Röportaj serisi

Tasarım ve sanat konuştuk...

15 Hikâye

Çocuk kitaplarında canlanan çizimler

İllüstrasyonun kendisi için tam anlamıyla bir ifade biçimi olduğunu söyleyen illüstratör Alex G Griffiths, çizimlerinde çocukları umut dolu keşiflere çıkarıyor. Kendine özgü tarzıyla Alex, yaratıcı ve heyecanlı hayaller dünyasından merhaba diyor. İllüstrasyonlarına baktığımda benim hissettiğim baskın duygu umuttu. Ne anlatıyorsun bize çizimlerinde? Evet kesinlikle, umut insanı geliştiren ve ilerlemesine olanak sağlayan duygulardan. Bu yüzden çizimlerimde ister istemez var olan bir duygu. Aynı zamanda kişisel çalışmalarımın diğer önemli teması da keşif ve araştırma. Bunun sadece çocuklar için değil her yaştan insan için önemli olduğunu düşünüyorum. Alex G Griffiths Karakterlerine bayıldım! Biraz çizim tarzından bahseder misin? Benim için en önemli şey çok zorlama olmayan rahat bir tarzı korumak. Çalışmalarımda dağınık çizgiler ve hatalar olmasını özellikle tercih ediyorum çünkü bunun çalışmalarıma derinlik kattığı ve görsel açıdan onları daha ilgi çekici yaptığı hissine kapılıyorum. Açıkçası bu tarzı kullanan başka sanatçıların eserlerini seviyorum ve ben de uyguluyorum. Aynı zamanda konu karakter tasarlama olunca, ekstra özenli olmam gerekiyor. Çizdiğim karakterlerin anında tanınabilecek olması gerekiyor ama ölçek ve orantısal olarak nispeten hatalı olması ve gerçek hayata fazla uygun olmaması hoşuma gidiyor. Çocuk kitapları için çizimler yapmanın en ilginç yanı nedir? Bu tarz bir işin hayal gücünü de güçlü tuttuğunu düşünüyorum. Aslında, kitap illüstrasyonunun en sevdiğim kısmı sayfaları tasarlamak. Sayfaların ölçekleri ve kompozisyonu ile oynamayı ve sayfalar arasında karşıtlık yaratmayı seviyorum. İnsanların sayfaları her çevirdiğinde şaşırmalarını istiyorum. Alex G Griffiths, Çizimlerinin dışında sosyal hayatında neler yapıyorsun? Dürüst olmak gerekirse çok şey yapamıyorum. Tasarımcı olarak da işim çok yoğun zaten. Boş zamanım olduğunda masamdan ve ekrandan uzaklaşmayı seviyorum, eşimle beraber yürümeyi ve seyahat etmeyi seviyorum. Aynı zamanda büyük bir elektronik müzik hayranıyım, bu yüzden dinleyecek yeni sanatçılar bulmaktan zevk alıyorum. Alex G Griffiths’in çalışmalarına alexggriffiths.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Çocuk kitaplarında canlanan çizimler

Mart 10, 2021

·

Makale

Sokak sanatçısı Vihils ile söyleştik

“Yoluma, 1997’de sokakta yasadışı grafiti yaparak başladım" diyor. Onu dinlerken 97'de sokakları düşünüyorum, ister istemez ve acaba başka bir ülkenin 97'sinde yaşamak nasıldı diye geçiriyorum içimden. Aynı karmaşaya mı sahipti acaba onun caddeleri de? Sokaklarda benzer tehlikeler mi kol geziyordu? Garip ama her ne kadar başka ülkelerin insanları da olsak söyleşinin devamında sizin de okuyacağınız gibi aynı sokağın çocukları oluyoruz adeta. Namıdiğer Vihils ile söyleşi yapma isteğim Portekizli sanatçının çalışmalarını daha önce görüp kaydetmeme rağmen detaylı incelemediğim ve unuttuğumu fark edince alevleniyor. Ondan af dilemek gibi bir şey galiba bu hissin oluşmasına sebep olan ve farkında olmasa da özrümü kabul ettikten sonra Alexandre Farto, kapalı alanlarda da çalışmalarının olduğunu ama kamuya açık alanlarla arasında bir bağ olduğunu anlatmaya başlıyor. “Benim için sokak geniş ve heterojen, toplum ile iletişim kurmayı sağlarken yaratma özgürlüğünü de temsil ediyor. Geniş araçlar ve materyallerle çalışmayı seviyorum. Kabul etmeliyim ki dışarıda bir duvara geniş ölçekli bir çalışma yapmak gibisi yok. Çalışmanın büyüklüğü, lokasyon, insanlar üzerinde yapacağı etki, dışarıda zor koşullarda çalışmanın getirdiği gereksinimler ve direkt olarak şehrin kendisiyle çalışıyor olduğum gerçeği, insanların büyük bir bölümü tarafından görülecek ve onların hayatına pozitif katkıda bulunacak bir şey yaratmak, benim için hem zorlayıcı hem ödüllendirici şeyler." Alexandre Farto Kendisi sorularımı cevaplarken çalışmalarını canlı görmeyi umuyorum ve bir sokağı tereddütsüz görme özgürlüğümüzü, başkalarıyla ekransız konuşabilme isteğimizi düşünüyorum ve evet, bunu hepimiz için yapıyorum. Sonra hızlıca dönüyorum konuya. Farto'nun çalışmaları birçok sokak sanatçısınınki gibi kendi ruhunu yansıtıyor sokağa. Çoğu, kimlik konseptini ve onun çağdaş kentsel toplumlardaki oluşumunu keşfediyor ve bu yüzden özellikle portre ve yüzlerle ilgileniyor kendisi. Özellikle insanları tasvir etmekteki amacı; "Onların insanlığını ifade ederken aynı zamanda varlıklarıyla kentsel alanı daha insani bir çevre olarak tercüme etmek. Bu aynı zamanda insanların yaşadıkları yerle aralarındaki iletişimin yansıması, ki bu da onların yaşadıkları alanı şekillendirmesine ve karşılığında yaşadıkları alanın da onları şekillendirmesine yardım ediyor. Bunu aynı zamanda kültürel karakterimize bakmadan bizi gittikçe daha da birbirimize benzeten küresel kalkınma modeli üzerindeki yansımasıyla da bağlayabilirsiniz." şeklinde açıklıyor. Sanatın kentle kurduğu bağın Farto tarafından yapılan bu tasviri hoşuma gidiyor. Her ne kadar bu bağı daha çok dinlemek istesem de çalışırken kullandığı tekniklere olan merakıma da cevap bulmam gerektiği için geride bırakıyorum bu konuyu da. Sanatçının tekniklerinin çoğu kendi deyimiyle yaratıcı yıkım konseptini baz alıyor. Yıkıcı ve yıpratıcı yöntemlerle çalışmaktan, buna karşın bunların oluşturduğu yaratma davranışını vurgulamaktan hoşlanıyor sanatçı. "Yıkım konseptinde iki yolla çalışıyorum: Açığa çıkarmak için ortadan kaldırmanın bir yolu olarak daha görünür ve açık bir formda ve dönüşüm sürecini katalize edip altını çizmek için hemen göze çarpmayan bir formda. Benim için sürecin kendisi çok önemli ama bunu bir fikri ifade etmek için kullanıyorum. Ben bu şiddeti estetik olarak güzel bir sonuçla; aslında burada, yaşıyor olduğumuzu gösteren şiirsel insan görseli ile karşılaştırmayı seviyorum." diyor. Son sorum karşılığında da sanatın yaşamı taklit ettiğini ama genelde yaşamın sanatı taklit ettiğini anlatıyor. İkisinin de doğal olarak birbirine kenetli olduğunu açıklıyor kendi cümleleriyle. “Tıpkı sanat gibi, hayatı da devam eden bir yaratma ve yıkım süreci olarak görüyorum.” diyerek son veriyor sözlerine. Sokağın kentin gerçek yüzü olduğuna bir kez daha inanıyorum, beni nedensiz büyüleyen kamuya açık her yapıtı geçirerek gözlerimin önünden.

