Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →Editörün Seçkisi
Aposto editörlerinin seçtiği hikâyeler.
10 Hikâye
Zincirin son, suçlamanın ilk halkası: Müteahhitler #Gaziantep
Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden tam 7 hafta geçti. 50 bin 96 kişinin yaşamını yitirdiği, 107 bin 204 kişinin yaralandığı depreme ilişkin soruşturmada tutuklu sayısı ise 317'ye yükseldi. Anadolu Ajansı'nın haberine göre; tutuklananlardan 108'i müteahhit, 173'ü yapı sorumlusu, 18'i yapı sahibi ve 18'i binada değişiklik yapan kişiler. Öte yandan: 314 şüpheli hakkında yakalama kararı, 92 kişi hakkında da gözaltı talimatı verildiği bildirildi. İncelemelerde 4 zanlının yurt dışında olduğu, şüphelilerden 65'inin yaşamını yitirdiği tespit edildi. Depremlerde büyük yıkımın yaşandığı illerden biri Gaziantep'ti. Kentte merkez, Araban, İslahiye, Nizip, Nurdağı, Şahinbey ve Şehit Kamil ilçelerinde çok sayıda bina yıkıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yayımladığı hasar tespit raporuna göre kentte bulunan 210 bin binadan 3 bin 364’ü yıkıldı. Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, depremin ardından yaptığı açıklamada "60 bin nüfuslu ilçenin yarısı yok" ifadeleriyle yıkımı anlatmıştı. Peki bir ilçenin yarısının yok olacağı kadar büyük bir yıkımın yaşandığı depremde, yıkılan binaların sorumluları kimlerdi? Basına yansıyanlar, derlenen bilgiler ve araştırmalarla; Gaziantep'te müteahhitler. #Gaziantep Gaziantep'te deprem nedeniyle yıkılan ve uzun süre basına yansıyan yapılardan biri, 154 kişinin yaşamını yitirdiği Ayşe-Mehmet Polat Sitesi . 6 bloklu sitenin 4 bloku yıkılırken 2 blok kullanılamaz hâle geldi. Sitenin müteahhidi ve fenni mümessili Mehmet Ertan Akay. Akay'ın şirketinin ismi ise MEA Yapı. Enkaz kaldırma çalışmaları günler süren sitede savcılık gözetiminde bilirkişi heyeti ilk incelemeyi yaptı. Uzmanların incelemesinde zemin katta yardımcı yapı elemanı duvarların olmadığı ve olması gerekenden çok daha ince kolonları üzerine 10 katlı binaların inşa edildiği ortaya çıktı. Ayrıca binaların inşasında kullanılması gerekenden çok daha az ve ince demir kullanıldığı da tespit edildi. Sitenin müteahhidi Mehmet Ertan Akay, İstanbul Ataşehir'de polis ekiplerince yakalanarak gözaltına alındı. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca "taksirle ölüme sebebiyet verme" ve "imar kanununa muhalefet" ile suçlanan Akay, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Akay'ın savcılıktaki ifadesi de ortaya çıktı. Mehmet Ertan Akay ifadesinde "İnşaat bitiminden sonra dairelerde ikamet eden kişiler tarafından altyapı çalışması yapılmış. Bunun sitenin temeline zarar verebilecek nitelikte olduğu kanaatindeyim." diye konuştu. Gaziantep'te depremde yıkılan binalardan biri de Bahar Apartmanı'ydı. Apartmanın müteahhidi İbrahim Mustafa Uncuoğlu . Yıkılan apartmanda en az 9 kişinin hayatını kaybettiği biliniyor. Binanın 2011 yılında yapıldığı değerlendiriliyor. Enkazda yapılan ilk incelemede uzmanlar beton kalitesinin çok düşük olduğunu , nervürsüz donatı kullanıldığını, düz demir kullanıldığını, kalıp işçiliğinin çok kötü olduğunu, asmolen tavan kullanıldığını, taşıyıcı sistemde kolon-kiriş birleşim bölgelerinde donatıların yeterince sıkıştırılmadığını tespit etti. Uzmanların beton sınıfının belirlenmesi için numune dahi alamadığı, betonun dağıldığı da aktarıldı. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, bina ile ilgili yapılan teknik incelemede kusuru bulunduğu belirlenen müteahhit İbrahim Mustafa Uncuoğlu, İstanbul Pendik'ye düzenlenen operasyonla saklandığı evde yakalandı. Gözaltına alınan Uncuoğlu, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Gaziantep'te yıkılan bir diğer yapı; Pamukoğlu Sitesi 'ydi. En az 14 kişinin yaşamını yitirdiği sitenin fenni mesulü inşaat mühendisi A.G. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca depremde yıkılan sitenin ruhsatnamesinde fenni mesul olarak bildirilen inşaat mühendisi A.G. hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Kararın, yapılan ilk incelemelerde beton kalitesinin çok düşük olduğunun belirlenmesi üzerine çıkarıldığı bildirildi. İnternetten yapılan aramalarda A.G.'nin açık ismine ulaşılmıyor. Depremin ardından ortadan kaybolan A.G.'nin Afyonkarahisar'da bulunduğu ve yakalanarak gözaltına alındığı aktarıldı. A.G.'nin emniyetteki işlemlerinin tamamlanmasının ardından Gaziantep'e gönderileceği bildirildi. A.G.'nin Gaziantep'e götürülüp götürülmediğine ilişkin basına yansımış bir bilgi bulunmuyor; ancak A.G.'nin fotoğrafı bulunuyor. Gaziantep'te yıkılan binalardan bir diğeri de 11 katlı Emre Apartmanı. Binanın yıkılması nedeniyle en az 45 kişinin yaşamını yitirdiği aktarıldı. Anadolu Ajansı'nın aktardığı bilgiye göre; Emre Apartmanı'nın müteahhidi olarak Ali Emre ile Ahmet Yıldız tutuklandı. Ayrıca apartmanın fenni mümessili ve şantiye şefi olduğu bildirilen Nazmi Tosun'un da İstanbul'da yakalanıp gözaltına alındıktan sonra tutuklandığı bildirildi. Apartmanı yapan inşaat şirketinin ismine ise ulaşılamıyor. Öte yandan: Emre Apartmanı'nın ikiz binasının yıkılmaması nedeniyle apartmanın kolonlarının kesildiği iddia edildi. Sabah gazetesinin haberine göre; apartmanın altında yer alan bankanın kolon kestiği iddia ediliyor. Haberde binanın ''dönerek'' diye tabir edilen şekilde yıkıldığı, yıkılış şeklinin de kolon kesilme iddialarını desteklediği belirtildi. Bankanın bu iddia nedeniyle dava edildiği bildirildi. Banka yetkilileri ise iddiaları reddetti. Bununla birlikte: Apartmandaki kolonları kestiği iddia edilen tek dükkan banka değil, binanın diğer yanında bulunan kuruyemiş şubesinin de kolonları kestiği öne sürülüyor. Konuya ilişkin konuşan Avukat Mehmet Aykut Başderici, konuya ilişkin suç duyurusunda bulunacaklarını belirterek iddiaları şöyle anlatıyor: "Soruşturma kapsamında yaralı olarak kurtarılan bir müşteki ifadesinde binanın altındaki bir kuruyemişçinin tadilat yaparak dükkanın çevresini kapattığını, kolonları kesip kesmediğini bilmediğini ifade etmiştir. Müşteki ifadesinin devamında binanın altındaki bir emlak ve butik dükkanlarının kolonları ve ana taşıyıcı kirişlerini keserek içinden atık su borusu, klima borusu geçirdiğini iddia etmektedir. Bu duruma ilişkin ise 2020 yılında çeşitli komşuların Şehitkamil Belediyesi’ne yapmış olduğu şikayet dilekçelerinin varlığından söz etmektedir. Ayrıca bina altındaki bir tatlıcı dükkanının bina çekme mesafesi ve bahçe kullanım alanına aykırı bir şekilde ek yapı yaptığı iddia edilmiştir. Bu şikayet dilekçeleri dosya arasına celp edilmiş ve doğruluğu ise kanıtlanmıştır." Dahası: Avukat Başderici ayrıca "Esas depremden bir gün sonraki artçı depremde Emre Apartmanı'nın tam karşı çaprazında bulunan bina da yıkılmıştır. Emre Apartmanı su basman seviyesine kadar bir inşaat firması yapmış sonrasında ise başka bir müteahhitte devretmiştir. Bir diğer müşteki ifadesine göre artçı depremde yıkılan bu binanın inşaatı ile Emre Apartmanı'nın su basman seviyesine kadar yapılan inşaatı aynı firma yapmıştır. Haricen almış olduğumuz uzman görüşüne göre her iki binanın da yıkılış şekli incelendiğinde düşük kalite beton veya kolon kirişlerinin özensiz ya da az kullanılmış olma ihtimali söz konusudur." ifadelerini kullanıyor. Açıklamalar: Kolon kesildiği iddialarının ardından iddiaya konu olan banka ve kuruyemiş şirketi açıklamalarda bulundu. Banka "Emre Apartmanı'nın zemin katında bulunan binanın kolonlarından birinin, alt kattaki banka tarafından kesildiğine dair çıkan haberlerin kurumumuzla ilişkilendirilmesi nedeniyle tarafımızca açıklama yapma ihtiyacı doğmuştur. Emre Apartmanı’nın herhangi bir kolonunun tarafımızca kesilmesiyle ilgili iddialar kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır." açıklamasında bulundu. Kuruyemiş şirketinin ise söz konusu açıklaması şu şekilde: Kentte yıkılan binalardan bir diğeri de Furkan Apartmanı'ydı. Furkan Apartmanı'nda en az 51 kişi yaşamını yitirdi. Apartmana ilişkin ön inceleme raporu yayımlandı. Raporda binanın dükkan kısmında "kolon eksiği" olduğu tespit edildi. Dükkan kısmında bir teknoloji firmasının şubesi olduğu; ancak daha öncesinde başka kiracıların da bulunduğu belirtildi. HalkTV yazarı İsmail Saymaz'ın konuya ilişkin yazısında apartmanın 7 katlı olması gereken apartmana kaçak sekizinci kat inşa edildiği, projeyle statikin uyumlu olmadığı, apartmana projede olmayan eklentiler yapıldığı ifade ediliyor. Saymaz, " Bazı bölümleri yan apartmanla birleştirilerek, yapılaşmaya aykırı ortak alanlar oluşturuldu ve kolonlar kesildi." ifadelerini kullanarak rapordaki şu bölümü paylaşıyor: "Furkan Apartmanı'nın zemin katında ana merdivenleri ile Akpek Sokak arasında kalan binanın arka bölümünde projeye göre olması gereken bazı kolonların (bir veya birden fazla) olmadığı görülmüştür. Bu tespitlere göre Furkan Apartmanı'nda gerçekleşen çökmenin asıl nedeninin kolonların eksikliğinden (kesilen kolon veya kolonlar) kaynaklandığı değerlendirilmektedir." Rapor doğrultusunda 3 kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi. Apartmanın altındaki dükkanın ilk sahibi olan Nejdet Alpay ve hâlihazırda dükkanı bulunan Eyüp Öğüt ile Faik Öğüt tutuklandı. Alpay ifadesinde bitişikteki Alpay Apartmanı’nın altında 1988 yılından 2007’ye kadar otomobil bayiliği yaptığını ve iş yerinin Furkan Apartmanı'nın zemin katıyla yan yana olduğunu anlatıyor. Furkan Apartmanı'nın altındaki depoyu satın aldığını vurgulayan Alpay, dükkanları birleştirmek için kapı açtıklarını ve depoyu yedek parça koymak için kullandıklarını söylüyor. Alpay ayrıca 2007'de işe son verince depoya duvar örüp Faik Öğüt’e sattığını belirtiyor. Deponun Öğüt tarafından mobilya mağazasının showroom’u olarak kullanıldığını belirten Alpay, "Öğüt'ü ziyarete gittiğimde, depo kısmında yatak odası teşhiri yaptıkları yerde iki kolonun yerinde olmadığını gördüm. Kolonların deponun orta kısmına denk geldiğini hatırlıyorum. Ben kolon kesmedim." ifadelerini kullanıyor. Faik Öğüt ise ifadesinde mağaza tapusunun kendisine, işletme yetkisinin kardeşi Eyüp’e ait olduğunu söylüyor. 