aposto-logoÇarşamba, 31 Mayıs 2023
aposto-logo
Çarşamba, Mayıs 31, 2023
Aposto Üyelik

Taner Turna

Taner Turna
Head of Communications @ Aposto

LATEST STORIES

Ahmet Uluğ’dan Omni'ye uzanan yol

Bu söyleşiye başlayacağımda kuşkusuz duyacaklarımdan dolayı çok heyecanlıydım. İçinde pek çok sihirli anın olduğu aşikârdı. Üstelik anların yaratıcı ve en yakın tanığı da karşımdaydı. Bir saati aşkın sohbetimizde zihnimde dönen tek kelime “karma” oldu. Budist öğretilerden hayatıma katılan çok şey var. Dönüp dönüp en başa geldiğim ya da gelmediğim yerler var. Tıpkı Nick Cave’in son albümü Ghosteen’de yer alan ve arşivindeki en özel şarkılarından biri olan Kisa Gotami’nin hikâyesinden çıkma Hollywood gibi. Bir diğeri, Hermann Hesse’nin Siddhartha kitabı. Döngüler içinde ruhuna katmanlar ekleyerek yolunda devam eden bir hikâye. Kitaptan notlarımın arasına eklediğim “İnsanların büyük çoğunluğu Kamala, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişide vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar.” kısmı da bu yazıda hemen yerini buldu. Hiçbir rüzgârın yanına varamadığı isim Sun Ra. İzleyeceği yolu kendi içinde taşıyanlardan biri de hikâyenin kahramanlarından olan Ahmet Uluğ. Şimdi o karşımda. Dharma’nın dediği gibi, “Bir insan, sadece kendi varlığıyla ya da ruhuyla ifade edilmesinden çok daha fazlasıdır.” Konuşacak çok şey var. Ahmet Uluğ'la Galata'da sokaklarında | Fotoğraf: Deniz Sabuncu Belki pek çoğumuz hafızasında unutulmaz konserler, Babylon’lu Asmalımescit, Rock’n Coke’lar ya da diğer özlem duyulan “o anlardan" dolayı Pozitif’i, onu var edenleri anmaktan hiç vazgeçmedik. Ancak Ahmet Uluğ, 2018’de Pozitif’e vedasının ardından bir süre ortalarda pek yoktu. Ta ki yapımcılığını üstlendiği Sun Ra Arkestra’nın yeni albümü ve beraberinde tanıttığı plak şirketi Omni Sound’dan haber alana kadar. “Nasıl geçti aradaki zaman? Dinlenebildin mi?” diye sordum ilk olarak. Önce kendine verdiği sözlerden bahsetti. Sonra ekledi: “Stres istemiyordum. Başarılı olmak için çok çalışmak lazım. Ve dönem dönem de agresif olmak gerekiyor. O tarafımı sevmiyorum. Dolayısıyla o agresif yanımı ortaya çıkartacak bir yapının içinde olmak istemiyordum.” Geride kalan 30 yıl belki bir dolu unutulmaz an yaşattı ancak alıp götürdükleri de oldu. Hele ki bu ayrılığın ardından yaşamının son bir yılında babasının yanında olabilmişken. Öbür dünyaya hoş geldin Geleceğin belirsizliğinde daha görünür hâle gelen tarih, bireysel olarak baktığında mazi, kendini hatırlamak için en uygun zamandı. Ahmet için de öyle oldu. 1996 yılından 2003’e kadar, onun değimiyle çocuklar doğana kadar, aralıksız devam ettirdiği Açık Radyo’daki Öbür Dünya isimli programı değişmeyen bir tutkunun eviydi. Pandemide Ahmet o eve geri döndü. Aslında bir yanı o evden hiç ayrılmadı. Programı bıraktığından beri sanki her hafta yeni bir yayın hazırlayacakmış gibi yeni müziklerin peşinden gitmeye, sık sık güzel şarkılar biriktirdiği arşivine uğramaya devam etti. Nihayetinde sabit kalabilmenin açtığı zaman tüneli, bir dönemin alışkanlıklarını ve eskide kalan hareketli müzik çalma arzunu soydu. Altından çıkan daha dingin, daha yumuşak ve daha atmosferik seslerden oluşan müzik, sakinleşmeyi, stresten arınmayı ve daha da önemlisi iyileşmeyi hatırlattı. Omni Sound'un iki kişilik dev