakkümle baş etmeye debelenmeler arasında erimek; nereye elimi atsam sağlam özgeçmiş ve diplomalara karşın bir çürüme hâli; ekonomik çöküşler; her türlü savaş; emek sömürüsü; cinsiyet eşitsizliği; cinsel, ruhsal ve fiziksel şiddet örgüsü; taciz edilme ya da tecavüze uğrama korkusu; işsizlik; evsizlik ve açlık tehdidi; dost sanılanların dost çıkmayışı; iyi bir dost olamayışım; aşka, sevgiye ve yakınlığa dair gerçek hislerin gelişmesine ortam ve olanak bulamamak; nasıl baş edilir bilmediğim kırgınlıklar; travmalar ve sanrılar içinde geçti. Bu sebeple hiçbir bağlamda özlemiyorum o zamanın statükosunu .

 Beş: Kalben

Aralık 2, 2021

·

Makale

Altı: K. Mehmet Kentel

Mehmet’le 2 yıl süren Koç Üniversitesi ANAMED hikâyemde tanıştım. O dönemler hayatım Etiler-Pera-Alibeyköy ekseninde dönüyordu — lisans hayatım yeni bitiyor, ne yapmam gerektiğini pek kestiremiyor ve bir şeyleri anlamaya çalışıyorken haftanın iki günü Merkez Han’da Yayın Asistanı olarak çalışıyordum. Sanıyorum en keyifli kısımlarından biri — ANAMED terasında bahara tanıklık etmek, Tülay Abla’nın sarma getirdiği haftalara denk gelmek veya Filmekimi esnasında mesai sonrası filme yetişmek dışında — Fıccın’da yenen öğle yemekleriydi. Bulgur pilavı ve pırasa yiyeceğim diye o kadar heyecanlanmamın bir sebebi, aralarda Mehmet’in de bize dâhil olmasıydı, eminim . ANAMED’de sürecin bir parçası olmamama rağmen en sevdiğim sergi Yusuf Franko’nun İnsanları: Bir Osmanlı Bürokratının Karikatürleri ’ydi. Editörüm ve bir noktada 20’lik Olmayan 20’likler sorularımı muhakkak yanıtlaması gereken Alican , bir gün depodan daha önce basılmış kartpostalları bana hediye ettiğinde ilk işim masamı onlarla dekore etmek olmuştu. S onra öğrendim ki öğle yemeklerinde ANAMED anılarını dinlediğim Mehmet, o serginin hem danışmanı hem de metin yazarıydı . Zaman geçti, bu tanışıklık hiç unutamayacağım bir anıya evrildi: Covid-19 nedeniyle ilk defa dijital gerçekleştirilen Onur Yürüyüşü’nü birlikte Yusuf Franko’nun Pera’sıyla birleştirdik. Bu soruları ilettiğim e-postada yazdığım gibi: İyi ki varsın, iyi ki yolumuz Pera’da kesişmiş . 20’lik Olmayan 20’likler kanalının altıncı konuğu insana farkında olmadan small talk ’uyla ilham veren, Sema’ya olan sevgisini sosyal medyadan yansıtışıyla bile insanın içini ısıtan, desteğiyle özel hissettiren, “ İnsan bu kadar boomer olmamayı nasıl başarır peki? ” dedirten ve bir sonraki araştırmasını daima merak ettiren K. Mehmet Kentel . İlk dijital Onur Yürüyüşü ve Yusuf Franko’nun Pera’sı Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 35 yaşındayım. Sanırım “yaşımda” hissediyorum. Hissettiğimle gerçeklik arasındaki makası kendi yaşımla ilgili değil de başkalarının yaşlarıyla ilgili fark ediyorum. Kendimi yakın hissettiğim 25 ya da 45 yaşındakilerin 30’larında olduğu yanılgısına düşüyorum sık sık. Daha önce çok etraflıca düşündüğüm bir şey değil ama bir tür “ No man’s land ” hâli var sanırım 30’larda. Yeni hayat 20’li yaşlarını sürenlerin etrafında ve onlar tarafından şekillendiriliyor, eski hayat 40 (belki 50) üstündekilerin kurduğu ve sürdürdüğü bir şey. En azından buradan bakınca öyle gözüküyor. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Doktora yapması — şaka şaka . Genel bir önerim yok açıkçası. Okullarının, çalıştıkları ya da bulamadıkları işlerin, iklimlerinin durumunu düşünüp endişelenmekten ve şehirleri, ülkeleri, dünyayı daha yaşanabilir, eşit ve özgür bir yer yapma mücadelelerinde onlardan ilham almaktan başka bir şey söylemeye haddim olmadığını düşünüyorum. Doktora yapacaklarsa bilgi üretim işini ciddiye alsınlar ve referanslarını düzenli tutsunlar yalnız! 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? İyi ki 10’lu yaşlarımdaki en yakın arkadaşlarımı 30’lu yaşlarıma taşıyabildim — biliyorum ki olmaması çok mümkündü ve şaşırtıcı olmazdı. Keşke oyun tarihçiliğinde biraz daha ısrarcı olsaydım. Belki çocuğumuzla oynayacağımız oyunlar bu konuda yeniden ilham verici olur! İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20'lik Mehmet, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nü görseydi heyecanlanır mıydı? Görmüş ve heyecanlanmıştı. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü 2007’de, ben 21 yaşındayken açılmıştı. Başından beri her şeyini takip ettiğimi, kütüphanesinde dirsek çürüttüğümü iddia edemem ama hep bir şekilde izlediğim, tanıdıklarımın çalıştığı, ilgilendiğim konularda işler üreten bir kurumdu. İstanbul çalışmaya da 20’lerimin ikinci yarısında başladım zaten ve bununla beraber yayınları, sergileri, konferansları daha sıkı biçimde radarıma girdi. 20'lik Mehmet, Yusuf Franko'yla arkadaşlık eder miydi? Hayır, etmezdi. Abdülhamid’in paşası, Pera sosyetesinin gözdesi Yusuf Franko’yla aynı sofralarda oturamaz, aynı mekânlarda takılamaz, resepsiyonlarına davet edilmez, bunları da zaten istemezdi. Yusuf Franko hayranlık uyandırıcı bir araştırma nesnesi — onun hayatını, yeteneğini, sosyal çevresini; onu var eden mekânsal koşulları, sosyal ağlarını çalışmaktan büyük keyif aldım. Ancak onu, arkadaşlığı özenilesi bir karakter olarak görmüyorum. Gerçi itiraf etmek gerekirse birlikte en azından bir kadeh şarap içip Balassan çizimindeki Danse Macabre motifiyle ne anlatmak istediğini, bunun Pera’yla ilgili bir alegori olabileceğine dair spekülasyonumun ne kadar uçuk olduğuna dair fikirlerini duymak ve elimizdeki albümü dışında başka çizimi olup olmadığını sormak isterdim — yalnız hemen arkasından Pera’nın 19. yüzyılın ikinci yarısındaki dönüşümü hakkındaki eleştirel fikirlerimi suratına çarpar ve hesabı ödemeden kalkar giderdim! 20’lik Mehmet de 35’lik Mehmet’ten çok farklı davranmazdı bence bu konuda. İkimiz de bir süre Pera’da bulunup radikal cumhuriyetçi bir gazete çıkartan ve gazetesi Hazzopulo Pasajı’nda satılan, Paris Komünü liderlerinden Gustave Flourens’la arkadaşlık etmeye çalışırdık — fakat ikimiz de başarısız olurduk çünkü hem onun kadar cesur değiliz hem de small talk ’umuz kötü :) İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’li yaşlarının Türkiyesi veya Perası nasıl bir yerdi? Özledin mi? 20’li yaşlarımın başında Hrant Dink öldürüldü. Pera’dan yürüyerek 15 dakika uzakta, 19. yüzyıl Pera haritalarının, Pera’nın bir uzantısı olarak gösterdiği Pangaltı’da, kendi mahallesinde ve kendi gazetesinin önünde. 20’li yaşlarımı benim için çerçeveleyen şeylerin başında bu cinayet geliyor. Bu çerçeve tek başına çok değerli bir insanın öldürülmesinin ötesinde bir şey elbette, içinde cenazede bir araya gelen yüz binler de var — Rakel Dink’in sözlerindeki gibi “ bir çocuktan katil yaratan karanlığı sorgulamak ” için yan yana geldiğin, tanıştığın, birlikte mücadele ettiğin, öğrendiğin, arkadaşlık ettiğin insanlar da, bütün bu süreçlerin benliğinde yarattığı kırılmalar ve kırgınlıklar da. 20’li yaşlarımın Türkiyesi Hrant Dink’in öldürüldüğü ve mücadelede umut bulabildiğin bir yerdi. Pera’da — Artık Beyoğlu diyelim mi? — devamlı protestolar yapılır, bu protestoların bir anlamı olup olmadığı sorgulanırdı. 20’li yaşlarımın sonuna doğru Gezi oldu, o protestoların bir anlama evrilebildiğini gördük. Ki o anlam hâlâ çoğumuz için bir referans olmaya devam ediyor . Belki 20’li yaşlarımın çerçevesi bu şekilde tanımlanıyordur, yılları ve yaşları biraz esnetmeme izin varsa. Bu yıllar aynı zamanda Pera’nın hızla dönüştüğü, Asmalı Mescit gibi mahallelerinin orta sınıflar tarafından keşfedildiği, büyük bir hızla tükettiği, mülkiyetin el değiştirdiği, birçok kişinin yıllardır yaşadıkları ve çalıştıkları mekânlardan gitmek zorunda kaldığı bir dönemdi. 20’li yaşlarımda Kafe Pi’de fındık votka — öğk — içip Freddie Mercury — kalp — taklidi yaptığım zamanları ve bunları birlikte yaptığım arkadaşlarımı özlüyorum elbette. Ama Kafe Pi’nin öncülerinden olduğu bu dönüşümü romantize edemem . Türkiye için de karışık hisler içindeyim, bugünden daha iyi, olması gerekenden çok daha kötüydü.