2007'de depoyu satın aldığını söyleyen Öğüt, depoyu mağazaya kattığını ve showroom olarak kullandıklarını anlatıyor. Mağazayı kapattıktan sonra asma katta, kendisine ait olan Öğüt Yağ Fabrikası’ndaki işçilerin kaldığını vurguluyor. Öğüt, şöyle devam ediyor: "Bunlar huzursuzluk verdiler. Kendilerini çıkardık. Boş kaldığı sürede rastgele sıkıntılı insanlar kullandı. Oğlum Yunus, Suriyeli birkaç aileyi getirdi. Hatta asma katta bulunan yerlere belediyeden numara verildi. Kaymakamlık da kontrol etti. Kaç ailenin kaldığını bilmiyorum. Kira almadım ancak oğlum elektrik, su paralarını yatırdıklarını söylemişti. Asma kattaki kısımlar 5-6 odaydı. Bu asma katın olduğu kısım 450-500 metrekareydi. Bu kısım kaçak değildir." Öğüt sonradan "Teknosa" olarak kullanılan dükkanda kesinlikle kolon kesmediğini savunuyor. Eyüp Öğüt, depoyu 2008’de dükkanına kattığını ve 2012 yılına kadar bu adreste çalıştığını anlatıyor. Bu dükkanın kendilerinden sonra iki kez el değiştirdiğini vurguluyor. İsmail Saymaz, Eyüp Öğüt'ün 2014-2019 yılları arasında Nizip'ten AK Parti'den belediye meclis üyesi olarak görev yaptığını yazdı. Nurdağı ilçesinde yıkılan binalardan biri de İsmet Coşkun Apartmanı. 7 katlı apartmanın da Furkan Apartmanı gibi kesilen kolonlar nedeniyle yıkıldığı iddia edildi. Binanın altında faaliyet gösteren spor salonunun kolonları kestiği öne sürüldü. İddialara ilişkin soruşturma başlatıldığı bildirildi. Gaziantep'te yıkılan binalara ilişkin basına en çok yansıyan müteahhitlerden biri Yunus Kaya'ydı . Yunus Kaya Apartmanı, CCK Apartmanı ve Yaşam Konutları'nın müteahhidi Yunus Kaya'nın AK Parti'li Nurdağı İlçe Belediyesi meclis üyesi olduğu ortaya çıkmıştı. Binaların inşaat şirketi de Kaya'nın yönetim kurulu başkanı olduğu CCK Grup. 2016 yılında yapılan 5 katlı Yunus Kaya Apartmanı, inşaat şirketinin internet sitesinde "İnşaat sektöründeki ikinci eserimizdir." ifadeleriyle tanıtılıyor. Yaşam Konutları ise inşaat şirketinin internet sitesinde "Devam eden projeler" sayfasında yer alıyor. Yaşam Konutlarının tanıtımında şu ifadeler kullanılıyor: "Hayatın tadını çıkaracaksınız. Eşsiz yaşam alanları sunan projemizle hayallerinizi gerçekleştireceksiniz. Estetik ve teknolojinin kusursuz yorumu; kimileri için ayrıcalıklarla dolu bir yaşam, kimileri içinse büyük bir yatırım seçeneği. Rüyalarınızdan ilham aldık, Nurdağı'nın kalbinde size bir yer açtık. İddia ediyoruz, bizimle hayallerinizi gerçekleştireceksiniz." Gaziantep'te inşaat, akaryakıt, eğitim ve ulaştırma alanlarında faaliyet gösteren CCK Grup'un sahibi Yunus Kaya, internet sitesinde "Profesyonel yöneticilerimiz eşliğinde uzman kadromuzla özgün, dinamik ve yaratıcı projelerimiz ile siz değerli dostlarımızın hayatına dokunuyor, sizlere kusursuz hizmetler sunuyoruz." mesajını paylaşıyor. Yunus Kaya'nın AK Parti'li meclis üyesi olmasının yanı sıra belediyenin imar komisyonunda görev aldığı da ortaya çıktı. CCK Grup'un internet sitesinde yer alan bilgilere göre; şirketin referansları arasında Sağlık Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Türkiye Petrolleri bulunuyor. Yunus Kaya'nın sosyal medya paylaşımlarında AK Parti ve MHP'den birçok isme yakın olduğu görülüyor. DW Türkçe'den Pelin Ünker'in konuya ilişkin haberinde, Kaya'nın Nurdağı Belediye Başkanı AK Parti'li Ökkeş Kavak'a "abim" dediği, MHP Gaziantep Milletvekili ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Üyesi Ali Muhittin Taşdoğan'ın kendisini ziyaret ettiği paylaşımlar dikkat çekiyor. Bunun yanında Kaya, yerel basına da çok kez konu olmuş. Kaya, 2020 yılında da Nurdağı Belediye Başkanı ve Yardımcısı'yla gerçekleştirdiği doğum günü kutlaması ve "dolarlı doğum günü pastası" ile yerel basında konu edilmiş. Yerel basına yansıyan bir diğer haber ise Yunus Kaya'nın Nurdağı İlçe Millî Eğitim Müdürü Musa Yıldırım'a daire hediye ettiği iddiası . Gaziantep Sabah isimli internet sitesine gönderilen bir ihbar mektubunda Nurdağı İlçe Milli Eğitim Müdürü'nün göreve başladığı 6 yıldan beri bütün taşıma ihalelerini CCK ve Yunus Kaya'ya verdiği, bunun karşılığı olarak CCK Grup'un Yıldırım'a ev hediye ettiği ve hâlâ o evde oturduğu bildirilmiş. Haberde aktarılana göre söz konusu ihbar mektubunda "Nurdağı İlçe Milli Eğitim Müdürü Musa Yıldırım benim arkamda Şamil Tayyar var, AK Parti var, kimse bana bir şey yapamaz diyor" ifadeleri yer alıyordu. Musa Yıldırım hâlâ görevde. İnternetten yapılan aramada Yunus Kaya'nın aldığı taşıma ihalelerine ulaşılabiliyor. BirGün'den Mustafa Bildircin'in haberine göre, Nurdağı İlçe Belediyesi’ne AK Parti kontenjanından meclis üyesi olarak girdiği 2019 yılından sonra kamudan 41 milyon liralık ihale aldığı ortaya çıkan Kaya'nın aldığı kamu ihalelerinin toplamının ise 56 milyon 448 bin 49 bin liraya ulaştığı belirlendi. İhalelerin detayına Bildircin'in haberinden ulaşabilirsiniz. Halk TV'den Hazal Ocak, Yunus Kaya'ya ilişkin haberinde Nurdağı belediye başkan yardımcısı Hanifi Başıbüyük'e ulaştığını, Başıbüyük'ün “Yunus Kaya kardeşimdir” diyerek telefonu yüzlerine kapattığını anlatıyor. Haberde Başıbüyük'ün Kaya'yla ilgili paylaşımlarından birinde "Sen erkek kardeşten daha öte duyguları yaşattın bana" ifadelerini kullandığı belirtiliyor. Mersin'de yakalanan Yunus Kaya, gözaltına alındıktan sonra sevk edildiği adliyede çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi. Tartışmaya da konu oldu: MHP Gaziantep Milletvekili Sermek Atay, depremin ardından sosyal medyadan yaptığı paylaşımda "Her olayı takip edip, tweet atan şehrimizin ünlü siyasetçisi, Nurdağı'nda en fazla ölüme sebebiyet veren müteahhit siyasetçiyi takip etsene. Bu konuda senden tweet bekliyoruz. Korkma zaten emniyet, adliye gereğini yapacak. Ucu nereye giderse gitsin devlet hesap soracak. Hadi bekliyorum" ifadelerini kullandı. Atay'ın paylaşımının eski AK Parti Gaziantep Milletvekili ve AK Parti MKYK üyesi Şamil Tayyar'a yönelik olduğu idda edildi. Atay, paylaşımın kime yönelik olduğu sorusuna "İsim vermem. Zaten kimin, kiminle birlikte oluğunu herkes biliyor. Benim derdim suçluların ve arkasındakilerin gerekli cezayı görmesi" yanıtını verdi. Timur Soykan da "Rant bataklığında…" başlıklı haberinde Yunus Kaya'nın siyasi bağlantılarını şöyle anlatıyor: "CCK İnşaat’ın sahibi Yunus Kaya sadece 10 yıl önce küçük bir işletmenin ortağıydı. Bankalara kredi başvuruları yaparken 100 bin TL kredi bulsa şahlanacağını anlatıyordu. Depremden önce, henüz 36 yaşındayken Nurdağı’na onlarca yüksek katlı apartman dikmişti ve serveti kulaktan kulağa yayılıyordu. Depremde yıkılan her kentte olduğu gibi belediye ve iktidar partisiyle çok yakın ilişkiye sahipti ve bölgede yaşayan herkes bunu bilirdi. Eski AKP Milletvekili ve AKP MKYK üyesi Şamil Tayyar ile bir dönem çok yakındı. Nurdağı’nın AKP’li Belediye Başkanı Ökkeş Kavak ile ortak inşaat işleri de hızla büyümüştü. AKP’li bazı eski vekillerle de sık sık bir araya geliyordu. Bir düğündeki halay bu düzeni tamamıyla özetliyordu. Halay başı Yunus Kaya’ydı. Şamil Tayyar, Belediye Başkanı Ökkeş Kavak ve Nurdağı’nda onlarca kişiye mezar olan Nurdağı Otel’in sahibi Mustafa Gökkaya birlikte halay çekiyordu. Düğünün sahibinin Nurdağı İlçe Milli Eğitim Müdürü Musa Yıldırım olduğu iddia ediliyor." Soykan söz konusu haberinde Nurdağı Belediye Başkanı Ökkeş Kavak'ın da tutuklandığını belirtiyor. Timur Soykan'ın bir diğer haberi "Yıkımın portresi." Soykan bu haberinde inşaat sektöründe yaratılan rant mekanizması ve bu mekanizmanın yol açtığı ölümleri "Müteahhitler, parti yöneticileri ve belediye başkanlarının ortaklığında beton mezarlıklar inşa edildi." ifadeleriyle anlatıyor. Soykan bu mekanizmanın tam ortasındaki bir isme odaklanarak sistemi anlatıyor: Şamil Tayyar. Gaziantep'in İslahiye ilçesinde yıkılan apartmanlardan biri Tekin Apartmanı'ydı. Binanın müteahhitleri Ahmet Tekin ve kardeşi Veysi Tekin'di. Depremlerin ardından tutuklanan "Tekin kardeşlerin AK Parti'nin beton rüzgarını arkasına alarak zenginleştiğini" anlatan Soykan süreci ise şöyle anlatıyor: "Veysi Tekin, AKP ilçe yönetimindeydi. 2014 yerel seçimlerinde AKP’nin birinci sıradan İslahiye Belediye Meclis üyesi adayıydı ve seçildi. Aynı zamanda Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi oldu. Bu seçimden sonra Ahmet Tekin’in inşaat işleri büyüdü. İddiaya göre; İslahiye ve Nurdağı’nda imar plan revizyonu yapılıyor ve bazı bölgelerde kat sayısı 3-4’ten 6-7’ye çıkınca Ahmet Tekin devreye giriyordu. Yap-sat yöntemiyle büyük paralar kazandılar. Tekin kardeşler, kamuya ait bazı binaları da alarak apartmana dönüştürmüştü. Veysi Tekin’in belediye meclis üyesi olduğu dönemde Şamil Tayyar, AKP Gaziantep Milletvekili’ydi. İddiaya göre; Tekin kardeşlerin binaları hızla yükselirken Şamil Tayyar ile yakın ilişki içindeydiler." İslahiye’de depremden sonra tutuklanan müteahhitlerden Hüseyin Erdoğan da Şamil Tayyar ile çok yakın bir isimdi. Onun da kardeşi AK Parti’de siyaset yapıyordu. Kardeşi İbrahim Doğan, eski AK Parti İslahiye İlçe Başkanı’ydı. Müteahhidi oldukları İslahiye Fatih Caddesi’ndeki Hüseyin Tayyip Erdoğan Apartmanı yıkıldı. Hüseyin Erdoğan’ın oğlu, gelini, 4 torunu, ağabeyi, yengesi, yeğeni de bu enkazda hayatını kaybetti. Şamil Tayyar, İnstagram hesabında Hüseyin Erdoğan’a enkaz başında sarılarak ağladığı bir fotoğrafı depremin ikinci günü paylaştı. 👓 Editörün notu: Timur Soykan'ın haberinin devamına buradan ulaşabilirsiniz. • Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve Şanlıurfa 'ya ilişkin kendi ulaştığımız ve gelen ihbarları değerlendirdiğimiz tüm bilgileri sizlerle paylaştık. Müteahhitler kadar, yapı denetim şirketleri ve belediyelerin de bu konudaki sorumlulukları son derece önemli. Önümüzdeki günlerde Gaziantep, Kahramanmaraş, ve Hatay'a ilişkin bilgi, belge ve haberleri derleyeceğiz. Paylaştığımız bölgelere ilişkin gelen bilgileri de güncellemeye devam edeceğiz. Bir not: Deprem sorumlularına ilişkin bilgi ve belgeleri [email protected] adresinden bize ulaştırabilirsiniz.

