Tabuları yıkmaya #HakkımVar!

#HakkımVar kampanyasında tabu meselelerin irdelendiği alanlar.

6 Hikâye

REGL YOKSULLUĞU VE TABUSU

İlayda Eskitaşçıoğlu Bu aralar üzerine uzun uzun düşünüp taşındığımız # HakkımVar tartışmalarına biz de Konuşmamız Gerek Derneği olarak bir katkıda bulunmak istiyoruz ve menstrüel ürünlere erişim # HakkımVar diyoruz! ANGST, özellikle toplumsal konularda anksiyete veren bazı meseleleri sorular sorarak çözümlemeye çalışanların komünitesi madem, biz de kendi meselemiz olan regl yoksulluğu ve tabusuyla "Merhaba," diyelim — sosyal medyada uçup giden hijyenik ped fiyatlarını ve temel ihtiyacımız olan bu ürünlerden alınan %18’lik KDV oranına isyanı görmüş olabilirsiniz. Konuşmamız Gerek Derneği olarak bu konuyu 2016 yılında kendimize mesele edindik ve o zamandan beri Türkiye’de regl yoksulluğu ve regl tabusu yla mücadele ediyoruz. Regl yoksulluğu, en basit hâliyle, regl olan bireyler in bu dönemde kullanmaları gereken menstrüel ürünlere erişim sıkıntısı. Fakat yalnızca bundan ibaret değil — çok katmanlı ve karmaşık bir derin yoksulluk ve toplumsal cinsiyet sorunu . Temiz suya, temiz ve güvenli bir tuvalete, sağlık kuruluşlarına ve en önemlisi, doğru bilgiye erişim de buna dâhil. Anadolu'da saha çalışmaları 2016 yılından beri Hakkari’den Sivas’a, Manisa’dan Adana’ya Anadolu’nun dört bir köşesinde saha çalışmaları düzenliyoruz. Gönüllü doktorlarla birlikte köy okullarında okuyan çocuklara, mevsimlik tarım işçilerine, mültecilere, büyükşehirlerin sosyoekonomik bakımdan dezavantajlı mahallelerine ulaşıyor; ergenlik ve regl olmaya dair kapsamlı eğitimler veriyor ve menstrüel ürünler dağıtıyoruz. Fakat şunu çok iyi biliyoruz: bizim bir hasat mevsimlik menstrüel ürün ihtiyacını karşıladığımız bir mevsimlik tarım işçisinin, ertesi hasat mevsiminde bu yoksulluğu deneyimlemesi çok muhtemel. Konuşmamız Gerek Derneği, Yumurtalık'ta Bu yüzden, bizimki hak temelli bir mücadele — adaletsiz bir sistemi dönüştürmeye çalışıyoruz. 20. yüzyılın başından beri kullanılan, Türkiye’de de 1980’lerden itibaren yaygınlaşan modern menstrüel ürünler , onlarca yıl lüks tüketim ürünleri gibi vergilendirildi. Bugün hijyenik ped ya da tampon gibi temel ihtiyaçlarımız %18 katma değer vergisiyle (altın ve pırlanta gibi tüketim kalemleriyle) aynı oranda vergilendiriliyor. Biz hem bu adaletsizlik le, çocukların okullarda bu konuda herhangi bir bilgiye erişimsiz oluşuyla ve regl olma konusundaki utanç kültürü yle mücadele ediyoruz. Menstrüel eşitlik hareketi: 2004 yılında Kenya’nın menstrüel ürünlerden alınan vergileri tamamen kaldırmasıyla başlayan menstrüel eşitlik hareketi, zamanla Hindistan, Malezya ve Kanada gibi ülkelere yayıldı. Son yıllarda Avrupa Birliği üye devletleriyle ABD’nin bazı eyaletleri de menstrüel ürün vergilerini ya çok düşük seviyelere indirdi ya da tamamen kaldırdı. Yeni Zelanda ve İskoçya’da kamusal alanlarda ve özellikle devlet okullarında bu ürünlerin ücretsiz temini modeli başarıyla uygulanıyor. Türkiye’de durum: Hayat pahalılığıyla birlikte menstrüel ürünlerin fiyatları daha önce görmediğimiz düzeylere çıktı. İki regl olan bireyin bulunduğu bir çekirdek ailenin en uygun fiyatlı marketlerden alışveriş yaptığı takdirde bile aylık menstrüel ürün masrafı 50-60 liradan daha fazla. Bu ürünleri kullanmama gibi bir seçeneğimiz yok. Menstrüel ürünlerin uygun şekilde kullanılmaması, başta vajinal enfeksiyonlar olmak üzere çok sayıda sağlık problemine yol açabiliyor. Bu kadar temel bir ihtiyacın bu kadar pahalı ve erişilmez olması kabul edilemez. Umut verici gelişmeler: Her şeye rağmen angst ederek takip ettiğimiz bu tabloda umut verici gelişmeler de var! 2019 yılından bu yana, üç cesur kadın milletvekili — Sera Kadıgil , Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Candan Yüceer — adaletsiz vergilendirmenin değişmesi ve belli yaş aralıklarına sağlık sigortası kapsamında ücretsiz menstrüel ürün temini için kanun teklifleri sundular. “Ne-olduğunu-bilirsin-sen” denerek adı bile anılmayan bu biyolojik deneyimi artık sosyal medyada rahatça konuşuyoruz; hak temelli mücadelemiz bağışlar ve gönüllü desteğiyle her geçen gün büyüyor. Bu mücadeleyi sağlam bir zemine oturtabilmek için uzun süredir devam eden bir hayalimizi gerçekleştirdik ve Türkiye’de regl yoksulluğu araştırması nı başlattık. Artık verilerle konuşmak, Türkiye’nin dört bir köşesinden regl yoksulluğu deneyimlerini kaydetmek ve haritalamak istiyoruz. Bu amaçla hazırladığımız kısa ankete ANGST okurlarının da katılmasını ve özellikle sosyoekonomik bakımdan güvenli bir yerde olmayan paydaşlar a ulaştırmalarını istiyoruz. Bize göre konuşmak, tabuları yıkmanın ve derin yoksullukla mücadelenin en önemli başlangıç noktalarından biri. Her mektubumuzu bitirdiğimiz gibi bitirelim o hâlde: konuşarak .