Sokak sanatçısı Vihils ile söyleştik

Mart 10, 2021

·

Makale

Canavarlarıyla Artsazka

Saszka Kanavalau (ArtSaszka), Belarus doğumlu bir sanatçı. 16 yıldır Varşova, Polonya’da yaşıyor. Sanatçının ilk işi bir kiliseye fresk çizmek olsa da o şu an canavar çizmekle meşgul! ArtSaszka, aynı zamanda animasyon yönetmenliği ve karakter tasarımcılığı yapıyor. İllüstrasyon tarzını belirleyen en önemli şey neydi? Ben Sovyetler Birliği’nde doğdum ve sanat okulunda Sovyet realist çizimi öğrendim (Sosyalist Realizm). Fakat daha sonra bu tarzda çalışmalar yapmayı bıraktım. Animasyon tarzının uyumsuz sanat üzerine daha da şekillendiğini gördüm, çünkü bu alanda çok fazla sansür yoktu. Daha fazla ifade özgürlüğü ve alternatif görsel teknikler var çünkü realist sanat Sovyetler Birliği’nde ağır sansüre maruz kalıyordu. Ben de Sovyet animasyonunu sevdiğim kadar benzer çizim tarzlarını da sevdim: Naif, duvar sanatı ve fresk gibi. Bunların hepsi benim illüstrasyon tarzıma katkıda bulundu. Çalışmalarında canavarlar var. Tarzında çocuksu bir ifade olsa da aslında daha çok yetişkinler için değil mi? Canavarların hayatındaki yerinden bahseder misin? Evet haklısın. Benim sanatım özünde çocuksu ama yetişkinler için. Canavarların benim hayatımda önemli bir yeri var. Her insanın kendine özel farklı yegâne ‘yaratıkları’ vardır. Benim de canavarlarım var. Başka insanlar farklı tür yaratıklara sahip olabilir, bu bir kardeş ya da ebeveyn olabilir. Bu ‘yaratık’ ne olursa olsun, aslında tamamen onların hayal gücü. Benim sanatım, benim canavarlarım, bu benim çocuksu hislerimle iletişimim. Bu benim terapim diyebiliriz ve tabii ki, çok eğlenceli. Artsazka Çizimlerinde ve karakterlerinde hep bir karnaval havası var. İşin ve hayatında nasıl bir bağlantı var, hayatının işine yansıyan yanları var mı? İşim sanatla birbirini tamamlayan bir ilişkiye sahip. Ben sanatımı -çizdiğim şeyi- yaratırım. Benim canavarlarım benimdir ama ticari işlerde, müşterinin istediğine cevap veririm (reklam ajansı, yayın evi, vb.). Bu farklı bir düşünce tarzı olsa da ticari işleri seviyorum çünkü bakış açımı değiştirip onların sorularına cevaplar bulmak zorundayım... Farklı çözümler arıyorum. Sanki bir yap- bozmuş gibi düşünüyorum. Çalıştığın firmalarda tarzınla ilgili problemler yaşıyor musun? Onlar mı sana uyum sağlıyor sen mi onlara? Firmalar genellikle benim tarzımla çalışmayı seviyor. Hiç iş kıtlığı çekmiyorum ve bundan şikayetçi değilim! Müşteriler bazen daha ‘ticari’ şeyler istiyorlar açıkçası bu benim için çok da problem değil. Bazen de aşırı karakterler istiyorlar ve bu da hiç problem değil. Kendi sanatsal tarzımla verebildiğim en kesin cevabı vermeye çalışıyorum. Sosyal hayatında yani iş dışında neler yapıyorsun? Farklı tarzda müzikler keşfetmeyi seviyorum. Kız arkadaşımla evde oturup kitap okumayı, arkadaşlarımı ziyarete gitmeyi seviyorum. Çok fazla normal ve animasyon film izliyorum. Sade, sıradan bir hayatım var.

Canavarlarıyla Artsazka

Mart 10, 2021

·

Makale

Craola röportajı

Greg Simkins, 1992’den beri grafiti sanatıyla ilgilenen aynı zamanda Popüler Sürrealizm ve Yeni Modern sanat akımları ile de ilişkili olan bir isim. Kendisi, “Craola” takma adıyla sanatını icra ediyor. Craola yaptığı işle ilgili düşüncelerini “Her zaman yanlışlıkla yaptığım şeylere ilgi duyuyormuş gibi hissettim. Bir meslek olarak ressam olmayı beklemezdim ama ben hep sanat yaptım ve kafamdaki garip senaryoları canlandırdım. İşin buraya kadar gelmesinden çok memnunum ve hala her gün çizmeye başlarken heyecanlanıyorum.” Şeklinde açıklıyor. Çalışmaların fantastik detaylar içeriyor. Aynı zamanda masal kahramanlarının ya da filmlerdeki kahramanların, detayların ve mekânların da işlerinde yer bulduğunu görüyoruz. Neden bu tarz çalışmalara odaklandın? Sanırım tarz beni seçti. Ben çizgi filmler, çizgi romanlar, müze ziyaretleri, grafiti ve dövme kültürüyle büyüdüm. Kendimi bildim bileli karmaşık imgelemeler ilgimi çekiyor. Karşısında daha fazla zaman harcaman gereken şeyler heyecanlandırıyor beni. Bu bir Hieronymus Bosch, Salvador Dali eseri ya da Alex Ross’un bir süper kahraman kitabi olabilir. İyi tekniği çok seviyorum ve anlatmak istediğim hikayelerle beraber iyi bir teknik geliştirmek benim için bir hedef oldu. Hala almam gereken çok yol var ama beni heyecanlandıran seyahatin kendisi. Doğa da çalışmalarında oldukça fazla yer alıyor. Ve sokak sanatı da işinin içinde... Senin için sokağın, doğanın öneminden bahseder misin? Yani ilhamını doğadan mı alıyorsun? Sanırım her şeyden çok yaratılan dünyadan ilham alıyorum. Branşımı değiştirene kadar veterinerliğe giden bir yolda yürümemi sağlayan bir hayvan sevgisiyle büyüdüm. Bazen hala dışarı çıkıp tek başıma manzarayı izleyerek onun içinde neler yaşandığını hayal ediyorum. Birçok doğa ve bilim programı izledim, onların çalışmalarımı etkilemesine izin verdim. Son birkaç yıldır kuşlar ve uçmak, onların bu kadar muhteşem varlıklar olması ilgimi çekiyor. Beni en çok tahrik eden şeyler bunlar. Aynı zamanda bir animasyon filmin var. Bize biraz filmden, film çekme fikrinin nereden geldiğinden ve filmin arka planından bahseder misin? 2017 yılında çıkan ve festival turnesine katılan kısa animasyon filmimiz “Korkuyorum”un çalışmalarında yönetmen Pete Levin, yapımcı Dan Levy, sanat yönetmeni Robyn Yannoukas ve müzisyen Mark Hoppus gibi muhteşem insanlarla çalışma şerefine ulaştım. Film oğlumla benim uyumadan önce uydurduğumuz bir şiir olarak başladı ve geceleri korkması gereken şeyler her gece sonuna ekleyerek devam etti. Pete ve Dan ile hikâyeyi, animasyonunu yapmak için yönetilebilir bir düzene getirerek “Abilerden kardeşlere kötü tavsiye” haline getirdik. Karakterleri de iki oğlumu baz alarak yarattık. Karakterlerini çok iyi uyarladığımızı düşünüyorum ve yarattığımız şeyden gurur duyuyorum. Sosyal hayatında neler yapıyorsun? Ne tarz müzik dinlersin, ne tarz filmler izlersin? En sevdiğin fantastik hikâye ya da film hangisi? Bu aralar çoğunlukla babalık yapıyorum, çocuklarla bisiklet sürmek gibi şeyler. Arada sırada arkadaşlarımla dışarı çıkabilirsem Los Angeles’taki duvarlara spreyle çizim yapıyoruz, ki bu boş zamanımda yapmayı en sevdiğim şey. Çoğunlukla rock and roll, punk ve bağımsız müzik gruplarını dinliyorum. Şu anki favori gruplarım “The Dead Ships”, “Modern Baseball”, “Brand New”, “Descendants” her zaman en sevdiğim grup ve bu tarzdaki her grubu seviyorum. En sevdiğim fantastik hikâyeye gelince: C.S. Lewis’den Narnia Günlükleri’ne ve Tolkien’den Yüzüklerin Efendisi serisine hala bir aşk besliyorum. Richard Adams’dan “Watership Tepesi” kitabı ve 1970’lerden “The Phantom Tollbooth” filminin kalbimde büyük yeri var.