Nisan 7, 2023
·
Makale
Yeniçerilerden Sonra Karagöz ve Ortaoyununda Siyasi Taşlama
Yazı: Ahmet Akşit Bilindiği gibi III. Selim’in en çok da Yeniçeri Ocağı’nın direnişiyle akim kalan modernizasyon hamlesini II. Mahmud tekrar başlatır. Yeniçeri Ocağı’nın kanlı bir şekilde ortadan kaldırılmasıyla (1826) Osmanlı Devleti içindeki güç dengesi çok ciddi bir değişiklik gösterir. Bundan böyle geleneksel eğlenceliklerde siyasi taşlamaya devlet katında gösterilen -mecburi ya da gönüllü- toleransın yerini sıklıkla sert bir müdahale eğilimi alacaktır. 1826 Haziranı’nda İstanbul’da olan Charles Mac Farlane şunları not etmiş: “Yeniçerilerin ortadan kalkması üzerine sultan sayısız kahvenin, karışıklık çıkaran yoldan çıkmışların kışlalarının yıkılması için bir ferman çıkarttı… Bu kahvelerde kalabalıkları başına toplayacak başıboş meddahlar da yasak kapsamına alınmıştı ve bunlar bizim ayak değirmeninden daha ciddi bir şeyin tehdidi altındaydı, hangi maharetli buluş ayaklara falakadan daha çok ızdırap verebilir.” (1) Osmanlı İmparatorluğu’na genç bir deniz yüzbaşı iken gelen Adolphus Slade(2) (1804-1877) 1829 Ramazanı’nda İstanbul’dadır. Slade, kahveleri dolduran muhafazakâr İstanbulluların ramazan günlerinde oldukça serbest bir şekilde eğlendiklerini anlatırken Karagöz’ü de konu eder. Ortamda daha çok enstrümental müzik vardır. Slade’e göre argo bir dille nükteler yapan Karagözcü müstehcen ve iğrençtir. Vezirler ve Sultan Karagözcünün taşlamasından nasibini alır. Slade, Hasan adında bir meddahdan da bahseder. Sıkı bir yeniçeri yandaşı olan Hasan 1826’da yeniçeriler katledilirken, kimsenin sesi çıkmazken, Mahmud’a sataşmak cüretini göstermiştir. Yakalanır, idam edilecektir ancak bir daha meddahlık yapmaması karşılığında Sultan onu affeder. Hasan bu yüzden Slade’in ısrarına rağmen meddahlık hünerlerini sergilemez.(3) Görüldüğü gibi Slade’in meddah Hasan’la ilgili yazdıkları Mac Farlane’in verdiği bilgilerle uyum içinde ancak Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sadece üç sene sonra Karagöz’ün II. Mahmud’u da siyaseten taşlaması doğrulanmaya muhtaç bir bilgi gibi duruyor. II. Mahmud’un modernizasyon hamlesinin Osmanlı eğlence hayatında da önemli sonuçları oldu Athanasios Karantzoulas, 19. yüzyılın ikinci yarısı, Pera Müzesi Türk Kahvehanesi, 1852. Amadeo Preziosi, YKY, 2007 İstanbul, s. 42-43. Ömer M. Koç Koleksiyonu Joseph-François Jean-Joseph Michaud(4) (1767-1839) ve François Poujoulat’nın (1808-1880) İstanbul’a 1830-31’de gelip birlikte kaleme aldıkları 1834’te basılmış kitapta yıkılmış yeniçeri kahveleri ve İstanbul’dan sürülmüş Karagöz’den ve meddahlardan bahsediliyor. “Sarayın kapısında onları ziyaret edenlerin başları sergilendi, evler yıkıldı ve kahvehane siyaseti artık harabeler arasında uyuyor. Alaycı Karagöz ve usta meddahlar Osmanlı’nın aylaklığını burada canlandırırdı. Hiç kimse bana meddahlara ne olduğunu söyleyemedi: Bazen gerçek inananların asi fanatizmini övdükleri için eleştirildiler. Zavallı Karagöz’e gelince, hoşnutsuz bir kalabalığın idolü ve hatta çoğu kez tercümanı olmakla suçlandı. Şimdi İstanbul’dan sürüldü, Türkçe oynaması yasaklandı ve herhangi bir tiyatroda kendini gösterdiğinde, artık lazzisini(5) kölelerin veya Helenlerin dili dışında oynamasına izin verilmiyor.”(6) Michaud ve Poujoulat’nın la politique des cafés dedikleri şeyin dönemin Osmanlı dilindeki karşılığı devlet sohbetidir. 1826’da darbe yiyen Karagözcülerin yaptığı, önemli bir kısmı yeniçeriler tarafından işletilen kahvehanelerdeki(7) günün siyasi konularını yeniçerilerin tarafını gözeterek perdeye taşımak olsa gerek. Michaud ve Poujoulat ikilisinden sonra neredeyse hepsi Fransızca yazan kaynakların gözlemleri 1840’ların başı ve 1850’lilerin ikinci yarısı arasında İstanbul’da gördüklerine dayanıyor. Metin And aralarında Gerard de Nerval(8), Charles Rolland(9), Louis Enault(10), Méry [Joseph Pierre Agnes]’nin (11) de bulunduğu seyyah ve yazarların gözlemlerini aktarıyor. Bu gözlemlerden anlaşıldığına göre, II. Mahmud’un yıktığı İstanbul kahveleri yeniden yapılmış ve Karagöz perdesinde yazarlarımıza sınırsızca gelen bir özgürlükle, Sultan Abdülmecid hariç, siyasal taşlama yapılıyor. Yazılanların bazıları gözleme değil de daha evvelden kaleme alınmış hatıratlara dayanıyor olabilir ancak Abdülmecid dönemine ait birbirini doğrulayan bunca tanıklığa inanmamak için bir sebep yok. Metin And’ı tekrarlamak pahasına bu yazarlardan ikisinin üzerinde durmak istiyorum. İstanbul’a 1847 ve 1855’te iki kez gelen Jean-Henri-Abdolonyme Ubicini edebi metinleri okuyabilecek kadar Türkçe öğrenmişti. Ubicini’nin İstanbul’da devlet içinde ve dışındaki insanlardan oluşan bir çevresi vardı. İlgisi sadece politik konularla sınırlı değildir. İstanbul’daki gündelik hayata dair gözlemleri değerlidir: “Türkiye’de amme efkârı tahmin edilmeyecek kadar kuvvetlidir. Hiç kimse, Karagöz’ün elinden kurtulamaz. Paşalar, ulema, dervişler, bankerler, tacirler, yüksek zümre ve bütün meslek erbabı, hayal perdesinde dikkatle gözden geçirilir ve her birinin hususiyeti ortaya konur. Hatta devlet erkânı Karagöz sansüründen mahrum olmadığı için, bazen tebdil-i kıyafetle bu gibi temsilleri seyretmeye giden sadra zam, birçok acı hakikatleri dinlemek mecburiyetinde kalır.”(12) Wanda ismini kullanan Karolyna Czajkowska Suchodolska’nın Fransızca yazdığı Souvenirs anecdotiques sur La Turquie (1820-1870) Paris 1884 (Karagöz’le ilgili bölüm ss. 271-278) kitabı siyasi taşlama konusunda Metin And’ın haklı olarak önem verdiği bilgileri içeriyor.(13) Yazarı ve bu bilgilere nasıl ulaştığı konusunda soru işaretleri bulunan kitabın gerçek yazarının Michal Czajkowski olduğunu Metin Ünver’in bir makalesi ortaya koyuyor.(14) Bir Leh mültecisi olan bu kişi, Rusya’nın baskısından kurtulmak için 1849’da isim değiştirip Osmanlı tarihinden bildiğimiz Sâdık Mehmed (1808-1886) adını alacaktır.(15) Bu durum verilen bilgilerin önemi artırıyor zira yazar Türkçe bilen ve Osmanlı devlet ve toplum yapısını tanıyan bir kişi. Sâdık Mehmed Paşa dört Karagöz oyunundan bahsediyor.(16) Bu oyunlardan ikincisi kaptan-ı derya ve damat Mehmed Ali Paşa’nın(17) Osmanlı donanmasının amiral gemisi Mahmudiye’de yaptığı türlü beceriksizlikler anlatılıyormuş. Hüsrev Paşa’nın(18) mahiyetindeki oğlanlarla ilişkilerinin gösterildiği üçüncü oyundaki sahneleri Sâdık Mehmed Paşa uygunsuz ve ahlaksız olarak niteliyor, buna karşılık aynı oyunda II. Mahmud yüceltiliyor (l’apothéose du sultan).(19) Sultan Abdülaziz`in (1861-1876) ilk yıllarında Kıbrıslı Mehmed Paşa’nın ve yakınlarının nasıl ceplerini doldurdukları da perdede alay konusu olmuş.(20) Karagöz’ün, özellikle Kıbrıslı Mehmed Ali Paşa’yla ilgili sözleri fazla keskin bulunmuş ve oyun yasaklanmış. Ayrıca o tarihten sonra devlet ileri gelenlerinin perdeye çıkarılması da yasaklanmış ve ağır cezalara bağlanmış. Wanda’ya yani Sâdık Mehmed Paşa’ya göre yasaklamadan sonra Karagöz’ün ilginçliği ve anlamı azalmış kaba ve bayağı bir güldürü durumuna düşmüş.(21) Metin And’ın kullandığı kaynaklar II. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerinde siyasi taşlamanın varlığını inkâr edilemeyecek şekilde ortaya konuyor. Peki, 1826’da Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldıktan sonra yeni dönemde siyasi taşlama hangi güce dayanarak devam etti ya da tekrar ortaya çıktı? Bu konuya oyunlarda II. Mahmud’a methiye için bir yer ayrıldığını hatırlatarak geçmek istiyorum. Sultana methiye düzmenin böyle başladığını düşünmek için bir sebep yok. Daha sonraki dönemlerde Nazif-Ritter oyunlarında da dönemin sultanına methiye düzüldüğünü görüyoruz, saray Karagözcülerinin bu kısma daha bir özendiklerini tahmin edilebiliriz. Yine de Sâdık Mehmed Paşa`nın şahitliğinde bir sultan için Karagöz`de yapılan methiyenin kayda geçmiş olması önemlidir. 1826 sonrasında yeniçeri kahvehaneleri yıkılıp buralarda oynayan Karagözcüler dağılmışken saraya daha yakın hayaliler öne çıkmış olabilir. Mahmud sonrasında da bu uzlaşmanın, -yani işbaşındaki sultana övgü, gözden düşmüş vezirlere, paşalara yergi- Tanzimat paşalarıyla devam etmesi çok beklenebilecek bir gelişme. Tanzimat Dönemi’nde bürokraside rakip kliklerin sert mücadelelere girdikleri bilinen bir konudur. Eğer ilan edilmemiş böyle bir “uzlaşma” varsa sultanın ve Tanzimat paşalarının rakiplerini itibarsızlaştırmak için himayesiz kalan Karagöz’ü kullandıkları ancak Kıbrıslı Mehmed Paşa gibi güçlü bir bürokrat perdeye çıkarılınca siyasi taşlamanın yasaklanmış olması akla yakın geliyor. Sâdık Mehmed Paşa’nın hatıratının Karagöz’le ilgili sayfaları siyasi taşlama konusunda önemli bilgiler veriyor. Sâdık Paşa, Sultan Kazakları komutanı üniformasıyla, 1857 Antoni Oleszczyński (1794-1879), http://www.polona.pl/ dlibra/doccontent2?id =5635&from=latest Abdülaziz’in sarayda vükelanın taklidini yaptırması ciddi rahatsızlıklara yol açar. Sultan, 1867’de Birleşik Krallık ziyareti sırasında Royal Portraits albümü, Queen Victoria Royal Collection Trust United Kingdom Bu tahmini 1840-44 arasında yapılan jurnaller ve bunları ortaya çıkaran Cengiz Kırlı’nın yorumları destekliyor.(22) Kırlı, İstanbul kahvelerinde, dükkânlarda, hanlarda vb. sohbetleri dinleyen hafiyelerin duyduklarının yazıya geçilme ve sunulma aşamalarında iş başındaki bürokratların rakiplerini gözden düşürmek üzere kolaylıkla kullanabileceklerini söylüyor. Nitekim Karagöz perdesinde genç oğlanlarla ilişkileri alaya alınan Hüsrev Paşa’nın, jurnallerde de yolsuzlukları karşımıza çıkıyor.(23) Buna karşılık Tanzimat’ın bir numarası Mustafa Reşid Paşa’yla ilgili jurnaller o dönemde çıkarılan halkın canını yakan yeni vergilere rağmen genellikle olumlu ya da yansız bir dille kaleme alınmış.(24) Abdülaziz’in Eğlenceleri Yukarıda Sâdık Mehmed Paşa’nın (Wanda), Karagöz’e siyasi taşlama yasağı konulmasının tarihini Abdülaziz’in ilk yılları olarak verdiğini belirtmiştim. Aynı yıllarda sarayda oynanan oyunlardan bazı Osmanlı vükelası çok rahatsızdır(25) zira ortaoyunu ve Karagöz gibi geleneksel eğlencelikleri seven Sultan saraya çağırdığı Yağcı İzzet ve Kurban Oseb(26) gibi oyunculara eğlenmek için Ali, Fuat ve Yusuf Kâmil Paşalar gibi önde gelen devlet adamlarını taklitlerini yaptırmakta, yerdirmektedir. Ebuzziya Tevfik bu oyunculardan “emir altına alınmış… Zuhuri maskaraları” olarak söz ediyor.(27) Bu sırada Mabeyn’de kâtip olan Ziya Bey’in (meşhur şair Ziya Paşa) bu eğlencelerde payı olduğu, sevmediği vükela ile alay edilmesinden memnun kaldığı anlaşılıyor.(28) Ancak Ziya Bey saraydan ayrıldıktan (1861)(29) sonra da bu tarz güdümlü siyasi taşlama devam eder öyle ki, Namık Kemal’e üvey dayısının yolladığı bir mektupta mali dengeyi elden geldiğince düzeltmek için masrafları kısmasından dolayı Esad Paşa’ya(30) kızan Sultan’ın kendi sadrazamını alaya alan bir komedyayı bizzat kaleme aldığı bilgisi var.(31) Abdülaziz’i tahttan indirenlerden Hüseyin Avni Paşa(32) da sarayda çirkin bir şekilde taklidi yapılanlar arasındadır.(33) Anlatılanlardan bu oyunların saray içinde kaldığı dışarıda oynanmadığı anlaşılıyor. Muhtemel ki Karagöz’e getirilen siyasi taşlama yasağı ortaoyunu ve benzeri eğlencelikler için de geçerlidir. Buna karşılık vükela rahatsız da olsa, Abdülaziz’in sarayda düzenlettirdiği eğlenceleri engelleyememektedir. İSTİBDAT DÖNEMİNDE İKİ MUHAVERE II. Abdülhamid döneminde iki muhaverede silik ve dolaylı siyasi taşlama kalıntılarına rastlıyoruz. Kunoš’un 1886’da yayımladığı kitapta yer alan üç oyundan birincisi “Hamam”ın muhaveresinde Karagöz evinin penceresinden aşağı inecekken ayağına ip dolanıp asılı kalır ve feryat ederek Hacivat’tan yardım ister. Ancak Hacivat “başım belaya girer” diye bir süre yardım etmez. Evvela Paris’e, Yunan’a, Londra’ya, Portekiz’e telgraf çekecektir oralardan gelecek cevaba göre Karagöz’e yardım edecektir.