Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →Temsil edilmeye #HakkımVar!
#HakkımVar kampanyasında temsil hakkının irdelendiği alanlar.
14 Hikâye
SÖMÜRÜSÜZ ÇİZGİLER
Neresidir olay yeri ? Aslı Alpar 'ın Çankaya Belediyesi'nin 5 Sanatçı, 5 Sergi: Buluşmalar projesi kapsamında Ankara Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde açılan sergisinin odaklandığı soru bu. Olay yeri "son yirmi yılda birlikte eğlendiğimiz, yürüdüğümüz, dövüldüğümüz, gözaltına alındığımız, öldürüldüğümüz sokaklar," değil mi? "Evler, arabalar, uçaklar, inşaatlar, fabrikalar, meydanlar, parklar, bankalar. Dokunduğumuz, iz bıraktığımız her yer." Aslı'nın Olay Yeri ’nde ifade ve temsil #HakkıVar . O, "deliller karartılır korkusuyla olay yerini korumaya çalışan bizler" için bir temsil alanı oluşturuyor — sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz çizgiler iyle olay yerinde buluşuyoruz. Röportaj: Alara Demirel Olay Yeri’nde Lubunca kullandığın işlerin var. Sansürün devlet yoluyla normalleştirildiği bu zamanda Çankaya Belediyesi’nde gerçekleşen sergide bu işlerin seçilme süreci nasıl ilerledi? Bu sergiden “Ak Parti’nin 19 yılının bendeki karşılığı,” diyerek bahsedebiliriz. Seçilen işler, 19 yıllık bir sürecin sonucu; hâliyle birkaçı da 19 yıldır LGBTİ+ haklarının ihlal edilmesine dair yaptıklarım. 2017’de KaosGL’de Çizgili Gullüm isimli bir çizgi köşesine başlamıştık — burada gündemden olayları madileyerek veriyorduk. Lubunca işler bu dönem ortaya çıktı. Ben tam bir Ak Parti dönemi çizeri yim — üniversitede başladım ve onlarla birlikte başladığım için elimde 19 yıllık bir külliyat olduğunu söyleyebilirim. İşleri seçmek çok zor oldu ama açık biseksüel bir kadın olarak mutlaka kuir çalışmalarımın bulunması gerektiği kararına vardık. Çankaya Belediyesi’nde hiçbir sansürle karşılaşmadım — eşim Salih Salman ve karikatürist Emre Yılmaz küratörlüğünde önerdiğimiz işleri sergilediler. Gökkuşaklı, bütün “ibnelik” işlerim orada. Olay Yeri seçkisi Fotoğraf: Bartu Kafa Olay Yeri’nin gerçekleştiği mekân bağlamında seni daha fazla seyirciyle buluşturduğunu hissettin mi? Natrans heteroseksüel bir bakışla karşılaştın mı? Çankaya Belediyesi sergi için geniş bir alan açmış oldu ve kamusal bir yerde sergilemek çok keyifliydi. Sergi başlamadan bir kısım izleyici için “Muhtemelen kuir bir meseleyle ilk defa burada karşılaşacak,” diye düşünüyordum. Bu meğer bir önyargıymış. Sergi açılışında 65-70 yaşlarında insanlar ya direkt benim sergim için gelmişti ya da benimle veganlık ve LGBTİ+ hakları üzerine konuştu; diğer sergilere gelip işlerimle tanıştıktan sonra konuştuğum insanlarda da bu meselelerin normalleşmiş olduğunu fark ettim. Saldırı veya açık hedef gösterme durumundan çekiniyordum. Hiç böyle bir durum yaşanmadı. Ziyaretçiler inanılmaz çeşitli bir topluluktan oluşuyordu — çeşitli cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve yaş aralığına sahip insanlar sergiyi hiç yalnız bırakmadılar. Böyle bir etki beklemiyordum, yaptığım iş çok toplumsallaşmış . Benim için mükemmel bir sergi deneyimiydi. İlk defa kamusal bir yerde kendi kimliğimle işlerimi sergilemiş oldum — kimliğinle ilgili bir şey görmenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Ben de çizimleri yaparken hem kendimi hem bakanları güçlendirmeyi amaçlıyorum . Aslı, Olay Yeri sergisinde Fotoğraf: Alara Demirel Bakışını nasıl tanımlıyorsun? “Kadın bakışı” terimi hakkında ne düşünüyorsun? Bu konu çok büyük dert! Politik anlamda kendimi “kadın” olarak tanımlıyorum — ikili cinsiyet sistemine inanmıyorum: toplumsal cinsiyet eşitsizliği rejiminin ortasında bu ifadelerin eşitsizliği körüklediğini düşünüyorum . “Kadın” derken tam olarak kimden bahsediyoruz? Sadece kromozomlar mı belirleyici oluyor? Hangi toplumsal cinsiyet rolleriyle kendi cinsiyetimizi ifade ediyoruz? Ben de ne kadar bir kadınım ve dolayısıyla durduğum yer ne kadar bir “kadın bakışı” oluyor bilemiyorum. Cinsiyetin kendisinin oldukça öngörülemez olduğunu düşünüyorum. Elbette natrans olmak gibi ayrıcalıklarım olsa da toplumda kadın olarak atandığım için bu cinsiyetin bütün eşitsizliklerine maruz bırakılıyorum . “Cinsiyetlendirilmiş bakış” var, evet — mesela iktidarın natrans heteroseksüel erkek bakışı mevcut. Yani bir kadın bakışının olup olmadığı meselesinin “çok muğlak” olduğunu ifade edebilirim; bu bağlamda durumları ele aldığım ifade biçiminin eşitsizliğe dair neleri öne çıkarttığına ilgili olan bir bakış olduğunu söyleyebilirim. Bakış, eşitsizliği nereden gördüğünle ilgili olabilir. Belki de buna “sömürüsüz bakış” denebilir. Üstün, 2021 İllüstrasyon: Aslı Alpar Temsil ihtiyacımız var ve bu alanı açıyor olman çok kıymetli. Peki Türkiye’de kuir kadınlık deneyimine sahip bir çizer olarak hak ihlallerini üretim alanına sokarken zorlanıyor musun? "Bugün de bununla ilgilenmeyeyim," diyemediğin bir gündemde kendini nasıl koruyorsun? Sokakta yürürken öldürülen kadınlar; yine sokakta sadece durduğu için para cezası kesilen translar; çalışırken yeterli iş güvenliği alınmadığı için ölen işçiler; okulda üzerine lavabo düşüp ölen çocuklar; trene bindiğinde devletin önlemleri olmadığı için hayatını kaybeden vatandaşlar; barış eylemine gidip paramparça olan arkadaşlarımız — böyle bir ortamda zaten kendimizi koruma imkânımız olduğunu düşünmüyorum. Bir bataklığın içindeyiz. Yine de öz-bakım ve sınır çizmek gibi adımlarla belli önlemler alabilme imkânımız olabilir . Toplum olarak sınır koymayı bilmiyoruz. Bu, bize ailede de öğretilmiyor. Ben de 30 yaşımdan sonra bazı şeylere sınır koymayı öğrendim; hâlâ da üzerine çalışıyorum. Kadın beyanına sahip sanatçılar, daha çok “erkeklerin alanı”nda üretim yapan insanlar olarak sıkça “Olduğum yeri hak etmiyorum,” düşüncelerine kapılabiliyoruz. Bu duygudan uzaklaşmaya çalışmak da bunların bir parçası olabilir. Sanıyorum en önemlisi, bütün bu duyguları yaşarken yalnız olmadığımızı bilmek — bana en çok bu güç veriyor. İzleyiciden besleniyorum; toplumsal hareketlerden güç alan bir çizerim . Bu dayanışma ve ortak mücadeleyle kendimi korumaya çalışıyorum.