kadrosu: Ahmet Uluğ ve Rana Uludağ Mayıs 2020’de Öbür Dünya tekrardan Açık Radyo’da yayımlanmaya başladı. İki radyo dönemi boyunca Ahmet, beğendiği şarkıların yaratıcıları olan müzisyenlerle iletişim kurmaya ve aynı hislerle yan yana koyduğu caz, neoklasik, indie ve dünya müziklerinin diyaloğuna tekrardan hayran kaldı. Ne de olsa insandan insana olan mesafe her zaman kısaydı. Önemli olan duyguları yakalamaktı. Tabii bir de o duyguları paylaşabilmekti. Pozitif döneminde stajyeri olan, hem birlikte çalışmaktan hem de fikirler deryasına birlikte yelken açmaktan keyif aldığı Rana Uludağ tam da bu sırada Amerika’da eğitimini bitirip İstanbul’a geri döndü. Pek çok açıdan tek başına bir yola çıkmaması gerektiğinin farkında olan Ahmet için bu buluşmanın bir anlamı vardı. İçinde bir süredir döndürdüğü Doublemoon Records döneminden kalma müzik yayıncılığı hevesi, “Bir yola çıktığınızda birazcık ne istediğinizi biliyorsanız hayat sizin karşınıza çıkartıyor o şeyi.” sözünden de anlaşılan o beklenen karşılaşmayı sağladı. “Suç ortağım” dediği Rana, ekibe katıldı. Sun Ra Arkestra'nın İstiklal Caddesi'nde bir kamyonun arkasında gerçekleştirdiği performanstan bir kare | Fotoğraf: Cem Akkan Omni'ye yolculuk Her başlangıcın bir isme ihtiyacı vardır. O isim de hep en başta saklıdır. Yıllar önce Pozitif’in Cihangir’deki üç katlı ofislerisinin kapısındaki zilde üç isim vardı. En altta Bob Marley, ortada Pozitif, en üstte Sun Ra. Bob Marley’in Positive Vibration şarkısından ismini alan Pozitif, İstanbul’da Sun Ra konseri yapabilme hayaliyle kuruldu. O hayalin gerçekleştiği 1990 yılındaki konserden önce Sun Ra’nın el yazısıyla yazdığı “Omniverse is the totality of all the universes and you are welcome to be citizens of the omniverse.” notu da Omni Sound’u yarattı. Sun Ra’nın ölümünden sonra bile yaymaya devam ettiği birleştirici güç, Ahmet’in türler ötesine geçen kapsayıcı müzik yaratımına eşlik etme amacının merkezindeydi. Kuşkusuz akışın tersine giderek ticari kaygıdan öte kaliteli müziği önceliklendirerek çalışan iki kişilik dev kadro için bu iyi bir sığınaktı. Yola başka bir albüm projesi için çıkan Omni ekibi, ister kozmik ister karmaya dair sebeplerden deyin, uzun süre farkında olmadan tek bir gerçeğe doğru ilerledi. Çağrışımların ve hatırlamaların ardından Ahmet, bir anda kendini Sun Ra Arkestra’nın menajerini yeni bir albüm için ikna ederken buldu. Çoğu üniversite yılları olmak üzere, Sun Ra’nın New York’ta ve Philadelphia’da verdiği 50’den fazla konserine giden Ahmet’in her seferinde yaşadığı deneyim birbirinden farklıydı. Zaten öyle olmasa bu buluşmalardan Mehmet Uluğ ve Cem Yegül’le birlikte zihinlerine atılan bereketli tohumların her biri, başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de 1990’lardan bugüne müzikle büyüyen görkemli bir ormana dönüşmezdi. Sun Ra Arkestra, Living Sky albümünün kaydında. Tarih: 15 Haziran 2021, Yer: Rittenhouse SoundWorks | Fotoğraf: Vladimir Radojicic Şifalı bir albüm Dünya bir süre yaşam üflemeyi bıraktığında Ahmet Uluğ iyileştirici gücü yüksek olan seslerin peşindeydi. Sun Ra Arkestra’nın menajerinden albüm kaydı için bir tarih almayı başardı. Grubun Grammy’e aday gösterilen 2020 çıkışlı Swirling albümündeki geleneksel yaklaşımın ve vokal ağırlıklı müziğinden daha farklı bir akış