(38) Kunoš’un aynı kitabının “Karagöz’ün Yazıcı Oyunu”nun(39) (Karagözün jaže̊ce̊-ojnu) muhaveresi ile Teodor Kasab’ın Hayâl gazetesinin ilk sayısında(40) yayımlanan muhavere arasında başlangıç kısmı hariç büyük benzerlik vardır. Bu muhaverede Karagöz gazetecidir, başka şeylerin yanı sıra Diyojen ve Çıngıraklı Tatar’ı çıkarırken yaptığı muhalefetten dolayı başına gelenleri de anlatmaktadır. Kasab 1877’de 3 yıla mahkûm olmuş, çıkarmakta olduğu Hayâl gazetesi yayıma son vermiştir. Hapse giren Kasab bir ara salıverilmiş bundan istifade Paris’e kaçmış, ancak iki yıl sonra İstanbul’a dönmek zorunda kalmış, 1881 yılında affedilmiş akabinde II. Abdülhamid’in kararıyla “Kitâbî-i Hazret-i Şehriyârî” olarak saray kütüphanesine alınmıştır. Kunoš bu oyunu seyrettiğinde aynı görevdedir.(41) Teodor Kasab bu durumdayken yaklaşık 12 sene evvel yayımladığı muhaverenin İstanbul kahvelerinde oynanması iki açıdan ilginç: “Kızlar Ağası” Merkezinde siyasi taşlama olan “Kızlar Ağası” sansürlenmemiş ya da az sansürlenmiş izlenimi veren yegâne ortaoyunudur, Karagöz’de de benzeri bir oyun günümüze gelmemiştir. Burada bu oyunu tanıtmamın sebebi 1826 öncesinde siyasi taşlamanın neye benzediği konusunda okuyucuya bir fikir vermektir. Cevdet Kudret, Kavuklu Hamdi’den alınan bu oyunun nev icad olduğunu belirterek başında “Bu piyes Meşrutiyet’ten sonra oynanmıştır.” notu olduğuna dikkat çekmiş.(34) Ancak Yeniçeri Ağası’nın da oyunda yer alan tiplerden biri olduğunu göz önünde tutarsak 1826 öncesi, hatta siyahi hadım ağaların Osmanlı yönetiminde etkin olduğu 17.-18. asır saray içi mücadeleleri akla getiren bir olay örgüsü var.(35) Siyahi bir hadım olan Kızlar Ağası (KA) Cafer sarraf Samuel’den (Cûd) altı ay önce 5000 lira borç almıştır. Pişekâr ile Kavuklu, Ağa’nın hizmetinde çalışmaktadırlar. Samuel borcu tahsile gelince 1000 lira daha borç ister fakat Samuel yeni borç vermeden evvel eski senedi nasıl ödeyeceğini sorar. Ağa tehdit ile eski senedi Samuel’e yırttırır sonra da yutturur. Samuel yeni borç için senet düzenlerken ince bir kâğıt seçer: “KA- Allah Allah! O ne öyle? O nasıl kâğıt? Ona yazı yazılırken yırtılır, ayol. Cûd- Merak etme yirtilmaz efendim, yazilir.Yirtilsa da zarar yok; nasil olsa bir ay sonra onu ben yutacak değil miyim?” (36) Kavuklu da (K) Yahudi’yi dolandırmasından dolayı Ağa’ya kızgındır ama bir taraftan da korkar: KA- Haydi Hamdi Efendi, sen de git istirahat et. K- (Gizli) Vay köpoğlu! Yahudi’yi dolandırdı ya, bana da rahat ettiriyor. (Âşikâre) Peki, efendim, gidiyorum. Eski senet yutturulacak bir alacaklı filân gelirse size getireyim mi?” KA- Kim gelirse? K- Efendim, eski bir sarraf veya senetli biri gelirse getireyim mi huzurunuza? Yoksa size getirmeden orada ben yutturayım mı? KA- Elbette getireceksin. Onların hakkını vermek lâzım değil mi ya? K- Elbette onu sizden başkası yapamaz. KA- Neyi yapamaz? K- Eski senet yutturmayı. Bu iş herkesin harcı mı? Hem de bakalım herkes Yahudi gibi yutar mı?” Fasıl, Cûd’un durumu bildirmesi neticesinde Yeniçeri Ağası’nın bostancılarla beraber Cafer’in düzenlediği eğlenceyi basması ve burada yaşanan bir güç çatışmasını takiben bostancıların Cafer’i sürükleyip götürmesiyle kapanır.(37) Cûd’un uğradığı haksızlık gayet hoş ve sert bir mizahla ortaya konuyor. Üstelik olay Cûd’un lehine çözülüyor, herkesin çekindiği bir devlet görevlisi “adil” Yeniçeri Ağası tarafından cezalandırılıyor. Yeniçeri Ağası, Cafer’i bostancılar tarafından götülürken “köpek Arap”, “köpek Fellâh” diye aşağılar, böylece yolsuzluğun yaygın bir durum değil de siyahi Cafer’in şahsi bir suçu olduğu izlenimi yaratılır, yani saray da dolandırılanlar arasındadır. Nereden bakılırsa bakılsın bir yöneticinin tehdit ile borcunu silmeye yeltenmesinin mizah üzerinden eleştirilmesi düpedüz siyasi taşlamadır ancak bu bir sistem eleştirisi değildir. Adaletin Yeniçeri Ağası’nın eliyle tecelli etmesinden dolayı oyunun 1908 ertesi gelişen politik ortama uygun düştüğünü düşünebiliriz belki, ancak saray eleştiri dışıdır, dolayısıyla olay örgüsü bu yorumu desteklemiyor. Yapısında bugünün gözüyle “ırkçı” sayılabilecek kimi öğeler ve yeniçeri ağasının fazlaca “temiz” bir figür olarak ortaya çıkması okuyucuyu yadırgatsa da, yolsuzluğu ve yüksek bir devlet görevlisinin yetkilerini kötüye kullanmasını sorgulayan mizahın ne kadar etkili olabildiğini görüyoruz. 1861’de mabeynde kâtip olan Ziya Paşa’nın da vükelanın taklit ettirilmesinde payı vardır Abdullah Frères, İstanbul 1. Abdülhamid döneminde bir hayâlinin Kasab’ın bir muhaveresini çok benzerini oynamaya cesaret etmesi. 2. Bir entelektüelin yazdığı muhaverenin Karagöz dağarcığına girmiş olması. “Kızlar Ağası”ndakinin tersine bu muhaverelerde taşlama merkezî bir yer tutmuyor, ancak rejime yönelik belli belirsiz laf sokmaları söz konusudur. Kunoš oyunları Aksaray’da ya da o civardaki kahvelerde dinlemiş ve yazmış olduğunu söylüyor. Eğer bu bilgi doğruysa satır aralarındaki taşlamayı fark etmekten zevk alan bir seyirci grubu var demektir. Yani siyasi taşlama oyuncusu ve seyircisi bir yerlere sinmiş ama bitmemiş gibi gözüküyor. Bu kadar silik ve dolaylı siyasi taşlama Halide Edip’in Sinekli Bakkal’ındaki romanın kahramanı Rabia’nın babası Karagözcü/ortaoyuncu Kız Tevfik’in, parası hiç bitmeyen “mirasyedi”yi, zahiren kıyafeti aynı olduğu halde, ruhunu, tavırlarını dönemin dâhiliye nazırına benzeterek oynatmasını hatırlatıyor. Halide Edip şöyle yazmış: “Kıyafet, üslup, ifade hep eski fakat ‘sembol’ler yeni idi. Yalnız bunu o kadar san’atkar bir karışıklıkla, mantığa sığmaz vakalar arasında gösteriyordu ki, onu yakalayıp şunun bunun karikatürünü yapmakla itham etmek çok müşküldü.”(42) Bu durumda Abdülhamid’in neden yıldız, vb kelimeleri yasakladığını ya da başka inanılması güç yasaklar getirdiği anlaşılıyor zira insanlar “ben sen-den değilim”, “esasında sana karşıyım” demenin türlü yollarını bulabiliyorlar. SONUÇ 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın ilgasının, bu tarihin öncesinde ve sonrasında uygulamaya konulan devletin kendisini ve toplumla ilişkilerini yeniden düzenleme çabalarının, toplumunun bütünü için olduğu kadar geleneksel eğlencelikler için de önemli sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Örneğin 18. yüzyılda kol oyunları şenliklerde geniş esnaf grupları ve ahali ile yakın temas halinde icra edilirken ve sosyal anlamda bu gruplara yaslanırken(43), 19. yüzyılın ilk yarısında bu iç içe olma hali çözülmeye başlamıştır. Böylece esasen bir esnaf eğlencesi olan kol oyunu ortaoyunu formuna bürünürken genel ahaliye hitap etmenin yollarını aramış, ancak esnaflık motivasyonun yerleştirdiği kurgu ve espri anlayışı ortaoyununda da devam etmiştir. Karagöz de Yeniçerilerin ortadan kalkmasından sonra, güç dengesinin sultan ve merkezi bürokrasi lehine değişmesinden dolayı kahvehanelerde kullanageldikleri perdenin özerkliğini önemli ölçüde yitirdi. Bu süreçte iki eğlencelik de merkezin geçtiğimiz yüzyıllara göre çok daha kolay kontrol edebildiği bir hal aldı. Halide Edip’in Sinekli Bakkal’ı (1936) ilk olarak Londra’da İngilizce The Clown and His Daughter (1935) adıyla yayımlanır. Romandaki Kız Tevfik tipi bakkaldır ama gözü hep Karagöz ve ortaoyunundadır. Cumhuriyetin 75. Yılı 1954-1978, YKY, İstanbul 1998, cilt II, s. 535 Karagöz ve ortaoyunu halk tarafından beğenilse de devlet katında genellikle asrileşmeye katkısı olmayan muzır eğlenceler olarak değerlendiriliyordu. Dolayısıyla siyasi taşlamanın yasaklanmasından sonra müstehcenlik üzerine kurulu mizah yapan ve bu yüzden de dönemin aydınları ve devlet tarafından baskı altına alınan hayaliler, taşlama alanına dönmeye kalkarlarsa, yeniçeriler gibi dengeleyici bir gücün yokluğunda, daha genel bir yasaktan çekiniyorlardı muhtemelen. 19. yüzyılın ikinci yarısında Karagözcülerin, meddahların hemen köşe başındaki kahvede beceriksiz sadrazamları, rüşvetçi nazırları alaya aldığı, bunlar hakkında ileri geri konuştuğu, seyircinin de alkış tuttuğu bir siyasi ortam Tanzimat bürokratlarına hiç cazip gelmemiş olsa gerek. Yazının dipnotlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Nisan 7, 2023
·
Makale
İstanbul'da Eski Ramazanlar
Yazan: Sermed Muhtar Arus On beş, yirmi gün kala, vakitli vakitsiz cami ve mescid şerefelerinde müezzinler görülmeye başlar, kandilleri yerine takar, sırası bozulmuşları düzeltirken gözü ilişenler, "Rabbime bin şükür mübarek ay da geldi!" diye sevinirlerdi. Bir iki gün sonra, selâtin camilerin iki minaresi arasında mahya ipleri bağlanırken görenlerde yine memnuniyet ve tehniyet, "Elhamdülillâh, on bir ayın sultanına yine yetiştik çocuklar!". Daha ardından Beyazıd meydanında, Serasker kapısından içeri galdır guldur beygirler ve iki mantelli top. Ezanda iftar vaktini gürletecekler... Seyrine üşüşen üşüşene, yine hamdeden edene. Artık adım başında çeşit çeşit Ramazan alâmetleri, her tarafta faaliyet belirirdi. Cami kayyumları, kademeleri, başlarında dikişlisi takke, kavukları, cübbeleri atmışlar, kolları paçaları sıvamışlar. Köşe bucağın örümcekleri alınıyor; boydan boya halılar, saf saf pabuçluklar süpürülüyor; camlar siliniyor; kandiller sıcak suda yıkanıp patlatılıyor; mihrabın iki tarafındaki büyük pirinç şamdanlar, avluda abdest muslukları, şadırvanların tasları uğuluyor. Evkaftan arabalarla yollanan tulum tulum, teneke tene kandillik zeytinyağları sırtlanıp indiriliyor. İmam efendilerin, müezzin efendilerin lüpcülerinde keyif kekâ (argo: keyifler yerinde) . Gelsin elçabukluğu marifetle ham hum şorolop (argo: yutmak) ; okka okka evlerine aşıramento (argo: aşırmak) . Artık sofralarında sıvırya (alabildiğine) fasulye pilâkisi, zeytinyağlı pırasa... İstanbul'un ana caddelerindeki dükkânlar da çeki düzene koyulurdu: Şekerciler pırıl pırıl kalaylı reçel kaplarını yere, renk renk şurup şişelerini raflara dizerler; bakkallar mostıralarını (sergilenen örnekleri) çoğaltarak güllâçları, sucukları, pastırmaları sallandırırlar; fırınların tezgâh etrafları pembe, kırmızı uçurtma kâğıtlarının nakışlı nakışlı oyuruklarıyla süslenir, has ekmek, çörek otlu pide, kazanyağlı, susamlı, makarnalık simitleri çıkarmaya hazırlanırlardı. Bulgar işkembecilere de gün doğardı. Sair (diğer) vakitler aksataları (argo: alışveriş) kıt. Civardaki evlerin birine bir misafir damlayacak da sini üstünü yufka olduğu için yumurtasızı ikiliğe, yumurtalısı üçlüğe çorba ısmarlanacak yahut kepenkler ineceği sırada bir Balıkpazarı veya Tavukpazarı avdetçişi (Balıkpazarı veya Tavukpazarı'ndan dönen kişi) düşecek de eve eli boş gitmemek için çeyreği sökülüp beyinli bir baş alacak. Halbuki Ramazan geldi mi kâse dolusu çorbaya kuruşu, yarım okka ekmeğe yirmi parayı veren bütün fıkarayı (fakiri) sabrı hep hürya ederdi. On bir ayın sultanı kapı eşiğine yaklaşırken Beyazıd camisi avlusunda çat çut, çat çut keser sesleri, testere gıcırtıları... Sergiciler inşaata girişirlerdi. Yapılan barakaların büyükçelerine Hereke, Karamürsel fabrikalarının, Feshane-i Âmire'nin, Mekteb-i Sanayii'nin, tütün ve tömbeli rejisinin, İzmir pazarının malûmatları istif edilir, öbürlerine de antikacı Bedestenli Ali Bey, sayılı ağızlıkçılar, Buharanlı tesbihçiler, akarab hacıyağcılar, "kokulu bahar, kokulu bahar" diye nağmeleriyle meşhur kınalı sakallı Acem yerleşir, birkaç gün sonra da ortalık iğne atsan yere düşmez hâle gelirdi. Hele Vezneciler'den Direklerarası'na kadarki hazırlıkları sormayın. Mısırlı Zeynep Hanım Konağı'nın (şimdiki Fen Fakültesi) önünü dön, aşağı vur. Sol kolda, medreseden sonraki arsaya salaş kahvenin damına muşambalar serilmekte. Peykelerine, Valide Han'ından kiralanmış halılar yayılmada. (...) Karşıda, Türkiye'nin ilk Türk eczacısı Sakallı Hamdi Bey'in eczanesi. Yanıbaşındaki yangından bakiye arsaya küçük küçük çadırlar, tahta havaleler kurulurdu. (...) Direklerarası'na gelelim: Faaliyetin başlıcası orada, çaycılarda: Varı yoğu dışarı çıkarıp duv arları, çerçeveleri boyayan boyayana, yerleri ovduran ovdurana; semaveri, tezgâhı pırıl pırıl edip fazla sandalyeler kiralayan kiralayana... (...) Ramazan'ın gelişine bir alâmat de askeri mekteplerin tatil oluşu ve mekteplilerin caddeleri, sokakları dolduruşu idi. Şaban ayının on beşi oldu mu cümlesi evci ve sılacı edilirdi. (...) Şeker bayramının dördüncü günü mekteplerine dönerler, sılaya gitmişler ise Kurban'a kadar kalırlardı. Kaynak: Akşam, 20.10.1939, sayfa 7.