REGL YOKSULLUĞU VE TABUSU

Ocak 25, 2022

·

Makale

"İLK DEFA REGL OLDUĞUMDA—"

50 damlalı ped Burçin Tetik İlkokulda reglin ne olduğunu tam olarak bilmiyordum ama sezgisel olarak anladığım şeyler vardı. Ne de olsa bakkala yollanıp o gizli saklı gazete kağıtlarına sarılan pedlerden ben de alıyordum annem için. Bir yaz çocuklarla annelerimizin ped boyutlarını konuşmuştuk — pedlerin üzerinde ne kadar emici olduğunu tasvir eden damla sembolleriydi konu. Birilerinin annesi iki, birilerinin annesi üç damlalı kullanıyordu, “Ya seninki kaç? ” diye sordular bana da. Benim annem en güçlü, en olağanüstü, en hayran olunası, en yenilmez olduğu için gururla sallamıştım, “50 damlalı,” diye. Çocuklar şaşkın şaşkın baktılarsa da hiçbirimiz bu konuda çok da bilgili olmadığımızdan beni yalanlayabilen çıkmadı ve ben 50 damlalık ped kullanan annemle övünerek o günü bitirdim. Çok geçmeden ben de reglle tanıştığımda belki de o gün söylediğim yalan tüm ömrümü etkileyen bir lanete dönüştü. 11 yaşımdan şu anki 36 yaşıma, en büyük tamponlara ilaveten takılan gece pedlerinin bile bastıramadığı kanamalarla yaşadım. Ama ben henüz çocuklukta çözmüştüm işi. Çok kanayan belki de hakikaten çok muktedirdi. Belki de ne kadar çok kanarsak o kadar yenilmezdik. Bir rahim hastalığı Elif Bayram Kendimi bildim bileli reglimin ilk günlerini hasta gibi geçirdim. Hasta gibi ne demek? Baş ağrısı, baş dönmesi, mide bulantısı, karın ağrısı, bacak ağrısı, sırt ağrısı, katlanılamaz bir kasık ağrısı — evet, endometriosis . Bir rahim hastalığı. Genelde rahimdeki endometrium dokusunun rahim dışında özellikle de karın bölgesine ve yumurtalıklara yerleşmesi üzerine içi kan dolu kistlerin oluşması durumu. Tatlı adıyla çikolata kisti. Bildin mi? Henüz tedavisi bulunamayan ve sebebi tam olarak bilinemeyen bu hastalık, her regl öncesi ve regl döneminde ciddi ağrılara ve şikayetlere sebep oluyor. Sırf benim çevremde yakinen tanıdığım 5 kadında var. Doktorların söylediğine göre her 10 kadından birinde var, yaygın. Gel gör ki ne endometriosis 'ten ve diğer rahatsızlıklardan kaynaklanan sancılara ne de sağlıklı bir bireyin regl günlerinde çektiği kramplara tahammül var. İş yerinde ve okulda kaç kez reglyken hastanelik oldum ve rapor aldım diye "Abartma" lar, "Hepimiz oluyoruz bir şey olmuyor böyle" ler, "Her ay aynı şey" ler ve daha neler neler duydum. En çok da regl olanlardan duydum bunu. Kadın patronlarımdan, arkadaşlarımdan, öğretmenlerimden. Bugün, tekrar etmek istiyorum. Endometriosisler, polikistikoverler ve daha nice semptomuyla beliren hastalıklar ve bu hastalıkların semptomları vardır. Tanısı konmuş hiçbir rahatsızlığın olmasa da regl krampları olabilir. Her beden başkadır. Her deneyim biriciktir. İşte tam bu sebeple anlayamadığın için ya da sen öyle yaşamadığın için tüm bunlar yok sayılamaz. Şimdi söyle, sen hiç regl olan birine psikolojik şiddet uyguladın mı? "Boşver geçer, haydi dışarı çıkalım," dedin mi? "Abartma!" dedin mi? "Hepimize oluyor," dedin mi? "Aman bir şey olmaz" dedin mi? Gelenek tokadı Eylül Aytan Kardeşim ilk defa regl olduğunda evdeki bakıcının ona tokat attığını söylemişti. “Gelenek” adı altında atılan tokat, toplum tarafından “kadınlığın başlangıcı”na atfedilen bir durum üzerine gelince insan “Gelecekte başına gelebilecek bütün baskılanmaları normalleştirmen gerekiyor,” dendiğini düşünmeden edemiyor — kısacası deneyim üzerine gelen şiddet eylemi, bu mantığı küçük bir yaşta öğretecek şekilde kullanılıyor. Benim ilk regl deneyimim daha farklıydı. Daha “iyi” miydi, emin değilim . Ortaokuldayken bir arkadaşıma hediye alındığını duyduğum için ilk reglime gün sayıyordum. Regl olduğumda da bütün ailemi tuvalete toplayıp kanı göstermiştim. O gün hediye almak isteyen bir çocuk olsam da bugün durumu daha farklı ele alıyorum — regl olunduğunda bir şeylerin değiştiği ve bu değişimin de ödüllendirilmesi gerektiği düşüncesi regl durumunu herhangi bir biyolojik süreç olmaktan çıkartmaz mı? Regl olmayı kutlamak ve regl olan insana tokat atmak birbirinden farklı iki gelenek gibi gözüküyor olsa da sonuç olarak aynı sisteme servis ediyor diye düşünüyorum. Her zaman birilerini bastırmak için bahane bulabilen bu sistemde, regli bir bahane olarak kullanmayı kabul etmek istemiyorum. Bu yüzden de hem regl olan bir bedeneme sahip olmaktan dolayı atanan kalıpları kabul etmemeye hem de reglim üzerinden kontrol edilmemeye #HakkımVar diyorum.