istedi. Seneler önce Cappadox’ta Babylon TV’ye verdiği röportaj sayesinde diyaloğunun arttığı Marshall Allen’a menajerinin de önerisiyle hayalindeki albümü anlatan bir mektup yazdı. “Bir enstrümental albüm kaydetmek istiyoruz. Manevi ve hipnotik. Bu nedenle de düşük tempoda melodik ve ritmik. Koradan EVI’ya, geçmişten geleceğe. Erişilebilir ve şifalı bir albüm.” cümleleri Ahmet’in isteklerinden daha çok sıkışan ruhların tek bir ağızdan yaptığı yardım çağrısı gibiydi. Marshall Allen, Living Sky'ın kayıt seansında | Fotoğraf: Vladimir Radojicic Döngüler arasında bir kayıt 15 Haziran 2021'de Marshall Allen ve beraberindeki 19 müzisyen Philadelphia'daki Rittenhouse SoundWorks stüdyosunda buluştuğunda Ahmet için bir döngü daha tamamlandı. İlk kez 1985 yılında yine aynı şehirde dinlediği, beraber aynı heyecanı yaşadığı yol arkadaşlarıyla eşsiz bir yolcuğa sebep olan Sun Ra’nın değerli mirasına o da bir ekleme yaptı. 6 saatlik kayıt seasının ardından yedi şarkıdan oluşan Living Sky albümü ortaya çıktı. Öncesinde paylaşılan mesajlar, yapılan tüm yazışmalar, süreçteki belirsizlik ve nihayetinde ihtimallerin güzelliğinde ortaya çıkan bir albüm. O güne dair Ahmet’ten cümlelere taşan hislerin tarifi şöyle: “Duygusal tarafı çok muhteşemdi. Birkaç sebebi var bunun. Bir kere stüdyoyu çok seviyoruz. Stüdyoda olmak istiyoruz. Omni Sound diye bir şey başlattık. İlk albümümüz. Tüm bunların yanında Sun Ra Arkestra ile stüdyoyadayız. Philadelphia’dayız. İşin mutfağında, onlarla aynı odada, aynı amaç için oradayız. Kendimizi çok şanslı hissettik ve çok mutluyduk.” Müzikal taraftaki yoğunluğu da “Bazı motifler, bazı ritimler ve bazı dokular o kadar genlerine işlemiş, o kadar doğal bir akışları var ki Sun Ra Arkestra’nın, hangi parçayı çalarsa çalsınlar bu devam ediyor.” cümlesinden anlamak mümkün. Sun Ra Arkestra, Living Sky | Sanat tasarım: Damon Locks Bugüne inat telaşsızlık Bu yazıyı yazarken Living Sky ’ı defalarca dinledim. Dünyanın sıkıntıyla içine çektiği derin nefesler, şimdi 98 yaşında olan Marshall Allen’ın alto saksofonuyla geri üflenerek yaşam enerjisine dönüştü. Özenle takip edilen ses motiflerinin zarifliği ve kompozisyonlardaki bugüne inat telaşsızlık, zamandan kopmamı ve tarifli hislere tekrardan kavuşmamı sağladı. Bir özden çıkan sesler, etrafında toplanlarla birlikte değişim gücünü ortaya çıkarır. İçgüdüsel olan, iyileştirici ve hayat vericidir. Marshall Allen’ın öncülüğündeki Sun Ra Arkestra, bu albümde o özü bir kez daha evrenle paylaştı. Üstelik bunu türlerin ötesine geçerek hem nitelikli ve derinliği olan hem de dinlenebilir ve erişilebilir bir müzikle başardı. Nitekim bundan 30 yıl önce vefat etmiş Sun Ra’yı özellikle gençlere ulaştırmak isteyen Ahmet Uluğ için Living Sky albümü çok kıymetli. Sun Ra'ya giden yol Living Sky ’ı geride bırakmadan önce albümün Bandcamp ’te paylaşılan künyesinde “anısına” başlığı altında yer alan iki ismi Ahmet Uluğ’a sormak istedim. İlki Hartmut Geerken. Kendisi bugüne kadar Sun Ra üzerine yazılan en kapsamlı kitabın yazarı. Ahmet’le Living Sky albümü üzerine olan yazışmalarından kısa bir süre sonra vefat etti. Sun Ra mirasını taşıyan önemli isimlerden biri olarak künyeye yerleşti. Diğeri ise “Omni'nin Sun Ra'ya giden yolu.” notuyla Mehmet Uluğ . Ahmet’in kendi başlangıç noktası: "Bugün