Nisan 7, 2023
·
Makale
HSBC'den döviz tahmini
HSBC , Türkiye'ye ilişkin yayımladığı raporunda 2023 yıl sonu için USD/TL beklentisini 24.0'e yükselttiğini duyurdu. Banka, diğer kurumların tahminlerine benzer olarak, 14 Mayıs seçimlerini kimin kazandığı farketmeksizin yılın ikinci yarısında dövizde güçlü bir düzeltme yaşanacağını tahmin ediyor. 💉 Hatırlatma dozu: Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye ilişkin tahminlerini paylaşan Morgan Stanley, 14 Mayıs seçimlerinin sonucu ne olursa olsun seçim sonrası ilk aşamada döviz kurunda yükselişler olabileceğini tahmin etmişti. Bank of America (BofA) da döviz kuruna ilişkin benzer bir tahminde bulundu. Tahmininde TL'nin adil değerinin 24 olduğunu belirten BofA, seçimi kimin kazandığı farketmeksizin Türk Lirası'nda %15-25 arasında değer kaybı beklediğini ifade etmişti. TL'nin döngüsel ve yapısal kırılganlıklarının farkında olduğunu ifade eden HSBC, negatif reel faiz, yüksek cari açık, düzenli sermaye akışlarının eksikliği, düşük döviz rezervleri ve liralaşma stratejisinin sürdürülebilirliği konusundaki riskler gibi değişkenlerin Türk Lirasının önündeki zorluklar olduğunu ifade etti. Raporda, yılın birinci çeyreğinde yaklaşık 35 milyar USD'ye ulaşan dış ticaret açığı nedeniyle ödemeler dengesinde görünümün iyileşmemesi, TCMB'nin swaplar hariç net döviz rezervlerinin hâlâ ekside olması ve vatandaşların KKM'ye ilgisinin artırılarak, mali denge üzerindeki riskleri artırması nedeniyle bu zorlukların yıl başından bu yana iyileşmekten ziyade daha da derinleştiği belirtildi. Banka bu nedenler ışığında, mayıs ayında maliye ve para politikalarından kimin sorumlu olduğu farketmeksizin USD kurunun yıl sonuna kadar 24.0'e ulaşmasını beklediğini ifade etti.

Nisan 7, 2023
·
Makale
Bir Türkiye Gerçeği: Türk dizileri, Nursemalar ve Sansür
Bu köşeyi okuyanlar bilir; Ruhsar, Yılan Hikayesi, Evdeki Yabancı ve hatta Çocuklar Duymasın’dan bahsetmişliğim vardır. Sanmayın ki sadece 90’ların sonu, 2000’lerin başında Türk dizisi izlerdim. Lise son sınıfta herkes sınava hazırlandığı için televizyon izlemeyi bırakmışken ben her gün arkadaşlarıma kaçırdıkları bölümlerin özetini geçerdim bazı sahneleri taklit ederek – hem de biyoloji laboratuvarında ( e bi’ de bayıl istersen Feriha? ). Sizlere yalan söylemeyeceğim, Türk dizisi izlemek benim için hep bir zevk oldu ve suçlu da hissetmiyorum. Öyle ki sektörün acımasız koşulları ve anlamsız uzun dizi saatleri canımı çok sıksa da bir türlü kopamadım Türk dizilerinden. Belki her şeyi tahmin edebilmenin anksiyetemi rahatlatmasından, belki de verdiği tanıdıklık hissinden, bilmiyorum. Suçlu hissetmiyorum dedim demesine ama haftalar önce Kızılcık Şerbeti’ne denk gelip içimde feci bir merak hissedince ben bile biraz utanma belirtisi gösterdim. Sanki biri beni kontrol ediyormuşçasına ( Cranberry Sorbet olsa beğenirsiniz!) gizli sekmeden açmaya başladım birkaç çarpıcı sahnenin videolarını. Neden mi çekindim? Seküler bir ailenin kızının muhafazakâr bir ailenin oğlundan olan beklenmedik hamileliği ve ikilinin evlenmek istemelerini konu alan dizi, olaylı başlamıştı. Seküler annenin başörtülü kadınları kast ederek "bunlar da her yerde" demesiyle aslında seküler insanları kötü gösterdiği, bir propaganda aracı olduğu fikriyle feci eleştiriliyordu . Bu eleştiriler sosyal medyada dönedursun ben artık çarpıcı videoları geçip tüm diziye kendimi iyice kaptırdım, gizli sekmeler de biraz nefes aldı. İzledikçe fark etmeye başladım ki aslında bu dizi alanında öncü nitelikteydi bana göre. Birincisi, şimdiye kadar dizilerde muhafazakâr aileleri ya düşük sosyo-ekonomik statüde (Feriha’nın bela babası gibi) ya da insanüstü, arkadaşım Erenalp’ in deyimiyle ‘karikatürize mükemmellikte ilahi karakterler gibi’ görürken, burada oldukça varlıklı fakat insani falsoları olan bir aile profili görüyorduk. Bu açıdan hem farklıydı hem de gerçeği yansıtıyordu. İkincisi, toplumun polarize yapısına ışık tutuyor, hem de bunu tipik bir Türk dizisinin aksine olayları sakız gibi uzatmadan yapıyordu. Hakikaten iki uç vardı, ikisi de kendi bildiğini doğru sayıyor ve bunları çocuklarına dayatmaktan geri durmuyorlardı. Emre Erbirer’in yazısında dediği gibi bu iki taraf, "çocuklarını kendi makbullerine göre büyütüyor ve tam da bu noktada muhafazakârı ve seküleri fark etmiyor "du. İkisi de gerektiğinde törpülenmeli ve birbirine anlayış göstermeyi öğrenmeliydi. Ne kadar da biz, ne kadar da gerçek! Çocukların ilişkilenmesiyle beraber bu iki aile de istemeseler bile etkilenip dönüşmeye başladılar tabii. Buradan sonrası ağır spoiler içerir: Başlarda seküler gelinlerine ve dünür aileye nefretle bakan muhafazakâr görümce Nursema’nın, seküler tarafın arkadaşı Umut’tan hoşlanmaya başlamasıyla geçirdiği dönüşüm diziyi bambaşka bir yere çekti. Annesinin erkek evlatlarına tanıdığı ayrıcalıktan rahatsız oldu Nursema. Kardeşi Fatih’in sevgilisi evlenmeden ondan hamile kalabiliyor ama Nursema biriyle flört bile edemiyordu. Sanatını sergilemesi kabul edilmiyordu ve annesinin uzantısı gibiydi; birey olmasına izin verilmeyen ve ait olduğu yer sadece ev olan (önce baba evi, sonra da koca evi). Sırf birini sevdi diye tokat yedi Nursema. Apar topar ve zorla varlıklı bir muhafazakâr ailenin oğluyla evlendirildi çünkü davul bile dengi dengineydi. Ağlaya ağlaya gelin gitti Nursema. Üstüne bir de kendisine dokunmasını istemediği için damat tarafından şiddet gördü ve pencereden aşağı atıldı. Yineliyorum, bu da çok gerçek! Pankart: Amira Arzık Sonra ne mi oldu? Nursema, başlarda hoşlanmadığı seküler ailenin genç kadınlarıyla dayanışmanın da etkisiyle kendi gücünü fark etti. İkiyüzlülük midesini bulandırdı, kendi doğruları uğruna ondan kurtulmaya çalışan ailesine öfkelendi; ailenin, istediği insanlarla beraber olabilen ama sıra kız kardeşlerine gelince hiçbir şeye karışmayan erkeklerine kızdı. Artık Nursema’nın dönüşümü başlamıştı. O ana karakterdi artık. İşte olanlar tam da bu sıralarda oldu. İçki kadehleri buzlanırken şiddetin alenen normalleştirildiği dizilere göz yuman RTÜK, Kızılcık Şerbeti’ne beş bölüm yayın durdurma ve 1.5 milyon lira para cezası vermeye karar verdi. Gerekçe ise dizinin kadına şiddeti özendirmesi… Maalesef ki ülkemizin kanayan yarası, en acı gerçeklerinden biri olan kadına şiddeti, buna maruz kalan karakterin güçlenip herkese savaş açtığını gösteren bir hikâye üzerinden anlatmak, şiddeti uygulamaktan daha büyük suç olarak görüldü. Gerçek failler ceza almaz ve kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi uygulanmazken, şimdilerde 6284 sayılı kanunu kaldırmak isteyenler sözümona bu sansürle kimi neyden korudu? Nursemalar varlar, bunu hepimiz biliyoruz. Bazıları yakından tanıdığımız, bazıları sokakta yanımızdan geçip giden o kadınlar. Karaktere muazzam bir şekilde hayat veren oyuncu Ceren Karakoç’a "aynısını yaşadım" diye haykıran canım kadınlar. Bilsek de her zaman dillendirilmiyor bunlar. Dizinin de adını aldığı deyim gibi, Türkiye’de "kan kusup kızılcık şerbeti içtim" deme kültürü çok yaygın fakat artık sansürden bıkmadık mı? Şimdi ister istemez sormak istiyorum: Sansürlenen şey şiddetin muhafazakâr biri tarafından uygulanması mı, kadınları gerçekten camdan atanların hatırlatılması mı, kadının bu şiddet ve bastırılmışlıktan güçlenerek çıkması mı yoksa dizinin polarize olmuş bizlerin değişip dönüşme ihtimalini göstermesi mi? Haklılık payım varsa söyleyin, sizce hangisi? Not : Birbirini tanıyan ve tanımayan, bambaşka kültürden insanları bir araya getiren "Kızılcık Şerbeti Övüyoruz" adlı WhatsApp grubumuza buradan selam olsun. İyi ki varsınız, iyi ki Nursema’nın yanındasınız!