"İLK DEFA REGL OLDUĞUMDA—"

Ocak 25, 2022

·

Makale

CİNSELLİK HAKKI

Rayka Kumru Cinselliği kapsamlı şekilde ele almak, kanıta dayalılık kadar haz odaklı olabilmeyi gerektiriyor. Seks-pozitif olmak kadar, feministliğin en radikal sayılan alanlarında direnmeyi, bireysel anlamda ciddi bir istikrarlılık ve içe dönüşü gerektiriyor. Cinsellik kapsamlı hâlde ele alınmadığında, cinsel haklar da eksik kalıyor. Temeli sağlam olmayan bir algının üzerinde talepler durmakta güçlük çekiyor. Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakkı, beden bütünlüğü hakkı, şiddetsiz yaşam hakkı — bunların her biri iç içe geçmiş ve birbirlerinden çoğunlukla bağımsız var olamazken cinsel hakları insan haklarından ayrı tutmak da mümkün olamaz. İnsan = cinsel varlık İnsan haklarını sadece bazı insanların hakkı olarak görmek kendi içinde nasıl bir çelişki yaratıyorsa cinselliği bazı insanların varoluşuna yakıştırmak da insanın varoluşuna bir o kadar ters düşüyor. İnsanların cinsel varlıklar olduklarının kabulü, cinselliklerini aynı şekilde, belli bir şekilde ya da hiçbir şekilde ifade edip etmeyecekleri anlamına gelmiyor. Belki tüm yanlış anlaşılma burada başlıyor. Her insanın cinselliğinde, cinsellik yolculuğunda, cinsel gelişim ve yaşayışında özgün ve tek olduğu fikri, cinselliği sadece ikili kutulara sığdırmayı kendine huy edinmiş, bundan hem güç hem de kâr elde etmiş bir sistemde ne de radikal bir düşünce. Hâlbuki cinsellik hakkı, önümüze sınırlı seçeneklerle sunulan, arkamızdan itilerek sıkıştırıldığımız kutulardan birini seçmek değil, kendi varoluşumuzdan başka hiçbir şeyi seçmeme hakkımızdır. Ve bir varoluş, radikal değildir — sadece bir varoluştur. Peki insanların kurduğu sistemler tarafından utanç, korku ve güçle özdeşleştirilen bir kavram nasıl olur da güven, sağlık ve haz anlamına gelecek şekilde tekrar tasarlanabilir? Cinselliğin bir hak olarak talebi için bu şart mı? Kendi beynimizin sınırlarını ancak beynimizin tamamını kullanarak anlayabileceğimiz gibi, kendi cinselliğimizin en özünde mümkün kıldıklarını, kapasitesini belki de şimdi, elimizde kaynaklar ve sistemlerle anlayamıyoruz. “Yenilik” olarak anlandırdığımız şeylerin aslında özümüzde olan fakat yüzyıllardır patriyarka, kapitalizm, din, kolonizasyon ve benzeri sistemler tarafından köreltildiğini bazen hesaba katamıyoruz. Hayatımızdaki diretiler: Monogami, evlilik, namus, heteronormativite, atanmış cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri gibi evrensel sandığımız kavramların aslında tarihin bir noktasında diretiler olarak hayatlarımıza dâhil olduğu ve cinsel hakların önünde bariyer oluşturdukları ihtimalini düşünüyor muyuz? İnsan cinselliği, deneyimlenebileceği kapsamda hakları da beraberinde getirdiğinde ancak en yüksek faydayı sağlayabilir. Fakat ortak bir cinsellik anlayışının olmadığı bir ortamda ve cinsel hakların uygulanmadığı bir sistemde, cinselliğe bakış açıları cinsel haklara dair algıları, sınırları, talepleri ve pratikleri de otomatik olarak etkiler. Çocukların kendi bedenlerini tanımalarını kabul edemeyen, bedenlerin belli bölümlerinin tıp kitaplarında dahi saklayan, insan oluşunun temelinde olan bir şeyi, insanlığı temelinden yok edecekmiş gibi ele alan, güç elde etmek adına cinselliği alet eden sistemlerden, cinsel haklarımızı uygulamalarını beklemek ne de büyük bir ironi… Ebeveyn-çocuk, bazen iki yetişkin ve devlet-vatandaş arasında var olabilen tahakküm ilişkilerinin içinde cinsel haklar, insanların erişebildikleri bir şey olmaktan çıkıp kaybetmekle tehdit edildikleri fantezi ürünleri dönüşüyor. Soluduğumuz hava kadar gerçek olan bu haklarımızın lüksler veya şanslar olarak algılanmalarına sebep verebiliyor. Cinsellik sadece üremek için mi var?: O zaman cinsel haklar üremeyle sınırlı kalacak. Gebe kalabilen insanların cinsellikleri üreyebilme kapasiteleri ve deneyimleri dışında tanınmıyor mu? O zaman cinsel haklardan beklenti de bu doğrultuda şekillenecek. Eğer toplumlar kadınların sevişebilme kapasiteleri, tüm dünyanın heteroseksüel ve cis insanlardan oluşmadığının farkındalığı, çocukların da yaşlıların da cinsel varlıklar olduklarının kabulüyle yüzleşemiyor, bu konularda diyaloğa dahi girmeyi kabul edemiyorsa cinsel haklardan ve dolayısıyla insan haklarından bahsedilemez hâle geliyor. Kendi kendini tatmin eden, arsız ve hadsiz bir düzen bu. İnsanları kategorilere ayırarak belli grupları insan hakları kapsamında çıkarmaktan farksız. Cinselliğe hakkı olan, o dönemin toplumsal ve siyasi arenasında ancak cinselliğe hakkı olduğu düşünenlerden ibaret oluyor. Sansürbasyon ve bastırmasyon Yıllar önce Türkiye’de toplumsal diskurun cinselliği ele alışından bahsederken kullandığım “sansürbasyon” ve “bastırmasyon” kavramları işte tam bu durumu anlatıyor. Sansürleme ve baskılama üzerine kurula bir toplumsal cinsellik anlayışı beklentisinde, cinselliğin hakkından, cinsel haklardan bahsetmek tam olarak neye benziyor? Bahsetmekten talep etmeye, talep etmekten sistemsel değişimlere geçebilme mücadelesi, başka mücadeleler arasında nerede konumlandırılıyor? Peki ya cinselliğimizle kesişen diğer tüm özelliklerimiz, kimliklerimiz ve varoluş biçimlerimiz bu mücadeleden nasıl zarar görüyor? Cinsel haklardan mahrum bırakılmamız başka hangi haklardan mahrum bırakılmamız anlamına geliyor? İnsan nefes aldığı sürece cinsel bir varlık — yaşı, inancı, bedeninin şekli ya da rengi, hayat deneyimleri, kimliği, genitallerini ismi ya da şekilleri fark etmeksizin nefes aldığı sürece cinsel bir varlık . Eğer her insan kendi cinsel oluşunda tekse o zaman cinsel olarak radikal olandan bahsedilemez. İyi-kötü, normal-anormal ve cinsellikle ilgili sıkça karşımıza çıkan ikililiklerle, iki ucu olan spektrumlarla ve ortalamalarla anlatılmayacak kadar karmaşık, fakat her bir hücremizde olabilecek kadar da sıradan: görüş, değer, inanç, duruş ve alglardan bağımsız olarak hepimizin hakkı olan.