Craola röportajı

Mart 20, 2021

·

Makale

Soyut düşünce sanatı piksel art: Octavi Navarro röportajı

Piksel art painting’e ilgin video oyunları ile başladı değil mi? Bize biraz bu süreçten bahseder misin? Bu tarz çalışmalar yapmanın senin için önemi nedir? Kesinlikle, video oyunları hayatımda çok büyük etki bıraktı. Çocukluğumdan beri dijital eğlence ile ilgili her şeye bayılıyorum ve 70 ve 80’ler video oyunları üzerinde çalışan insanların başa çıktığı tüm teknik kısıtlamalara ilgiliyim. 9 yaşındayken ilk bilgisayarıma sahip oldum, bir Commodore 64 ve en sevdiğim oyundan bir paint yazılımıyla ekran görüntüleri almak için saatler harcadığım zamanları hatırlıyorum. Bu tecrübenin benim şu anki işimle ilgili çok yardımı oldu açıkçası. Piksel artı senin gözünden dinleyebilir miyiz? Nedir, hangi özelliklere sahiptir, nasıl ortaya çıkmış ve sevilmiş? Benim bakış açımdan piksel art daha önce bahsettiğim kısıtlamalar (düşük çözünürlük, renk yönetimi…) sebebiyle çok ilgi çekici bir sanatsal dal. Gerçek dünya objelerini, karakterleri ve yüz ifadelerini sadece birkaç pikselle anlatabilmek için güçlü bir soyut düşünceye ihtiyacınız var. Başka bir yönden burada nostalji denen güçlü bir şey var. Pixels Huh’taki çalışmalarında klasik piksel art ve kendi çizim tekniklerini karıştırıyorsun. Özgünlüğün sebebi de bu olsa gerek. Biraz bu süreci anlatır mısın? Kişisel olarak, çocukluğumdan güzel anıları bir şekilde geri getiren şeyler üzerinde çalışmayı çok tatmin edici buluyorum. Piksels Huh, piksel art severleri tarafından beğenildi ve benim farklı ilgi çekici projelerde çalışmamı sağladı. Klasik sanatla bir özgeçmişim var ve yağlı boya ve akrilikle çalışmaya bayılıyorum. Pixels Huh’ı yaptığımda bu çizim duygusunun kalmasını istedim bu yüzden de sınırlı renk paleti gibi beni ondan uzaklaştıracak kısıtlamalara odaklanmak istemedim. Sadece birkaç renkle muhteşem sanat eserleri yapan piksel sanatçılarına gerçekten hayranım (Thimbleweed Park projesinde çalışma onuruna ulaştığım Mark Ferrari çok iyi bir örnek) ama bu benim için yürümüyor sadece. Ben de çalışmamı yağlı boyamı yaptığım gibi yapıyorum: Tüm parçayı tek bir fotoşop tuvaline yapıyorum, ilk olarak taslak üzerinde çalışıyorum, sonra tüm alanı düz renklerle dolduruyorum ve sonra gölgeler, ışık ve detay eklemeye başlıyorum. Bir çalışmayı tamamlaman ortalama ne kadar zamanını alıyor? Fotoşop üzerinde çalışmaya başladığım anda yaklaşık 10-12 saat sürüyor. Ama öncesinde birkaç gün boyunca konsept fikirler üzerinde düşünüp skeçler yapıyorum. Piksel art bugün illüstrasyon kadar ilgi görüyor mu? Biz genelde piksel artı video oyunları ile ilgili şeyler olarak düşünüyoruz bu yüzden de bazı insanlar konuyu çok ciddiye almıyor. Ama ben bunun çok ilgi çekici bir sanat dalı ve çok güçlü bir iletişim aracı olduğunu düşünüyorum. Her geçen gün daha fazla ilüstratör ve sanatçının daha öncesinde video oyunlarına bir ilgisi olmamasına rağmen piksel artı kendi sanatsal tarzı olarak seçtiğini görmek beni çok mutlu ediyor. Çalışmalarında geçmiş, gelecek, bilim, mitoloji gibi birçok farklı karakter, farklı konu var. Kendi ilgi alanlarına göre mi çalışıyorsun, yoksa senden istenen işler mi bu yönde? Evet. Ne zaman bir şey üzerinde konsept fikirler üretmeye başlasam çalışmamın en son okuduğum kitap, son izlediğim film, en son gittiğim bir yer ya da son oynadığım oyunla mutlaka bir alakası oluyor. Çok değişken ilgi alanlarım var, fakat tarih, bilgisayar mühendisliği ve bilim kurgu en sevdiğim alanlar. Daha farklı alanlara kaymayı düşünüyor musun? Ya da gelecekte seni nerelerde göreceğiz? Pixels Huh sayesinde en yüksek kalitede bir oyun üzerine efsanevi bir takımla çalışma fırsatını yakaladım. Bu benim bu alandaki ilk tecrübem; çok eğlenceli ve değerli bir tecrübe oldu, bu yüzden video oyunu alanında animatör ve sanatçı olarak uzun süre çalışmaya devam etmekte sorun yaşamam. Sanatçının eserlerini buradan inceleyebilirsin.

Soyut düşünce sanatı piksel art: Octavi Navarro röportajı

Mart 13, 2021

·

Makale

Vesna Madzoski Röportajı: Bölüm 1

Vesna Madzoski Türkiye’de “Küratörlük“ kitabıyla bilinen bir isim. Sanat çalışmalarına odaklanan araştırmacıyla küratörlük üstüne sohbet ettik. Konu derin olunca konuşma da uzun sürdü. Bu sebeple röportajı iki bölüm şeklinde planladık. Önümüzdeki hafta 2. Bölüm olan "Ekonomi sanatı bir gölge olarak takip eder" kısmını paylaşacağız. Her ne kadar "Küratörlük" kitabından Türkiye'de tanıyor olsak da biraz senden başlamak istiyorum, kendinden bahseder misin, neler yapıyorsun? Şu anda, öğrencilerin yazılarını ve yüksek lisans tezlerini denetlediğim İsviçre'deki Avrupa Lisansüstü Okulunda çalışıyorum. Doktora eğitimimi sekiz yıl önce, küratörlükle ilgili kitabımla bitirdikten sonra, yeni araştırmalara eğildim. Birçoğu, Michel Foucault’nun, çalışmalarının belirli yönleriyle ilgiliydi, o zamanlar akademi tarafından pek bilinmediği için daha çok sanat ve hayallerle ilgili yazıları ilgimi çekiyordu. Bütün bunlar, Malevich’in ırkçılıkla ilgili “Siyah Kare” resminin yeni esinlerinin ve Foucauldian perspektifinden “Get Out” filminin analizi gibi yeni makaleler şeklinde sonuçlandı. Şu anda, Sırbistan'daki ve eski Yugoslavya'daki sosyal geçmişin görsel izlerini araştırmaya odaklanıyorum, ancak hala gelişme aşamasında olduğu için bu araştırmanın alabileceği formlar hakkında konuşmak için henüz erken. Umarım yeni bir yayın ve bir sergi olacak, ama bunların hepsi gelecekte. Araştırmanda küratörlüğün tarihine değiniyorsun. Kitapta okuduklarımıza da atıfta bulunarak özetle küratör, siyasi sistem tarafından yaratılmış, sömürülen ve tanımı geniş düşünülmüş bir sanat emeği midir? Küratörlük üzerine yaptığım araştırma, bizzat küratör olarak sanat projelerine dahil olduğum için bu pratiğe yansıtma ihtiyacımdan doğdu. İlk dikkatimi çeken şey, hepimizin Batı'daki sanat üretiminin tamamen özgür olduğuna inandığımız hikayenin aslında bir yanılsama olduğuydu. Birdenbire, özellikle belirli alana müdahale olarak yaratılan sanat eserlerini üretirken yapmamamız gerekenlerin listesi yavaşça bize verildi. Çoğu durumda, duvara çivi bile çakmak yasaktı, daha sert müdahalelerden bahsetmiyorum bile. Bizi kontrol eden sistemin iskeleti gözlerimizin önünde yavaşça belirdi. Öte yandan, küratörler olarak bu düzenlemelerle başa çıkmamız ve yavaşça rehberlik etmemiz beklenirdi, hatta sanatçıları, yapmayı ilk amaçladıklarından tamamen farklı olan eserler yaratmaları için manipüle etmemiz bile. Sanatçı ne kadar genç olursa, gitmelerini istediğimiz yöne doğru ‘yönlendirmek’ daha kolaydı. Bu özel durumdaki konumuma kafa yorduktan sonra, küratörlerin aslında kurum ve o kurumda sergilemeye davet edilen sanatçılar arasındaki arabulucular olduğunu ve sadece kurumun değil, aynı zamanda sergilemenin gerçekliğinden kazanacak olan sanatçının kariyerini korumanın bizim görevimiz olduğunu fark ettim. Bu nedenle, küratörlerin sanatta ne zaman yer edindiğini ve ne tür yeni ihtiyaç veya işlevleri yerine getirmeleri gerektiğini daha derine inerek ve anlamaya çalışmaya karar verdim. Dolayısıyla bu mesleğe siyah veya beyaz olarak bakabileceğimizi sanmıyorum, niyetim uygulayıcıları ilk başta küratörlük uygulamasına daha duyarlı hale getirmekti. Her zaman iyi ve kötü polisler vardır, ama her ne olursa olsun onlar polistir. Ve evet, küratörlerin çoğu, daha önce bir dizi profesyonel tarafından yapılan, sanatçıları aramak, müzakere etmek, sanat eserleri üretmek, hakkında yazmak, dış dünya ile iyi PR yoluyla iletişim kurmak gibi, inanılmaz bir iş listesi yapması beklenerek, az maaşla çok fazla çalıştırılıyor, sanat sistemi tarafından istismar ediliyor. Bu liste biz konuşurken büyüyor. Kitabında batı kültürünün bazı kısımlarını ve küratörlüğün kapsamını yorumluyorsun ve güncel olan batı merkeziyetçilik, tiranlık, dışlama, çoğulculuk üzerinden sanat pratiklerini sorguluyorsun. Disiplinlerarası yöntemlerle; küratörlüğün yarattığı estetiğin yanı sıra politik ve etik sorunları da güncel konular haline getiriyorsun. Bu sorunların nedeni hakkında neler söylersin? Sebebin sanat, markalar veya siyasi süreç olduğunu mu düşünüyorsun? Küratörlüğün tarihini incelemede başlangıç noktam bu mesleğin adının görüldüğü ilk yer olan Roma İmparatorluğu olsa da, asıl sorum, neden birden bire tamamen farklı bir alanda, aynı adı taşıyan bir mesleğe sahip olduğumuzdu. Bu mesleğin yapması beklenen güç sisteminin değerli olduğuna ve gözetilmesinin mühim olduğuna inandığı nesneleri veya konuları korumak faaliyetini tanımlamak benim için önemliydi. Roma zamanlarından, zamanın ideolojisinin bu faktörü sahneye yavaşça davet ettiği on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru büyük bir boşluk ya da büyük bir sıçrama var. Benim fikrim, bu gelişmeyi Batı'da baskın bilgi üretimi pratiğine bağlı olarak bölmek, seçim ve her şeyden önce hariç tutma yöntemlerine dayandırmaktı. Bütün bunlar sadece sanatta değil politikada da bulunuyor. Aslında, kitabın üçüncü bölümü haline gelen ilk örnek çalışmam, genel olarak estetik olanların yanı sıra belirli siyasi pozisyonları teşvik eden küratörler için yapılan Manifesta'ydı. O anda Kıbrıs'ta olması gereken bir sonraki Manifesta'yı iptal etme skandalı vardı, ve bunun dinamikleri, yalnızca yerel politik durumu anlama konusundaki eksikliğini gösterdi, ki bu da olarak küratörleri eski emperyalizm geleneğinin uygulayıcılarına dönüştürdüler. Manifesta faaliyetlerinin bazı diğer yönlerine odaklanınca, ne yazık ki Avrupa Birliği projesinin ardında, iddia edilen eşitlik, saygı ve hepsini kapsanması ile ilgisi olmayan yeni bir dinamik ortaya çıktı. Şu anda, bu çatlakları görmezden gelmek imkansız hale geldi ve önümüzdeki yıllarda AB'den ne kalacağını tahmin etmeye cesaret bile edemiyorum. Çağımızda sanat, sanatçının yaptığından çok, küratörün tanımladığı olarak görülebilir mi? Sanatın ne olduğu sorusu, sanatın kendisi kadar eskidir sanırım. Tartışma asla bitmiyor gibi görünüyor. Geçtiğimiz birkaç on yılda küreselleşen Batı sanat sisteminin bir parçasıyız ve sanatın şu anda ve bağlamda ne olduğunu anlamaya çalışarak sürekli bu soruyu sormaya devam etmemiz gerekiyor. Normalde bu sistemde sanat olarak anlaşılan şey, sanat kurumlarının kutsal camiasına getirilmesi ve sanat olarak vaftiz edilmesi gereken bir malzeme, maddi veya maddi olmayan nesnedir. Bugün, bu beyaz bir küpün kutsal alanında yapılır ve ve bu küp, bir süredir müze dışındaki alanlara da genişletildi. Dolayısıyla, bu sistem birkaç yüzyıl önce ortaya konan söylemin bir parçası olan sanatçılar tarafından üretilen nesneler talep ediyor, bu sanatçılar çalışmalarını onlardan önce sanat yaratan sanatçılar ile belirli bir ilişki içinde tutmaları gerekir, ya onaylayarak ya da eleştirerek, nasıl olduğu sistemin umurunda değil. Bu, bugünün otoriteleri, küratörler, müze müdürleri, galeriler vb. tarafından da kabul edilir ve onaylanır. Sanat nesnesinin adı, yılı, etiketi ve en önemlisi; değerinin bir kanıtı olarak, fiyatı olacaktır. Bu değerin artıp azalacağını şu an kimse söyleyemez, değerinin ne olduğu sorusunu gelecekte bir başkası cevaplayacak. Devamı haftaya...