Nisan 6, 2023
·
Makale
Şehri incelikli görenlerin mezat yeri: Hayyam
Mahalle: Sirkeci. Mekân: Hayyam Pasajı. Mahalleli: Özgür Turanlı . Anlatıcı: Hazal Yılmaz & Rânâ Mengü . Vizörden bakan: Deniz Sabuncu . Semtteyiz şimdi. Tarihi takiben mektupların, kasaların, devlet erkanının, valizlerin, şapka kutularının, envanterin, parşömen sayfaların, yadigârların ve seyyahların İstanbul’a giriş ve İstanbul’dan çıkış noktası Sirkeci’de. Bu kadar veda ve onca kavuşmayı vizörden izleyenlerin, deklanşöre basıp tarihi belgeleyenlerin, silik isimleri agrandizörde tespit edenlerin meskeninin Sirkeci olması, olağan. Gardan Hayyam'a İstikamet: Hayyam. Şehri incelikli görenlerin mezat yeri. Ticaret sürüyor, makineler el değiştiriyor, eskiler değer kaybetmiyor, temizleniyor, ileri dönüşüyor. Bedel, günün teknoloji ve döviz kuruyla alan ve satanın rızkı ve siftah ortalaması düşünülerek yapılıyor. Tek bir kapıyı aralayınca olmuyor tabii, sırayla dükkânlar ziyaret ediliyor, ikram edenle çay içiliyor, makine bir dükkânda yoksa öbürü işaret ediliyor. Fiyatlar değişken, sohbet sabit: Sirkeci’nin (ileri) dönüşümü. Ziyaret edilenler arasında en uzun vakit geçirileni pasajın toptancılarının buluştuğu, girişin sağındaki birinci kat: Özgür Foto Teknik . İçerisi kalabalık, gelenler gedikli. Bize de hemen birer çay söyleniyor. 12 yaşında çırak olarak gelmiş hana Özgür Turanlı, dükkânın sahibi. Anlattığına göre o zamanlar hanın sadece üçüncü katı fotoğraf dükkânlarına aitmiş, geri kalanlar; beyaz eşyacı ve dövizci diye ayrılırmış. 33 yıl sonra, bugün Hayyam; fotoğrafla ilgilenen herkesin buluşma noktası. Buluşma noktası: Hayyam İstanbul’un ticarethanesinde Türkiye’nin fotoğraf çarşısı Dükkânının bitimindeki gizli kapıdan ofisine varıyoruz Özgür Turanlı’nın. 33 yıldır Hayyam’lı bir fotoğrafçıdan Sirkeci’ye bakmak istiyoruz. Öncesi, şimdisi ve sonrasına. “1400'lerden beri Sirkeci, ulaşım yollarının kolaylığı nedeniyle İstanbul'un merkezi, ticarethanesi. Hâlâ mahallede, İstanbul Ticareti Odası'nın sokağında bir zindan var. Bugün biz onu Zindan Han olarak biliyoruz. Zamanında mahalle esnafları sorun çıkardığında buraya atılır, ceza süresi boyunca halkın getirdiği ekmekle beslenirmiş. Şimdilerde 500-600 yıllık ticaretin kalbi Sirkeci’yi, doğal akışından koparıp otel bölgesine çevirmek için yoğun bir çaba gözlemliyoruz. Yanlış bir uygulama, bakış açısı. Kazanç önemsenirken 600 yıllık bir kültür ölüyor. Sultan Hamam ve Eminönü için de geçerli bu tutum. Planlı dönüşüm olmadığında, ticaret sadece kazanç odaklı, alış-veriş mantığında kurulduğunda, binaların işlevini içten öldürüp dış yüzeyini bırakarak görüntü satıldığında, Sirkeci tinini yitiriyor. Sirkeci'de kapı önü Hayyam; bu yanlış yapılaşma ve düzensizlik sonucunda doğan belki de tek olumlu birliktelik. Sirkeci; hanlardan evrilen otellerin mahallesi olmaya başlayınca, o hanlar içindeki esnaf da bir araya geldi, birbirine tutundu. Çünkü kültürümüzde ‘destek olmak’ var. Zamanla çevredeki tüm fotoğraf dükkânları burada toplandı. Aslında amatör de olsa ticari de olsa fotoğrafla ilgilenen herkes birçok farklı şekilde mahalleye gelerek Sirkeci’nin piyasa değerini artırıyor. Çünkü insanlar burada sadece makine alıp çıkmıyor. Çay içiyor, sohbet ediyor. Sirkeci’nin dokusunu fotoğraflayarak bir sonraki gelen için kayıtlı hafıza yaratıyor. Oluşan sirkülasyon bugün Hayyam’ı; fotoğraf denildiğinde sadece Sirkeci’de değil, İstanbul’da hatta Türkiye’de de ilk akla gelen yer yapıyor.” Kaldırıma taşan helva kokusu Başka bir Sirkeci mümkün mü? Hayyam’dan çıkınca, havada Hacı Muhittin Ali Bekir’in helva kokusu hissediliyor. Fıstıklı. Veya belki de yolda gelirken beyne kazınmış olduğundan. Şimdi, eğitimli göz daha iyi inceleyebiliyor dönüşümü. Bir zamanlar Cağaloğlu’ndan elinde daktiloyla yazılmış kitap nüshalarıyla inenlerin, Bâb-ı Âli’den kolunun altında ertesi günün gazetesinin ilk baskısıyla süzülenlerin, Orient Express’in saatini beklerken karşısındaki iskemleye itinayla bavulunu yerleştiren şapkalı beylerin ve eldivenli kadınların mahallesinde bugün tabelalar yoğunlukta. Yolda beyaz üstü kırmızı kurdeleli hediye poşetleriyle yürüyen turistler, siyah torbaya sarılı komşu esnafa ihtiyacını götüren mahalleliler ve elinden düşürmediği telefonunundan açtığı sesli yönlendirmeli haritayla Sirkeci’yi arşınlayan gündelik misafirler. Sokak sohbette sessiz gibi gözükse de büyük bir uğultu hâkim. Vapur sirenleri, turist arayan taksi kornaları ve tramvay anonslarına otelinden çıktığında gidecek yeri kalmadığı için oturacak sandalye bulamayan turistin telaşı ekleniyor. Gözümüzün gördüğü tarihî binaların köhneliğini, otel olarak restore edildikten sonra işlevi tek tipleştirilen yapıları, içinden çıkan şaşkın turistleri, yolun köşesinde hasır taburede çay içen esnafı, sokağın kalabalıklığından verilemeyen selamı ve kararsız, aceleci kaldırımları. Hayyam, tüm bu kargaşanın arasında sükûnetini koruyor. Sabit ve sirkülasyonda. Pasaj; dönüşümü üzerinden onu hayatta tutan hikâyeyi yazdığı için bugün hâlâ hem mahallelisinin hem de ziyaretçisinin buluşma noktası. Ve tam tersi: mahallelisi ve ziyaretçisiyle her gün hikâyesini yeniden yazıyor. Hayatta. Peki yeniden hikâyesi yazılamayan diğer pasajlar ve yapılar? Terk edilmişliğin entropisi ve işlevin monotipinde mahsur. Hayyam, başka bir Sirkeci hayali canlandırıyor şimdi. Ziyaretçisinin mahalleliyle beraber yaşayabildiği, yapıların kahraman değil hikâye anlatıcı olduğu, turizmin turizmi olduğu kadar mahallenin var oluşunu da beslediği bir senaryonun mümkünatını. Bugün değilse de yarın.

Nisan 6, 2023
·
Makale
Çok boyutlu bir görsel okuma denemesi: Zamane İstanbulları
İstanbul’da yaşayan, şehirle farklı ilişkiler kurup farklı tarzlarda üretim yapan 11 sanatçının yakın tarihli çalışmaları; Zamane İstanbulları ’nda çeşitli temalarda bütünleşerek karşımıza çıkıyor. Silva Bingaz, Osman Bozkurt, Ci Demi, Kıvılcım S. Güngörün, Ekin Özbiçer, Emin Özmen, Ahmet Sel, Ali Taptık, Kerem Uzel, Erdem Varol, Cansu Yıldıran’ın fotoğrafları 11 farklı sergiymiş gibi ayrı ayrı parlarken birleştiklerinde bir takımyıldıza dönüşüyor âdeta. Yaşar Adnan Adanalı, Fırat Genç, Şebnem İşigüzel, Melisa Kesmez, Biray Kolluoğlu, Gamze Toksoy ve Sibel Yardımcı’nın kaleme aldığı metinlerle bir boyut daha kazanan Zamane İstanbulları ; şehre bakarken heybemize ekleyeceğimiz zengin perspektifler ve soru işaretleri sunuyor. Zamane İstanbulları ’nın küratörlüğünü üstlenen Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler ’le serginin güçlendirdiği bağları, çoğulcu ve çok boyutlu yapısını, sanatçılarla birlikte üretme sürecini ve sergiye paralel etkinlikleri konuştuk. Ali Taptık, Arazi Nostaljisi serisinden, 2004-2022 Son çeyrek yüzyılda İstanbul’un geçmişiyle bağının gitgide koparıldığını görüyoruz. Zamane İstanbulları ’nın bu bağı güçlendirmek için neler yaptığını söyleyebiliriz? Refik Akyüz: İstanbul sürekli büyük bir değişim geçiriyor ama son 25 yıldır bunun hızlandığını görüyoruz. Galiba kaybettiklerimize yönelik çok çabuk bir nostalji geliştirebiliyoruz. Bu durum bizim dikkatimizi çekti sergi sürecinde. Serginin bence bugüne dair bir tür hafıza yaratma çabası var. Bu hafıza yaratma çabası bugün kritik başka değişiklikler arifesinde olmamızla da gelişiyor. Sergide dikkat çekici şey aslında insanların yaşamına odaklanılmış olması. Yani İstanbul serginin bir yerlerinde bazen görünüyor ama İstanbul’u gösterme çabası içinde bir sergi değil aslında. Osman Bozkurt ve Ali Taptık’ın fotoğraflarında mimari ve kentsel yapı-çevre üzerine birtakım araştırmalar ve oradan çıkan sonuçlar var fakat diğer taraflarda hep insanların yaşamları üzerine bir belgeleme var. Sergi insanların hayatlarını göstererek bu zamanı tespit ediyor bir anlamda. Ekin Özbiçer, Oto-oryantalizm serisinden, 2014-2022 Serginin adı “İstanbul”ların çokluğuna, çoğulluğuna, çeşitliliğine ve değişkenliğine işaret ediyor. Birbirinden farklı “İstanbul”lara, İstanbul’un bin bir yüzüne bakarken neleri önceliklendirdiniz? Serdar Darendeliler: Dediğin gibi "İstanbullar" meselesi bizim en baştan beri aklımızda olan bir şeydi. Bu kentin içinde aynı anda yaşanan pek çok İstanbul var. Bu "İstanbullar" bazen birbiriyle çakışıyor, bazen üst üste biniyor, bazense birbiriyle hiç temas etmiyor. Çok farklı İstanbul algıları ve deneyimleri var çünkü. "İstanbullar" vurgusunu biraz da o yüzden yapmak istedik. Daha önceden çalıştığımız veya başka işlerini bildiğimiz, birlikte çalışmak istediğimiz sanatçıların İstanbul’la ilgili projelerini araştırdık. Bildiğimiz projelere devam ediyorlar mı, geliştiriyorlar mı? Öyle bir saha araştırması yaptık ve yeni işleri göstermeyi hedefledik, görülmemiş işlerden bir sergi istedik. Ci Demi, Her Şeyin Kötü Gittiğine Dair Emareler serisinden, 2016-2022 Sanatçıların ortaklaştığı yedi tema çıktı ortaya. Bu temalar katalogda akademisyen ve edebiyatçıların metinleriyle ayrışıyor. Sergide böyle bir ayrım yok aslında. Kentteki sosyal hareketlilikler, kentin topoğrafyası ve kentin peyzajına yönelik müdahaleler, Kanal İstanbul, göç meselesi, öteki olmak, İstanbul’la kişisel bağ kurma pratikleri ve İstanbul’da yaşayanlara olağan gelen olağan dışı tuhaflıklar üzerine bahsettiğim temalar. Sergide hem geneli ilgilendiren meseleleri ve değişiklikleri görebiliyoruz hem de insanların kişisel pratiklerine değinen alt temalara rastlıyoruz. İstanbul’da yaşayıp faal olarak üretim yapan, çeşitli kuşaklardan fotoğrafçıların işlerine yer vermek istedik ki bundan 10-20 sene sonra bakıldığı zaman 2022-2023’teki fotoğrafçı çeşitliliğine ve fotoğraf pratiklerine dair bir şeyler görülsün. Görece yakın kuşak fotoğrafçılar ağırlıkta ama çok deneyimli isimler de var. Emin Özmen, Olay serisinden, 2013-2022 Serginin ele aldığı meselelere yazar, araştırmacı ve akademisyenlerin kaleme aldığı metinlerin eşlik etmesi sergiye nasıl bir boyut kazandırıyor? Serdar Darendeliler: Galiba bu bizim dergicilik döneminden gelen bir alışkanlığımız. Sergilerde sanatçıların işlerinin yanı sıra o işlerin ele aldığı konular, meseleler, duygular üzerine yazan akademisyen, araştırmacı, edebiyatçıların metinleriyle bir katman daha eklemek bizi tatmin ediyor. Daha tam olduğunu hissediyoruz yaptığımız işin. Bu sergide de öyle bir şey yapmak istedik. Bahsettiğin yazarlar işleri yorumlayan metinler kaleme almadılar. Özellikle