Ocak 11, 2022
·
Makale
BEDEN VE ENDÜSTRİ
Bir ANGST ekibi toplantısında # HakkımVar kampanyasını şekillendiriyoruz — fikirler evriliyor, çevriliyor; Elif , bir seyahatinden aldığı ilham üzerine kafa yorarken “ Benim renkli giyinmeye hakkım var! ” dediği gibi durup düşünmeye başlıyoruz. Fark ediyoruz: gündelik hayatımızın bir parçası hâline gelen hak ihlalleri yüzünden unuttuğumuz ne çok detaya hakkımız var meğer. Giyinme hakkı, temiz giysi lere ulaşmaktan başlıyor; istediğini istediğin yerde giyebilmeye, giysileri tarzını yansıtmak için bir araç olarak kullanmaya kadar varıyor. Tecavüz kültürü, iyi hâl indirimleri ve "O sırada ne giyiyormuş?" aklı günümüz Türkiye'sinin gerçekleriyken giysiler çıplak bedenimizi kapatmaktan elbette daha fazlasını ifade ediyor. Peki o zaman giysiler ne anlatıyor? Bu meseleyi irdelemek için Giysiler Ne Anlatır? kitabının yazarı ve editör Seda Yılmaz ’a ulaşıyorum. Kısa bir süre sonra yine Zoom üzerinden bir araya geliyoruz. İmkân olsa sonu gelmeyecek sorularım zaman kısıtımız nedeniyle bitince ekliyor: “Biz kendimizi ne kadar ifade edebiliyoruz ki bu ülkede? Ne kadar özgür hissedebiliyoruz?” Bununla birlikte düşünme maceramız başlıyor. Seda Yılmaz Seda, Türkiye’de genç bir kadın olarak giyinme eylemini irdelemeye en başından başlıyor: “Giysiler bedenimizle çok alakalı; ilk amacı onu örtmek. Özellikle bir kız olarak dünyaya geldiğinde toplum sana o bedenden utanmayı ve bir yerlerini kapatman gerektiği öğretiyor. Hâliyle bedeninle barışıp kendini ifade etmeye geçmek bir mücadele biçimi ve bir yol almak anlamına geliyor. Ne kadar rahat yetiştirilmiş olursak olalım her birimiz belirli normların içine sıkıştırılmış oluyoruz.” “ Normal ol!”: Skinny kotların popüler olduğu ve sıfır bedenin daha fazla temsile sahip olduğu bir dönemin tahakkümü altında bedenimi kapatmaya çalışarak geçirdiğim sabahları anımsayınca katılmadan edemiyorum. Seda, konuya oldukça güncel bir sahneyi hatırlatarak devam ediyor: “Kulüp dizisinde Selim, şatafatlı bir giysi getiriyor ve kulübün sahibi ona ‘Normal ol,’ diyor. Türkiye'de kendini ‘farklı’ bir şekilde ifade etmek isteyen — kimlik, dış görünüş, cinsel yönelim olur — herhangi birinin kafasına vurulan bir şey bu. Kuşaktan kuşağa kırıldığı noktalar oldu ama kendini giydiklerinle bambaşka bir şekilde ifade etmek istediğinde insanlar dönüp tuhaf tuhaf bakabiliyorlar.” Bahsedilen normallik seti, özellikle kadınlara karşı bir tahakküm alanı yaratıyor. “Kadınlar ve LGBTİ+'lar bunu bedenlerinde de hissediyorlar,” diyor Seda. “Sokakta laf atan biri oluyor; yazın şort giyen kadınlara ‘Beni günaha sokuyorsun!’ diyerek şiddet uygulamaya kalkan erkekler oluyor. Bu oldukça evrensel bir mesele — mesela ABD ve İngiltere’deki bazı okullarda kız öğrencilerin tayt veya skinny pantolon giymeleri yasaklanıyor. Bu yasağa gerekçe olarak erkeklerin dikkatlerinin dağılması gösteriliyor! Bütün tepkiler, toplumun kadınları yalnızca bir bedenden ibaret gördüğü anlamına geliyor aslında.” Kendini giydiklerinle ifade etmek Beden algısı ve maruz kaldığımız güzellik standartlarını hesaba katınca büyürken elbise giymekten hoşlanmayışım, daha sonraları keyif almaya başlayışım düşüyor aklıma. O keyif normatif düzene ayak uydurmanın getirdiği ayrıcalıktan mıydı acaba? “Kendini giydiğinle ifade etmek işin içine girince ne kadarının seçim ne kadarının popüler kültürde maruz kaldığımız şeyler olduğu oldukça tartışmaya açık,” yanıtını alıyorum. Konu böylece stili bir kendini ifade etme yolu olarak ele almaya geliyor. Bunu sınıfsal bağlamda ele aldığımızda “Bu mesele çok katmanlı ama alt sınıf modaya erişemiyor diye bir şey yok, moda yalnızca parası olanların tekelinde değil,” diyerek bu boyutu ayrıcalık üzerinden ele almayacağını ifade ediyor Seda. “İnsanlar, giysileri dâhil oldukları sınıfı yansıtmak adına bir araç olarak kullanmış ve elbette moda da tarihsel anlamda insanları giydikleri dolayısıyla ayrıştırması üzerinden varolmuş. Yalnız sonrasında moda demokratikleşiyor ve farklı on yıllık dönemlerde stil dediğimizi yaratan ve ağırlıklı olarak alt sınıftan gelen hippie’leri, punk’ları, grunge’ı takip edenleri hatırlamak ve altkültürlerin nereden çıktığını unutmamak gerekiyor.” Eşitsizlik sistemi: Günümüz Türkiye’sinin ekonomik koşulları ve pandemiyle birlikte iyice derinleşen eşitsizlikleri, Filiz Gazi’nin İstanbul’daki tekstil atölyelerinde çalışan kadınları konu aldığı haberini aklına getiriyor: “Güvencesiz şartlarda çalışan, bir sendikası dahi olmayan tekstil işçisi kadınlar ucuz emek gücü olarak görülüyorlar. Sınıfsal bağlam dendiğinde bu sisteme bakmak gerekiyor. Moda endüstrisinin neden bu kadar adaletsiz olduğunu, bununla ilgili neler yapılabileceğini düşünmemiz gerekiyor. Aynı zamanda Türk lirası değer kaybettikçe gerçekleşen zamlar ‘en ulaşılabilir markalar’ kategorisindeki markaların genç kadınların ulaşamayacağı hâle gelmesini de körüklüyor.” Emeğin değersizleştirilmesi: Ağırlıklı olarak kadın emeğine dayalı sektör, aynı zamanda uzun yıllar staja mahkûm bırakarak emeği değersizleştiriyor. “Emeğin karşılığı zaman zaman parayla değil de bir giysi veya ürünle veriliyor. ‘Işıltısına kapılıp gittiğin’ kanıksandığı için de yıllarca az paraya ve stajyer statüsünde çalıştırılmak normalleştiriliyor. Sektörde pek çok kadının emeğini değersizleştiren bir çıkmaz var.” Sorularım böylece ve şimdilik son buluyor. Zoom ekranını kapatırken emin oluyorum: Sömürüsüz giysiler üretebilmeye; sömürüsüz şekilde giysilere ulaşabilmeye; onlarla istediğimiz şekilde ve herhangi bir iktidar alanına maruz kalmadan kendimizi ifade etmeye hakkımız var.

Ocak 18, 2022
·
Makale
BİR İFADE ARACI OLARAK STİL
Giysileri bir ifade aracı ve sanatının bir parçası hâline getiren non-binary ressam ve kreatif direktör Altın Tatlı 'yla tanış. Söyleşi: Alara Demirel Türkiye'de kadın atanan bir bedenle yaşamak göz önüne alınınca giysilerin senin için nasıl bir ifade alanı oluşturuyor? Bundan "tarzın" diye bahsedecek olursak onu nasıl betimlerdin? Öncelikle kadınlık atfedilmesiyle alakalı bir problem yaşamamakla birlikte kendimi non-binary yani “cinsiyetsiz” olarak tanımlıyorum — çocukluğumdan beri hissettiğim bir durum bu. Küçükken maddi imkânsızlıklardan ötürü 3 kardeş aynı giysileri sırayla paylaşıyorduk; annem, bu nedenle unisex giysiler alıyordu, ben de buna çok seviniyordum. Ekonomik durumumuz düzelmeye başlayınca annem bana korkunç elbiseler giydirmeye başladı. Kendimi aşırı rahatsız hissediyor, emo bir çocuk olarak siyah tişörtler içinde kaybolmak istiyordum. İnsanlardan sürekli “Kız mısın erkek misin?” sorusunu duyuyordum. Önceden rahatsız olmakla birlikte şimdi bu durumu benimsiyorum — insanların kafasını iyi yönde karıştırmak hoşuma gidiyor. Bu süreç büyüdükten sonra farklı bir yön aldı; artık kendimi tanıdığım için giysiler benim için bir ifade aracı ve sanatımın bir parçası hâline geldi. Tarzım değişken çünkü içinde bulunduğumuz evren gibi ben de değişkenim ve gelişiyorum. Giysileri çıplak bedenlerimizi örtmek için kullanıyoruz ama aslında giydiklerimizde bizi daha çıplak hâle getirdiklerini düşünüyorum — olduğumuz kişiyi ve ilgi alanlarımızı yansıtabiliyorlar. Fotoğraf: Mohamad Abdouni Kendini giysilerin üzerinden ifade ederken toplumsal yaşamın etkilerini nasıl deneyimliyorsun? Anlatacak komik hikâyelerim var ama elbette hepsini bir sorunun cevabına sığdıramıyorum. Ressam olduğum için iyi makyaj yapıyorum ve zaman zaman kendime teatral şeyler yapıyorum — bu şekilde sokağa çıkmayı seviyorum. İnsanların beni şeytan veya cin sandığını işittiğim oldu, yeri geldi mi âşık oluyorlar. Bazen babamın takım elbiselerini araklıyorum. Topuklu ayakkabı giymeyi de çok seviyorum. Giysinin cinsiyeti olmamalı diye düşünüyorum. Mesela elbise giymeyi çok seven heteroseksüel natrans erkek olduğunu bildiğim arkadaşlarım var — onların bunu toplumsal hayata taşıyacak özgürlüğe sahip olamaması da beni üzüyor. Altın Tatlı Profesyonel hayatında giysiler ve kendini ifade etme hakkı işlerine nasıl yansıyor? İktidar alanlarını nasıl yıkıyorsun? Birebir bağlantılılar. Eserlerim de hep karakterler ve hikâyeleri üzerinden yürüyor. Giysilerle aslında bir illüzyon yarattığımıza inanıyorum — onlar topluma uyum sağlamamız için bir araç işlevi görüyorlar. Hiçbir topluluğa uymayacak şeyler giymeyi seviyorum ve toplumdaki normları yıkmak istiyorum. İçimde Altın Tatlı'yım ama bedenimi kanvas gibi kullandığımda giydiklerimle, hareketlerimle yarattığım evrendeki bir karaktere dönüşüyorum.