Vesna Madzoski Röportajı: Bölüm 1

Mart 27, 2021

·

Makale

Vesna Madzoski Röportajı: Bölüm 2

Vesna Madzoski Türkiye’de "Küratörlük" kitabıyla bilinen bir isim. Kendisi sanat çalışmalarına odaklanan bir araştırmacı. Vesna ile küratörlük üstüne sohbet ederek sanatın günümüz dünyasındaki yerine ve ekonomi ile bağına değindik. Geçtiğimiz hafta ilk bölüm olan “Bizi kontrol eden sistemin iskeleti gözlerimizin önünde yavaşça belirdi” başlıklı röportajın ikinci bölümünü bu hafta paylaşacağımızı söylemiştik. İlk bölümü henüz okumadıysan buradan erişebilirsin. Sanat ticarileşti mi ya da ticarileştirdik mi? Sanatın, bir kaç yüzyıl önce Batı söylevleri tarafından tanımlandığını söyleyebilirim, sanat her zaman ekonomi ile iç içeydi; ekonomi sanatı gölgesiymiş gibi izler. Ticari olanı ve olmayanı nasıl tanımlarız, bu da bir başka büyük soru. Benim izlenimim, küreselleşme süreci ile belli sanat ve sanat yapım biçimlerinin teşvik edildiği ve canlandırıldığıdır, ve ya küresel kapitalizmin egemen ideolojisini desteklemek için, ya da onları alıp satanlara büyük miktarda para getirsin diye yaratılmış gibi görünüyor, ya da ikisi birden. Şu an müzelerde gördüğümüz çoğu çağdaş sanatın aynı görünmesinin sebebi de bu; aslında aynı olan, verdikleri mesaj ve ekonomi sorusuyla olan ilişkileri. Her zaman bir direnç var, sanat dünyasının köşelerinde bir yerde farklı sanatın yapıldığına eminim, o yüzden insanın ısrarcı olması ve aramaya devam etmesi gerekiyor. Bu dünyada kesinlikle şiirlere ihtiyacımız var, ancak şu anda bu dalgalı ekonomi denizinde yüzmeye zorlanıyoruz. Sanat, sanatçılar toplumsal sorunlara da dikkat çekiyor elbette ama bazen bu durumun farklı tepkiler aldığı da görülüyor. (Örneğin mülteci sorunlarıyla ilgili sanatın ya da sanatçının popülerlik için istismar ettiği eleştirileri yapılmıştı.) Sence, sanat var olmak veya daha popüler olmak için bazı rolleri kullanıyor mu? Bugün farkına varabileceğimiz şey, çağdaş sanatın moda, ticari tasarım, popüler mimari vb. ile aynı kategoriye itilmiş olmasıdır. Bu, şu anda “moda olan” bazı konular ve meseleler olduğu anlamına geliyor ve bu moda değişinceye kadar tekrar tekrar istismar ediliyor. Maalesef, bugünün hayatı ve politikasının birçok önemli ve kritik sorunu bu konuya dahil edildi ve çok yüzeysel bir incelemeden sonra atıldı ve yerine başka bir "seksi" konu getirildi. Sanat geçmişte farklı kazanımlar için kullanılmış ve istismar edilmiştir ve bugün bunun değişmekte olduğunu görmüyorum. Sanatçılar, çalışmalarını güvenceye almaları ve çeşitli etkilerin ağına kaymasına izin vermemeleri konusunda, her zaman çok önemli bir göreve sahip, ama bunu yapmak çok zor ve sadece birkaçı sonuna kadar kendilerine sadık kalmayı başarabiliyor. İçinde bulunduğumuz dijital çağ hakkında ne düşünüyorsun, toplum sanata tüm sosyal sınıflarıyla birlikte (izleyici olarak) rahatlıkla erişebiliyor mu? Ben 21. yüzyıldaki hayallerimizi hala hatırlayan kuşağın bir üyesiyim. Geleceğin mükemmel olacağını, teknolojik yenilik ve bireysel ifade için alan dolu olacağını düşünmüştük. Maalesef geleceği hayal etmeye çalışırken belli bir çıkmaza girmiş gibiyiz - çok uluslu şirketler tarafından günümüzde verilen talimatları izlemeye devam edersek bu gelecek, aydınlıktan başka her şeydir. Sosyal ayrılık her geçen gün daha da büyüyor, ve bu farklı sosyal grupların sanat olarak gördükleri şeyler arasındaki farkın da artacağı anlamına geliyor. Bugün sömürülenlerin, zenginler tarafından (çok pahalı) sanat olarak ilan edilen belirli objelere karşı aynı arzuyu yaşayacağını hayal etmek zor. Dijital dünyadan bahsettiğimizde, internetin bugünden tamamen farklı bir şekilde göründüğü ve çalıştığı bu sürecin başladığı zamanları da hatırlıyorum. Birinin etrafta dolaşabileceği ve yolda en inanılmaz şeylere rastlayabileceği, “gerçek” dünyada asla karşılaşmayacağı insanlarla tanışabildiği çok geniş bir olasılıklar deniziydi. Şimdi otomatik şoförlü, çok hızlı ama süper kontrollü bir otoyolda gidiyoruz, günde bir kaç web sitesini, muhtemelen her gün aynılarını ziyaret ederken, sadece programın durmamızı istediği yerde durdurabiliriz. Bu benim uzmanlık alanım değil, fakat küçük insan beynimizin kapasitesini tam anlamıyla teşvik etmek istiyorsak, internet mimarisine ihtiyacımız var gibi görünüyor. Kullanıcılar söz konusu olduğunda, her şeyin Büyük Birader'in istediği gibi kontrol edilmediğine inanıyorum, her zaman sızıntılar olur ve sonsuza kadar aynı kalacağını düşündüğümüz şeyleri evirip çevirebilen çağdaşlarımızın yaratıcılığı beni hayrete düşürüyor. Bakalım sanat bu bağlamda çalışmayı nasıl başaracak, şu anda dijital veya yeni medya alanında ürettildiğini gördüğüm şeyler konusunda pek iyimser değilim; görünüşe göre sanatçıların çoğu hala 1990'ların sonunda kalmış durumda. Sanat gazetecileri / editörleri ile ilgili neler söyleyebilirsin? Sanatın medyada yer bulma şekli konusunda ne düşünüyorsun? Sanat gazetecilerinin, başka alanlarda da yazan diğer gazeteciler kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Sanatçıların fikirlerini iletmek önemlidir; çünkü çoğu kişi fikirlerini, buna zorlanmamaları gerektiğinden, yazma konusunda veya yeteneklerini izleyiciye iletme konusunda çok yetenekli değiller. Sanatçıların iyi olduğu alanın, hayal dünyası, imgeler, görsel ifadeler ve izlenimler dünyası olduğunu ve söz konusu olduğunda kelimeler olduğunda pek fazlasının tercüme edemediğini unutmuş gibiyiz. Bu nedenle, sanat gazetecilerini mümkün olduğunca eğitmeye odaklanmak önemlidir, çünkü bunlar kesinlikle belirli fikirlerin ve eylemlerin tanımlanma ve yorumlanma yöntemlerini etkileyebilir. Eğitimlerinin sadece sanat ve sanat tarihi alanından dışarı yayılacağına inanıyorum, çünkü sosyal ve politik konular bugün sanat hakkında yazarken eşit derecede alakalı. Vesna Madzoski ile ilgili detaylı bilgiye ve kendisinin çalışmalarına buradan erişebilirsin.