istedik bunu onlardan. İşleri anlatan metinler olmasın; o işlerin değdiği, temas ettiği konulara kendi pencerelerinden bakmalarını istedik. Ben bütünleştirici buluyorum farklı disiplinlerin bir araya gelmesini. Tabii ki bunu serginin içerisinde yapmak çok kolay değil. Görsel bir şeyin içine çok fazla metin koymak çok kolay değil. O yüzden bunun için katalog çok daha uygun bir mecra oluyor. Sergide o metinlerden çok kısa alıntılar var ama bu metinlerin tamamını okuyup sergiyi o gözle gezmenin daha ufuk açıcı olduğunu düşünüyoruz. Silva Bingaz, Diplerdeki Dönüştürücü Ruh serisinden, 2012-2022 Refik Akyüz: Katalog aslında serginin kalıcı olan kısmı oluyor. Sergi dört ay kalıyor, gezilebildiği kadar geziliyor ama katalog her zaman için bütünlüklü bir şekilde sergiyi geleceğe taşıyor. Bugüne dair İstanbul’la ilgili araştırma yapmak isteyen biri bundan 20 sene sonra baktığı zaman hem fotoğrafları hem fotoğrafların konularında uzman akademisyenler, yazarlar tarafından nasıl değerlendirildiğini görecek. Bence o da önemli bir unsur. Serdar Darendeliler: Sanatçılar, fotoğrafçılar işlerini yaparken tabii ki çok fazla araştırıyorlar, okuyorlar ama tamamen başka bir daldan gelen birisinin de bu konuyla ilgili fikirleri besleyici olabiliyor bence. Belki fotoğrafla hiç ilişkisi olmayan bir akademisyenin fotoğraf sergisinde yazması da aslında enteresan. İçlerinden bazıları “Ben fotoğraf üzerine ne diyebilirim ki?” diye sorduklarında “Biz de fotoğraf üzerine yazmanızı istemiyoruz zaten; kendi uzman olduğunuz, hâkim olduğunuz konuyla ilgili yazmanızı istiyoruz” dedik. Böylelikle ortaya daha bütünlüklü bir tablo çıktı. Kerem Uzel (laif), Dönüşümü Beklemek serisinden, 2020 Zamane İstanbulları ’nın en ilgi çekici yanlarından biri sanatçıların eserlerinin nasıl sergileneceğine dair düşünce ve isteklerini önemseyip sergiyi öyle kurgulamış olmanız. Bu sizin için nasıl bir süreçti? Serdar Darendeliler: Sanatçılarla birlikte üretmeyi seviyoruz. Bu sıfırdan yeni bir iş üretilmesi anlamına gelmiyor. Sergideki eserlerin neredeyse tamamı daha önceden üretilmiş ama bugüne kadar toplu olarak sergilenmemiş işler. Bir ya da iki işin çizgileri daha belliydi nasıl sergilenecekleri konusunda, diğerleri daha açıktı. Konuşmak, tartışmak, üzerine çalışmak iki taraf için de verimli oldu. Aslında sergide 11 tane ayrı sergicik de varmış gibi baktığın zaman. Birbirinden kopuk olmayan 11 sergi bir araya geliyor ve Zamane İstanbulları ’nı oluşturuyor. Karma sergi ama hepsinin içinde kişisel sergileri var gibi. İstedikleri gibi seslerini duyurmalarına, diğer işlerle konuşacak şekilde bir alan açtığı için sanatçıları da daha mutlu kılan bir sunuma dönüşüyor böyle bir sergileme. Sonuçta hem biz bir şeyler öğrendik hem de sanatçılar... Toplamda daha güçlü bir etki oluştu böylece. Zamane İstanbulları, Pera Müzesi Refik Akyüz: Fotoğraf işinin yapısından da kaynaklanıyor. Tek fotoğraftan oluşan fotoğraf işleri de vardır ama genelde serilerden oluşur fotoğraf işleri. Serdar’ın da dediği gibi her sanatçıya belli bir alan tanıyarak, orada küçük sergiler yaratarak o fotoğraf serisinin ruhunu gerçekten yansıtacak bir seçki oluşturduk. Sanatçılar serilerini küçük bir galeride sergileyecek olsalar yapacakları seçkiyi buraya koyarak tam bir temsil sağlamaya çalıştık. 23 Aralık 2022’den bu yana sergiye paralel birçok etkinlik sanatseverlerle buluştu. Bu programlar sergiyi hangi açılardan tamamladı, serginin sonuna yaklaşırken bizleri hangi etkinlikler bekliyor? Serdar Darendeliler: Panellerde hem sanatçılar hem de katalog için metin kaleme alan yazarlar bir araya gelip bir moderatör eşliğinde serginin meselelerini konuşuyorlar. Sanatçılar pratiklerine dair bir şeylerden bahsediyor. Yazarlar bu metinlerde ele aldıkları konuyu biraz daha açıyorlar ve tartışıyorlar. Bu ikisinin bir araya gelmesi, bunun yüz yüze konuşuluyor olması aslında zihin açıcı bir şey. Atölyelerde “amatör” olarak fotoğrafla ilgilenen kişiler, sergiden veya sergi dışından sanatçıların rehberliğinde fotoğrafı bir mecra olarak nasıl ele alabileceklerini öğreniyorlar. Pera Öğrenme’nin geliştirdiği, sergiyle ilintili ve öğrenme bölümünün çizgisine paralel işleyen çocuk atölyeleri var. Pera Film’in kendi gösterim programına ek olarak her sergi kapsamında o serginin temasıyla ilgili film seçkileri oluyor. Cansu Yıldıran, Barınak serisinden, 2015-2022 Bu pazar Zamane Öyküleri serisine başladık. Her pazar yayımlanacak kısa öykülerden oluşuyor. Çeşitli yazarlara sergideki bir veya birkaç fotoğraftan ilham alan kısa öyküler yazmalarını teklif ettik. Onları etkileyen, onlara ilham verebilecek fotoğraflar ya da seriler seçtiler. Görsel imgelerin bir edebiyatçıyı nasıl etkilediğini görmek istedik. Burada da şunları sorduk: “Fotoğrafla edebiyat arasında nasıl bir paslaşma olabilir? O görsel imgeler bir edebiyatçıyı nasıl etkileyebilir, ona nasıl ilham verebilir?” Fotoğrafların içeriklerinden tamamen bağımsız öyküler oluyor aslında bunlar. Fotoğrafları yorumlama veya okuma değil, o fotoğrafın tetikleyiciliğiyle yola çıkan öyküler var. İki farklı sanat dalının birbiriyle paslaşmasını hedefleyen bir seri Zamane Öyküleri . Sergideki meselelere bakmak, onları ele almak açısından bu paneller, atölyeler, sergi turları, film programı ve Zamane Öyküleri ’ni ufuk açıcı buluyoruz. Soru işareti uyandırmak bizi heyecanlandırıyor.

Nisan 6, 2023
·
Makale
Antidepresan
Dünyanın birçok önde gelen film festivali gibi İstanbul Film Festivali de farklı zevklere hitap eden ve sinemanın farklı oyun alanlarını çerçeveleyen tematik bölümlere sahip. Festivalle tanışmamın ardından her yıl genişleterek daha fazla filme yer verdiğim kişisel programımda o güne kadar Belgesel Kuşağı’nın belgeselleriyle, Mayınlı Bölge’nin mayınlarıyla ve Geceyarısı Çılgınlığı’nın çılgınlıklarıyla buluştuğumu hatırlıyorum. 2012’deki 31. İstanbul Film Festivali’nin programı açıklandığında ise yepyeni bir bölüm müjdeleniyordu: Antidepresan. “Gülmek en temel insanı ihtiyaçlardan biriyken sinema hep izleyicisini güldürmenin yollarını aradı. Siyasal taşlama, durum komedisi, kara komedi, romantik komedi gibi farklı alt türler işte böyle ortaya çıktı ve mizah, sinemanın vazgeçilmez öğelerinden biri oldu. Festival bu yıl, bu en yaygın, en zor ve en keyifli türe özel bir bölüm ayırıyor; hayatı hafife alan, eğlendirirken düşündüren, mizaha ve dünyaya beklenmedik, benzersiz açılardan bakan olağanüstü filmlerden olağanüstü bir seçki sunuyor. Hayat, ciddiye alınmayacak kadar kısa.” - 31. İstanbul Film Festivali kataloğundan Starbuck (2011, Ken Scott) | Kaynak: Mubi O yıl Antidepresan programında Meryem Ana’nın peşinden giden bir yönetmenin kişisel, eğlenceli ve samimi bir belgeseli The Virgin ’den Nordik spor komedisi King Curling ’e, Danimarka’dan Arjantin’e uzanan evlilik ve boşanma komedisi Superclásico ’dan, 533 çocuğu olduğunu öğrenen bir sperm bağışçısının eğlenceli hikâyesi Starbuck ’a 9 film vardı. Yıllar içinde Antidepresan bölümü, film festivallerine mesafeli yaklaşan arkadaşlarımı sürüklediğim, sayesinde “festival filmi” klişesinin yıkıldığını gördüğüm ve seçkisindeki filmleri herkese rahatlıkla önerdiğim bir bölüm oldu. Üstelik sadece rahat izlenen, gönül rahatlığıyla önerilen filmler değil; benim için keşifler de vadediyordu: Fernando Eimbcke ( Club Sandwich , 2013), Sylvain Chomet ( Attila Marcel , 2013), Jan Ole Gerster ( A Coffee in Berlin , 2012), Dan Mazer ( I Give It a Year , 2013), Athina Rachel Tsangari ( Chevalier , 2015) ve Gastón Duprat ( My Masterpiece , 2018) gibi sevdiğim yönetmenlerin izlediğim ilk filmlerini festivalde Antidepresan niyetine izledim. Festival bu yıl da "Hayat ciddiye alınmayacak kadar kısa" diyor ve Antidepresan seçkisiyle komedinin altı tonunu izleyicisine sunuyor. Neler mi bunlar? Everybody Loves Jeanne | Yönetmen: Céline Devaux İçindekiler: Rahmetli annesinin Lizbon'daki dairesini bugünlerde gırtlağına kadar battığı borçlar yüzünden satmak zorunda kalan Jeanne. Havaalanında karşılaştığı tuhaf ve müdahaleci lise arkadaşı Jean. Depresyon hakkında bir komedi. Yan etkileri: Jeanne'ın her hareketine laf sokan ve kulağına küfürler fısıldayan küçük, tüylü yaratık "Küçük Hayalet" senin de peşine düşebilir. Two Tickets to Greece | Kaynak: İKSV Two Tickets to Greece | Yönetmen: Marc Fitoussi İçindekiler: Aradan yıllar geçince birbirinin izini kaybetmiş, zamanını ayrılmaz ikilisi Blandine ile Magalie. Ege'deki muhteşem Amorgos Adası. Hep hayali kurulmuş fakat planlandığı gibi gitmeyen bir tatil hakkında sıcak bir komedi. Yan etkileri: Özlemini duyduğun yaz tatillerinden ılık rüzgârları ve asla kaybolmayan eski dostların anılarını hatırlayabilirsin. Stories Not to Be Told | Yönetmen: Cesc Gay İçindekiler: Arkadaşlar, âşıklar, âşık olmak üzere olanlar. İnsana dair bir günahlar koleksiyonu, başkası adına utandıran anların eğlenceli bir galerisi. İnsanın kendi duygularını yönetme yetersizliğine alaycı ama sempatik bir övgü niteliği taşıyan beş hikâye. Yan etkileri: Kendini içinde bulduğun ancak başka kimsenin bilmesini istemediğin ya da tümüyle unutmayı dilediğin durumlarla yüzleşebilirsin. Karaoke | Kaynak: İKSV Karaoke | Yönetmen: Moshe Rosenthal İçindekiler: 46 yıldır evli olan, yaşlarını almış Tova ile Meir'in dümdüz hayatları. Bir karaoke partisi davetiyle hayata katılan heyecan. Aşk, arkadaşlık, erkeklik, evlilik, hız çağı ve narsizm üzerine acı-tatlı bir komedi. Yan etkileri: Filmden çıkar çıkmaz, hafta sonu kimlerin seninle karaokeye geleceğini sormak için bir mesaj trafiği başlatabilirsin. Let the Dance Begin | Yönetmen: Marina Seresesky İçindekiler: Bir dönemin en ünlü tango çifti Carlos ile Margarita. And Dağları manzaraları. Anılar aracılığıyla Arjantin'i dolaşan; tutku, tango, aşk, müzik, eğlence ve macera dolu bir yol filmi. Yan etkileri: Önümüzdeki aydan itibaren tango derslerine bütçe ayırman gerekebilir. Other People's Children | Kaynak: İKSV Other People's Children | Yönetmen: Rebecca Zlotowski İçindekiler: 40 yaşındaki Rachel'ın çalıştığı lisedeki öğrencileri, arkadaşları, eski sevgilisi ve gitar dersleriyle geçen hayatı. Âşık olduğu Ali'nin dört yaşındaki kızı Leila. Çocuğu olmayan kadınlarla dayanışma içinde bir özlem ve aidiyet hikâyesi. Yan etkileri: Çocuklarına, henüz doğmamış çocuklarına ya da başkalarının çocuklarına özlem duyabilirsin.