Ocak 18, 2022
·
Makale
TABU YIKAN TEMSİLLER
Regl: bir kabul ve özkutlama nişanı Öykü Sofuoğlu Ağaçlar arasında yan yana dizilmiş bir grup beyaz kadın ve kasık üçgenlerinden yere düşerek etrafı kana bulayan yumurtalar — Barbara Hammer ’ın 1974 tarihli filmi Menses , sanatçının beden ve cinsellik temsillerine dair tabuları yıkmaya yönelik ilk dönem çalışmalarının en çarpıcı örneklerinden biri. Sanatçının akla biyolojik indirgemeci ve özcü bir feminizmi getiren bu imgelemi, aslında sözde kadın doğasıyla ilişkilendirildiği için günahkârlık ve kirlilikle yaftalanan menstrüel döngü üzerine hicivci bir bakış açısı sunuyor. Tarih boyunca regl oldukları zamanlarda dokunuşlarının çiçekleri soldurduğu, sütü ekşittiği düşünülen insanların kendi bedenleriyle kurdukları ilişkileri performatif biçimde ortaya koyan Hammer, oyunbaz ritüellerin yanında tüketim toplumunda regl olmaya yönelik riyakâr tutumunun da altını çiziyor. Menses (1974) İster regl olduktan sonra vücudunu hırsla temizlemeye çalışan bir kadın ister büzüşmüş kanlı bir peçete şeklinde çamura yuvarlanan bir başka kadın, bu temsiller reglin tarih boyunca saklanması gereken ve saflığı bozan bir kadın acziyeti olarak görüldüğünü vurgular nitelikte. Ellerinde ve ağızlarında “hijyenik kadın ürünleriyle” süpermarketten beceriksizce dışarı çıkmaya çalışan bireyler de doğallık vurgusunun öteki yüzü aslında. Pedlerin ve tamponların market raflarından siyah poşetlere utanç yolculuğunu akla getiren bu kesitler, hak olarak kabul görmesi gereken ulaşılabilirliğin özneler için bile nasıl bir lütuf olarak algılandığını da hatırlatıyor. Hammer’ın fonetik tekrarlarla döngüselliği daha da vurgulayan dış sesi, ilk regl deneyimini, bu süreci yaşarken kendisi dâhil birçok kişinin ne kadar yalnız olabileceğini aktarıyor bizlere. Hammer’ın bugün bile etkilerini yoğun biçimde hissettiğimiz regl utancına ve yalnızlığına karşı alternatifi, ortak deneyimlerde yankı buluyor. Sanatçının objektifinde kan kırmızısı filtreyle yıkanmış bedenler bir aradayken, utancın nesnesi olarak görülen regl, bir kutlama ve özkabul nişanına dönüşüyor. Tabular ve isyanlar: özgürce regl olabilmek Janset Atacan Rayka Zehtabchi 'nin yönetmen koltuğunda oturduğu 2018 yapımı Period. End of Sentence. , Hindistan'ın Hapur bölgesine uzanan aktivist bir yolculuğun hikâyesini anlatıyor. Aktivizm, ülkenin hatırı sayılır kelimelerinden biri — pek duyulmayan ve kulak arkasında kalan. Regl ve ped de benzer şekilde toplumun tabularından sayılıyor. Düşük maliyetli bir ped makinesinde kendileri ve bölgedeki diğer kişiler için ped üretmeye başlayan bir grup kadının yolculuğunu ele alan belgeselde cevaplaması oldukça güç sorular var: Ped üretmek de ne demek? Peki ped ne? Sahi, regl olmanın anlamını biliyor musunuz? Eteğimde bir şey var mı? Period. End of Sentence. (2018) Belgeselde makinede yaptıkları pedi satmaya çalışan kadınların kapı kapı dolaşıp ürünü tanıtmalarına da şahit oluyoruz. “ Hayatı boyunca hiç satış yapmamış bir insanın bir ürünü pazarlaması ne kadar zor!” derken daha önce regl kelimesini hiç kullanmamış bir insanın reglle ilişkili bir “ürün”ü, kelimenin tabu olduğu bir yerde satmasının daha da zor olduğunu fark ediyorum. Neyse ki: Kadınlar hijyenik ürünlere ulaşma haklarının erkek egemen bir sistemde kaybolup gitmesine izin vermiyorlar. “Kadınlar olmadan dünya dönmeye devam edemez,” diyor biri. Kendi yarattıkları Fly isimli marka, bölgedeki diğer kadınlara da ulaşıyor; sonra da 91. Akademi Ödülleri'ne, En İyi Belgesel kategorisine. 26 dakikalık yapım, kısa bir zaman diliminde neredeyse tüm kadınların hikâyesine ortak oluyor. Dünyanın diğer ucunda bir şehirde veya kırsalda, reglin ne olduğunu açıklamaktan çekinen bir kadın yaşıyor. Çok da şaşırtıcı değil — uzak hiç değil. Her birey gibi Hindistan’daki kadınların da regl olduğunu gizlememeye, hijyenik ürünleri istedikleri şartlarda elde etmeye, marketten ya da bakkaldan ped almaya, özgürce regl olmaya # HakkıVar .

Ocak 25, 2022
·
Makale
SEVGİ: FEMİNİST BİR MESELE
bell hooks 'la 5 yıl önce, üniversitemin kısıtlı cinsiyet çalışmaları seçkisi bölümünde tanışmıştım — ilgimi yakalayanın “tutkulu” kelimesi olduğunu hatırlıyorum. Hayatıma Tutkulu Politika: Feminizm Herkes İçindir ’le giren ve kısa bir süre içinde sevgiyi, kapsayıcılığı ve sadece küçük harf kullanarak yazmayı sokan hooks, uzun süredir eksikliğini çektiğim bir anlayışla yanıma yanaşmıştı: sevgi. Annemin Depeche Mode sevgisi ve “Enjoy the silence,” yazan dövmesiyle başlayan hayran kültürüyle içli dışlı olma serüvenim, ilgi duyduğum şeyleri tutkuyla ifade etme yolunda emin adımlarla devam etti. 2000’lerin ortasına doğru Tokio Hotel’le başlayan boyband sevdam, 2007’de durmadan hayran kurgu ( fan fiction ) yazmaya evrildi; 17 yaşımda My Chemical Romance dövmesi yaptırmamla perçinlendi ve sevdiğim üretimleri yakından incelemek istediğim için karşılaştırmalı edebiyat alanına eğilmemle sonlandı. Fark ediyorum: hep bir şeyleri tutku yla sevdim — isteyerek, sınırlarına hâkim olmaya çalışarak, hayatıma dâhil ederek. İkili cinsiyet sisteminin ve cinsiyet rejiminin hızlıca burada da cinsiyet belası formunda kendini göstermesi uzun sürmedi — hem de hiç. İlkokul yıllarımın sonuna doğru, oğlanların tuttukları takımların formalarıyla gezmelerinin sıkıntı olmadığını, Dünya Kupası esnasında bütün dünyanın kavrulmasında hiç sıkıntı yaşamadıklarını fark ettim. Bu tutkuya dâhil olmak beni heyecanlandırıyordu. Ne var ki benim bu boyband tutkum ve para kazanmadan yüzlerce sayfa hayran kurgu yazmam gülünç kabul ediliyordu. Bir şeyleri sevdiğimi göstermeyi seviyordum — biyolojik cinsiyetime atanan rollere uymaktan pek hoşlandığımı ifade edemeyeceğim. Böylece sorular sıralandı: Neden tutkumu yansıtış şeklim bu denli alaya alınıyordu? Neden sevgiyle bu kadar ilgiliydim? Neden bir şeylere tutkulu yaklaşmaktan utanmaya başlamıştım? İllüstrasyon: Ayşe Ezgi Yıldız Duygu yoldaşlığı 20’lerimin başına geri dönüyoruz — buralar, aşkın arzulandığı ama nasıl yaşanacağı konusunda tamamen haritasız olduğum zamanın diyarı. bell hooks, sonralarda tanıştığım Duygu Yoldaşlığı: Kadınların Sevgi Arayışı adlı kitabında kadınların sevgi üzerine konuşmasını özetlerken kaygılarıma sevgiyle sarılıyor: Çocukluğumuzdan itibaren, sevgiye dair konuşmaların cinsiyetlendirilmiş bir anlatı, bir kadın meselesi olduğunu öğreniriz. Sevgiye dair takıntılarımız, ilk aşkımızla veya hayal kırıklığıyla başlamaz. Kadınların erkeklerden daha az önemli olduğunu, ne kadar iyi olursak olalım, ataerkil evrenin gözünde asla yeterince iyi olmadığımızı fark etmemizle başlar. Ataerkil kültürde kadınlık, daha en baştan bizleri değersiz veya o kadar da değerli değil diye damgalar. Dolayısıyla kız çocuklar ve kadınlar olarak en çok, sevilmeye layık olup olmadığımız konusunda kaygı duymayı öğrenmemiz hiç şaşırtıcı değil. Ataerkil kültürde tüm kadınların yaşamına musallat olan bu duygusal belirsizlik, popüler kültür içinde tüketmeye bayıldığım 2000’lerin romantik komedilerini de hesaba katınca, iyice anlam kazanıyor. Bu, beni önceki kaygılı sorularım konusunda rahatlatsa da bölüm sonu canavarıyla karşılaşıyorum: Bunları dert ediniyorsam yeteri kadar bağımsız bir kadın değil miyim? Sevgi meselesiyle ilgili içinden çıkamadığım bir başka utanç da Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabında yer alıyor. Ne de olsa feminist bir kadın olarak heteroseksüel ilişkilenmelerin tam ortasında bulunmak, bunu arzulamak ve sevgiden bu denli bahsetmek de — benim kafamda — bir başka bir başka cinsiyet rolünü yeniden üretiyormuş gibi geliyor. hooks, bu duruma şu şekilde yaklaşıyor: Feminist kadınlar için ataerkiye meydan okuma ya da ataerkiyi değiştirmeyle ilgili konuşmak, erkekler hakkında konuşmaktan, erkeklerin ne yönde değişmesini istediğimize dair bildiklerimiz ve bilmediklerimiz hakkında konuşmaktan bariz bir şekilde daha kolaydı. Erkek sevgisini arzulamayı bir zorunlulukmuş gibi göstermek, ikilikleri yeniden üretmek veya hepimizi boğan heteronormatif algıları körükleme isteğim yok. Yalnızca şimdilerde kesişimsel feminizmi hayatının önemli bir kısmına tutkuyla yerleştiren bir kadın olarak bu duygu yoldaşlığından bahsedebilmek bana iyi geliyor — anlaşılmak, kendi deneyimi ifade etmek ve sevgiden bahsetmenin özel alana sıkıştırılmadığını deneyimlemek . Hep Aşka Dair: Yeni Vizyonlar kitabı tutkulu politikama su serpiyor: “Bütün büyük sosyal adalet hareketleri, bir sevgi etiğini güçlü bir şekilde vurgular.” Bugünlerde sevgiyi bell hooks gibi “dönüştürücü bir güç” olarak kabul etmek istiyorum ve alaycılıkla karşılanmak istemiyorum; erkeklerin aşka dair teoriler üreten, kadınlarınsa aşkı pratik eden rolünden oldukça sıkıldım — aynı ikili sistemlerden, kaygılardan ve “Love is love!” sloganının yetersizliğinden bunaldığım gibi.