geldiğim noktaya baktığımda beni bu yola sokan, bu vizyonu omuzlarında taşıyan kişi Memo’dur. Yani Memo olmasa ne yapıyor olurdum bilmiyordum. Memo’nun açtığı yolda kendimi mutlu ve çok şanslı hissediyorum.” Hipnotik sesleri keşfetmek Bu sihirli yolculuktan ayrılmadan önce “Dünyanın dört bir yanından ve ötesinden hipnotik sesleri keşfetmek.” amacında olan Omni Sound’un geleceğine dokunmak isterim. Plak şirketinin bir sonraki durağı yine Sun Ra. Bu sefer odakta onun kozmik ses evreninde değil, kelimelerle oyunlar oynayarak zihinlere sızdığı şiirleri var. Sun Ra’nın kaleminden çıkar şiirler, Amerika’da yaşayan 12 caz müzisyeni tarafından okundu. Bir şiir ayrıca Marshall Allen’in performansı eşliğinde Knoel Scott tarafından seslendirildi. Albüm, önümüzdeki yıl 23 Nisan’da gerçekleşecek Record Store Day’de satışa çıkacak. Omni’nin dünyasında Mulatu Astatke’yle Etiyopya’daki kabile müziklerini kendi besteleriyle birleştirdiği bir proje, Danûk isimli bir grubun 1902-1912 yılları arasında Kudüs'te bir kilisede ve Gaziantep'de Zincirli Höyük'te kaydedilen seslerin 100 yıl sonra Snarky Puppy’den tanıdığımız Michael League ile birlikte yeniden bestelenip aranje edildiğ bir albüm de var. Ahmet ve Rana’nın kanatları altındaki Omni’nin yolculuğu başladı. Özenle seçilmiş projelerle eşsiz bir müzik kataloğu derleyerek disiplinlerarası ve kültürel olarak aşkın işbirlikleriyle evreni beslemeye devam edecekler. Takipte kal: Omni Sound’u Instagram ve Facebook hesaplarından takip edebilirsin.

07 Eki 2022

Hazır değilsen çekiyorum: Ogün Akgül (Oastabis)

30’lu yaşlarıma baktığımda her gün tekrarladığım aktiviteleri bulmakta zorlanmasam da 4-5 yaşlarıma döndüğümde durum aynı değil. Evimin salonunda yer alan bol geometrik şekilli halının üstünde istikrarlı olarak yarattığım oyun dünyaları sayılmaz. Ogün için bu tamamen farklı. Onun kreşe ve anasınıfına gittiği dönemlerde kendisine dair hatırladığı tek bir şey var. Evde, yerde ve resim çizer hâlde. 1-2 günde bir resim defterinin bittiği, yenisinin hemen alındığı bir dönem. Ogün’ün annesi ve babası fotoğrafçı. Annesi karanlık odanın olduğu zamanlarda babasına yardım etmek için fotoğrafçılığa başladı. Babasının stüdyosu var. Ne zaman işler dijitale geçti, gezmeyi ve sosyalleşmeyi seven annesi fotoğrafçılığı bıraktı. Bir de halası var. Öz halası değil, babasının çok yakın arkadaşı. O da fotoğrafçı. Aynı zaman da ressam. Sirkeci’de bir handa fotoğraf malzemeleri sattığı bir dükkânı var. Ogün’ün resim ilgisini öğrendiğinden beri ona rutin aralıkla resim malzemeleri göndermiş. Bir gün tuval, şövale ve yağlı boya gelmiş, başka bir gün kuru ve pastel boyalar. Favorisi kuru boya. Ogün’ün o dönem resimle kurduğu bağı şu sözlerden anlamak mümkün: “Günlük gibi resim çizerdim. Okuldan eve gelirdim. Önlüklüyüm. Üstümü çıkarmadan hemen ödevlerimi bitirirdim. Sonra yemek yiyip tüm günü çizmeye başlardım.” Ezhel, Fotoğraf: Oastabis İlkler ve karşılaşmalar İlklere gitmeyi severim. Şimdi zamanda bir perde açalım. İlkokul yıllarının çoğunu onun tabiriyle " kağıt dolsun yeter " motivasyonuyla resim çizerek geçiren Ogün, bir gün aile dostu ziyaretinde ona yeni evrenleri açacak karşılaşmayı yaşadı. O akşam Hollanda’dan gelen aile dostunun beraberinde getirdiği dijital kamerayla tanıştı. Çekimler yaptı. Flaşlar