Altı: K. Mehmet Kentel

Aralık 16, 2021

·

Makale

Yedi: Trail of Us

Burçin ve Erdi’yle Yasmin’le yaptığımız bir “ 20’lik Olmayan 20’liklere kimi davet etsek? ” toplantısında tanıştım. E-postana hızlı, sıcak bakan cevaplar almak insana şahane hissettiren, günümüz durumlarından biri — bizim iletişimimiz de böyle başladı. İlk konuşmadan kasım sonu haberleşmeye karar verdik, “ Hah, doğum günü zamanım, asla unutmam, ” diyerek ayrıldım; bir sonraki buluşmamızda cevaplarıyla tanıştım. Memnun oldum . İnsan, Burçin ve Erdi’nin Instagram hesaplarına girdiğinde kendini şu zamanlar unutturulmaya mahkum bırakıldığımız umut dolu bir dünyayı hatırlıyor. O hissi Burçin’in gülüşünden yakalamak mümkün . Sanki burada dolar, euro ve pound durumunu takip etmiyoruz; dedenin teki “ Telefonunu çıkar! ” diye bağırmıyor; sonsuz belirsizlikler silsilesiyle boğulmuyoruz. Bir an soluklanabilmek harika bir his . Burçin ve Erdi’nin birlikte, umursamazca ve sıcak renkleriyle verdikleri pozlar da öyle. Evet, umutsuz bir romantiğim — sevgiyi hissetmeyi çok severim. 20’lik Olmayan 20’likler kanalının yedinci konukları tesadüfi tanışıklığımıza teşekkür ettiren; karavanlarında onlarla birlikle kaybolmama izin vereceklermiş hissine kucak açan; “ Hadi bütün bağlamlardan ve yakın okumalardan uzaklaşıp biraz kendimi bir şeylerden uzaklaştırma lüksüne izin vereyim, ” dedirten; yeni yılla gelen yeni kararlar hevesine şahane bir ilham kaynağı olan Burçin ve Erdi , namıdiğer Trail of Us . İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasız? Kaç yaşında hissediyorsunuz? Erdi : Burçin 33, ben 34 yaşındayım. Bu yaşlarımızın da son aylarını yaşıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse 20'lerimizin sonlarında gibi hissediyoruz. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? Burçin : Biraz klişe olsa da yaşadıkça insan “doğru” olduğunu anlıyor. Gerçekten de zaman hızla akıp gidiyormuş, hayatı ertelememek gerek . Keyif aldığın işi bulmak bir yolculuğa benziyor. Önce birçok şey denemek, gerçekten deneyim kazanmak ve bu deneyimleri hayatını şekillendirmek için kullanmayı öğrenmek gerekiyor. O nedenle hayal ettiğiniz hayata giden yolda cesur olmaktan ve yeni deneyimler kazanmaktan kaçınmayın. Bol şans! 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? E : Keşke üniversitede Erasmus’la yurt dışında okuma deneyimi yaşasaydım diyorum. Yarı dönem hazırlık okuyup bölüm derslerini düzensiz aldığım için yaz okullarıyla okulu 3 buçuk senede bitirdim. Zaman zaman geriye dönüp bakınca Erasmus yapıp acele etmemeyi tercih ederdim diye düşünüyorum. Çok keyifli bir üniversite hayatı yaşadım ama geriye dönüp bakınca bu konu sürekli aklıma da gelmiyor değil. İyi ki kariyer değişiklikleri konusunda attığım adımlardan kaçınmamışım. Okuldan sonra ilk girdiğim iş olan bitkisel yağ sektöründen 2012'de — o zamanlar çok yeni olan — mobil reklam sektörüne geçtim. 2018'de de Burçin'le beraber İstanbul'daki hayatlarımızı geride bırakıp yeni yolculuğumuza başladık. Bu sayede fotoğraf ve video konusunda kendimizi geliştirmemiz, karavanımızı yapmamız ve seyahat ederek dijital içerik üretmemiz istediğim ideal hayat hâline geldi. B : “ Keşke Boğaziçi'ndeki ikonik hocalarımızdan bazılarını daha dikkatli dinleseymişiz, ” diye konuşuyoruz zaman zaman. Şu yaşlarımızda aynı dersleri alma şansımız olsaydı tarih, edebiyat ya da felsefe konularında anlatılan derslere krediden çok daha fazlası olarak bakardık. İyi ki okul yıllarında finansal olarak kendimi desteklemek için bir sürü işte çalışmak zorunda kalmışım diyorum. İnsan ilişkileri, iş disiplini ve farklı işlerde kabiliyet kazanma üzerine beni çok geliştirdiğine inanıyorum. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20'lik hâlleriniz bugünkü yaşam tarzınızı görse ne derdi? E : 20'li yaşlarımızda asla işlerin bu noktaya geleceğini hayal edemezdik diye aramızda da çok konuşuyoruz. “ Kağıt üzerinde sunulsa düşünmeden altına imzayı atardık! ” diye dalga geçiyoruz. Zaman geçtikçe hayatın içindeki küçük şeyler daha fazla önem kazanıyor . 20'li yaşlarımızın başında hayata bakış açımız daha çok kendimizi kanıtlamak ve bir şeyler başarmak üzerineydi. Şimdi tam tersi bir şekilde küçük detaylardan keyif alabildiğimiz, kendi hızında, doğa içinde bir hayat amaçlıyoruz. Her günü dolu dolu yaşamak en büyük gayemiz. O zamanlar bugünleri nasıl öngörüyordunuz? Haklı çıktınız mı — yoksa her şey çok mu farklı? B : Her şey ikimiz için de çok farklı. İkimiz de orta hâlli ailelerden geliyoruz. İşi bırakıp karavanda yaşamak gibi “agresif” bir karar aldığımızda ailelerimiz her ne kadar saygı duysa da “ İyi düşündünüz mü? acaba işi bırakmasanız mı? ” diye birçok kez kararımızı kontrol etme ve sorgulama ihtiyacı duydu. Aslında geriye dönüp bakınca biz bile bazen attığımız adıma şaşırıyoruz. 20'li yaşlarımız bugünleri beyaz yakalı olarak geçireceğimizi öngörürdü diye düşünüyorum. Şu an Urla'da bir köyde yaşıyor, seyahat temalı içerikler üretiyor ve Ontrail Store adındaki kendi e-ticaret markamızı büyütmeye gayret ediyoruz. Alternatif bir senaryoda ilerleyen, hayalini kurduğumuz ama ulaşabileceğimizi pek de öngörmediğimiz bir hayata atıldık. Yol üstünde yeni patikalarla karşılaşabilidiğimiz ve onları takip edebildiğimiz için şanslı ve mutlu hissediyoruz . 20’li yaşlarınızın Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özlediniz mi? E : 20'li yaşlarımızın ikinci yarısını beraber İstanbul'da geçirdik. O yüzden sık sık Asmalı Mescit anılarımızı konuşuyoruz. Kampüse dönen gece shuttle ’ları; Taksim'de gece sonunda Kızılkayalar önünde yapılan sohbetleri; öğrenci ya da yeni mezun bireyler olarak yurt dışında seyahat edebilme özgürlüğümüzü, okul günlerini ve daha birçoklarını. Hem üniversitede hem de tanışmamıza vesile olan okul sonrası girdiğimiz mobil reklam girişim ofisinde harika anılar biriktirdik. O deneyimler bizi bugün olduğumuz insanlar hâline getirdi. Özlediğimiz çok şey var ama her şeyin yeniden yoluna gireceğine dair de umudumuz tam . İnsan geriye dönüp bakınca güzel detayları daha çok anıyor. Yoksa bizim 20'li yaşlarımızda da birçok ülke ve dünya gündemi yaşandı. Umuyoruz ki 30'lu yaşlarımız bir şeylerin daha iyiye gittiği yaşlar olur.