Şubat 1, 2022
·
Makale
JUNIOR: KENDİ BEDENİNİ SEVMEK
İmran Gökçe Şahin bell hooks, kadınların “doğaları gereği” erkeklerden daha sevgi dolu olduğuna dair yanılgının söz konusu kadının kendi bedenini sevmesi olduğunda çürütüldüğünü söylüyor. Eril kalıplara sıkıştırılmış temsilleriyle karşımıza çıkan bedenler, kendi bedenimizle ilişkimizi de etkiliyor. Gerçekçilikten uzak güzellik trendleri; sosyal medyada kullandığımız filtreler; kadınları zayıf, tüysüz ve feminen gösteren reklamlar bize sürekli kadın bedeninin nasıl görünmesi gerektiğini öğütlüyor. Bu kalıplara uymadığımızda da sahip olduğumuz bedenle bize telkin edilen arasındaki fark, kendimize yabancılaşmamız a neden oluyor. Örneğin, ergenlik döneminde değişim geçirmeye başlayan bedenimizden utanmaya başlıyoruz ve beden algımız bozuluyor. "Bedenin yarattığı dehşet," denince akla gelen ilk isimlerden biri elbette ki son zamanlarda Titane filmiyle adından söz ettiren Julia Ducournau . 2011 yılında çektiği kısa filmi Junior , tam da ergenliğin bedensel değişimlerinin yarattığı utanç ve dehşeti metaforik bir anlatımla gözler önüne seriyor. Filmin açılış sahnesinde baş karakter bedeninin şeklini belli etmemek için kat kat ve bol kıyafetler giyen bir genç olarak karşımıza çıkıyor. Daha sonra fark ediyoruz ki Junior, oğlanlardan oluşan arkadaş grubuna kendisini kabul ettirmek için cinsiyetçi hatta kadın düşmanı sözler söylemekten ve "sürtük damgası" yapıştırmaya ( slut-shaming ) başvurmaktan çekinmeyen biri. Fakat arkadaş grubu dinamikleri içinde hiçbir zaman “oğlanlardan biri” olarak algılanmadığını, onun yeteri kadar “kız gibi” olmadığına yapılan vurgulardan anlıyoruz. Filmin can alıcı noktası: Midesini üşüttükten sonra evde kalması gereken Junior’ın bedeni değişim geçirmeye başlıyor ve tıpkı bir yılanın deri değiştirmesi gibi tüm cildi soyuluyor. Odasının çeşitli yerlerine akışkan bir sıvı eşliğinde dağılan deri parçaları ve bedenini de kaplayan bu sıvı aslında cinsiyet kimliğinin ve bedenin akışkanlığı na işaret ediyor. Junior (2011) Boyunun uzaması nedeniyle ablasının vücut hatlarını belli eden kıyafetlerini giymek zorunda kalan Junior, okula döndüğünde elbette ki oğlanların şaşkın ve aynı zamanda hayran bakışlarıyla karşılaşıyor. Yüzeysel bir değerlendirme yapacak olsaydık bunun bir çirkin ördek yavrusu kuğuya dönüştü klişesi olduğunu söyleyebilirdik ama bu daha feminen görünüşün dışardaki gözler tarafından ona atfedilen bir etiket olduğunu Junior’ın davranışlarının değişmemesinden anlıyoruz. Hatta oğlanlar ona “Justine,” diye seslenmeye başladığında onları sert bir sesle uyararak tepki gösteriyor — bedeni değişiyor olsa da Junior yine aynı Junior. Asıl değişim: Kahramanın kendi bedeni ve dolayısıyla çevresindeki kızlarla ilişkisi de metamorfoza uğruyor. Daha önce "sürtük damgası" yapıştırdığı kızlardan birinin arkadaşıyla derisinin soyulmasına dair yaptığı konuşmaya kulak misafiri olduktan sonra işler değişiyor — sonrasında ilk defa oğlanların cinsel şiddetine karşı çıkarak izinsizce ablasını elleyen oğlanlardan birine haddini bildiriyor. Ablasıyla arasında bir duygu yoldaşlığı nın başladığını gösteren kısa bakışma sahnesi bell hooks ’un şu sözlerini hatırlatıyor: Kadın bedeninin her türlü değersizleştirilmesine ve alçaltılmasına hayır demek sevgi dolu bir pratiktir. Kısacası: Junior ergenliğin yaşattığı bedensel dehşeti cinsiyetçi kalıpların ötesinde deri değiştirme metaforu üzerinden anlatırken farklı bir temsiliyet alanı açıyor ve hem bedenin hem de cinsiyetin ne kadar akışkan olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Oğlanların kadın düşmanlığı ve cinsiyetçiliği üzerinden güzel ve çirkin ya da feminen ve maskülen gibi ikiliklerin daha çocukken toplum ve çevre tarafından bize atfedilen etiketler olduğuna dikkat çekiyor.

Şubat 1, 2022
·
Makale
BEN PAMUK PRENSES MİYİM?
Ece K. Arslan Gülmek zorunda değilim. Ben Pamuk Prenses miyim? Kuşlarla konuşup şarkı söyleyemem. İyi kalbimle — bunun tam olarak ne anlama geldiğinden emin bile değilim — “peri anne”yi çağırmam; güzelliğimle o “yakışıklı prens”i etkilemem; hayatımda hiç dans etmemiş olmama rağmen balo günü dans pistinde “kuğu” gibi süzülmem. Belki diğer prenseslerle ilgileniyorum; baloda yalnız başıma eğlenmek daha çekici geliyor. Olamaz mı? Tabii bunları yapmak zorunda olmadığımı çocukken bilmiyordum. Ayağım 34 numarada kalmayınca ya da etrafımdaki herkesi etkim altına alamadığımı görünce sorunu kendimde arıyordum — meğer sorun okuduklarımda, normalleştirdiklerimde ve beklentilerdeymiş. Çocukken okuduklarımız Peri masalları ve çocuk edebiyatı ürünleri, “ Sevgi büyülüdür, gerçek aşkın öpücüğü tüm lanetleri bozar!” inancını neredeyse her metinde tekrarlanıyor — ne ki bu sevgi denen şey? Nasıl birdenbire sihir gibi oluveriyor? Neden sevmek zorunda bu insanlar; nasıl sevmeleri gerek? Sevgiyi hak etmek için sürekli verici mi olmak gerek? Sevilmek de lazım üstelik. Bir de kadın atandıysanız sevmeden önce sevilmeniz gerekiyor: ilk adımı erkekler atmalı, ancak yakışıklı prensin dansa kaldırabileceği gibi. Hep bir ikilik var — iyi ve kötü; güzel ve çirkin; kız ve oğlan. İnsanlar ikiliklere dalınca daha kolay mı başa çıkılıyor her şeyle? Hayatın bu şekilde formülleştirilebileceğini ve o “mutlak sevgi”yi bu şekilde bulabileceğimizi mi öğretiyoruz? Öyleyse bile denklem bozuk — gözlemlediğim kadarıyla ikiliklerin mutlaklığına denk düşemeyenler karşılanması neredeyse imkânsız beklentilerle boğuluyorlar. Küçükken kitaplarda gördüğümüz resimli dünya büyüleyici bir tablo sunuyor; şimdi o perspektifle yetiştirilen çocuklar, büyüyünce mutluluğu da bu kalıplarla aramaya çalışıyor. Uyandıran Masallar projesine dâhil olan Öyle Değil, Böyle! kitabından İllüstrasyon: Pelin Turgut “Mutlak mutluluk” olamayacağı gibi “mutlak sevgi” de olamıyor. Herhangi bir şeyin sonsuza dek sürmesini beklememek öğütlenirken sevgi için de benzer bir sürecin ihtimalini hatırlatmak durumundayız. Ama nedense çocukken tükettiklerimiz mutlak ve ikilikle dolu oluyor — hâlbuki kadın atananlar daima sevgi dolu, şefkatli, kanında annelik içgüdüsü taşıyan insanlar olarak resmediliyor. Daha sevginin ne olduğunu bile bilemeden başka bir canlıyı sevmenin beklenmesi çok kafa karıştırıcı. Alice Harikalar Diyarında ’yı ilk okuduğumda her açıdan garip olduğunu düşünmüştüm — küçük bir kız, çay saatini boş verip beyaz bir tavşanın peşinden kapkara bir deliğe atlıyor. Olacak iş mi şimdi bu? “ Deli bu kız herhâlde,” dedim ama okumaya devam ettim. Şimdi aynı Alice gibi ben de bir delik bulup atlamak, beklentilerin hepsini yıkmak istiyorum — biliyorum, geri döndüğümde bana da deli diyecekler. # AwakeNotSleeping ve # GenerationEquality etiketleriyle sosyal medyada tanıtılan Uyandıran Masallar projesi, çocukken okuduğumuz masalları cinsiyetçi kısıtlamalardan kurtararak yeniden yazmayı amaçlıyor. Dünya çapında ilgi gören bu proje dâhilindeki kitapları yaygınlaştırmak, bu ve benzeri projelere hayatımızda yer vermek artık bir şeyleri değiştirmek için bir seçenek değil de standardımız olabilir — böylece çocuklar kitaplarda atanmış cinsiyetlerinden bağımsız olarak kendilerini kendi oldukları için sevebilir, sevilebilir ve sağlıklı ilişkilenebilirler.