Nisan 5, 2023
·
Makale
Aşkın beyin dinamiği
Aşk üzerine birçok roman yazıldı, filmler yapıldı. Aşk, anlaşılması güç, kompleks bir kavram. Aşk ve âşık olma, bir kişiyi çok sevme üzerine ilk ciddi düşünmeye başlamam, Fransız yazar Boris Vian’ın “Günlerin Köpüğü” kitabını okumamla olmuştu. İnsanların yaşadığı duyguları hayvan ve nesnelerin ifade ettiği bu gerçeküstü eser, kanımca aşkın ve insan duygularının ne kadar karmaşık olduğunu en güzel ifade eden kitaplardan biri. Kitapta zengin bir genç adam olan Colin, bir partide tanıdığı Chloe adında bir genç kadına âşık olur ve tanışmalarını takiben hemen evlenirler. Balayı tatillerinde Chloe’de öksürme ve göğüs ağrıları başlar ve yapılan incelemeler sonucu Chloe’ye, akciğerlerini nilüfer çiçeklerinin istila etmesine bağlı olarak gelişen ve nadir gözlenen bir akciğer hastalığının teşhisi konur. Ağrılı ve ilerleyici nitelikte olan bu hastalığın tek tedavisi, hastayı mümkün olduğunca fazla çiçekle temas ettirmektir. Bu şekilde Colin, çok sevdiği kadının hayatta kalabilmesi için tüm enerji ve parasını çiçeklere harcar. Ancak bu devam ettirilebilecek bir durum değildir; keza Colin tüm servetini çiçeklere harcar, sonuçta parası kalmaz ve sevdiği kadın çiçeksiz kaldığı için yakalandığı nilüfer hastalığından ölür. Colin sevdiği kadının ölümünden dolayı o kadar çok acı çeker ki bu acı nedeniyle en sevdiği faresi intihar eder. Günlerin Köpüğü kanımca aşk üzerine yazılmış ender güzel romanlardan biridir. Bu kitabı okuduktan sonra aşk kavramı üzerine sorgulamaya başladım. İnsan bir diğer kişiyi nasıl bu kadar çok sevebilir, uğruna her şeyi yapabilir ve o kişiyi kaybettiğinde dünyası yıkılır? Aşk insanlara çok güzel duygular yaşatan çok güçlü bir duygudur. Buna karşın aşk kıskançlık, gerginlik, sinirlilik, paranoid deneyimler ve depresyon gibi olumsuz duyguları da yaşamamıza neden olan, bu nedenle hem birey hem toplum seviyesinde olumsuz durumları beraberinde getirebilecek karmaşık bir duygu durumudur. Aşkın her toplumda çok yaygın deneyimlenen bir duygu durumu olması ve beraberinde getirdiği birçok olumlu ve olumsuz yan etkilerinin olmasından dolayı üzerine çok sayıda bilimsel çalışma yürütülmüştür. Bu çalışmalar aşkın bireyde ve romantik partnerinde deneyimlenmesinden sorumlu sinirsel ve moleküler kökenleri tanımlamak amacıyla yapılmıştır. Sarılma hormonu olarak bilinen oksitosin özellikle aşkın ilk yaşandığı dönemlerde çiftler arası kuvvetli bir bağın oluşmasında önemli olup kan oksitosin seviyesinin ilişki uzunluğunun bir göstergesi olabileceği bildirilmiştir. Oksitosine ek olarak vazopressin hormonu da benzer şekilde romantik ilişkilerde çiftler arası bağı güçlendiren, cinsel ilişkide alınan hazzın en yüksek olduğu orgazm sürecinde salınımı artan bir hormon olup aşk duyularının işlenmesinde önemli bir rol oynar. Ödül yolağının temel ileti maddesi olan dopamin cinsel uyarımlar ve romantik deneyimlerin işlenmesinde oynadığı önemli rolden dolayı aşkın deneyimlenmesinde önemli olan bir diğer ileti maddesi olup PET (Positron Emission Tomography) çalışmalarında âşık oldukları kişilerin fotoğraflarının gösterilmesine yanıt olarak beyinde dopamin salınımının arttığı gösterilmiştir. Öte yandan, sempatik sinir sisteminin temel ileti maddesi olan noradrenalin, aşkı yaşadığımız ilk dönemlerde hissettiğimiz bitmeyen enerji halinin önemli bir nedenidir. Garip bir şekilde aşkın ilk dönemlerinde gelişen dopamin sistemi aktivitesinde artışına paralel olarak âşık olan çiftlerde serotonin iletimi seviyesinde bir azalma gözlenir. Anksiyete bozukluğu olan obsesif kompulsif bozuklukta (OCD) da serotonin iletimi seviyesinde ciddi düzeyde azalma olur; bu da hasta bireylerin özel bir durum, obje ya da kişiye aşırı yoğunlaşırken günlük yaşama dair diğer durumları görmezden gelmesini açıklar. Benzer bir serotonin yokluğunun aşkın ilk dönemini yaşayan kişilerde de olması bu bireylerin âşık oldukları kişilere odaklanırken yaşamlarının geri kalan kısmını bir süre de olsa görmezden gelmelerini açıklar. Aşkın görüntülenmesi amacıyla yapılan çalışmalardan da ilginç veriler çıkmıştır. İşlevsel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) çalışmalarında ödül ve motivasyon işlenmesinden sorumlu dopamin ileti bölgeleri, cinsel uyarımı düzenleyen bölgeler ve monogamik bağ kurma sürecini düzenleyen oksitosin hormonundan zengin beyin bölgelerinde âşık olunan kişinin resmine bakmaya yanıt olarak bir artış olduğu gösterilmiştir. Aynı çalışmalarda iki önemli beyin bölgesinde resme bakma sonucu aktivitede azalma gözlenmiştir. Bu bölgelerden ilki korku hislerinin işlenmesinde yer alan amigdala bölgesi olup bu bölgenin aktivitesinde azalma âşık olduğumuzda genel olarak hissettiğimiz korku ve gerginliğin azaldığının, korku yaratan bir duruma karşı verdiğimiz yanıtın baskılandığının ve kendimizi daha güvende hissettiğimizin bir göstergesidir. Bu deneylerde gözlenen bir diğer bulgu ise âşık olunan kişinin resmine bakmaya yanıt olarak durum ve kişileri yargılama ve değerlendirme sürecinde önemli rol oynayan frontal korteks bölgesinin aktivitesinde azalma olmuştur. Bu durum da aşkın gözü kördür deyimini bilimsel olarak açıklayan bir bulgu olup âşık olduğumuz kişiye karşı yargılayıcı değerlendirme sürecini belirgin düzeyde gevşettiğimizin göstergesidir. fMRI ile yapılan görüntüleme çalışmaları her ne kadar âşık olma sürecinde beyinde gelişen dinamikleri konum boyutunda başarılı bir şekilde ele alabilse de bu yöntemin zaman boyutunda çözünürlüğü beyinde gelişen dinamikleri saniye sürecinde anlamamıza yardımcı olabilecek düzeyde değildir. Bu amaçla yürütülen ve elektroensefalografi (EEG) yönteminin kullanıldığı aşkın elektrofizyolojisi çalışmalarından da önemli veriler edinilmiştir. EEG kaydından edinilen ham veriler belirli algoritmalarla analiz edilerek farklı beyin dalgalarının derinliği belirlenebilir. Beyinde herhangi bir zamanda delta, alpha, theta, beta, gamma gibi farklı beyin dalgaları gözlenebilir ve bu dalgalar EEG elektrotlarının kaydettiği korteks sinir hücresi ağlarının hangi frekansta senkronize bir şekilde aktif olduğunun göstergesidir. Örneğin yavaş frekansta bir dalga olan delta dalgası uyku halinde ve kişi sakinken gözlenirken, biraz daha hızlı frekansı olan theta dalgası REM uykuda baskın olarak gözlenir, korteks aktif bir şekilde bir durum ile angaje olduğunda (problem çözme, zor bir konuyu anlama gibi) çok hızlı frekansı olan gamma dalgaları baskın olur. Çalışmaya katılan kişilere partnerleri ya da yabancı kişilerin resimleri gösterilirken alınan EEG kayıtlarında partnerin resminin gösterilmesine yanıt olarak frontal korteks bölgesinde delta frekansı dalgası derinliğinde artış gözlenmiş olup bu artış âşık olunan kişiye karşı hissedilen yakınlık ve sevginin bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Bir diğer EEG çalışmasında ilişki içinde olan (ve âşık olduklarını belirten) kişiler ile bir aşk ilişkisi yaşamayan kişilerden EEG kaydı yapılmıştır. Kayıt alınırken katılımcılar âşık oldukları kişiyi hatırlatan şarkıları dinlerken diğer grup aynı şarkıları dinlemiştir (âşık olan kişilerin seçtiği şarkıları). Bu kayıtlarda şarkıyı dinleme sürecinde âşık olan kişilerde sağ oksipital korteks bölgesinde alfa frekansında artış gözlenirken diğer grup bireylerde sol oksipital korteks bilgesinde artış gözlenmiştir. Sağ tarafta gözlenen alfa frekansında artış bireyin kendi içine odaklı bir yoğun dikkat sürecini yansıtırken diğer grupta aksi tarafta gözlenen artış sıkıntı ve içinde bulunan durumdan kopuş ya da ilgisiz kalmanın bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Âşık olunan kişiye yönelik yoğun dikkat adaptif bir durum olmasına karşın diğer durum ya da kişilere yönelik dikkatin seviyesinde azalmayı beraberinde getirdiği anda ya da karşı tarafın aynı odaklanmayı göstermediği anda maladaptif bir yanıta dönüşür. Aşkı anlamak tabii bu kadar kolay değildir, keza aşk hissini yaşamamıza aracı olan pek çok faktör vardır ve bu faktörler farklı kanallardan beyin dinamiklerimizi etkiler. Yine de bu çalışmalar, aşkın temel üç şekli olan cinsel arzu, tutku ve bağlılık hislerini ve âşık olma ile ilişkili kıskançlık, takıntı, ileri durumlarda partneri sürekli takip etme ya da partnere karşı sinirlilik, ev içi saldırganlık, kötü muamele uygulama gibi olumsuz durumları anlamamızda yardımcı olacaktır.

Nisan 5, 2023
·
Makale
Paris e-scooter referandumu gözleri İstanbul'a çevirdi
Paris'te bir operatör altında hizmet gösteren elektrikli scooter'ların ( e-scooter ) yasaklanıp yasaklanmamasına karar vermek için gerçekleştirilen referandum sonuçlandı. Resmî sonuçlara göre, katılımcıların %90 oranında kiralanabilir e-scooter'ların yasaklanması için oy kullanmasıyla Paris, e-scooter'ları tamamen yasaklayan ilk şehir oldu. Detaylar: Resmî rakamlara göre, şehrin seçmen kütüğündeki 1.38 milyon kişiden 103 bini oylamaya katıldı ve bunlardan 91 bin 300'den fazlasıysa scooter'lara karşı oy kullandı. Özel mülkiyete ait araçlar ise oylamaya dahil edilmedi. Paris, e-scooter'ları benimseyen ilk şehirlerden biriydi; ancak, e-scooter kazaları sonucunda yaralanan veya hayatını kaybeden kişilerin sayısındaki artış şehir sakinleri arasında tepkilere yol açtı. Sürücülerin genellikle kask takmaması, 12 yaşından küçüklerin yasal olarak e-scooter kiralayabilmesi, bazı e-scooter sürücülerinin 27 km/saat hıza çıkması ve park hâlindeki e-scooter'ların kaldırımları işgal etmesi gibi eleştiriler, Paris'teki e-scooter sorununa yönelik tepkilerin başında geliyordu. 2021 yılında 31 yaşındaki bir kadın, iki kişiyi taşıyan bir e-scooter'ın çarpması sonucunda hayatını kaybetmişti. Tepkiler: Yasağı destekleyen 15 yaşındaki Julian Sezgin, e-scooter kullanan iki ya da üç gençten oluşan grupların kalabalık yollarda arabaların yanından hızla geçtiğini sık sık gördüğünü belirterek "E-scooter'lara binmekten kaçınıyorum ve bence daha güvenli ve verimli oldukları için e-bisikletleri tercih ediyorum" dedi. Yıllardır Paris'te yaşayan İtalyan Bianca Sclavi ise scooterların "çok hızlı" gittiğini ve daha yavaş gitmeleri için mekanik olarak sınırlandırılmaları gerektiğini söyledi. 35 yaşındaki Linda Joèlle, e-scooter'ların işe gidip gelmek için mükemmel bir çözüm olmalarının yanında çevre için de daha sağlıklı bir yol olduğunu belirterek yasağa karşı olduğunu söyledi. BFMTV'ye konuşan isimsiz bir öğrenci ise "Metroya çok yakın oturmuyorum ve bu yüzden okula e-scooter ile gitmek daha iyi." diyerek e-scooter'ları desteklediğini ifade etti. Perde arkası: Paris sokaklarında Lime, Dott ve Tier gibi şirketler tarafından işletilen yaklaşık 15 bin e-scooter bulunuyor. Muhalifler, e-scooter kullanıcılarının yol kurallarına saygısızlık ettiğini ve kaldırımlarda sürüş yasağını düzenli olarak ihlal ettiğini savunurken operatörler, bu araçların şehirdeki toplam trafik kazalarının küçük bir bölümünü oluşturduğunu ve trafik sorununu da çözdüğünü savunuyor. Lime, Dott ve Tier, referandum öncesi müşteri tabanlarının büyük bir kısmını oluşturan gençlerin oylamaya katılmayacağından korkarak sosyal medya hesaplarından insanları kendi lehlerine oy kullanmaya teşvik etmiş; buna ek olarak pazar günü hizmetlerini tüm gün ücretsiz hâle getirmişti. İBB'nin e-scooter eylem planı Paris'in e-scooter'ları yasaklamak için düzenlediği referandumda katılımcıların %90'ının e-scooter'ların yasaklanması yönünde oy kullanmasının ardından İBB Genel Sekreter Yardımcısı ve İETT Genel Müdürü Dr. Buğra Gökce , e-scooter'lar için İstanbul'da izlenecek eylem planını açıkladı. Detaylar: Twitter'dan yaptığı paylaşımla İstanbul'a ilişkin e-scooter planlarını madde madde açıklayan Gökçe, e-scooter'lar için 1500 park alanı açılacağını, ilçe belediyeleri ile konumları belirlenen park alanlarının yapımına operatörlerin de katkı sağlayacağını ve park alanlarına park eden kullanıcılardan %10 ila 15 indirime tekabül eden açılış ücreti alınmayacağını duyurdu. Gökçe'nin açıklamalarına göre, yaya trafiğinin yoğun olduğu kent merkezli "hassas bölge" olarak tanımlanarak buralarda e-scooter'lar için hız sınırı 12,5 km/s olarak düzenlenecek. Ayrıca, operatörler kullanıcılara 2 ayda bir eğitim vermekle sorumlu olacak ve operatörlerin mobil uygulamaları da İstanbulKart ile entegre edilecek.

Nisan 6, 2023
·
Makale