CİNSELLİK HAKKI

Şubat 22, 2022

·

Makale

PERMITTED LOVE: HAZ DUYMA HAKKI

Söyleşi: Alara Demirel Permitted Love ismi nereden geliyor? İmge: İsmimiz henüz ortaya çıkmadan önce odaklanmak istediğiniz konu özellikle kişisel hazlarımızı açık bir şekilde konuşabileceğimiz bir alan oluşturmaktı. Genel olarak haz kavramı ve özelikle kadınların bu konulardaki hakları hâlâ pek çok toplumda tabu olarak görülüyor. Dünyanın hemen her yerinde bu deneyimler yaşanıyor ancak bunlar hakkında neredeyse hiç konuşulmuyor. Sosyal normlar da aynı şekilde bu konuların konuşulmaması üzerinde baskı kuruyor. Üstelik pek çok yerde de kadınların genel olarak haz duyması, doyum yaşaması direkt yasaklanmış durumda — kadınların sünnet edilmesi gibi. Biz de "tabu" kelimesinin zıt anlamlısı olarak “permitted” kelimesini toplumsal olarak küçümsenen veya alay konusu şeylerin aksine seçmek istedik. Sosyal anlamda “reddetme” durumunun özgürleşme korkusuyla güçlü bir şekilde bağlantılı olduğuna inanıyoruz. Bu korkunun üzerine gitmeyi arzuladık. Çok amaçlı bir masaj taşı, kristal dildolar Permitted Love'ı kurma ihtiyacı nasıl oluştu? Sizi harekete geçmeye iten neydi? Anna: Permitted Love benim açımdan birçok farklı durumun birleşmesi sayesinde hayat buldu — hem entellektüel hem de sanatsal anlamda. İmge'yle Abtira ’da tanıştık. Abtira’dan önce de akademisyen olarak cinsiyet konuları üzerinde çalışıyordum. Genel olarak bedensel bütünlük, kadınların kendi bedenleri üzerinde özgürce haklarını ifade edebilmeleri ve güçlenmeleri yle ilgili konulara kalbim hep daha yakındı. Maalesef hâlâ kadınları ve bedenlerini denetleyen, yargılayan toplumlarda yaşıyoruz; kadınlar büyük oranda mahremiyetlerinin olmamasından, haz duyma haklarının kısıtlanmasından ve cinsiyete dayalı şiddetten ciddi şekilde etkileniyorlar. Ne yazık ki zamanla Abtira’nın güçlü bir feminist aktivizm uygulayabilmek için çok uygun bir platform olmadığını anladık ve bir gün daha özgürce var olabileceğimiz bir portal hayal etmeye başladık. Daha az yargılanabileceğimiz, inançlarımızı paylaşırken daha rahat hissedebileceğimiz, sosyal konulara değinebileceğimiz, sanatsal tutkularımızı ve bizim gibi aynı şeyleri hisseden insanların da varış noktası olarak kendilerini bulabileceği bir yer. Ayrıca bazı haz veren objelerin özel bir seçkisini ortaya koymak, onların küratörlüğünü yapmak istedik. Aslında bu objeleri bir araya getirmek bizim için kadın bedeniyle ilişkili suçluluk ve utanç duyguları hakkında açıkça konuşabilmek için gerçekten bir bahane olabilir diye düşündük; üzerine saatlerce konuşabileceğimiz, kendimizi yeniden keşfedebileceğimiz bu ürünleri Permitted Love adı altında bir araya getirmeye karar verdik. Aventurine İmge: Permitted Love’ı kurmamız bana göre karşılaştığımız ön yargılara ve suçlamalara karşı bir tepki gibi. Nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen yazısız normlara karşı insanları cesaretlendirmek istiyoruz. Cinsel özgürlüğü, eşitliği ve özsevgi yi destekleyen bir platform olması bizim için en önemli şeylerden biriydi. Biz de içeriklerimizi ve ürünlerimizi bu kavramlar etrafında üretmeye karar verdik. Sadece bedensel değil, aynı zamanda estetik algımıza ve hislerimize de dokunan, haz veren objeleri; ürettiğimiz görselleri; sevdiğimiz müzikleri ve her çeşit sanat eserlerini insanlarla paylaşmak beni en çok heyecanlandıran tarafı diyebilirim. Abtira’da zaman zaman deneysel içerikler üretiyor olsam da kendimi daha özgür ifade edebileceğim bir alan tam olarak yoktu. Çizimlerimi, fotoğrafçılığı ve ürün tasarımı eğitimimi harmanlayabileceğim bir yer hayal ettiğimde Permitted Love bunun için harika bir eşleşme oldu. Yolculuk nasıl gidiyor? Geri dönüşler almaya başladınız mı? Anna ve İmge: Daha yolumuzun çok başındayız ve ilk andan beri çok heyecanlıyız. Bize özgün bir dil oluşturma ve kendimizi özgürce ifade edebilme yolunda çok çabalıyoruz. Yeni şeyler denemek, popüler olabilecek değil de önce kendi içimize sinen işler yapmak ve bunları rahatça ifade edebilme düşüncesi çok güzel ve özgür hissettiriyor. Çok yeni olmamıza rağmen geri dönüşlerimiz hep çok destekleyici ve gurur verici oldu. Umarız hep böyle olur ve daha çok insana ulaşabiliriz.