Şubat 1, 2022
·
Makale
UMAMİ KİTAP: KUİR FEMİNİST YAYINCILIK
Büşra Mutlu ve Seçil Epik Bilemiyorum Molly, seni zor bir hayat bekliyor. Doktor ya da büyük bir şey olacakmışsın. Sonra da kalkmış evlenmeyeceğim diyorsun. Herkesin yaptığı bazı şeyleri yapmak zorundasın yoksa kimse seni sevmez. — Yakut Orman ’da Leroy’un kural tanımayan kuzeni Molly’yi uyardığı bir cümle Molly’nin yolculuğu kendini sevmeye giden bir yolculuk değil — bütün yolculuğu kendini sevmesiyle başlıyor. Sesini en dürüst hâliyle çıkarmaktan korkmadığı her karşılaşma, doğrularından sapmadığı her yol ayrımı ve bu uğurda çektiği zorlukların her birinde Molly kendini sevmeye devam ediyor. bell hooks , Feminizm Herkes İçindir kitabında şunları söylüyor ve ardından Rita Mae Brown ’ın sınıf mücadelesine dair bir alıntısına yer veriyor: Lezbiyen feminist düşünürler, feminist harekette ilk kez sınıf meselelerini gündeme getiren, görüşlerini anlaşılabilir bir dille ifade eden aktivistlerdendi. Kendilerine destek olması için kocalara bel bağlamayı hayal dahi etmemişlerdi ve çoğu zaman, tüm kadınların işgücünde karşılaşacakları sorunların, heteroseksüel kadınlara göre çok daha fazla farkındaydılar. (...) Bardağı Taşıran Son Damla başlıklı yazısında, (henüz ünlü bir yazar olmayan Rita Mae Brown) açıkça şunu belirtmişti: Sınıf, Marx’in ‘üretim; araçlarıyla ilişki’ tanımından çok daha fazlasıdır. Sınıf, davranışlarınız, temel varsayımlarınız, nasıl davranacağınızın öğretilme biçimi, kendiniz ve ötekilerden ne beklediğiniz, gelecek anlayışınız, sorunları nasıl anladığınız ve çözdüğünüz, nasıl düşündüğünüz, hissettiğiniz ve davrandığınızla ilgilidir. Rita Mae Brown’ın yarattığı Molly karakteri “kendini sevme”nin jenerik sloganlara indirgenen bir durum değil, bir eylem olduğunu hatırlamak açısından önemli. Ayna karşısında pastel renklerle çevrelenip huzur içinde sonunda kendimizi sevdiğimizi dünyaya duyuracağımız o anı beklerken aslında zaten kendimizi birileri bu sevgiyi bazı koşullara bağlamaya başlamadan önce seviyor olduğumuzu fark etmek için de. Özellikle kız çocukları için toplumsal cinsiyet engeline takılmaya başladıkları ana kadar durum çoğunlukla böyle. İllüstrasyon: Irmak Hacımusaoğlu Dürüst olmak gerekirse Yakut Orman ’ın okurlarca beğenilmesi büyük bir sürpriz olmadı, kitabın yayımlamamış olması daha büyük bir sürprizdi bizim için. Ne var ki kitabın daha genç okurlardan annelerine ve hatta anneannelerine ulaşarak jenerasyonlar arası bir yolculuğa çıkmasını beklemiyorduk. Okur yorumları çoğunlukla Molly’nin kendilerine ilham ve cesaret verdiği yönünde olsa da Molly’yi biz kurgusal olmayan fânilerden daha yukarıya koymak yerine, okurların Molly’de kendilerine dair buldukları şeylere odaklanmayı seçebiliriz. Yakut Orman ’da sevginin cinsiyetliliği Bir önceki sayıda sevginin cinsiyetliliğine dair yazarken bir bell hooks alıntısına yer vermişti Alara Demirel . Devam etmeden önce onu tekrar hatırlamakta fayda var: Çocukluğumuzdan itibaren, sevgiye dair konuşmaların cinsiyetlendirilmiş bir anlatı, bir kadın meselesi olduğunu öğreniriz. Sevgiye dair takıntılarımız, ilk aşkımızla veya hayal kırıklığıyla başlamaz. Kadınların erkeklerden daha az önemli olduğunu, ne kadar iyi olursak olalım, ataerkil evrenin gözünde asla yeterince iyi olmadığımızı fark etmemizle başlar. Ataerkil kültürde kadınlık, daha en baştan bizleri değersiz veya o kadar da değerli değil diye damgalar. Dolayısıyla kız çocuklar ve kadınlar olarak en çok, sevilmeye layık olup olmadığımız konusunda kaygı duymayı öğrenmemiz hiç şaşırtıcı değil. Pek çoğumuz varoluşumuz gereği sevilebilir olduğumuz fikriyle büyümüyoruz. Leroy’un kitapta çocuksu naifliğiyle şıp diye söyleyiverdiği “Herkesin yaptığı bazı şeyleri yapmak zorundasın yoksa kimse seni sevmez,” cümlesi pek çoğumuzun hayatını şu veya bu şekilde etkileyen bir fikri barındırmıyor mu? Aşk ve sevginin sık sık fedakârlıkla özdeşleştirilmesi nereye düşüyor? Farklı olmanın zorluğu: Başkaları — ailemiz, sevgilimiz, arkadaşlarımız, çocuklarımız ve toplum — için verdiğimiz ödünler ve katlandıklarımız sevginin göstergesi sayılırken neden kendimiz olabilmek için döktüğümüz her damla ter farklı olmamızın bir “bedeli” olarak karşımıza çıkıyor? Sürekli farklı olmanın ne kadar “zor,” “tehlikeli” ve “yalnız” olduğu mesajına maruz kalırken çoğumuz için “uyum sağlamanın” ve -mış gibi yapmanın bir o kadar zorlayıcı olduğunu neden kimse konuşmuyor? Umami yolculuğuna LGBTİ+’ların ve kadınların hikâyelerine odaklanmak, queer ’i bir çatı terim olarak alıp toplumsal cinsiyet, sınıf, erkeklik, ırk gibi meseleleri “başka” bir açıdan ele alan kitaplar yayımlamak niyetiyle çıktık. Aslında başlangıçta temel bir soru vardı: Okumak istediğimiz kitapları neden Türkçede bulamıyoruz? Umami'nin ilk kitabı Yakut Orman Bir sektör olarak yayıncılık Bunun aslında çok kolay bir cevabı var: Yayıncılık bir sektör. Aksini düşünme eğiliminde olsak da tüm sektörlerde olduğu gibi büyük patronları, para kazanma kaygısı, dev reklam bütçeleri, sesini duyuramayan ya da ekip arkadaşlarına baskın gelen çalışanları var. Ekonomik olarak da epey kaygan bir zeminde. Buna rağmen büyüklü küçüklü pek çok yayınevinin hâlihazırda çok değerli feminist ve kuir anlatıları içeren kitaplar yayımladığının altını çizmek gerek. Diğer yandan tüm bu ekonomik kaygıların, baskın ataerkil kültürün aslında seçilen kitapları ve onların sunuluş biçimlerini etkilemediğini düşünmek için de bir nedenimiz yok. Küçük bir örnek vermek gerekirse Leslie Feinberg ’in kuir edebiyatın kültleşmiş eserlerinden biri olan Stonebutch Blues romanı Türkçede 2007 yılında Sevici Türküsü: Bir Sevicinin Romanı başlığıyla Artshop Yayıncılık tarafından yayımlanmış. Kitabın haklarını alabilir miyiz diye bakınırken yazarı Feinberg’in vasiyeti doğrultusunda, kitap haklarının ancak gelirin LGBTİ+ derneklere aktarılması koşuluyla alınabildiğini öğrendik. Kısacası, Stonebutch Blues kitabının doğrudan bu alana odaklanmayan bir yayınevi için hiçbir anlamı yok. Umami içinse mutlaka en iyi şekilde yayımlanması, okurunu bulması, yeni tartışmalara alan açması gereken bir kitap — ekonomik getirisi olsa da olmasa da. Yakut Orman’ı Dılşa Ritsa Eşli ’nin tutkulu çevirisi, Şafak Şule Kemancı gibi önemli bir sanatçının özgün kapak tasarımıyla Türkçede yayımladığımızda kitabın LGBTİ+’lar ve kadınlar tarafından bu derece büyük bir sevgi ve dayanışma çemberiyle sarmalanacağı aklımızdan bile geçmezdi. Bize tutkuyla sevdiğimiz bu işe girişmemizi ve onu sürdürme gücünü sağlayan bir şey vardıysa o da hem içinde bulunduğumuz topluluğun hem de hiç tanımadığımız okurların bu tutkuya ortak olmasıydı. Yanılmıyorduk, biz vardık. Kalabalıktık da. Bizim gibiler için de hem edebiyat metinlerinde hem de bir sektör olarak yayıncılıkta bir yer var. Bu temsil hakkı için bir adım atmış olmak yaptığımız en iyi şeydi. Hem kendimiz hem de “Ben varım ama hani neredeyim?” diyen tüm okurlar için. Yazının en başına Leroy’un söz ettiği koşullu sevgiye dönelim: Sevginin özellikle kız çocukları ve kadınlar, beyaz olmayan ırklar, alt sınıftan olanlar, eşcinseller ve translar için kazanılması gereken bir “değer” olmadığını hatırlamak ve elimizden geldiğince değdiğimiz herkese bunu hatırlatmaktan vazgeçmiyoruz: “Eğer kendimi sevmezsem kimseyi sevemem, bu kadar.”