patlattı. Hem kendi keyif aldı hem de etrafını neşelendirdi. Bunun üzerine kamera onda kaldı ve hayatında yeni bir dönem başladı. Okula kamerasıyla birlikte giden Ogün, bir anda kendini müdür yardımcısının odasında buldu. Dijital makinasının varlığını öğrenen müdür yardımcısından uyarı bekleyen Ogün, aksine okul gazetesi için tüm sınıfların fotoğrafını çekme teklifi aldı. Bu onun ilk işi, ilk çekimi oldu. Bu iş birliğinin ardından bir anda okulun en popüleri hâline geldi ve fotoğraf çekmeye devam etti. Herkes ondan bir şeyleri çekmesini talep etti. Önüne ne çıkarsa çekti. Flörtlerini çekti. Okul sonrası boş basketbol sahasında takılmalarını çekti. Sinemaya gidişlerini çekti. Her fotoğraf bir izdi. O geride bıraktığı izleri korumak istedi: “Her fotoğraf duruyor, hiç birini kaybetmedim. Çünkü çok önemsiyorum. Arşiv benim için değerli. Çektiysem onu daha sonra görmek isterim.” Ekin Beril, Fotoğraf: Oastabis Gündüz babasının, akşam onun olan stüdyo Makinayla o kadar çok vakit geçirdi ki resim yapmayı bıraktığını fark etmedi bile. Artık bir kağıdı doldurmak yerine anını dondurmakla ilgiliydi. Lise yılları MySpace dönemine denk geldi. Profil oluşturmak, kimliğini tanımlanın önemli bir parçasıydı. Ogün de cool fotoğrafları olan bağımsız ve yeraltı müzik sahnesini yakından takip eden bir profile sahipti. Bu aynı zamanda ona fotoğrafçılıktan ilk paralarını kazandırdı. İki arkadaşına 10’ar liradan toplam 20 kare fotoğraf çekti. Bir süre sonra bunu daimi hizmete dönüştürdü ve babasıyla bir anlaşma yaptı. Akşam sekize kadar açık olan babasının stüdyosu, kapandıktan sonra Ogün’ün kullanımına geçti. Önce babasının özenle kurduğu ışıklarla oynamaya başladı. Ardından ondan fotoğraf isteyen arkadaşlarına absürt pozlar verdirerip değişik objeler ve farklı renkler kullanarak çekimler yaptı. Lise yılları geride kaldığında okul gazetelerinde, şehrin lokal gruplarının dijital profillerinde ve arkadaşlarının Facebook sayfalarında Ogün’ün çektiği fotoğraflar vardı. Nükleer Başlıklı Kız, Fotoğraf: Oastabis İlk konser, müzikle ilişki Ogün de benim gibi küçük bir şehirden üniversite okumak için İstanbul’a geldi. Hemen "İlk ne yaptın?” diye sordum. Cevabı “Konsere gitmek” oldu. Ardından detayı geldi. "Taksim’deki Bronx Pi’de, Nükleer Başlıklı Kız konserine" Ogün’ün ses evrenindeki yolculuğunu “Müzik hep vardı. Her yerde. Her anımda. Müzik dinleyip işte aşk açısı çekmek, kafamda klip yönetmek… Bütün ergen duyguların benim için karşılığı müzikti. Kolumda telefon dövmesi var. O dönemdeki duygularımı temsil etmesi için, hiç unutmayayım diye yaptırdım.” sözlerinden anlamak mümkün. Müzik önemliydi. Konsere gitme arzusunu hiç kaybetmedi. İlk iki yıl arkadaşlarının fotoğraf makinalarını alıp her fırsatta yeni grupları dinlemeye gitti. Fotoğraf makinasıyla sosyal iletişim kusurlarını kapattı. Bir yandan fotoğraflarını çektiği sanatçılara destek oldu, diğer yandan kadrajına takılanlar sayesinde onlarla iletişim kuracak bahaneyi buldu. Ozbi, Fotoğraf: Oastabis Bir iş olarak müzik fotoğrafçılığı Sevdiği müziklerin peşine takılan Ogün, gittiği konserleri fotoğraflamaya devam etti. Sonra bir gün dinlemekten keyif aldığı grupların turnelerine katılıp çekim yapması için teklif aldı. Yıl 2017. Ogün, o zaman konser fotoğrafı çekmenin bir iş olduğunu ve