PERMITTED LOVE: HAZ DUYMA HAKKI

Şubat 22, 2022

·

Makale

"TOPLULUK KURALLARI"

Sanıyorum 2010 yılıydı, Instagram 'a kaydolurken Topluluk Kuralları kısmını incelemedim. Bana dönem dönem farklı güzellik algılarını algoritmalarla birleşip dayatan bir sosyal medya platformunun "Geniş bir hedef kitle için uygun olacak fotoğraf ve videolar paylaşın," komutunu okumamış olmaktan dolayı bir eksiklik hissetmiyordum — feed 'im "Gönderiniz topluluk kurallarına uymadığı gerekçesiyle kaldırıldı," uyarılarını paylaşan sanatçıları gün geçtikçe daha çok görene kadar. Peep Art Space 'in kurucusu Aybala Yalçın 'ın işleri de "İnsanların zaman zaman çıplaklık içeren sanat veya yaratıcılık eseri görseller paylaşmak isteyebileceğini biliyoruz, ancak çok sayıda sebepten ötürü Instagram'da çıplaklığa izin vermiyoruz," cümlesiyle uyuşmuş sayılarak birkaç kullanıcının şikayeti üzerine kaldırılıyor. İllüstrasyon: Aybala Yalçın Çocuk istismarı ve cinsel saldırı içeriklerinden gelir elde eden PornHub tartışmaları süregelirken, tecavüz kültürünü de her gün tekrar tekrar üretirken Instagram'ın "topluluk" için sanatçıların işlerini sansürlemesi ve kadın meme uçları nın platformda yer edinmesine izin vermeyeceğini duyurması sinirimi bozuyor. İnsan sormadan edemiyor: Kim ki bu topluluk? Meme uçlarımı "uygunsuz" bulma hakkı nereden geliyor? Aybala'nın da dediği gibi: Garip bir durum oldukça.

"TOPLULUK KURALLARI"