Şubat 15, 2022
·
Makale
A.F.O.M. [A FRIEND OF MINE]
Ekipten Nigar Zeynep 'le etkinlik, kent ve mekân kültürünün kolektif bir ruhla harmanlandığı mini bir festival A.F.O.M. [ A friend of mine ] hakkında konuşuyoruz. Söyleşi: Alara Demirel Şahika ve Tavern'de gerçekleşecek bir etkinlikten bahsediyoruz — mekân tercihleri neye göre yapıldı? Etkinlik ve kent kültürü için nasıl bir önemi var buraların? Mekânlar zaten gittiğimiz, rahat ettiğimiz, arkadaşlarımızın çalıştığı yerler. Organik gelişiyor her şey. AFOM [ A friend of mine ]'un ilk etkinliğini Arkaoda 'da yapmıştık — Eylül Deniz , bu projenin müzisyen olarak ilk konuğuydu. Kısa bir süre sonra kuir etkinliklerin buluşma noktası Şahika 'da müzik direktörü olarak çalışmaya başlayınca AFOM'un ikinci etkinliğini orada yapma teklifiyle geldiler. Yani etkinlik ve bağlantılı mekânlar, organik bir şekilde, “Olduğu kadar ve olması gerektiği gibi,” diyen; AFOM [ A friend of mine ] da kardeş mekânlarda sanatçıların katılımıyla gelişecek ve yeşerecek bağımsız bir platform, bir yaşam pratiği. Aynı rotada olduğumuz, ortak değerler ve zevklerde buluştuğumuz, güven duyduğumuz kişiler ve mekânlar üzerinden ilerliyor. Kent ve mekân kültürü içinde bir araya gelmelerimizi, özne buluşmalarını ve dayanışmayı temsil ediyor. Belli bir trafik ve belirsiz bir sirkülasyon hep var. Şahika'ya giden biri zaten mutlaka öncesinde Tavern 'e veya Noh Radio 'ya uğruyor. A.F.O.M. [A friend of mine]'da seni bekleyenler Gece yarısından sonra müzik yasağı süreci nasıl etkiledi? Böyle şeyler süreci ve bizleri çok olumsuz etkiliyor. Ve o kadar meşrulaştı ki. Her geçen sene şaka yapılırmışcasına büyük bir gayretle “İşler nasıl daha nasıl zorlaştırılabilir?” isimli acayip bir sabır testine tabi tutuluyoruz sanki. Bu etkinlik özelinde programın iki kere yapılmasına; onlarca e-postaya ve aramaya; ekstra ekstra mesailere, kısacası büyük bir yorgunluğa sebep oldu — hem fiziksel, hem de zihinsel yorgunluk. Programı değiştirip kısaltmak zorunda kaldık. Bu ülkede dinamikler çok hızlı değişiyor. Her şey çok usulsüz ve hep diken üstündeyiz. Polis geldi sesi kıs, polis gitti haydi kalk! Madem geceler bizden alınmak isteniyor ve virüsler gece yarısından sonra çalışıyor, bu etkinliği bir gündüz buluşması olarak da değerlendirebiliriz. Madem alanlarımız daralıyor ve zaman kısıtlı, biz de oyunu kuralına göre oynayabiliriz. Tüketime değil, deneyime ve üretime dayalı bir yaşam pratiği geliştiriyoruz. Öğlen 15.00 gibi kapıların açıldığı, akşam müzik programının gece yarısına kadar devam ettiği iki gün kurguladık. Özellikle 20 Şubat Pazar gününün programı daha zengin. Çünkü canlı performanslar da ekleniyor. Yani Pazar günü akşamüzeri Şahika'ya gelip hem sergiyi gezip hem de 18.00 itibarıyla film gösterimi, devamında da canlı performanslar ve DJ set dinlemek isteyenler olursa son derece tatlı bir buluşma. 🤹♀️ Editörün notu: A.F.O.M. [ A friend of mine ], 19 Şubat Cumartesi Tavern ve Şahika'da, 20 Şubat Pazar günü Şahika'da gerçekleşiyor.
![A.F.O.M. [A FRIEND OF MINE]](/_next/image?url=https%3A%2F%2Fimages.aposto.com%2F400xauto%2F2022%2F1%2F1%2F1644870758292.jpeg&w=3840&q=75)
Şubat 15, 2022
·
Makale
LOLA'S HABITAT: HETERONORMATİF ERİL BAKIŞA TEPKİ
Gizem Öğüt Lola's Works , temel yaklaşımını heteronormatif eril bakışa tepkisi üzerinden kurguluyor. Esas olarak bedeni, varlığı ve özellikle de çıplaklığı toplum tarafından hep ayıplanan, üzerinden ahlak bekçiliği taslanan ya da pornografik bir nesneleştirmeye maruz bırakılan kadınların, kadın hissedenlerin, ötekileştirilenlerin bedenlerini görünür kılmayı hedefliyor. İllüstrasyon: Gizem Öğüt Lola's Works illüstrasyonları: İşler aracılığıyla amaçlanan eril olmayanın temsili sayesinde bu yaklaşımları kırmaya yönelik küçük de olsa bir adım atmak. Esas koleksiyon Lola’s Habitat serisinin konu edindiği özneler, özgür ve güçlü tavırlarıyla erilliğin hâkim olduğu dünyadan kurtularak kendi doğal yaşam alanlarında resmediliyor. Baskılanarak sakil bir düzene mahkûm edilenler burada kendi dünyalarını renkli ve desenli bir ortamda yansıtıyorlar. İllüstrasyon: Gizem Öğüt Lola's Works işleri de böylece topluma karşı eleştirel duruşunu gündelik ve kamusal hayatta her an gözümüze ilişebilecek şekilde sokakta yürüyen birinin tişörtünde, çantasının üzerinde ya da bir iç mekânın duvarında çerçevelenmiş olarak görünür kılıyor.

Şubat 22, 2022
·
Makale
KIM KARDASHIAN VE KANYE WEST
12 yaşımdan 17 yaşıma kadar Keeping Up with the Kardashians 'ı düzenli olarak takip ettim; Instagram'da Kardashian ve Jenner'ların temsilini fark etmemek mümkün değil. Bu demek oluyor ki 2007'den beri göz önünde olan bir " reality televizyonu emekçisi" aileyi uzun süredir takip ettiğimi iddia edip popüler kültürde edindikleri yerin farkında olduğumu dile getirebilirim. Bahsini geçirdiğim televizyon programının televizyon sektörüne ve kültür endüstrisine etkisi hakkında — Adorno ve Horkheimer'ın mezarlarında neredeyse ters dönmesine sebep olacak şekilde — düşündüğüm yazı, bir başka günün konusu. Bugün Kim Kardashian 'ın nispeten göz önünde yaşadığı başka bir konuyu düşünüyoruz: Kanye West 'le yaşadıkları ayrılık ve ayrılıktan sosyal medyaya yansıyanlar. Kanye'nin 5 Mart 2022 günü paylaştığı Instagram gönderisi Kanye'nin Instagram'dan sürdürdüğü saldırılarını takip etmeye başlamam uzun sürmedi. "Tüketecek bir şey daha," diye düşünüyor insan kendi kendine. Yalnız bu defa, ilgimi çeken olan bitenler değildi — Kanye'nin bipolar oluşunu problemli bir perspektiften alıp "Daha ne kadar saçmalayacak?" söylemlerini üretme amacım da yoktu. Kanye'nin Kim'le özel konuşmalarını yayınlamaya ve daha ne kadar tepki almayıp arkadaşlarımdan like alacağını merak ettim. Ta ki içimi gıdıklayan durumu bir tweet üzerine daha net anlayana ve dolayısıyla Gizem'le iletişime geçene kadar: Kim Kardashian, Kanye'yle dalga geçtiğini ve onun tarafını tuttuğunu görmeyecek ama psikolojik şiddet dolu ilişkilerden kurtulmuş veya bunu yaşayan arkadaşların görecek. Kanye'nin 2007'de çıkartmış olduğu muhteşem albümü umrumda değil, yaptığı şeyin adı taciz. Bu konunun içinden kendi gözlemlerimle çıkmak istemedim ve konuyu bir bilene sordum: Yakın İlişkiler 'den Dr. Gizem Sürenkök , Kim Kardashian ve Kanye West'in ayrılığı nın bizlere yansıyan kısımları hakkında cevaplarını paylaştı. Kim'in "Kendimi seçtim," diyerek kapak olduğu 2022 Şubat tarihli Vogue sayısında yayımlanan fotoğraf, daha sonra Kanye tarafından "Tanrım lütfen ailemi birleştir," mesajıyla Instagram'da paylaşıldı Alara: Şiddetler arası önem hiyerarşisi kurulduğunu ifade ediyoruz. Özellikle psikolojik şiddet, sosyal medyaya tanınmış kişiler üzerinden yansıyınca — Kim ve Kanye olayı gibi — neden bu karikatürize ediliyor? Gizem: Öncelikle burada yaşananın bir şiddet türü olduğunu netleştirelim isterim. Bir başkasının üzerinde teknolojik araçları kullanarak baskı kurmak; onun özel fotoğraflarını, mesajlarını, videolarını paylaşmak; hakkında hakaretlerde bulunmak ya da kişisel aşağılama içeren yorumlar yapmak dijital şiddet olarak değerlendiriliyor ve buna maruz kalan kişinin üzerinde çok olumsuz bir psikolojik etki yaratıyor. Dijital şiddet in en önemli özelliklerinden bir tanesi şiddete yol açan materyallerin sınırsız sayıda izleyiciye ulaşabilmesi, sınırsız kopyalama fırsatı vermesi ve aslında çok da ortadan kaldırılamaması. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Kim Kardashian ’ın Kanye West tarafından dijital şiddete maruz bırakıldığının çok açık olduğunu görüyoruz. Burada hem bir bireyin şiddete maruz kalması var hem de aslında bir aileye ait özel bir deneyim olan boşanmanın kamuya mâl edilmesi. Dahası bu boşanmadan zaten bir şekilde etkilenecek çocukların da anne-babaları arasında süregelen bu olaydan direkt ya da dolaylı olarak etkilenmemeleri mümkün değil. 