Yedi: Trail of Us

Aralık 30, 2021

·

Makale

Sekiz: Rober Koptaş

Sanıyorum beni en heyecanlandıran şeylerden biri tanıştığım için şanslı hissettiğim insanlarla ilk karşılaşmamızdan bahsetmek. Hayatımızda Covid-19’un olmadığı bir zamanlarda, 23’lük Alara’yı, çok da sevmediği bir alanda yüksek lisans yaparken hayal ediyoruz — kültür yönetimi okuyorum, yayıncılık sektöründen isimlerin bulunduğu, heteroseksüel beyaz erkeklerden oluşan bir masada gariban bir moderatör-öğrenciyim. Kapsayıcı dilin mutlaklığından konuşup çocukların yetiştirilmelerini yalnızca annelere yükleyen adamların ortasında naçizane önerimi eklemeye çalışıyorum: “ Biraz kapsayıcılığı içselleştirsek mi? ” Gün boyu bana anlaşıldığımı hissettiren, onun da ötesinde yakalayamadığım her ayrıntı hakkında yaptığı yorumlara “ Aynen öyle! ” diye bağırasımı getirten tek bir kişi var: Aras Yayıncılık’ı temsilen aynı masaya denk düştüğüm Rober. Bana ne yaşım ne cinsiyetim nedeniyle üstenci bir yerden bakmayan, oturumlar arasında beni Yesayan Salonu’yla tanıştıran ve ailemin bir türlü öğrenemediğim Ermeni geçmişinden bahsetmeme alan açan Rober . O günden sonra bir şekilde yol göstericilerimden biri oldu — iyi ki. Şimdi 25 yaşında, bu sefer istediği alanda yüksek lisans yapmaya geri dönmüş Alara’yı bu cümleleri birleştirirken hayal ediyoruz. Elbette heyecanlıyım . 20’lik Olmayan 20’likler kanalının sekizinci konuğu her iletişimimizde bana ayrı bir inceliğin kapısını aralayan; karşımdakinin herhangi yargılayıcı biri değil, nazikçe kendisi olduğunu hatırlatan; yüksek lisans başvurum için bile mesaj atabildiğim; bu röportajı teklif ettiğimde bile üstten konuşma ihtimalini sorgulayan ve “ İyi ki bu dünyada aynı zamana denk gelmişiz, ” dedirten Rober Koptaş . İllüstrasyon : Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 1977 doğumluyum, 44 yaşındayım ve galiba tam da 44 hissediyorum. Garip bir şekilde, bir züğürt tesellisi mi bilmiyorum ama misal erken otuzlarımdaki hâlimden daha genç hissediyorum ve beni tanıyanlar da öyle göründüğümü söylüyor. Belki şimdi de 50'lerimde olacağımdan daha yaşlıyımdır, kim bilir. Yaş almayı kötü bir şey olarak görenlerin tutunduğu bir dal olan “ İnsan hissettiği yaştadır, ” mottosuna pek değer vermiyorum ve bulunduğum yaşta olmaktan memnunum. 44 yaşındayım ve artık hem kayda değer bir hayat tecrübesine sahibim hem de daha bilmediğim bir sürü şeyi yaşayacak ve belki de bana bugüne kadar öğrendiklerimin pek bir şeye yaramadığını gösterecek epey yıl var önümde. Bu bana iyi geliyor . Şimdi düşündüm de, babam 48, amcam 42 yaşında öldüğü için aslında bu yaş, daha doğrusu ölüm meselesi benim için biraz mayınlı bir bölge geçmişten beri, ama onları tekrarlamaya yazgılı olmadığımı, daha farklı bir hikâyeye sahip olabileceğimi biliyorum sanırım artık. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? İlla 20’lik açacaksak iki 20’lik açalım diye öneriyorum öncelikle. Tamam, şaka ! Alara, seninle kalabalık bir toplantı dışında bir türlü yan yana gelip karşılıklı oturup kahve içmeyi başaramadık — Kahrolsun pandemi! — ama yine de tanışıyoruz ve sen de biliyorsun ki bu soru beni korkutuyor; bu dünya üzerinde daha uzun süre bulundum diye birine öneride bulunma cüretini göstermekten çekinirim. Çünkü yaş ve deneyim, özellikle de bizim gibi toplumlarda insanlar üzerinde en çok iktidar kurulan alanlardan biri — “ Çıkar telefonunu göster! ” cümlesiyle başlayan tiratlar ne kadar güzel simgeliyor bunu — Yine de çekinerek de olsa bir şey söylemem gerekirse, hayatın değişip dönüşerek ilerlediğini ve belki o son an dışında hiçbir anın dünyanın sonu olmadığını, işlerin zamanla değişebileceğini hatırlamalarını önerirdim “gençler”e. Bugün size korkunç görünen şey evet, belki gerçekten de korkunçtur, ancak yarın belki de hayatınızda size en çok şeyi öğreten deneyimin ta kendisi olabilir. Dolayısıyla — ben bunu çok iyi yapabildiğimden değil ama — başarısızlıklara, kötü yaşanmışlıklara takılıp kalmamayı ve onlardan alacağınızı alıp, çıkaracağınız sonuçları çıkarıp, tüm bunlarla değişe değişe ilerlemenin mümkün olduğunu hatırlamayı unutmayın derim. Galiba hayatta öğrendiğim en değerli şeyleri duvara tosladığım anlardan sonra bunun neden olduğunu anlamak çabasıyla öğrendiğim için, bu bilgi bana kıymetli görünüyor. 