bununla geçinebileceğinin farkına vardı. O dönem yeni albüm yayımlayan Dolu Kadehi Ters Tut ve Ozbi, Ogün’ü konser fotoğraflarını çekmek için turnelerine davet etti. Hem onun için hem de eşlik ettiği gruplar için yeni bir dönem başladı: “Onlar ilk kez turne yapıyor, ben ilk kez turneye gidiyorum. İlk kez art arda ve büyük konserler yaşanıyor. Bir süre hepimiz öğrendik. Herkes yapabildiğinin en iyisi yapıp daha nitelikli ve daha kapsamlı olmaya çalıştı. Ben de daha iyi fotoğraf nasıl çekerimin peşine düştüm. Herkes kendiyle uğraştı birkaç sene. Sonra her birimiz kendi işinde bir standart belirledi. Artık tesadüfi veya o anın duygusuyla güzel şeyler çıkarmak yerine ‘ben bunu bilerek ve isteyerek, bu şekilde tercih ederek yapıyorum’a evrildik hep birlikte.” Dolu Kadehi Ters Tut, Fotoğraf: Oastabis Turne zorluklarından fotoğrafta öznelleşmeye Bir yandan fotoğraflarında kendi kimliğini arayan, "Müziği nasıl görüntüye dönüştürebilirim?” sorusuna cevap bulmaya çalışan Ogün, diğer yandan turne hayatının zorluklarına alışmaya çalıştı. Birlikte yol gitmenin büyük bir mevzu olduğundan bahsettikten hemen sonra değişen şeylerin kendisi için motivasyon sağladığını ekledi. Ancak bir de not düştü: “Her zaman değil. İnsanız. Her zaman olamayacak.” Anladım ki turnenin onun hayatında önemli bir yeri var. “İnsanlar senin fotoğraflarını ayırt edebiliyor mu?” diye sorarak sohbete devam ettim. Kırmızıları ve mavileri en çok konuşulanı. Bir de düşük kontrasta rağmen çektiği canlı fotoğraflar. Düşük kontrast sayesinde parlak ve koyu alanların ikisini birlikte daha detaylı görebildiğimizi öğrendim. Nedenini merak ettim: “Aslında gözümüz gibi. Kameralar böyle görmüyor ama dosyayla ve datayla oynayarak fotoğrafları kendi gördüğüm şeye yaklaştırmaya çalışıyorum.” Mert Demir, Fotoğraf: Oastabis Oastabis konserde Biraz anları konuşalım istedim. Konserde bir yanda sahne üstünde grup, diğer yanda seyirciler ve arkada şovun gerçekleşmesi için çalışan kocaman bir ekip. Onca dinamiğin içinde kontrolde ve odakta kalmak oldukça zor. Fotoğraf çekerkenki karar mekanizmasını sordum. “Çekmeden önce görüyorum zaten. Gördüğüm şeyi kaydediyorum. Bu güzel, aldım bunu. Bunu da aldım gibi. Konserlerde sadece tuşa basıyorum. Bu bir mimik silsilesi olabilir, bir solonun girişindeki hareket ya da seyircinin etkileşim anı. Çekim anında kare özelinde değil, o ana 5 saniye artı eksi ekleyerek düşünüyorum. Daha sonra masada bakıyorum.” şeklinde cevap verdi Oastabis. Dolu Kadehi Ters Tut, Fotoğraf: Oastabis Peki ya duygular? Müzik kanallardan süzülüp geçerken, enerji seyirci ve grup arasında koşulsuz bir alışverişle dolaşırken sende durumlar nasıl? “Çok yalnız hissediyorum. Her yerde varım. Ama yanımda birini getirmem mümkün değil. Bana kimse eşlik edemez. Benimle her yere giremez.” Ogün, performansın bir parçası olduğunun farkında olan fotoğrafçılardan. Bu yüzden ona sahne üstünde her zaman yer var. Bu enerjiyi paylaşabileceği, ona grubun bir üyesi gibi davranan isimlerle çalışmasının sebebi de bu. Bir Dolu Kadehi Ters Tut konserinde onu hem çekim yaparken hem de dans ederken görmeniz mümkün. Hatta denk gelirseniz ona el sallayın, birlikte dans edin. Mutlu olur. 90 BPM, Şehir FM, Fotoğraf: Oastabis Sesli albüm kapakları Ogün’ün müziği kadrajına aldığı tek yer konserler