Vesna Madzoski Röportajı: Bölüm 2

Nisan 3, 2021

·

Makale

Melodi arası: Anna RF Röportajı

İlk olarak bize yaptığınız müzikten bahseder misiniz? Müziğiniz hangi noktalara değiniyor? Müziğimiz her grup üyesinin beraberinde getirdiği geniş bir müzik tarzı skalasından oluşuyor. Şimdiye kadar sahip olduğumuz en iyi tanım ‘Electro-Ethno-Reggae’ ama açıkçası Anna RF’in müziği bundan çok daha açık... Müziğimiz ana fikir olarak çoğulculuk ve birlikten, sevgi, seyahat ve diğer pozitif konulardan bahsediyor. Bestelerinizde nelerden ilham alıyorsunuz? Yolculuklarımız sırasında çevremizden, farklı kültürlerden ve bizi çevreleyen sanattan ilham alıyoruz. İlhamımızın çoğu boşluğu ve uçsuz bucaksız açıklığı ile bizi etkileyen çöllerden geliyor. Videolarınızın konseptini ve montajlanması gibi teknik işleri de siz mi yapıyorsunuz? Kesinlikle evet! Sanatımız hakkındaki tüm teknik işleri kendi kendimize yapıyoruz. Oluşturma, kaydetme, miksaj, çekim, düzenleme hatta sosyal medya ve grafik, her şeyi biz yapıyoruz. Daha önce dünyayı ve çölü stüdyonuz olarak gördüğünüzü söylemişsiniz. Çöl sizi neden bu kadar etkiliyor? Çöl bize boşluğuyla ilham veriyor. Sessizliğin bizi ses ve ilhamla doldurduğunu hissediyoruz. Çöldeyken sınırların yokluğunu kesinlikle hissedebilirsiniz... Hem dışarıdan hem içeriden. Oldukça keyifli bir ekip olduğunuz görünüyor. Farklı bir tarzınız var, bize biraz yaşam felsefenizden bahseder misiniz? Grubun her üyesi her biri başka müzik tarzlarından etkilenen çok farklı insanlar. Arkadaşlığımız çok iyi ve gittiğimiz yerlerde tanıştığımız her insanla ırk ve benzeri konular gözetmeksizin arkadaşça ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Birçok enstrüman çalabiliyorsunuz, çeşitli simgeleriniz var yani dinleyicileriniz sizi artık bunlarla özdeşleştiriyor. Bu tarzı koruyarak müzik yapmaya devam etmenin sizin için zor yanları var mı? Biz Ortadoğu müziğinin eski geleneklerini modern ve hafif bir yaklaşımla oluşturmaya çalışıyoruz. Müzik tarzının sürekli değişen bir şey olduğuna inanıyoruz ve biz de bunun bir parçasıyız. Siz kimleri dinlersiniz? Anne ve babalarımızı :) Sosyal hayatınızda, müziğin dışında neler yapıyorsunuz? Sosyal hayatımızın merkezinde grubumuz var. Yılın çoğu zamanı turne yaptığımız için birçok harika insanla tanışıyoruz, çoğunu her yıl tekrar tekrar görüyoruz ve bizim için aile gibi oldular. Örnek olarak Türkiye bizim ikinci evimiz. Türkiye’ye yılda 5’ten fazla geliyoruz normalde. Her seferinde biraz gözleme ve ayran için tekrar gelmeye can atıyoruz...

Melodi arası: Anna RF Röportajı

Nisan 10, 2021

·

Makale

Sokak sanatçısı CİNS röportajı.

Kendinden biraz bahseder misin, çizim yapmaya ne zaman, nasıl başladın? Çizim yapmaya ilkokul yıllarında başladım, o dönemin çizgi film karakterlerini kopyalıyordum sürekli. Daha sonra ortaokul yıllarında grafiti ile tanışmamla çizimlerim farklı bir hal almaya başladı. Dönemsel tarz denemeleri ve zevklerimin değişmesi, şekillenmesi ile çalışmalarım bugünkü halini aldı diyebilirim. Almış olduğum grafik tasarımı eğitimi ve VCD masterı yapmış olmam da bu ilgi alanımı daha profesyonel ele almamda etkisi olmuştur. Şu an için sanatsal üretimlerime devam etmekteyim ve ayrıca freelance olarak çeşitli projeler-işler de yapmaktayım. Sokak sanatı ne zaman hayatının bir parçası oldu, nasıl ilgi duydun bu alana? Sokak sanatıyla ilk ortaokul yıllarında tanıştım. Hiphop kültürüyle tanışmamla grafitinin varlığından haberdar oldum ve beni oldukça etkiledi. Ortaokul yıllarında daha çok defterlerde kalan eskizlerim, çalışmalarım oluyordu fakat bir süre sonra lisede ilk defa sokağa çıkıp boyamalar yapmaya başladım ve devamı geldi. Çizimlerinde bizlere anlatmak istediğin bir şeyler var mı? Yoksa anlaşılma gibi bir derdin yok mu? Genelde çalışmalarımda direkt olarak hikâye anlatmak mesaj vermek gibi bir niyetim yok, olması gerektiğinde net bir şekilde resmetmeye çalışıyorum. Çalışmalarımı aslında birçok alt grupta okumak mümkün. Kimi çalışmalarım sadece soyut olarak ortaya çıkıyor, kimisinin de bir hikâyesi oluyor. Ama genelinin temelinde oluşturduğum formlar var. Bu formlar da et-kemik çağrışımlı organik formlar. Bazen bir bütüne dönüşebiliyor bazen de parçalanıp direkt soyut hale bürünebiliyorlar. Yeri geldiğinde de o anlamsız ve soyut olarak gözüken bir parça hikâye etrafında bir figürü temsil edebiliyor. Takip ettiğin sanatçılar var mı? Sence sokak sanatı Türkiye’de ne durumda? Bana son dönemde arttı gibi geliyor çok güzel çizimler var sokaklarda ayrıca Kadıköy Belediyesi ve Moda İlköğretim Okulu’nun yaptığı gibi girişimler de var. Yerli ve yabancı sadece sokak kültüründen olmasına gerek duymadan birçok sanatçıyı takip ediyorum. Farklı tarzlar, farklı bakış açıları gözlemlemek beni hep heyecanlandırıyor ve geliştiriyor diye düşünüyorum. Türkiye’de sokak sanatı her geçen gün daha ileriye gidiyor, yeni gelen sağlam bir jenerasyon var bence. Çalışmaların etrafta da çok fazla arttığını görüyoruz ama halen orijinal çalışmalar üretmek konusunda Avrupa’yı, Latin Amerika’yı göz önünde bulundurursak geride olduğumuzu düşünüyorum. Bahsettiğiniz gibi Kadıköy’de Muralistanbul Festivali düzenleniyor bir süredir. Bu kültürü anlatmak ve insanlarla tanıştırmak için çok güzel bir sanat etkinliği, dünyaca ünlü sanatçıların buraya gelip kocaman duvarlar yapması çok önemli. Yine bahsettiğiniz bazı okulların yaptığı-yaptırttığı iyi niyetli çalışmalardan çok farklı bir durum bu. Sanatçılar tamamen kendi sanatlarını hiç bir kısıtlama olmadan gelip burada üretiyorlar. Hem üretimin deneyimlendiği bir festival yaşanıyor hem de sonrasında sokaklara yayılmış kalıcı bir sergi haline dönüşüyor bu etkinlik. Kimi okursun, ne dinlersin? Bilim kurgu romanlarını seviyorum ve takip etmeye çalışıyorum, son dönemde daha çok bu türde kaliteli film ve diziler de mevcut, onları da iyilerini bir şekilde ayıklayıp takip etmeye çalışıyorum. Müzik olarak ise farklı tarzlara da bulaşmaya çalışsam da ağırlıklı olarak sokak kültürüyle paralel tarzları tercih ediyorum. Hiphop, triphop, drum & bass özellikle çalışırken en çok dinlediğim tarzlar. Seni en çok heyecanlandıran konu nedir? Özellikle üretimim açısından konuşmam gerekirse yeni fikirler, yeni mediumlar, yeni denemeler, yeni projeler beni en çok heyecanlandıran konular diyebilirim. Hayatında, hayatta değiştirmek istediğin bir şey var mı? Bazen kendime ve etrafımdaki insanlara baktığımda hepimizin aslında mental olarak çok yorgun olduğunu gözlemliyorum. Herkes keyfini biraz daha üstte tutmak, gerçekliğin içinde boğulmamak için çok çaba sarf ediyor. Ve bu kadar çabalama sonunda yine gelinen noktanın pek iç açıcı olmaması ya da boşa çaba harcama hissi biraz hayal kırıklığı yaşatıyor bence. Bunların tabii birçok derin nedenleri var, belki kolay değişebilecek etmenler değiller fakat değişmesini isterdim.