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? İnsanın kendisi gibi olmasının, olduğu gibi olmasının büyük bir özgürlük olduğunu epey geç öğrendim ben. Hâlâ da tam anlamıyla pratik edebildiğimi söyleyemem. Pek çoğumuz ta çocukluktan gelen nedenlerle içimizdeki boşluklardan, yara berelerden kaçmak için duygularımızdan uzaklaşıyor, onlardan korkarak yaşıyoruz. Sevilmediğimizi hissettiğimiz, sevilmeye layık olmadığımızı zannettiğimiz için türlü şekillere giriyoruz ve benliğimizi türlü çeşitli stratejiler etrafında örüyoruz. Keşke bunun bendeki işleyiş şekillerini daha erken idrak edebilseydim de kendim olmaktan korkmasaydım. Tabii kendin olabilmek için öncelikle kim olduğunu bulabilmen gerekiyor, ki bu hiç kolay değil, büyük emek istiyor. Dolayısıyla benim keşkem de iyi ki’m de aynı noktadan türüyor. İyi ki aslında hâlen içinde olduğum o zor yola, karanlık, beni korkutan taraflarım da dahil kendimle yüzleşme çabasına girişmişim. Bunu 20’lerimde yapamadım ama bu kronolojik saptırmamı affedersin diye umuyorum . İllüstrasyon : Irmak Hacımusaoğlu 20'lik Rober, bugün Aras Yayıncılık'ı görseydi ne derdi? “ Vay, manzaranız amma güzelmiş! ” derdi herhâlde! Yeni ofisimiz gerçekten çok güzel bir İstanbul manzarasına bakıyor — Çamlıca’ya dikilen o çirkin kuleyi ve yine çirkin yüksek binaları görmezden gelirseniz tabii. Evet, çoğu insanı epey şaşırtıyor ama ben 1995’ten bu yana Aras’tayım. 18 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak yine bu binada Tünel’deki Hıdivyal Palas’ta küçük bir odadaki yayınevinde ofisboyluk yapmaya başlamıştım. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra çok yoğun mesai verdiğim 7-8 senelik bir Agos parantezi var arada ve sonrasında 2015’te tekrar Aras’a döndüm. Aras’la Agos’un misyonu da, üzerine yükseldiği temel de ortak olduğu için kendimi aslında tek bir iş yapmış sayıyorum bu 26 yılda. Aras gösterdiğimiz çabalarla son yıllarda epey değişti. 2019’da yeni mekânımıza taşınmamız; türlü etkinliklere ev sahipliği yapan Yesayan Salonu’na yer açmamız; buradaki hareketliliğin bizim üzerimizdeki dönüştürücü etkisi; daha fazla kitap yayımlıyor hâle gelebilmemiz, çocuk edebiyatı yayımladığımız Hippo’yu kurmamız; sosyal medyadaki varlığımız için döktüğümüz ter ve bunun görünürlüğümüzü artırması bize yaptığımız işle ilgili iyi hissettiriyor. Ben yirmili yaşlarımdayken kırklarıma geldiğimde Aras’ın hâlâ var olabileceğinden emin değildim. Belki hâlâ maddi olarak zor koşullarda ayakta kalmaya çalışıyoruz ve hâlâ ekonomik kaygılarımız yüksek ancak bu kurumu zor koşullara uyum sağlayabilen bir hâle getirdik hep beraber — biliyorum ki içimizdeki irade oldukça anlamlı işler yapmayı sürdüreceğiz, o irade de bizde var . 20'lik Rober'e yayınevinin seçkisi kitaplardan birini okutma şansın olsaydı hangisini seçerdin? Neden? Yirmilerimden sonra sevdiğim çok kitap yayımladık ama ilk anda aklıma gelen Arlene Avakian’ın Aslan Kadının Mirası kitabı. Ben, geldiğim ailenin eğitim düzeyi, okuduğum yatılı okullardaki ortam nedeniyle heteroseksist bir ortamda büyüdüm ve Ermeni toplumu içinde aldığım “genel kültür” Türkiye’deki ortalama cinsiyet ayrımcı kültürden hiç de ileride değildi. Dolayısıyla, hem az önce bahsettiğim insanın kendisine verili olarak gelen ve kendisinin de örülmesine büyük bir iştahla katıldığı benliğini yıkıp hakiki, kendi gerçekliğiyle daha uyumlu bir benlik inşa etmesine dair harika bir örnek olduğu için hem de insanların kendilerine “atanmış” toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle ne kadar zorlandıklarını ve bu zorlukları ancak kendileriyle yüzleşerek, gerçekten kim olduklarını bularak özgürleşerek aşabileceklerini gösterdiği için Arlene Avakian’ın kitabını tavsiye ederdim 20’lik Rober’e. Arlene’in ABD’de orta sınıf Ermeni normlarıyla şekillenmiş kabuğunu kırıp siyah mücadelesinden, feminizmden ve diğer ilerici mücadele yollarından etkilenerek kendini bir kadın, bir lezbiyen, bir akademisyen olarak var etmesinden öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyorum ve ona bunları dürüstlükle anlattığı için şükran duyuyorum. Aslan Kadının Mirası 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Nostalji duygusu içimde yok değil, bunu kendi kendime yaşıyorum zaman zaman ama politik bağlamda nostaljinin zararlı olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla oraları özlediğimi söyleyemem. 1990’lı yıllardan bahsediyoruz — faili meçhullerin, binlerce operasyonun, DGM’lerin, yasakların zamanı . Bir bakanın Türkiye’deki hak ihlallerini vurgulayan Yeşil siyasetçi Claudia Roth’a “fahişe” dediği; yine başka bir bakanın flörtü aynı kelimeyle andığı; Manisa’da liseli gençlerin işkenceden geçirilip yıllarca hapisle yargılandığı; siyasetin ordunun çizdiği sınırlar içinde yapıldığı; buna uyulmadığı zamanlarda muhtıraların verildiği; tankların Ankara sokaklarında dolaştırıldığı yıllar. Ağarların, Çillerlerin, tak şak paşaların devri. 2000’lerde AKP’nin yarattığı felaketlerin ve yapılan kötülüklerin korkunçluğu bana 1990’lı yılların manzarasını unutturmuyor. Özlemiyorum . Geçmişten çok bugün 20’lerinde, 30’larında, 40’larında ve daha ileri yaşlarda olanlarla birlikte özgür ve adil bir ülkede yaşamak için yapabileceklerimiz heyecanlandırıyor veya yapabilecekken yapamadıklarımız hayıflandırıyor beni.