16 Şubat 2022, Fotoğraf: Kevin Mazur Hâlbuki bu olayın taraflarının tanınmış kişiler olması, durumun dijital şiddet olarak algılanmasından ziyade sanki eğlenceli bir dedikodu unsuruymuşçasına tüketilmesine yol açıyor. Hatta bu şekilde ele alındığı zaman insanlar eğlenceli gelen bu içeriğin daha da fazla gelmesini talep edebiliyor; hiç bitmesin, sürekli yeni bir haber ve yeni bir paylaşım çıksın isteyebiliyorlar. Bazılarımız hayatlarının birçok unsurunu çok göz önünde yaşamış bu bireylerin bu durumu bir nevi “çağırdıklarını” düşünebilir ama ben buna da katılmıyorum. Zira hayatımızın hangi unsurlarını göz önünde yaşayacağımız tamamen kendi kararımız olmalı. Her ne olursa olsun özel mesajlarımızın ya da kendimizi güvende hissetmemiz gereken aile içerisinde yaşadıklarımızın dijital bir ortamda bizim rızamız dışında paylaşılması bir şiddet davranışı. Alara: Bu durumu Kim ve Kanye üzerinden kadın-erkek ikiliği bağlamında nasıl okuyabiliriz? Olası çözüm ne olabilir? Gizem: Maalesef bu paylaşımlar bir erkek tarafından yapıldığında “karısını ve çocuklarını çok seven bir adamın onları geri kazanmak istemesi” olarak değerlendirilip neredeyse “romantik” bulunabiliyor. Zira baktığımızda birçok romantik filmde dahi bunu görüyoruz. “Kaybettiği kadını geri kazanmak için her şeyi yapmaya razı adam” profili gerçekten hoş karşılanıyor; bu yapılanların diğer tarafa ne şekilde hissettiriyor olduğu hiç düşünülmüyor. Üstelik bunun toplumsal normlarla şöyle bir ilişkisi de var: Kim Kardashian , kocasından boşanma sürecinde bir başka erkekle birlikte olmayı seçen ve aslında ailesinin dağılmasına sebep olan kişi olarak da portre ediliyor. Kanye West , toplumun genelde sadece kadının üzerinden götürmeye çalıştığı ahlak normlarını da kötüye kullanarak ve yer yer “Tanrı’ya da sığınarak” eşine ve ailesine sadık, mecburen dışarıda bırakılmış ama onları kazanmak için her şeyi yapmak isteyen biri profilini çiziyor. Mesela, eski eşine bir kamyon dolusu gül gönderen West, bunun romantik olduğunu düşünebilir ama bu davranış aslında çok tipik bir lovebombing davranışı. Üstelik Kardashian’ın hem bu davranışlardan hem de West’in yaptığı sosyal medya paylaşımlarından çok rahatsız olduğunu kamuoyuna açıklaması da West’in bu davranışlarının çok daha geniş çaplı bir şekilde eleştirilmesine sebep olmadı. Kanye'nin Kim'e gönderdiği Sevgililer Günü hediyesi Burada popüler kültürün bu tip davranışları bir tüketim malzemesi ve bir eğlence aracı olarak görmesi nin izlerinin dışında daha da tehlikeli bir durum daha var. Bu tip davranışların toplum tarafından beğenilen, takip edilen, milyonlarca fanı olan insanlar tarafından yapılması bu davranışları normalleştirerek başka başka insanların da bunlara maruz kalmasına yol açıyor. Kanye West yapıyorsa ve bu romantik bulunuyorsa diğerleri bunu niye yapmasın ki? Ya da bir adım öteye götürmesin ki? İşte tam da bu yüzden her kimden gelirse gelsin bu davranışların eleştirilmesi ve normalleştirilmemesi gerekiyor. Magazin dergilerinin ve sitelerinin bu davranışları tekrar tekrar paylaşması yerine bu tip davranışları kınadıklarını belirtmeleri ve bunlara yer vermeyi reddetmeleri; Kanye West’in hayranlarının benzer bir şekilde bu duruma tepki göstermeleri; bu konularda çalışan dernek ve kuruluşlardan yapılacak güçlü açıklamalar konu özelinde güzel bir başlangıç olabilirdi. Tabii burada, West’in kendi paylaşımlarına yapılan olumlu açıklamalara daha fazla odaklandığını ve negatif yorumları görmezden geldiği gerçeğini de göz ardı etmememiz gerekiyor. 🕊 Editörün notu: Yakın İlişkiler, e-posta yayınıyla Aposto!'da. Buradan takip edebilirsin.

Mart 6, 2022
·
Makale
ŞEHİRDE KİMSE YOKKEN
Hafta içlerimi olabildiğince sakin geçirmeye bakıyorum bu aralar. Yalnız günlük koşuşturma, ilgini çeken işi yapabilme şansıyla birleşince keyifli tesadüflere açık hâle geliyor — bundandır, Zorlu PSM bir sosyal farkındalık ve aktivizm yayınını kadınlık ve erkeklik üzerine tartışan oyununa davet edince insan keyifle gidiyor. Sonrasında yine aynı keyifle oturuyorum bilgisayarın başına, cinsiyet belasını Türkiye gerçekliğiyle yoğuran oyunu kuir feminist bir perspektiften geçirmek için — derdimi anlatırken verdiğim detaylar spoiler olabilir, bana da ona göre okumanı rica etmek kalıyor. Şehirde Kimse Yokken , Elçin Sangu 'nun canlandırdığı Rukiye 'nin Anadolu'nun kırsalından kaçıp İstanbul'a gelişi ve güzel saçlarını kısacık, toplumsal algıda "bir erkek gibi" diyerek betimlenecek şekilde kestirmesiyle açılıyor. Berber Nurullah , böyle tanıştırılıyor bizimle — Rukiye'nin saçlarını kesip ona erkek şiddetinden kaçışına bir "ev" olurken. Nurullah ve Rukiye, Fotoğraf: Zorlu PSM Mahalle, Rukiye'nin ailesinin mahallesi ama eve gidemiyor; orada takip edilebilir, güvenli ortam değil. Berber de kocasının bulamayacağı bir mekân olma umuduyla orada. Rukiye'ye kaçılacak, failin ona ulaşamayacağı bir yer bulana kadar, berberin erkek çırağı olarak mahalleliye tanıtılıyor — nasılsa artık saçlar kısacık, kıyafetleri bol, tavrının daha "maskülen" olması öğütlenmiş, sesi duyulmasın diye de konuşmuyor. Bu temsili trans veya cross dressing deneyimi olarak okumanın eksik kalacağını düşünüyorum zira buna değinen bir eleştiri sunulmuyor. Şunu sormadan da edemiyorum: madem toplumsal cinsiyet kostümü bu kadar kolay değiştirebiliyor, o hâlde transfobik söylemlerin yaygınlığı natrans iki yüzlülüğü değil mi? Bu da, sanıyorum, başka bir yazının konusu. Rukiye ve Ali, berberde birlikte, Fotoğraf: Zorlu PSM Berberin müdavimlerinden, feminist bir annenin çocuğu yönetmen Ali de burada tanışıyor Rukiye'yle. İnternet ağzıyla maskülinitenin toksik kırılganlığını aşmış erkek olarak karşımıza çıkan karakter, Rukiye'nin faili tarafından "yumuşak" gibi söylemlerle itham ediliyor. Sonralarda öğrendiğimiz üzere gördüğü gibi etkileniyor Rukiye'den, onun bildiği kadarıyla adı Rukiye değilken. Öpüştüklerinde kendini sorguluyor: "Kendimi heteroseksüel olarak betimliyordum, ama önemli değil — biz öpüştük ve bana iyi hissettirdi," gibi cümlelerle bir iç hesaplaşmaya tanık oluyoruz. Karakter, bunları sorun etmiyor; sadece soruyor. Bu bir kuir açılım temsili mi, bilmiyorum, karakter böyle bir beyanda bulunmuyor. Ama temsil ve sorgulama orada. Dolayısıyla oyunun heteronormatif ilişkilenmeleri sorgulamaya varan bir tavrı olduğunu düşünüyorum — bunu görmekten de oldukça keyif alıyorum. Şehirde Kimse Yokken'in paralelleri, Fotoğraf: Zorlu PSM Ali'nin annesiyle de tanışığız oyun boyunca. İkizini erkek şiddetine kaybetmiş bir kadın, yine Anadolu'nun kırsalından İstanbul'a gelmiş yıllar önce. Onun hikâyesi Rukiye'yle örtüştüğü her yerde paralel bir hikâye akışıyla seyirci karşısında — iç içe geçmiş hikâye anlatıcılığıyla kadına şiddetin içkinliğini, jenerasyonlar arası benzer modellemeleri ve "kader" diyerek yedirilen cinsiyet belasını gözler önüne seriyor. Tetiklendim mi? Fail sesini her yükselttiğinde, onu susturan yine erkek şiddeti olduğunda, Rukiye kendini her suçladığında evet, tetiklendim. Temsil sağlıklıysa varsın tetiklesin diyebildim çünkü Rukiye ve Ali'yle tanıştığıma çok sevindim. Şehirde Kimse Yokken, kuir temsilleri odağına alma iddiasında değil. Bu, erkek şiddetini odağına alırken yine natrans bir erkek karakterle heteronormatif gerçekliğimize bir eleştiri getirmesine ve kadınların mücadelesini eril bir mercekten ele almamasına engel olmuyor. 🎫 Editörün notu: Şehirde Kimse Yokken , sezon boyunca Zorlu PSM'de seyirciyle buluşuyor. Buradan gösterim zamanlarını takip edebilir, Rukiye'yle tanışabilirsin.