Sokak sanatçısı CİNS röportajı.

Nisan 17, 2021

·

Makale

Thiago Bianchini Röporajı

İllüstratör ve grafik tasarımcı Thiago Bianchini, çizim yapmaya 14 yaşında başlamış ve ardından yerel bir kaykay dükkânında kaykay tahtalarının üzerine çizim yaparak profesyonel iş hayatına atılmış. Kendisi o günden bugüne sanatını sürdürüyor. Çalışmalarının geneli vahşi yaşam üstüne, çok mu düşkünsün yoksa konu biraz teknik mi? Hayvanları her zaman sevmişimdir, bir de çocukluk hayalim biyolog olmaktı. Doğaya, hayvanlara ve bitkilere tutkuyla bağlıyım. Ayrıca hayvanları çizmeyi seviyorum çünkü hayvanlar muhteşem ve ilham verici yaratıklar. Çizim motivasyonunu nasıl tanımlarsın? Çizmek benim için bir yaşam tarzı, çizmeden bir gün geçirebileceğimi hayal edemiyorum. Seyahat ederken bile yanımda çizim defterimi ve birkaç kalem götürürüm. Ayrıca hedeflerimden biri, büyük şehirde yaşayan insanların farkındalık kazanmasını sağlamak ve onların gözlerini doğaya çevirmek. İlham verici olmak ve geriye kalan doğal yaşamı korumak için bir şeyler yapmak istiyorum. Kullandığın teknik çok detaylı çalışma gerektiriyor. Genelde bir işi bitirmek ortalama ne kadar zamanını alıyor? Noktalama tekniği kullanarak bir çalışmayı bitirmem genelde dört saatimi alıyor ama bu işe, boyuta ve illüstrasyonun konusuna göre değişiyor. Sanatçının çalışmalarını buradan inceleyebilirsin.

Thiago Bianchini Röporajı

Mayıs 1, 2021

·

Makale

Oyuncu Gökçe Çankaya Batıralp röportajı

Pandemi hepimizi zorlayan uzuunca bir sürece gebeydi ve biz bunun az ya da çok bilincindeydik. Bugün geldiğimiz nokta kimi zaman umutları tüketse de sanat hep var oldu ve devam edecek. Önemli olan sanatçının varlığı, özgürlüğü ve üretebilmesi... Bugünün konuğu tiyatro oyuncusu Gökçe Çankaya Batıralp. Kendisi bizimle geçirdiği pandemi süreci ve oyun deneyimlerini paylaşıyor. İlk olarak şunu sormak istiyorum, neden tiyatro? Anlatmak, dinlemek. Bu sorunun sonsuz cevabı ve yeri var hayatımda. En önemlisi insanlarla ve kendimle iletişim kurmak, hikayeler ve karakterler aracılığıyla eşit şekilde aynı yerde olabilmek. Oynarken en zorlandığın ya da değişik hislere kapıldığın oyun neydi? Bertolt Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera”sında hem bir hayat kadınını hem bir çete üyesini canlandırıyordum. Oyun içinde farklı karakterlere bürünmek ve müzikal olması beni çok zorlamıştı. Zorlandıkça daha iyi anladığım bir oyun olmuştu. Seni en çok etkileyen oyun metni hangisi, neden? “Savaş Alanı Gibi Bir Kadın (Bosna’daki Çatışmalarda Savaş Alanı Olarak Kullanılan Kadın Cinselliği)” Matéi Visniec yazdığı Zeynep Avcı’nın çevirdiği bir oyun metni. Balkan Savaş’ın da (o dönemlerde) iki kadından oluşan bir oyun. Bir Amerikalı psikiyatrist ve savaştan kaçan, yaşayan bir kadının hikayelerini okuyoruz. Kadının din, coğrafya, etnik, dil fark etmeksizin erkek egemenliği bir toplumda nasıl nefes almaya çalıştıklarını görüyoruz. Bir kadın olarak halen yaşadığımız çağda kadın değil insan olarak görülmeye, sesimizin duyulması gerektiğine inanıyorum ve yıllardır bu oyun hep aklımın bir köşesindedir. Beni derinden etkiler. Pandemi süreci sanatın her alanını etkiledi ve elbette tiyatro bunların en üst sıralarında, pandemi süreci senin için nasıl geçiyor? Maalesef benim için hiç keyifli geçmiyor. Birçok tiyatro için durum kötü. Benim de içinde yer aldığım Fiil Sanat örneğin, ne kadar üretmeye yaratmaya çalışsak da hem maddi hem de manevi olarak birçok şey yapmaya çalışıp yapamadık. Yetersiz kaldık. Son olarak umudun ve hedeflerin? Sanat alanında daha çok aktif olmak. Pandemi süreci bitince kendimi daha çok geliştirmek bol bol oyun izlemek, sergi gezmek istiyorum. Bu süreçte geliştirmeye çalışsam da yarım kalan oyunlaştırmaya çalıştığım hikayelerim var onları profesyonel bir şekilde yazmak istiyorum.

Oyuncu Gökçe Çankaya Batıralp röportajı

Mayıs 8, 2021

·

Makale

Masal anlatıcısı Judith Malika Liberman röportajı: Bölüm 1.