Sekiz: Rober Koptaş

Şubat 10, 2022

·

Makale

Dokuz: Zerrin Demirel

İnsan annesini anlatmaya nasıl başlar? Teşekkür ederek, galiba. “ Annem olduğun için teşekkür ederim anne, ” dediğim; yağmurlu günlerde güvende hissettiren dizi dostum; kıymalı makarnasını hiçbir şeye değişmeyeceğim; beni Sex and The City ve Charmed gibi dizilerle büyüten; Depeche Mode dövmesi yaptırıp hayran kültürünü içselleştirmeme sebep; “ Kendine Ait Bir Oda’yı Virginia değil de Zerrin mi yazdı? ” diye düşündürtecek kadar odalarıma ve sahip olduğum alanlara sahip çıkan annem karşında. Oturdum bir gece karşısına, “ Sana soru soracaktık ya, atsam cevaplar mısın şimdi? ” diye sordum. Kalktı, “ Oku sen, ben cevaplayayım, ” dedi, başladık konuşmaya. O anlattıkça iyi hissettim; insan annesine ne kadar benzediğini her geçirdiği gün daha çok anlıyor. 8 Mart Kadınlar Günü , onun doğum günü — ondandır, büyürken hep kadınlar gününü onun gibi gördüm. Eh, ondan öğrendim her şeyi . Ondan öğrendim, hissettiğim sevgilerin benimle ilgili olduğunu; sevdiğim müzikleri keşfetmeyi; bir anda gelen enerji patlamasından utanmayıp istediğim gibi dans etmeyi; düşünülenlere “ Aman ,” deyip geçmeyi. En azından denemeyi . Ondan öğrendim, Anneler Günü geldi mi gidip mutfak aleti almamayı; ondan öğrendim, Kadının Adı Yok demeyi. İyi ki. 20’lik Olmayan 20’likler kanalının dokuzuncu konuğu ne kadar şahane biri olduğu konusunda pek objektif kalamadığım, ama şanslı olarak oldukça uzun zamanlar geçirebildiğim; her anısını anlattığında “ O benim annem ya, farkındayım di mi? ” diye heyecanlandığım; birlikte büyümekten keyif aldığım ama “ Sen artık yaş almasan mı? ” moduna kolayca geçtiğim, 8 Mart 1968 doğumlu sevgili annem, Zerrin Demirel. Enjoy the silence . Depeche Mode Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 54 yaşındayım. “18 yaşındayım,” diyemeyeceğim ama 30’ları geçmedi iç yaşım. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’li yaşlarındaki insanlara önerin nedir? 20’li yaşlarımdaki hâlimi düşünüyorum, öyle cevap vereceğim — enerjimin değerini bilmeyi önemsemek kıymetli geliyor. O enerjiyi hırçınlığa değil, anın keyfine odaklardım diye tahmin ediyorum. Zaman zaman da bugünün tecrübeleriyle 20’lerimde olmayı arzuluyorum; elbette “ Mümkün olsa çok daha farklı yaşardım ,” diyesim geliyor. O yüzden kendimden yola çıkayım, kendime “öğüt” edeyim bir şeyler. O yaşlara dönsem insanları daha az ciddiye alırdım; daha çok gözlem yapardım; masallarda dikte edilen beklentilerdense yaşamayı tercih ederdim; daha çok mini etek giyerdim mesela! Çünkü o zaman kendimde beğenmediğim şeylerin aslında bomboş olduğunu sonradan fark ediyorum. Yok dizinin kenarına takıyorsun, popom büyük mü diye dert ediyorsun — düşünmeden giyerdim işte. 20’li yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Keşke 20’li yaşlarımda nasıl bir insan olduğumu daha iyi kavrayabilseydim — kendi değerimi kendim daha fazla bilmek isterdim. Hep sorgulama hâlinde, dış etkenlere göre içimdeki farklılığımı öne çıkaran hisleri bastırmaya çalıştım gibi geliyor. Keşke farklılığımın yanlış bir şey olmadığının farkında olabilseydim! 1980’lerde bir şeylere ses olmayı yanlış bir şey sanıp tıkanıp kaldığımı hissettiğim oluyordu — keşke kendimi bu kadar zorlamasaydım da ses çıkarmak istediğim için kendi üstüme gelmeseydim. Bunun yanında da iyi ki kendime inandım ve kendim olarak kalmaya inat ettim. İyi ki 20’li yaşlarındaki Zerrin bendim . Annem, çocukken 20'lik Zerrin, bugünkü Zerrin’i görseydi ne derdi? Büyük ihtimalle şöyle derdi: “ Hayatının %70’ini başkalarını mutlu etmek için yaşadın .” Sonra negatife odaklanmazdı ama, devam ederdi: “ Vicdanını kaybetmediğin için teşekkür ederim. ” 20'lik Zerrin 8 Mart 1968’de doğmuş olmaktan mutlu muydu? Kadınlar Günü’ne denk gelmesine hep “ Ben doğdum diye 8 Mart, 8 Mart’mış, ” diye cevap veresim geliyor. Annem 29 Ekim doğumluydu, o daha bölgesel bir şeyi tercih etmiş; benimki daha küresel diyelim. Bir tane de 10 Kasım’da evlenen bir teyzen var, ona şimdi girmeyeyim . Yıllar geçiyor ama neredeyse hiçbir şey değişmiş değil, her şeye kafa tutmak zorundayız! Herhangi bir yılın 8 Mart’ında doğsa Zerrin yine Zerrin olurdu. Doğum gününden mutlu ve kadınlarla birlikte . Annem, 20’lerinde 20’li yaşlarının Türkiyesi nasıl bir yerdi? Özledin mi? Özledim, orası kesin. 1985 ve 1998 arası çok daha umut dolu bir yerdi, öyle anımsıyorum. Çocukluğumu geçirdiğim yıllara kıyasla hayallerimi gerçekleştirebileceğimi hissettiriyordu bana. İstanbul’da doğup burada büyüdüm, burası benim köyüm — bu yaşları şehrimde geçirebildiğim için böyle anımsadığımın farkında olarak götüreyim seni o zamanlara. Kısıtlıymış gibi hissettiren bir bolluk içinde yaşıyormuşuz. Özellikle İstanbul’un çok şeye açık olduğu, keyifli kent kültürünü bizimle paylaştığı zamanlardan bahsediyorum. Müziği, Beyoğlu’ndaki Kemancı ve Hayal Kahvesi ’yle, Maslak’taki 2019 ’uyla, Kuruçeşme’deki Pasha ’sıyla birlikte bizimdi. Depeche Mode’a dans edebileceğimiz yerler vardı . Kapalıçarşı ’dan sipariş edip bir ay Stan Smith ’imizin ve 501 kotumuzun gelmesini bekliyorduk; Madonna, Elton John, Sting İstanbul’da stadyum konserleri veriyorlardı. Etiler’de açılan ilk Pizza Hut ’a rezervasyon yaparak gitmek gerekiyordu. Yine Beyoğlu’ndaki Kral ve Ben daha müthişti bana sorarsanız, onu ekleyeyim . Banana Split sipariş ettiğinde garsonlar sana gülüyorlardı. Taksim’deki Vakkorama da tanışma mekânıydı. Ve sosyal medyasızdı, ne keyif! O zamanın DM’lerinden biri buz pateni yaptığımız Penguen ’di yani. Şehrin bu taraflarını olmak benim şansım oldu . Tabii Türkiye’nin bir yüzü daha vardı o zamanlar, şimdiki gibi . LGBTİ+’ların kendini saklamak durumunda kaldıkları, başörtülü insanların üniversiteye giremedikleri yıllardı. İstanbul Üniversitersi ’nde öğrenciydim ve birçok sınıf arkadaşım okula girerken polis kontrolünden geçiyor ve başörtülerini çıkarmak durumunda kalıyorlardı. Öznesi değildim ama “ Beni ilk isyan ettirenlerden biri, ” dedirten olaylardan biri. Sonuncusu da olmadı .