Mart 6, 2022
·
Makale
ARYA ZENCEFİL VE TRANS SAATLER
Söyleşi: Alara Demirel Bir aktivist ve performans sanatçısı olarak "Türkiye'de kadın olmak" senin için ne demek? Bu doğrultuda deneyimlerin nasıl şekillendi? Türkiye'de kadın olmak her şeyden önce sorgulanmak demek, attığımız her adım ve aldığımız her nefesin konuşulup tartışılacağı, emeklerimizin ve söylemlerimizin ıncık cıncık edileceği anlamına geliyor benim için. Örneğin güvende olmak istediğinizi söylediğinizde dahi önce tehlike altında olduğunuzu kanıtlamanız bekleniyor. Aktivizm ve performans sanatıyla uğraşmam kendime ve başkalarına bu güvenli alanı yaratmak isteğiyle şekillendi öncelikle. Kadınların en büyük sorunlarından bir tanesi güvenlik bu LGBTİ+'larla da kesişen bir nokta. Kendine güvenen, kendini yaşayan kadınları istemiyorlar ve ben de hem drag yaparak hem de söylem üreterek Arya'yı yaşatıyorum. Feminist aktivizm gündelik pratiklerine, üretimlerine ve metinlerine nasıl yansıyor? Kendini bu hareketlerin neresinde konumlandırıyorsun? Gündelik hayatımda belki de feminist pratiğin en çok yansıdığı yer kullandığım dil. Mesela cinsiyetçi, eril küfürlerin çoğunu hayatımdan çıkardım. Belli başlı ilkelerim var — şiddetsizlik, güç dinamiklerini okumak gibi. Her aktivistin bunlar konusunda benimle aynı düşünmediğini biliyorum tabii ki ve bir söylem üretimi açısından çeşitliliği de sağlıklı buluyorum. Dil, bizim dünyayla etkileşimde kullandığımız ve bilincimizi oluşturan yapı taşlarından, onu nasıl kullandığımız zihniyetimizi de şekillendiriyor. Uzlaşmacı olmaya, dinlemeye ve çözüme odaklanıyorum. Bunları söylediğimizde ya da kesişimsel feminist olduğumuzu belirttiğimizde insanlar bizi daha ılımlı bir feminizm noktasında konumlandırıyor ama aslında radikal bir yerde olduğumu da düşünüyorum. Neticede ikili cinsiyet sistemi, ataerki, cis -heteroseksizm gibi tanımların hepsinin kapitalizm ve emperyalizmle el ele olduğunu gözlemliyor, sorunun kökten çözülmesi gerektiğine inanıyorum. Sosyal demokrasi, adil bir emek sistemi ve kapsayıcı bir dünyada barış mümkün. Bence feminizmin böylesine kesişimsel olması da radikal bir fikir ve ben oradayım. Arya Zencefil "Bugün de bununla ilgilenmeyeyim," diyemediğimiz, gündemin özneleri olduğumuz günler geçiyor. Cishet dünyanın yarattığı yorgunluğa karşı kendine yarattığın dinlenme alanları var mı? Yakın bir zamanda bir süreliğine sosyal medyada aktivizmle ilgili gönderilere ara verdim, artık akıl sağlığım noktasında uğradığım zorbalıklar beni etkilemeye başlamıştı. "Twitter detoksu"m sırasında baya bir ses getiren — ki sesten kastım Twitter'daki sesli sohbet odalarında yaşandı — translarla alakalı gündemler başladı ve hatta günün trendlerine dâhil oldu. O gün "detoks"umu bozup tekrar söylem üretmem gerekti — "Gerekti," diyorum çünkü belli bir takipçi kitlesine sahip, söz üreten açık kimlikli bir trans kadın olarak topluluğuma karşı da sorumluluk hissediyorum. Sonrasında dinlenme sürecime devam ettim ve bugün, tekrardan iyi bir enerjiyle yayınlarıma devam ediyor, yazılar yazabiliyorum. Kendimize alan ayırmamız, esenliğimize dikkat etmemiz hayati önem taşıyor: enerjimizi önemli mücadelelere saklayabilmeliyiz ki dahası biz olmadan, biz zarar görürsek, kendimizi kaybedersek ve daha kötüsü olursa — o zaman amacımız boşa çıkar, biz yaşamak ve yaşatmak istiyoruz. O yüzden evet, dinlenebileceğimiz; esenliğimi geri toplayıp kazanabileceğim bir alan yaratma noktasında kitap okumaya tekrar başladım, oynayamadığım oyunları oynamaya ve hatta onlar hakkında da içerik üreterek ruh hâlimi toplamak üzerine benliğime vakit ayırdım. Trans Saatler'i hazırlıyor ve sunuyorsun. Temsil bağlamında nasıl dönüşler alıyorsun? Trans Saatler podcast 'i uyum sürecim boyunca trans bir kadın olarak yaşadığım şeyleri topladığım ve natransların aklına gelmeyecek ya da üstüne biraz düşünmesi gereken farklar üzerine bir proje. Çıkış noktası gerçekten bir düğüne ve kınaya aldığım davet üzerine oldu. Daveti aldıktan sonra aklıma gelen ilk soru "Kınaya davet edilecek miyim?" oldu. Bazıları kınaları sevmez, gitmez de ama benim için bir anda bu, arkadaşlarımın beni olduğum gibi kabul edip etmediklerinin bir göstergesi hâline geldi. O kınada bana karşı takılanacak tavır, gelinin etrafında dönüp dönemeyeceğim, türkü söyletip söyletmeyecekleri üstüne düşündüm. Bir anda feminist bir gözle zaman zaman eleştirdiğimiz ve demode bulduğumuz o geleneklerin nasıl biz trans kadınlar için toplum gözünde bir imtihana dönüştüğünü anlatmak istedim. Yakın arkadaşım, ablam, UzayZuhal 'e bunu anlattığım zaman o bu durumun ikililiğinin altını çizip bazı natrans ayrıcalıklarını daha önce fark etmediğini söyledi. Dedim ki "E o zaman ben bunları anlatayım!" İlk sezon bitmek üzere ve önemli bir gündelik, sesli tarih tuttuğumu düşünüyorum. Yıllarca trans sesler sansürlendiği için günümüz teknolojisi ve fırsatlarıyla sansürleri aşıp bizim hikâyemizi aktarabilmek harika bir duygu.

Mart 8, 2022
·
Makale
İYİ NİYET ELÇİSİ: DEMET EVGAR
8 Mart arifesinde bir konferans salonunda buluşuyoruz: Birleşmiş Milletler Kadın Birimi Türkiye ofisi, ilk İyi Niyet Elçisi 'ni açıklıyor. Karşında tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu Demet Evgar — ben onu en iyi, küçükken seyahatlerde televizyonda denk gelip hiçbir şey anlamadan izlediğim Un gars, une fille 'in Türkiye uyarlamasındaki başına buyruk tavırlarından tanıyorum. "Başına buyruk," deyip geçmeden detaylandırayım biraz. Aklındakileri söyleyen, alan kaplamaktan çekinmeyen, sorgulayan ve çok da konuşan kadın — müdanasızca kendi ve temsiliyle korkmadan karşımda, ekranda. Kendi örneğimden de açıkça belli oluyor ki temsilin kıymetini ve oyuncuların hayat vermeye karar verdiği rollerin önemi elzem. Toplumsal cinsiyet eşitliği için sözcü olmanın değerini artan farkındalıkların içselleştirilmesi ve toplumla birlikte dönüşebilme umuduyla yansıtılıyor dün yapılan konuşmalarda. Demet Evgar'ın sunuşuyla # BenKadınım kampanyası da böylece başlamış oluyor: Görünür olmak çok güzel bir duygu. Kadınların zorlu mücadelelerden geçerken kazandıkları tüm hakları kutladığımız ve hâlâ süregelen eşitsizlikleri tekrar masaya yatırdığımız 8 Mart Dünya Kadınlar Günü arifesinde İyi Niyet Elçisi olarak ilan edilmek çok büyük bir gurur elbette ki. Fakat büyük de bir sorumluluk. İçeriye girdikten sonra 6 Mart 2022'de Demet Evgar'ın sosyal medya hesaplarından duyurulan kampanyanın oyuncu tarafından boyanmış pankartını görüyorum. Kalemi almadan geçemem, ekliyorum: "#BenKadınım, kuir feministim ve alan kaplamaya #HakkımVar!" 10 Aralık 2021'de HeForShe hareketinin Türkiye sözcüsü Kerem Bürsin olarak açıklandığında şöyle sormuştum : "Ayrıcalıklarımızı mobilize ederken HeForShe hareketinin ikili cinsiyet sisteminin ötesine geçebilecek kadar kapsayıcı olmasını sağlayabilecek miyiz?" İşte bugün, bu soruya cevap verebileceğini umarak 7 Mart 2022'de buna heyecanlanıyorum çünkü # BenKadınım yoldaşlığı, biricikliği ve kadınlık hâlleriyle ilgileniyor. Aşağıda okuyacağın gibi: "Kadınlar hem biricik hem de benzer — benzerliğimiz maruz kaldığımız eşitsizliklerken biricikliğimiz de yaşadığımız hayatlar." Demet Evgar, İyi Niyet Elçisi olarak açıklandıktan sonra Bir oyuncu olarak kadın temsillerinin değerini nasıl yansıtıyorsun? Oynamayı seçtiğin karakterlerde toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında dikkat ettiklerin neler? Tek bir kadın yok. Birçok kadınlık hâlleri var. Hatta bu nedenle "kadına yönelik şiddet" ve "kadın ve kız çocuğu" demek yerine "kadınlara yönelik şiddet" ve "kadınlar ve kız çocukları" demek daha doğru. Bu kadınlıkların temsil edilmesi çok önemli. Onlarsız, izlediğiniz şey eksik. Ataerkil düzen kadınları nasıl görmek istiyorsa ekranlara da öyle yansıtıyor. Kadınlar kendi gerçek hikâyelerini izlemedikçe güçlerini ve potansiyellerini keşfetmeleri daha da zorlaşıyor. Çünkü sistem onlara sadece tek bir kadından bahsediyor: ataerkil sistemin dayattığı kadınlık. Kadınlar hem biricik hem de benzer — benzerliğimiz maruz kaldığımız eşitsizliklerken biricikliğimiz de yaşadığımız hayatlar. Oynadığım karakterlerde güçlenen kadın ı görmem benim için önemli. Türkiye’de her 10 kadından 4’ü şiddete maruz bırakılıyor. Oynadığım rolleri şiddete karşı susturmamaya ve muhakkak bir aksiyon aldırtmaya özen gösteriyorum. Ekranda izlenenler bir şırınga etkisi yaratarak zihinlerimize giriyor, doğrularımızı pekiştiriyor ya da onları sorgulatıyor . Ben oynadığım rollerle toplumsal cinsiyete dayalı kalıp yargıları zihinlerde sorgulatmayı seçtim. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi Türkiye'nin İyi Niyet Elçisi olmak nasıl hissettiriyor? Bu hem gurur hem de sorumluluğu olan güzel bir yol arkadaşlığı. Toplumsal cinsiyet alanında yaptıklarımı daha da güçlendirmek ve bunu tek hedefi toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak olan bir kurumla birlikte gerçekleştirmek çok değerli. Biz bu yol arkadaşlığının adını # BenKadınım koyduk. Türkiye’nin her yerinden farklı kadınların hikâyelerini BM Kadın Birimi'yle birlikte ortaya çıkaracak ve kadınlara ilham verecek birçok işe ortak imzamızı koyacağız. Bu beni çok heyecanlandırıyor — gurur, sorumluluk ve büyük bir heyecan!

Mart 8, 2022
·
Makale