Bir masalcı ne anlatır bize? Judith Malika Liberman yetişkinlere masallarıyla bilinen, bize gerçekliği en eskilerin diliyle aktaran bir isim. Sadece sohbet ederken bile gerek tarzı gerek ses tonuyla alıp bu gerçeklikten masallar dünyasına götüren hikaye anlatıcısının dünyasına giriş yapıyoruz. Masal nasıl bir yol oldu senin için? Derler ya “Çocukken kazana düşmek” diye. Bir kazanın içine düştüm ben de çocukken. 70’lerde ailemin kurduğu bir komün vardı. Burada her tür halk sanatına ilgi duyuluyordu. O dönemde insanlar Avrupa’da moderniteden uzaklaşıp eski yaşam tarzlarına merak salmışlardı. Annem ve babam arkadaşlarıyla beraber bu halk sanatlarını kapsayan bir dernek kurdular. Bu süreçte annemlerin arkadaşlarından masalcılıkla ilgilenenler oldu. Ben de genç yaşta bu alanın içine atıldım. Dernek bünyesinde masalla ilgilenen insanlar vardı ve masal festivalleri düzenlenirdi. Dolayısıyla çocukluğumda sürekli masal dinleme fırsatı kazandım. İlk eğitimimi 14 yaşındayken aldım, 19 yaşındayken Paris’te konservatuvarda masal anlatıcılığı bölümünü okudum. Sonra da okullarda, kütüphanelerde, kitabevlerinde, huzur evlerinde masallar anlatmaya başladım. Bir süre Amerika’da çalıştım. Orada da büyük bir masalcılık hareketi var ama Türkiye’ye geldiğim zaman burada masalcılık alanında yeniden canlanma olmamıştı. Avrupa’da, Amerika’da 70’lerde başlayan yeniden canlanma hareketi Türkiye’de siyasi ve politik koşullar nedeniyle yaşanmamıştı. Gündem çok başkaydı. Aynı zamanda Türkiye’de o dönemlerde sözlü anlatımlar, halk sanatları kaybolmamıştı. Masal anlatıcılığı nedir peki? Ne bekliyor, ne arıyor, ne buluyoruz masallarda? Masalcı sadece masal ile ilgilenmez. Benim sanatım sözlü bir sanattır: Deyiş vardır içinde, deyin vardır, şiir vardır... Sözlü aktarılan her şeydir masal. O yüzden ben masalcılık demiyorum buna, anlatma sanatı demeyi tercih ediyorum. Çünkü yazı olmadan iki kişinin arasında kurulan bağdan bahsediyoruz burada. Mükemmel bir şey bu. Kalıcılığı ve keskinliği var ve sözlü bir şekilde aktarılan her şey duygusal olduğu ve belli bir kontekst ile beraber yapıldığı için fazla hatırlanır ve daha fazla duygusal bağ kurulmasına olanak sağlar. Herkesin hayatı bir hikayedir. Senin masalına değinelim, masal anlatıcısı masalını nasıl yaşıyor? Hayatı masal olarak var sayıyorsun ya hani, herkes masalı pozitif olarak düşünür ama masal pozitif bir şey değildir. Zor ve uzun yollardan geçersin masalda, kurdun midesinde kaybolursun... İşte benim masalım da öyle. Benim de kuyunun dibine düşüp kaybolduğum oldu, beni de kurtlar yuttu. Masal aslında simgesel yolculuktur. Birçok masalın amacı; senin en büyük korkularınla yüzleşmeni, onların üstünden geçip onlara rağmen yolculuğunu devam ettirmeni ve eve dönüş yolunu bulmanı sağlamaktır. İnsanlarda masal konusunda bir önyargı var. Masal gibi bir düğün, masal gibi bir yaşam... Hayır, masalların sadece sonu pozitiftir. Kurgu böyle olmalıdır zaten. Hayatında bir sürü kaosla karşılaşırsın ve arayışa çıkarsın, en büyük korkunla yüzleşip güçlenirsin. Bu deneyiminden bir kazanımın olur ve eve döndüğünde daha güçlü olursun. Dolayısıyla herkesin hayatı bunu takip eder, önemli olan farkındalık diyorsun? Evet, zaten hayatın bu döngüyü takip ettiğini fark etmiyorsan depresyona girersin. Hayatına baktığın zaman 2 farklı şekilde bakabilirsin biri kronolojik, olması gereken şeylerin listesi gibi, gün sıralaması, olay zamanlaması. Eğer birbirini takip eden olaylar dizisi olarak görüyorsan hayatı o zaman sebep kaybedersin, amaç kaybedersin, anlam kaybedersin. Hayatın tadı, lezzeti kalmaz. Dikkat edersen buna doğru bir hareket var insanlarda. İnsanlar artık daha fazla -yapılması gerekenler- listesi çıkarıyorlar. Aslında hayatına nefis ajandaları, proje takip etmek için excell tabloları koyduğun zaman kıskaca giriyorsun. Excell tablosu döngü değil, çizgidir. Tüm listeler çizgiseldir. İşte ana sorun o. Oysaki hayat çizgi değil, hayat döngüdür. Hayatı döngü olarak görmüyorsan koparsın. Birçoğumuz için kaybettiğimiz ilk döngü: Mevsimdir. Mesela 1 seneyi sadece birbirini takip eden 12 ay olarak görüyorsan bir döngüden kopuyorsun. Halbuki her yeni mevsimi kutlamak, hayatının ritmini ona göre ayarlamak önemli. Gün içinde bile bir döngü vardır. Bir amacın var mı? Neredesin? Bunları fark etmek önemli. Biz hepimiz birer kahramanız. Hepimizin yolculuğu bu şekilde. Judith ile sohbet çok uzundu, bu röportajın devamı da önümüzdeki haftanın bültenine yerleşti. Masal anlatıcısıyla masalın derinlerine inmeye haftaya devam edeceğiz.

Masal anlatıcısı Judith Malika Liberman röportajı: Bölüm 1.

Mayıs 15, 2021

·

Makale

Masal anlatıcısı Judith Malika Liberman röportajı: Bölüm 2.

Bize biraz masalcılığın püf noktalarından bahseder misin? Masalcılığın püf noktası: Görürsen görürler, hissedersen hissederler! Çocukluğunuzu düşünün. Masal anlatan dedeleri düşünün, bazıları dişsizdir ne söyledikleri anlaşılmaz ama herkes o masal anlatırken ağzının içine düşer. Bizim yaptığımız şey güzel konuşma sanatından çok uzak, doğallığa çok yakın. Ne kadar hissedersen o kadar iyi görürler. O yüzden yaşlı nineler, dedeler unutulmaz masal anlatıcısıdır. Çünkü onların gizli ajandaları yok, sınırlamaları ve yapaylıkları yok. Tamamen o bağ ve doğallık içinde masallarını anlatıyorlar. Geçen hafta biraz değinmiştin bu konuya ama ben biraz açmanı isteyeceğim. Masallar hep mutlu mu sonlanır? Geleneksel masalların çoğu mutlu biter. Daha önce döngüden bahsettik ya geleneksel masallar aslında seni korkunla yüzleşmeye götüren masallardır. Bir insanı korkularına götürüyorsan karşılaştırdığın korkuyla yüzleştirip üstesinden gelmesini sağlarsın. Bu çok önemli bir şeydir. Bir çocuğu korkularıyla yüzleştirdikten sonra başarıyla çıktığını da anlatmanız gerekir. O yüzden ben bazı masalları anlatmam. Mesela Andersen masallarını çok fazla anlatmayı tercih etmem çünkü Andersen masallarının birçoğu kötü bitiyor ama mutlu son ile biten masallar umut verir. Başarılı olabileceğini, düştüğünde ayağa kalkıp yoluna devam edebileceğini anlatır. Bir tür geleneksel masal var yalnızca iyi bitmeyen o da uyarı masallarıdır. Onlar eğitmek amacıyla kullanır -Bunu yapmazsan bu olur- gibi... Ben onları anlatmayı tercih etmiyorum. Senden masal dinledikten sonra “ben de masalcı olmak istiyorum” diyenler oluyor mu? Tabii oluyor. İlk 7 sene içinde 500’den fazla öğrencim olmuştu, sonrasında bu sayı artarak devam etti. Çoğu insan ya gösteriden sonra ya da radyo programımı dinledikten sonra “ben masalcılık öğrenmek istiyorum” diye geliyor. O yüzden çok şanslıyım. Ektiğim tohumların sonuçlarını görüyorum. Bu işi profesyonel olarak yapan öğrencilerim de var. Ancak bu sadece başlangıç, bir masalcı yetiştirmek yıllar alır. Bin bir masal, bin bir masalcı... Benim için masalcı yetiştirmenin en zor tarafı örnek alma konusu. Her masalcı kendisi olmalı, öğrencilerime söylediğim en önemli cümle ‘Bir masalcıyı örnek almayın, kendiniz olun.’ Çünkü sanatçı olmak özgün sesi bulmaktır, otantik olmaktır. Mesela Avrupa’da rockçı masalcı da var, bahçıvan kıyafeti giyerek bir bahçede masal anlatan insanlar da var. Yani masalcılık her tür ortamda yapılabilir bunu bilerek de özgün masal gösterisi yapabilirsiniz. Öğrencilerimi buna alıştırmaya çalışıyorum. Bu konuda önemli olan insanın kendini geliştirmesi. Mesela eğitim de şart değil masalcılıkta. Masalcılıkta olmazsa olmaz olan şey ‘anlatmak.’ Dolayısıyla anlatabilmek için çok okumak ve özgün olmak çok önemlidir. Bu dünyanın masalı nasıl sonlanacak sence? Bazı insanlar bana diyorlar ki ‘Ooo Judith bugünlerde masalları sen anlatmıyorsun, büyüklerimiz anlatıyor bize.’ Evet, kötü bir anlatıcı var galiba son dönemlerde dünyada. Reklam dünyasının bize verdikleri de masal aslında ama ortada karamsar bir masalcı var diye biz de barış, umut, birlik ve mutluluk anlatan masallardan vazgeçmemeliyiz. Tam tersine ona paralel giderek, tüketimin o kadar önemli olmadığını gösteren masallar anlatmalıyız. Ama masalların en önemli rolü bir araya gelmektir. Biz birbirimizden kopuyorsak, insanlarla komşularımızla iletişim kurmuyorsak kötüye gideceğiz. Ara ara bir araya gelmek, birbirimize bakmak ekran olmadan sohbet edebilmek, aynı hayalleri paylaşmak önemli. Bu bizi belki karanlıktan tek başına çıkarabilecek bir şey değil ama bu karanlık zamanlarda da hayatın sürmesini belki de her şeyin daha iyi gitmesini sağlayacaktır eminim.

Masal anlatıcısı Judith Malika Liberman röportajı: Bölüm 2.