Şubat 22, 2022

·

Makale

FEMİNİZM HERKES İÇİNDİR

Arya Zencefil Açıkçası 8 Mart benim için biraz buruk geçiyor. Açıldığımdan bu yana her mart ayı transfobiklerce zorbalığa maruz kalıyorum ya da benim gibi kadınların ayrımcılık yaşadığını görüp üzülüyorum. Velakin okuyanlara da belirtmek isterim ki çok güçlü ve kapsayıcı bir feminist hareket de mevcut. Benimsendiğim ve güvende olduğum da birçok alana girdim. Bu aktivistlerle trans ve natrans kadınlar olarak fark etmeksizin tek bir ses olarak yıllardır Feminist Gece Yürüyüşleri'nde beraber direniyoruz. O yüzden ne kadar zorbalığa uğrasam ve ne kadar nefret söylemine maruz kalsam da kökten yetişen ve sokaklarda direnen kadınlarla aynı yolda beraber olduğumuzu görmek, bilmek ve hissetmek beni iyileştiriyor. Zamanla patriyarka, heteroseksizm ve transfobi eski birer antika, utanılan fikir ve kurumlar olacaklar — o zaman hiçbir kadın için 8 Mart buruk geçmeyecek, inancım tam. Aslı Ildır Türkiye’de kadın olmak, küçükken tek başına örmek zorunda kaldığın duvarlarını, büyürken önce tanımak sonra başka kadınlarla beraber tek tek yıkmak demek. Kendini bırakıp önce birbirini büyütmeye çalışmak; kan ter içinde birlikte iyileşmek; bir şekilde yaşamak zorunda olmak. 8 Mart ve Feminist Gece Yürüyüşü de hem evde hem yolda olmak demek biraz. Yürürken, öfkeyle bağırırken, kahkahalar atarken bir anda o hiç tanımadığın — muhtemelen de hiç tanımayacağın — ama her zaman tanıdık yüzle, yüzlerle göz göze gelmek. O evim dediğin kalabalığın arasında, bir daha asla gerçekleşmeyecek bir göz göze geliş; aynı evde, aynı yolda olduğunuzu bilmek. Ve o kadar. Azra Ceylan Türkiye’de kadın olmak her an varoluşumu korumaya çalışmak demek; 8 Mart ve Feminist Gece Yürüyüşü, kadınların yılmayan neşesini temsil ediyor. Berkok Yüksel 8 Mart’ın benim için safi kağıt üzerinde anlamlı, Kabotaj Bayramı’ndan hâllice bir günden, şirketlerin reklam ajanslarına brief verme vesilesinden öte bir anlam kazanması fotoğraflarla olmuştu. Feminist Gece Yürüyüşü'nün fotoğraflarında bağırışları surat, gırtlak ve havada asılı yumruklarına yansımış kadınları gördüğümde kadın olmanın kuvvetine dair bir his içimi kapladı. Ben kadınların himayesi altında büyüdüm. 8 Mart’ta da himaye altında hissediyorum kendimi. Fakat aile ilişkilerinden kaynaklı bir himaye değil, kadınların gücüne tanıklık ettiğim için ve onları güçsüzleştirmeye çabalayanlara meydan okuyuşları sayesinde güvende hissediyorum. 8 Mart 2019, Fotoğraf: Sude Gee Burçin Tetik Türkiye’de kadın olmak mutlaka hayatında birden çok kez orospu olmaktır . Seks işçiliğinden değil, eril kafaların kadını aşağılamak için kullandığı tanımdan bahsediyorum. Bir erkeğin ilgisine yanıt vermezsen orospusundur ama erkeklerin ilgisinden hoşlandığını belli edersen de. Gülmezsen nalet suratlı bir orospu olursun, gülersen kaşarın teki. Eteğin uzunsa kezbansındır, kısaysa sürtük. Feminen giyinirsen yollu, maskülen giyinirsen erkek kılıklısındır. Türkiye’de kadınsan kazanman imkânsız, ne yaparsan yap yolun sonu orospuluğuna, çirkinliğine, kezbanlığına çıkacak. 8 Mart Gece Yürüyüşü’nde işte bu dengeler değişir. Çünkü ataerkinin sana uygun gördüğü sıfatları bir bir sahiplenir, o güne dek üzerinde kurdukları tahakkümü yıkıverirsin. “Velev ki orospuyum, size ne?” diye bağırırsın. “Lilith’in sürtükleriyiz,” yazarsın pankartına. Bilirsin çünkü, sen ne yaparsan yap adını onlar koymaya çalışacaktır. Oysa isimler önemlidir. Kendi ismini koymak hele, çok değerli. Gece yürüyüşünde kadınlar ve lubunyalar geceyi de isimlerini de geri alır. Polisin, devletin, bürokrasinin, erkeklerin, cis -heteroseksist toplumun üzerlerine giydirdiği sıfatlardan bir bir arınır ve o kelimeleri eğip büker, kendilerinin yaparlar. Otoritenin en sevmediği şeydir bu, çünkü sana edeceği hakaretleri almışsındır ellerinden. Artık kelimeleri bir silah gibi kullanamaz olurlar sana karşı. Öyle ya, velev ki sürtüksek, kezbansak, çirkinsek, şişmansak, kime ne? Kimseye güzellik, makbullük, namus borcumuzun olmadığı bir 8 Mart’ta, yine sokaktayız. Cemre Zekiroğlu Feminist Gece Yürüyüşü'nü her sene heyecanla bekliyorum. O gece dayanışma içinde olduğum kişilerle birlikte yürümek, dans etmek ve slogan atmak içimi umut dolduruyor. İyi ki feminist hafızamız ve dayanışmamız var — bu sayede yalnız olmadığıma tanık oluyorum ve aykırı düşünmek için cesaretle doluyorum. Ece Tugay Kendimizi içinde bulduğumuz politik meselelerle ilgili eski aşk mektuplarından parçalar kullandığım oksimoron diyebileceğimiz kolajlar yapıyorum. Katledilen yüzlerce kadına rağmen fes edilen bir yasayla ilgili, uygulanmayan kanunlarla ilgili, kadın haklarıyla ilgili sevgililere yollanacak aşk mektupları gibi bittersweet kolajlar. Her yeni olayda işi gücü bırakıp bu konuyla ilgili sesimizi çıkarmak ümidiyle bir şeyler yapmak istiyorum. Bir yandan bu kolajları yapar ve yapmayı düşünürken her gün yeni bir konu çıkarıp yeni bir kötü gelişme duyduğum bir ülkede yaşamak motivasyonuma sürekli yeni bir darbe vuruyor. Ama bunları ne ve kimler için yaptığını bilmek; yürüyüşlerde insanların ellerinde görmek; paylaşıldığı ve kullanıldığını, konuya daha da görünürlük kazandırdığını ve işe yaradığını görmek müthiş bir his. Türkiye'de kadın olmak bir yandan sesinin çıkmamasından korkarken bir yandan ne kadar kalabalık olduğunu ve yalnız olmadığını görmek, yalnız hissettiğinde de o kalabalığı