Dokuz: Zerrin Demirel

Mart 3, 2022

·

Makale

On: Alara Civelek

Alara Civelek ’le nasıl tanıştım? Sosyal medyada Duru Barbak ’la birlikte kurdukları 1.5 Derece hesabını gördükten sonra, ikiliyi konuk aldığım bir ANGST İnsanları bölümünde. Şans, o gün mansplaining vakası yaşadıktan sonra, ikili stüdyoya geldiğinde hissettiğim rahatlığı yazıya nasıl dökerim bilmiyorum. Tahakküm alanlarını dışarıda bırakmış, enerjilerini bonkörce paylaşan iki çok yakın arkadaş, beni aralarına alıp aynı rahatlıkla muhabbete dâhil ettiler o gün. O muhabbeti öyle sevdim ki Alara’ya 20’lerine adım atmasına iki kala bu soruları sormadan edemedim — virajda yakalamak istedim işte, o da kabul etti. İyi ki . Karşında oturup aktivizm alanlarını konuşabildiğim ve ortak fandom ’larımızı tartışabildiğim için şanslı hissettiğim, adaşı olmaktan gurur duyduğum iklim aktivisti Alara Civelek. Bundan birkaç yıl önce 18 yaş gözümde çok büyürdü; gençliğimin sonu olacak gibi düşünürdüm fakat görüyorum ki öyle değil, bu da beni biraz rahatlatıyor. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasın? Kaç yaşında hissediyorsun? 18 yaşındayım ama pandemi nedeniyle iki yılımı tam yaşayamadığımdan 16-17 gibi hissediyorum. Aynı zamanda 18 de biraz korkutucu geliyor — bazen hâlâ bu yetişkinlik başlığı altına girmeye alışamadım diye düşünüyorum. Bundan birkaç yıl önce 18 yaş gözümde çok büyürdü; gençliğimin sonu olacak gibi düşünürdüm fakat görüyorum ki öyle değil, bu da beni biraz rahatlatıyor. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: 20’lerine yaklaşan insanlara önerin nedir? Klişe olabilir ama bence onları hayata bağlayan bir şey — bir hedef, bir hobi, bir kişi — bulmak. Yani sanki 20 yaşına gelene kadar mutlaka insanın bir sürü şey denemiş, kendini geliştirmiş ve birikim sahibi olmuş olması gerekiyor, çünkü bir dönemden sonra bu bahsettiklerimi yapmak kat kat zorlaşıyor. 18 yaşımdaki sorumluluklarımla 16 yaştaki sorumluluklarım arasında bile dağlar fark varken aradaki fark açılınca bu oldukça artacak gibi geliyor. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’lerine yaklaştığın yaşlarına dair bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? “ Keşke daha da yaşlanıyor olmasam ,” diyebilirim çünkü bazen üstüne düşününce büyümek ve beraberinde yaşlanmak gerçekten korku veriyor. Özellikle de dünyanın şu anki gidişatına bakarak ileride nasıl bir dünyaya sahip olacağımızı bilememe durumu… Ama elbette bu bilince sahip olup onunla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor bir noktadan sonra . “ İyi ki! ” dediğim nokta da şu ana kadar kendime sıkı sıkı bağlandığım ve mesleğimi dahi üzerine katabileceğim, beni motive eden bir amaç ve konu bulabilmiş olmak. Bence iklim ve çevre aktivistliği beraberinde yaptıklarım sadece beni bu alanlarda geliştirmekle de kalmadı — birçok başka konuda kendimi geliştirmiş, normalde belki de çok daha geç öğreneceğim şeyleri tecrübe etmiş oldum: içerik üretimi olsun, konuşmacılık, planlama, zaman yönetimi, iletişim… Sence 20’lerindeki Alara, Duru Barbak’la beraber kurduğu 1.5 Derece için ne düşünecek? Elbette zamanında “ Şu geliştirilebilirmiş ,” dediği noktalar olacaktır ama ben gurur duyacağını düşünüyorum. 15-16 yaşlarındayken yine de elinden geleni yapmaya çalışan, bunu güzel ve faydalı bir işe çevirebilmiş olması 20’lik Alara’nın yapmaya çalıştığı şeylerin bir giriş bölümü ve başlama noktası oldu. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu 20’li yaşlarına yaklaşırken yaşadığımız iklim krizi şapkası altında ele alabileceğimiz gıda krizini öngörüyor muydun? Kesinlikle iklim krizi gibi ekolojik sorunlardan dolayı gıda krizi olacağını öngörüyordum, hatta ben değil bilim insanları söylüyordu bunu. Fakat şu anda yaşadığımız gıda krizinin büyük çoğunluğunun ekonomik ve siyasal sebeplerden olduğunu biliyorum. Çocukken 20’li yaşlarının Türkiyesi için nasıl bir yer hayal ediyordun? Doğru çıktı mı? Kesinlikle böyle bir hâle geleceğini düşünemezdim. Açıkçası rahatça arkadaşlarımla dışarı çıkıp gezebileceğim, yemek yiyebileceğim, eğlenebileceğim, bir şeyler içebileceğim koşullara sahip bir Türkiye bekliyordum. Şimdi her şey çok pahalı diye nohut-pilav ve çiğ köfte üzerine yaşıyoruz. Kahveyi dışarıda içmek yerine “ Evde yaparız ya ,” diyerek daha ucuza getireceğiz diye içimizi rahatlatıyoruz. Sadece ekonomik değil, aynı zamanda yapılan doğa katliamları, alınan kararlar olsun, bazen Türkiye öyle umutsuzluğa kaptırıyor ki bizi.