Mayıs 22, 2021

·

Makale

Fotoraf sanatçısı Sophie Gamand röportajı

Sophie Gamand ABD’de yaşayan bir fotoğraf sanatçısı. Kendisi yaptığı projelerle barınaktaki köpekler için farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Ve harika işler üretiyor... Barınaklardaki köpeklerin fotoğraflarını çekmeye nasıl başladın? Bize biraz onların hikâyesinden bahseder misin? 2010’dan beri hayvan kurtarma için gönüllü fotoğrafçılık yapıyorum. O zaman insan-köpek ilişkisini incelemek için köpeklerin fotoğraflarını çekmek bende bir takıntı haline geldi. Barınaklarda ne kadar çok köpek olduğunu fark edince, yeteneklerimi kullanarak onlar için bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. O zamandan beri barınakta yaşayan binlerce köpeğin fotoğrafını çektim. Porto Riko’da köpeklerin kurtarılmasına yardımcı oldum. Her şeyi gördüm. ABD’de asıl dikkatimi çeken ise her sene terk edilen köpeklerin sayısının çok fazla olması. Fransa’da, yani geldiğim yerde, kesinlikle bu sayılarla karşılaşmazsınız. Burada insanlar devamını düşünmeden yavru köpekleri alıyor ve sonrasında fikir değiştiriyorlar. ABD’de her sene 1,2 milyon köpek uyutuluyor. Barınaklar hayatlarında daha çok şey hak eden köpeklerle dolu. Flower Power koleksiyonu ile ne anlatmak istiyorsun? Flower Power pitbul köpeklerine adanmış bir seri. Barınaklardaki pitbulları çiçek taçlar giyerken fotoğrafladım. Buradaki fikir tartışılan köpeklere olan yaklaşıma meydan okumak. Amerika’da her sene neredeyse 1 milyon pitbul uyutuluyor. Dünyada önyargıya kurban ediliyorlar, çünkü insanlar onlardan korkuyor, bu da onları suistimal etmek için bir kapı açıyor. Seri bir sanat projesi, ben de bu projeyle pitbulları farklı göstererek sanatın kaderlerini değiştirip değiştiremeyeceğini görmek istiyorum. Buradaki her köpek barınaklardan ve evlat edinilmeyi bekliyorlar. Yüzlerce pitbulu çiçek taç takarken fotoğrafladım. Bu işin zorlukları var mı? Hiçbir zorluğu yok! Belki de şu: Yardımıma ihtiyacı olan çok köpek olması ve benim hepsine ayıracak yeterli zamanım olmaması! İlk kitabın Wet Dog’dan bahseder misin? Wet Dog benim kariyerimi oluşturan seri. Banyo zamanı çok mutsuz gözüken köpek portrelerinin koleksiyonu. Tekrar etmek gerekirse bu, köpeklerle olan özel ilişkimizin bir nevi kutlaması. Banyodan nefret ediyorlar, fakat yine de istediğimizi yapmamıza izin veriyorlar. Yüzlerindeki ifadeler paha biçilmez ve insan duyguları gibi gözüküyor. Bizimle bu kadar uzun zamandır yaşadıkları için mi böyle? Şu anda bizi mi taklit ediyorlar? Wet Dog birkaç sene önce viral oldu ve ben de bu seri nedeniyle ödüller kazandım (Ödüllerin içinde en prestijli fotoğraf ödülü ve Sony World Photography Award / Sony Dünya Fotoğraf Ödülü de var) ve sonrasında bir kitap haline getirdim. Bu seri benim hayatımı değiştirdi çünkü aniden insanların yaptığım işlerden haberi olmuştu. Bu medya ve sosyal medyada daha çok sesimin duyulmasını sağladı, böylece daha fazla köpeği evlatlık verebildim. Şu anda Instagram hesabım oldukça popüler ve birçok köpeği potansiyel ailelerle buluşturarak evlatlık veriyorum. Bu projenin ötesinde evinde beslediğin bir hayvan var mı? Herhangi bir hayvanım yok, fakat barınaklardakilere bakıyorum. Bu da kendi ailelerini bekleyen köpeklerin onu bulana kadar benim evimde kalması demek oluyor. Şu ana kadar çok heyecan verici bir tecrübe. Onlarla ilgilenebilmek büyük bir hediye. Hem barınakta daha fazla yer sağlıyor, hem de köpeklerin bir aile bulana kadar ev hayatına alışması ve bu hayata hazırlanmasını sağlıyor! Sophie’nin çalışmalarına buradan erişebilirsin.

Fotoraf sanatçısı Sophie Gamand röportajı

Mayıs 29, 2021

·

Makale

Tasarımcı Ahmet Akkurt Röportajı

Bu sayının konuğu Page’in kapak tasarımlarından da aşina olduğunuz tasarımcı Ahmet Akkurt. Kendisi bir süre kurumsal şirketlerde çalıştıktan sonra ajansını kurdu. Şu an dijital ve basılı üretimler yapmakla meşgul. Tasarım senin için ne ifade ediyor? İki farklı açıdan cevaplanması gereken bir soru bence bu. Öncelikle hayatta kalmak için; bu taraf bence tamamen çözüm üretmek üstüne kurulu bir işleyiş süreci. Burada karşı taraf size problemlerini anlatıyor, siz de bu duruma çözüm üretiyorsunuz. Bunu yaparken yaptığınız işi severek yapmak ve doğru çözümleri üretmek elbette çok keyifli. İkinci durumu ise severek yaptığımız ve herhangi bir ihtiyaç doğrultusunda yapmadığımız tasarım hali olarak düşünebiliriz. Elbette burada bir müşteri ilişkisi durumu ya da gelir beklentisi olmadığı için en keyifli yanı bu tasarımın. Her iki durumu barındıran işlerimiz de oluyor elbette, ancak kuzey ışıkları kadar nadir :) Bunun dışında tasarım özetle bir anlatıcılık biçimi bana göre. Ajans tarafından baktığımızda üretim aşamasında ne gibi zorluklar yaşıyorsun? Bu taraftaki en büyük zorluk aslında bunu bir iş olarak yapıyor olmak. Bir ürünü pazarlayıp onun için para istiyor olmak zaten oldukça zor bir durum. Genelde de en zorlayıcı kısımlar elbette termin süreleri oluyor. Kaliteli herhangi bir içeriğin üretimi 1 haftanı alacakken genelde 2 gün içinde senden teslim etmen isteniyor. Bu durum bazı işler için çok zorlayıcı olabiliyor. O yüzden tüm ajanslarda gecelere kadar mesailer sürüyor zaten. İşinin sosyal hayatınla olan bağından biraz bahseder misin? Aslında kısa bir cevap verebilirim bu soruya, tüm çevrem ve sosyal hayatım işime ve bana ciddi anlamda ilham veriyor. Bugünün tasarım pratikleri hakkında ne düşünüyorsun? Tamamen dijitalleştiğimiz bir dünyada çözümler de buna göre gelişiyor elbette. Teknolojinin getirdiği inanılmaz yenilikler var alanımızda. Kağıt kalem kullanmanın ‘old school’ sayıldığı bir dönemdeyiz sonuçta. Buna ne kadar katılmasam da uyum sağlayabilmek de hoşuma gidiyor. Her dönem kendi pratiklerini yaratıyor aslında buna uyum sağlamak bir parçası olmaya çalışmak keyifli geliyor bana. Bunun dışında elbette yaptığımız işe biçilen değer ve algıyı bazen olumsuz etkileyebiliyor bu durum. ‘2 dakikalık iş’ gibi yaklaşımları gün geçtikçe daha fazla görüyoruz. Sosyal hayatında yemek yapmayı ve oyun oynamayı çok sevdiğini biliyorum. İlgin olan bu konular üzerinden de yola çıkacak olursak tasarımın yaşamla bağı nedir, nasıldır sence? Her ikisini de gerçekten seviyorum ve tasarımla çok yakın olduklarına inanıyorum. Her üç eylemde de temel ortak nokta doğru stratejiyi geliştirip sonuca ulaşmak aslında. Oyun özelinde baktığımızda, tamamen dijital ortamlarda bana çekici gelen renkleri, hikayeleri barındıran içeriklerle vakit geçiriyorum. Tıpkı tasarım gibi. Bu defa yaratan tarafta değil tüketen tarafta oluyorum yalnızca. Yemek kısmındaysa aslında tasarımla aynı paydada bir gaye var, doğru tadı yakalamak, renk dengesini sağlamak ve sunduğum insanların o içeriği tüketirken mutlu olması. Yollar farklı ancak sonuç aynı oluyor genelde benim için. En beğendiğin tasarım? En beğendiğin yemek? En beğendiğin oyun? En beğendiğim tasarımdan ziyade 2.Dünya savaşı sırasındaki tüm poster tasarımlarını çok beğeniyorum. En beğendiğim yemek: Beef Wellington. En beğendiğim oyun: Red Alert 3

Tasarımcı Ahmet Akkurt Röportajı

Haziran 5, 2021

·

Makale