hatırlamak. Demet Evgar Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler her yerde olduğu gibi Türkiye’de de devam ediyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun son yaptığı araştırmaya göre toplumsal cinsiyet eşitliğine 135 sene sonra ulaşacağız. O yüzden kadın olmak dünyanın her yerinde eşitsizlikleri beraberinde getiriyor. Hatta bu siz doğmadan önce başlıyor. Bazı coğrafyalarda yaşam hakkınız siz doğmadan elinizden alınıyor, sadece cinsiyetiniz yüzünden — Türkiye’de de hâlâ şiddete maruz kalan kadınların sayısı, öldürülen kadınların sayısı beni derinden üzüyor. Bu sayıların azalması değil, yok olması lazım. Eğer senede bir ya da iki kadın bile sırf kadın oldukları için erkek şiddetine maruz bırakılıyorsa biz kadınlara yönelik şiddetle mücadelede başarılı olduk diyemeyiz. Türkiye’de yasa ve yönetmeliklerin, 6284’ün ve imzacısı olduğumuz Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'nin tam anlamıyla ve eksiksiz uygulanması gerekiyor. 8 Mart 2019, Fotoğraf: Sude Gee Eylül Aytan Cinsiyete sosyal yapılar tarafından atfedilen bir kavram olarak yaklaşıyorum — kendi varoluşumdaki kadınlığın neredeyse tamamını Türkiye’de bir kadın olmamla özleştiriyorum. Ne zaman kendimi bir “ben” olarak fark edip “biz” olmak için uğraşmaya başlasam karşı taraftan hep bir “sen” geldi bana: “Senin saygısızlığın, senin kendini bilmezliğin, senin kızgınlığın, senin duygusallığın.” Her ne kadar eskiden Türkiye’de kadın olmanın toplumun beni suçlayarak ittiği yalnızlık olması sansam da şu an o itilen yalnızlıkta bizi itenlerden çok daha kalabalık olduğumuzu fark etmem ve her şeye inat bizden güç almam anlamına geliyor. Hazal Yılmaz Muazzam kadınlarla büyüdüm. Savaş bölgelerinde muhabirlik yapan, pezevenkleri tarafından dövülen transları evlerine alan, davalarında görgü tanıklığı yapan, tehditlere aldırmadan gerçeği bağıran. Meyhane masalarında şarkılara eşlik eden, kahkaha atan, ağlayan. Bir maaşı üç kişi bölüşen. Hapishane parmaklıklarının ayırmasına aldırmadan âşık olan. Ölümleri, doğumları ve hastalıkları birlikte kutlayan, atlatan, kan bağı olmadan aileler kuran. Aile içi, sokakta, psikolojik her türlü şiddete göğüs geren, protestolarda en ön saflarda bağıran. Erkeklerin hegemonyasına direnen, karşı çıkan, reddeden, kuralları, töreleri, düzenleri değiştiren. Güç gösterileri yapmadan anne olan. Hem mutlu hem ağıtlı zamanları paylaşan. İmkânsız diyenlere aldırmadan kendi hayallerini yaratan. Bana kadın olmayı bu kadınlar öğretti. Kadın ve insan olmayı. 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'nün bence anlamı bu. Birlikte, yan yana, bir arada olduğumuzun, var olduğumuzun hatırlanması, hatırlatılması. Irmak Hacımusaoğlu Bence Türkiye’de kadın olmak, var olabilmenin yanında hayatta kalabilme savaşı. Kalıpların dışında olan varlığımı kurmadan önce bir kere canlı kalabilmeliyim. Kadın cinayetleri henüz bugün olduğu kadar gündemimizi doldurmazken bile içte bir yerde korkular olurdu benim için. Okulum ormanlık alanda olduğundan geç saatte taksiye binmek zorunda kalırsam stres olurdum ve taksici eczaneye uğrar veya benzincide durursa kalbim daha da hızlı çarpardı. Bu korkular olmadan var olmak daha hafiftir diye düşünürdüm hep. Bir yandan kadın olduğum için belli kalıplarla savaşmam gerekirken — hayır, erkek kuzenim, bende sandığın o “garılık duygusu” yok ve ev işine senden daha fazla yardım etmeyeceğim — bir yandan da canını düşünmek çok yorucu. Şimdilerde her gün bir bir kadın cinayetleri haberi gelirken “Nasıl seçiyorsunuz böyle adamları?” diye hem ölen hem suçlanan tarafta olmak da öfkemi daha fazla kabartıyor. Sadece kalanların örgütlenmesine bakıp yalnız hissetmemeye tutunuyorum. 8 Mart ve Feminist Gece Yürüyüşü benim için ekmek ve su gibi bir besin. Dediğim gibi, Türkiye’de kadın olmak sadece bir var oluş biçimi değil, aynı zamanda da bir hayatta kalma mücadelesi. Bunun için ekstra besine ihtiyaç duyuyor insan, yürüyüş de buna tekabül ediyor bende. Hayatta kalma kavgasında yalnız olmadığımı görmek ve gece karanlıktan korkarsam birilerinin bu şehri ateşe vereceğini bilmenin verdiği huzur diyebilirim. 8 Mart 2020, Fotoğraf: Sude Gee İrem Aydemir Benim için Türkiye’de kadın olmak, gücünü haklılığından ve hakikatten almak, bunu tehdit olarak görenlerin tüm çabalarına rağmen hakikatten ve adaletten vazgeçmemek demek. Feminist Gece Yürüyüşü, birbirini yargılamak yerine bambaşka zincirlere vurulan insanların omuz omuza, bir arada güldüğü, ağladığı, slogan attığı, dans ettiği, şarkı söylediği, gaz yediği bir tören. Bu tören bileğimde yeniden doğuşu simgeleyen marteniçkam, ayağımda rahat ayakkabım, elimde dövizim, boynumda düdüğüm, altımda normalde giymekten çekindiğim mini eteğim ve renkli makyajımla hem yaşamı kutladığım hem de geçmişte yaşananlara ek olarak şimdi ve gelecek zaman hakkında hissettiğimiz öfkeden umuda, çaresizlikten coşkuya uzanan duyguları ve taleplerimizi yinelediğimiz, başı veya sonu olmayan, her yılki deneyimi biricik bir ritüel benim için. Kerem Arslanoğlu Aslında oyuncu olarak çok çıkarcı duyulabilecek bi yaklaşımla kendini keşfetmemiş ya da cinsiyetle kavgası olan ama göstermeci biçimle ele alınmayan rolleri, çok öğretisi olacağı düşüncesiyle istiyordum. Sonra Kalp oyununda oyuncu olarak geçirdiğim süreçte bir çok insanın bakış açısının bu temel meseleyle şekillendiğini fark ettim. Bence