On: Alara Civelek

Mayıs 26, 2022

·

Makale

On Bir: Vedat Milor

Yazı : Alara Demirel & Yasmin Güleç Görseller : Irmak Hacımusağolu Vedat Milor ’la nasıl tanıştığımı anlatırken şahane bir hikâyem olsun isterdim; gelin görün ki yok. Soğanlı veya soğansız menemen tartışmasına da girmeyeceğim. Twitter’da yaşçı olmayan bir noktadan belli kapitallere sahip insanlara hayran olduğumu söyledikten sonra, Yasmin’le bu röportajı nasıl “kaptığımız” üzerine birkaç kelam edeyim: İnanç, arkadaşlığımız ve yaydığımız enerji. Eh, bir de alçak gönüllülük sanırım. Şimdi sözü Yasmin'e bırakacağım çünkü bu heyecanı keyifle onun hak ettiğini düşünüyorum. Vedat Milor’la, tahmin ediyorum ki, çoğunuz gibi 2007 yılında başlayan Tadı Damağımda programıyla tanıştım. Onu Twitter’dan takip edip, Hesap Lütfen adlı kitabını okuduktan sonra bir kere daha tanıştığımı hissettim. İlk karşılaşmamız sanki uzun bir masanın iki ucundaydı, sadece bir kere selamlaşabilmiştik. Bu ikinci sefer, birkaç şey sipariş verdikten sonra dolan küçük yuvarlak bir masada teke tek konuşuyormuş hissiyatını vermişti. Hesap Lütfen , bir açıdan, Milor’un tüm birikimlerinin ürünü; toplum sosyolojisi, politika, felsefe, ekonomi, kültür, sanat gibi konuları içinde barındıran ve Milor’un çok yönlülüğünü gösteren bir kitap. Bu kadar anlatmışken, ekleyeyim, okumanızı tavsiye ediyorum; hem Milor’u biraz daha tanımak hem de kendinizden bir parça bulmak için. “ Yeme, içme sevdasından iş mi olur? ” diyenlere cevabımdır Vedat Milor. Akademik birikiminin etkileyeciliğinden bahsetmiyorum bile. Lisansüstü eğitimi için University of California, Berkeley’e gitmiş; tezini tamamlamak için 9 ay Paris’te yaşamış. Akademik hayatı o dönemlerde daha sosyoloji ve ekonomi taraflarına kaysa da geri kalanında şarap ve yemek ilgisiyle dolup taşmış. Yemek ve şarap eleştirmeni kimliği oturmadan önce Dünya Bankası’nda çalışmış, araştırma yapmış, öğretim görevlisi olarak dersler vermiş. Kısaca birçok farklı hayat yaşamış, hayatının farklı noktalarında bırakın mesleğini, tamamen alanını değiştirmiş. Bu kişisel terroir da Milor’u 20’lik olmayan bir 20’lik yapıyor — o, deneyen ve durmayan biri. “ Gurme değilim. Ancak ürettiğim hemen her şey yemekle ilgili, ” diyen Milor’u Alara’yla şarabını yudumlarken yakaladık, iki sandalye çekip birkaç soru sormadan duramadık. Şu an bu cümleleri yazdığıma inanamıyorum ama bu haftanın 20’lik Olmayan 20’lik’i, Vedat Milor. İyi okumalar ve bu sefer cidden, şerefe! Yaşlanan çoğunlukla vücut oluyor. Zihnen buna paralel bir yaşlanmadan söz etmek zor. Hayal gücü ve gönül açısından kendimi çok uzun zamandır aynı hissediyorum diyebilirim. İllüstrasyon : Irmak Hacımusaoğlu Kaç yaşındasınız? Kaç yaşında hissediyorsunuz? 1955 doğumluyum. Yani şu anda 66 yaşındayım. Yaşlanan çoğunlukla vücut oluyor. Zihnen buna paralel bir yaşlanmadan söz etmek zor. Hayal gücü ve gönül açısından kendimi çok uzun zamandır aynı hissediyorum diyebilirim. Belki şunu da vurgulamam gerekir: Okuyarak, yeni şeyler keşfederek tek düzeliğin önüne geçmek lazım. Zihnen bunu başardığımızda, yaşlanmanın da bir anlamda önüne geçmiş oluyoruz. Bi’ 20’lik açsak ve sorsak: Hangisini açsak ve yanına ne yesek? 20’lerine yaklaşan insanlara öneriniz nedir? 20'lik yerine bir şarap açmayı öneririm! Böylece yaş almayı, yıllanmayı olumlu bir bağlamda ele almış oluruz. Hemen ekleyeyim. Son dönemde şarap dışındaki içkilerle yemek eşleşmeleri furyası başladı. Ben bunu biraz sakıncalı buluyorum. Tabii ki neden keyif alıyorsanız onu yapmak gayet normal ama gastronomik açıdan gerçek şu: Çoğunlukla hiçbir içki yemekle şarap kadar iyi eşleşmiyor. Şarapla yemek birleşince 1 + 1 = 3 oluyor. 20'lere yaklaşan arkadaşlara kendilerine yatırım yapmalarını tavsiye edebilirim. Tipik Amerikan rüyasında olduğu gibi iyi ev, iş, araba peşinde koşmak yerine kendilerini iyi yetiştirmeye çalışmalılar. Çok ülkeyi tanımak, çok insan tanımak, çok okumak... Öğrenmeye “aç” olmak mühim. Ekonomi bozuldukça zorlaşan şeyler bunlar, farkındayım. Ama imkânlar ölçüsünde gayret etmeli. İllüstrasyon : Irmak Hacımusaoğlu 20’lerinize yaklaştığınız dönemlere dair bir “Menemeni soğansız yemiştim,” dışında bir “keşke” ve bir “iyi ki” nedir? Masa tenisine erken yaşta başladım ve çok iyiydim. Tenise 20 yaşında başladım. Keşke ona daha erken başlasaydım. Paris'te Galatasaray Lisesi'nden bir arkadaşımla yemeğe gitmiştik. Kendisi kavgalarda kafa atardı. İstiridye tabağı geldiğinde, o dönemlerde her şeyi yemeyen biri olarak, onu yemeyi reddetmiştim. Arkadaşım da yemezsem kafa atacağını söylemişti. Yedikten sonra hayli beğenmiş ve yemekte daha maceracı olmaya karar vermiştim. İyi ki “ Sana kafa atarım bak, ” demiş ve yine iyi ki o kafayı atmasına gerek kalmamış! 20’li yaşlarında Türkiye’nin nasıl bir yer olacağını öngörüyordunuz? 20’lik Vedat, tweet’lerini okusa ne derdi? O yaşlarda Türkiye'nin sosyal ve kültürel anlamda bu kadar geriye gideceğini düşünmüyordum açıkçası. Türkiye'nin giderek daha eşitlikçi ve demokratik bir yer olacağını zannediyordum. Zaten o dönemlerde hep kafamda Türkiye'ye dönme niyeti vardı. O açıdan çok geriye gittik. Demek ki öngörülerim Bitcoin ve NFT'de olduğu kadar iyi değilmiş o zamanlar! Peki 20'lik Vedat Bey tivitlerimi okusa ne derdi? Belki de yabancı gelebilirdi çünkü hayatının büyük bir kısmını ABD’de geçiren biri olarak atıyorum onları. İçinde ciddi oranda, yabancı dildeki deyişiyle, ironi ve sarkazm var. Bu bazen çok komik sonuçlar veriyor. Tivitlerimin çoğunun gayriciddi olduğunu anlamayanların cevapları okumaktan en çok keyif aldığım tivitler. Belki de 20 yaşındaki Vedat da benzer bir cevap yazardı! İllüstrasyon : Irmak Hacımusaoğlu Son birkaç haftadır İsveç kültürünün misafiri sofraya davet etmemesi üzerinden sofra etrafında bir araya gelmenin birleştirici bir güç olmasıyla ilgili meme’ler görüyoruz — bu birleştirici güç bağlamına katılıyor musunuz? 20'lik Vedat’ın deneyimi bu konuda değişti mi? Yeni nesillerin bu yemek kültürünü benimsemesinin önemli olduğunu düşünüyor musunuz? İsveç'le ilgili husus tabii bağlam olarak biraz farklıydı. Ben sofrayla ilgili şuna değinmek istiyorum: Sofrada birlikte yemek yemenin azalması nesiller arası uçurum farkını da artıyor. Nesillerin birbirini tanıması açısından bu önemli. Biz bu şekilde yetiştiğimiz için belki de büyükler tarafından takdir edildikçe özgüven kazandık. Belli hayat derslerini öğrendik. Beni en rahatsız eden kamplaşmalardan bir tanesi nesiller arası kamplaşmalar. Bunu artık reklamlarda falan da görüyoruz. Bunun üzerine odaklanılıyor. Postmodern kapitalizmin de işine gelen bir şey olduğunu söyleyebiliriz belki de. Amaç nesillere göre farklılaşmayı keskinleştirmek ve tercihleri çeşitlendirmek. O açıdan bence sofra kültürünün bahsettiğim açılardan etkisi mühim. Gençliğinizde durmadan yediğiniz ve hâlâ yediğinizde sizi gençliğinize götüren bir yemek var mı? Hangisi? Babamın evinde çalışan Arzu Hanım’ın yaptığı keşkekleri unutmak mümkün değil. Aynı seviyede keşkeğe denk gelmedim. Ama ne zaman keşkek yesem Proust'un madlenleri gibi beni geçmişe götürdüğünü söyleyebilirim.

On Bir: Vedat Milor

Haziran 23, 2022

·

Makale