heteroseksüel herhangi biri için de bu geçerli. Şehirde Kimse Yokken 'de Ali’yi de bu hassasiyet ve merakla çağırdığımı düşünüyorum — Ali’nin hepimizin kucağına bıraktığı soruları epey kollayarak ilerledik. Başka ya da fazla anlamlar çıkarmamıza sebep olacak cümlelerden kaçındık. Bütün ekiple bu hassasiyetle çalışmak en keyifli kısmıydı benim için. Yakın bir arkadaşım “Erkekler regl olsaydı yüzyıllar önce bu insanlık problemine dönüşür ve günümüzde büyük ihtimalle meydanlarda ücretsiz ped dağıtılırdı,” demişti. Regl oluyor diye kadınların lanetlediğini düşünmüş ve can almış bu erkeklik. Bu suratıma tokat gibi çarptı; utandım çünkü derdim değil diye hiç üzerine düşünmemiştim. Ne konforlu bir zemin. Pembe ve mavi renklere sorsalar, böyle belirleyici olmak isterler miydi acaba? Utanan erkekleri, maruz bırakıldığı eşitsizliğin farkında olan kadınları artırmalıyız sanırım. Erkek politikacıları da defetmeliyiz. Tanımlara sığmayan kadınları omuz omuza görmek beni inanılmaz mutlu ediyor. 8 Mart’ta yapılan “emekçi kadınlar” vurgusunun hem dünya üzerindeki bütün kadınları kapsayan hem de hayatlarını kaybeden işçi kadınları anmak adına çok değerli olduğunu düşünüyorum. Mine Özgüle 8 Mart gücümün, cesaretimin, olduğun ve olmak için her gün emek verdiğin kişinin her gün yeniden sınanması demek. Arkamda güç hissedebilmek varken tam önümde engel hissetmek demek. Sokakta güvende hissetmemek, yalnız yürüdüğüm her an korkmak her an tetikte olmayı öğrenmek demek. Kadın olduğun için anlamayacağını düşünerek küçümseyen suratlara, sana saldırma ihtimalleri olduğu için anlayışlı davranmak zorunda kalmak demek. Her gün savaşmak demek. Çok benzer yaralara sahip olduğum seçilmiş ailemle bir arada olacağım için çok heyecanlıyım. Orada hissettiğim birlik duygusunu — İstanbul Sözleşmesi ve Onur Yürüyüşü'nde de — başka hayatımın hiçbir yerinde hissetmiyorum diyebilirim. Aynı mağduriyeti paylaştığımız için birbirimizi de en iyi bizler anlıyoruz. Tek başıma yürüdüğümde korkarak yürüdüğüm sokaklardan beraber geçmenin gücünü yaşadığım tek gün. Bu yüzden çok anlamlı. Naz Eraslan Zor. 8 Mart veya Feminist Gece Yürüyüşü değil, Türkiye’de kadın olmak zor. Uyanıp evinden çıktığın andan itibaren döndüğündeki rahatlama anına kadar, hayatın akışında düşünmek zorunda olduğun şeyler yetmiyormuş gibi her an yaşayabileceklerine hazırlıklı olman gereken bir arka planla yaşamak demek. Senin yerine senin adına konuşulan onca lafla, karar verilen durumlarla daima mücadele etmek demek. Kullanmak zorunda olduğum kadın hijyen ürünlerine neden o kadar vergi ödememem gerektiğini anlatmaya çalışmak; hâlâ yaşayabilmek ve haklarımı savunabilmek için mücadele ederken beni anlamaya çalışmaya ucundan bile yaklaşmayanlara dert anlatmak zorunda olmak demek. Bunları dert ederek ömrümü sürmemeliydim çünkü buna #HakkımVar. 8 Mart 2020, Fotoğraf: Sude Gee Öykü Sofuoğlu Devamlı bir kaçış ve mücadele hâli. Eşitsizliklerden, haksızlıklardan kaçmak adına okumaya, yazmaya, işe, güce kaçış. Ve dönüp dolaşıp yine bunların pençesine düşmek. Güçsüz olmaktan, duygulardan koşarak uzaklaşarak kendi kimliğine Aşil’in topuğuymuş gibi davranmak. Saklamak, maske takmak, kadından başka şeyler olduğunu da kanıtlamaya zorlanmak. İstanbul Feminist Gece Yürüyüşü de bu sene kendimi ait hissetmediğim bir etkinlik. Üzerine biyolojik cinsiyet şakşakçılığının, trans dışlayıcılığın ve asıl kendilerinin gerçek kadın olduğunu iddia eden bir zümrenin söylemlerinin gölgesi düştüğü için küskünüm 8 Mart’a. Buyurun gerçek kadınlığınız sizin olsun, ben ötede oynarım. Sezen Sayınalp Türkiye’de kadın olmak birçok şey düşündürtüyor bana. Daha doğrusu burada cishet erkekler dışında kalan, kendi hayatını kurmaya çalışan herkes bu patriyarkal düzenin içinde birçok zorluğu karşısına alıp dayanışmayla kendini yeniden var ediyor her yeni gün. Eril düzenin ve dilin içinde yaşamlarımızı kurmaya, mücadele etmeye çalışıyoruz. Çoğu zaman zorlayıcı çoğu zaman da yeni engellerle baş ederek. Ayrımcılıkla, eşitsizlikle, fobiyle mücadele ediyoruz her yeni gün. Ayrıcalıklı konumlarındaki cishet erkek dünyasının tüm zorlayıcılığını göğüslediğimizi düşündürtüyor bu bana. 8 Mart ve Feminist Gece Yürüyüşü benim için bir aradalığı, kapsayıcılığı, dayanışmayı, umudu, mutluluğu ifade ediyor. Bir aradayız. Omuz omuza. Birbirimizin sesi olabilmeyi, birbirimizle dayanışmayı ifade ediyor. Sinem Uğurdağ Türkiye’de kadın olmak “az” görüldüğün her durumda “çok” olduğunu hatırlatmayı, dildeki erilliği düzeltmek için insanları sürekli uyarmayı ve sadece erkeklerin bulunduğu bir masada tek başına otururken sembolize ettiğin şeyin farkında olmayı beraberinde getiriyor. Coğrafyayla beraber gelen eril hegemonyanın karşı argümanı olunması gerektiğine, bu hegemonyaya karşı olabilecek kişileri cesaretlendirmenin yaratacağı farka ve her gün bunun için emek verilmesinin gerekliliğine inanıyorum. Türkiye’de ve dünyada olan bütün ayrımcılıklara rağmen değişim günbegün yaşanıyor. Biz bu konulara parmak bastıkça da yaşanmaya devam edecek. Kendimizi en güvensiz durumda bile özgüvenli hissettiğimizde, ayrımcılıkla ilgili konuşulması gereken bütün konuları konuştuğumuzda çözüme bir adım daha yaklaşıyoruz. Bütün adaletsizliklere rağmen umutluyum, değişimin biz ve bizim gibiler tarafından gerçekleştirileceğini biliyorum.

FEMİNİZM HERKES İÇİNDİR

Mart 8, 2022

·

Makale