değil. Müziği görüntüye dönüştürme arzusu duyan biri için öyle olması mümkün de değil. Albüm kapakları, walkman’le müzik dinlediği dönemden kalma hayallerini süsleyen bir alan. Ona bu alanda denemeler yapma şansı veren ilk isim Ozbi oldu. Lise yıllarında babasının stüdyosunda yapmaya çalıştıklarından çok uzak bir yerde değildi. Sadece katmanlar arttı. Detaylar çoğaldı. Bu zamana kadar çektiği albüm kapakları arasında içine sinen ve daha iyisini yapabileceğini düşünmediği bir iş var. 90 BPM’in 2019 çıkışlı Şehir FM albümü. Ogün, konsept iş üretme konusunda ülkedeki en iyi gruplardan biri olan 90 BPM’in yeni albümünün demosunu dinlediği ilk anda bir skeç hazırladı. Aslında müziğin ona açtığı yollarda ilerledi. Sonunda durduğu yerin görüntüsünü kaydetti. O karede bir Şehir FM binası, karanlığın esir aldığı binalar ve kötülükten uzaklaşmaya çalışan bir gökyüzü vardı. Ogün sadece parçaları birleştirdi ve ortaya “Tamamen albümden beslendiğim bir kapak.” dediği iş çıktı. Dilan Balkay, Fotoğraf: Oastabis İhtimallerin heyecanı Veda etmeden “Bir ekipmana sahipsem onun yapabileceği her şeyi bir kez deneyip görmem gerekir.” cümlesinin peşine düşmek istedim. İhtimallerin arasından “Doğru tercihleri yapmak istiyorum.” diyen birisi belirdi. “Gözlerim makinanın kendisi olduğu için ekipmanlarımın sınırlarıyla çok ilgileniyorum.” sözü de beni en başa getirdi. Ogün, okul önlüğüyle yerde oturarak çizim yaptığı zamandan beri kendi sınırlarını belirledi. Zaman içinde de sadece kadrajı değişti. Onun kısa bir anına ve çektiği fotoğrafların ardına sızmak bana iyi geldi. Hoşça kalın.

03 Eki 2022

Vibrating differently with different people

Whenever I see the future under a cloud of dust, my desire to create gets triggered. My priority becomes going for the things I believe will be permanent. During the pandemic, I started Discovery Stage in order to spend time with artists who were far away (and who are even further away now), to surrender to their creations, and make imaginary friends. I wanted to leave where I was, and gain my freedom through writing. I still do. With İdil in front of her favorite place in Kadıköy, Polka Kafe I met many of the guests on the Discovery Stage for this series. Therefore, I evaluated not only their creations but our ability to sit together and be open to sharing. The rest was carried out by text, phone call, or e-mail. This applies to İdil Meşe too. We talked over the phone on a Tuesday, met up in a soup restaurant in Kadıköy the next Wednesday, and recorded our conversation in Aposto Studio in Galata on Thursday. In front of me, there is someone who, instead of centralizing music in her life, wants to play with it, discover it, have fun, and who sometimes likes to feel alone, and other times, as part of a crowd. She is someone who prioritizes “Vibrating differently with different people.” What İdil brings to the table never fully belongs to her. These are all pieces that come out of a cluster of voices and get mixed up in İdil. It’s not clear where it comes from, or where it’s going. Therefore, İdil’s music appears suddenly when you call out to or take a step toward it. Her breath, taken in deeply from life, blows peace into my ear. With İdil, in the middle of an enjoyable conversation by the window at Polka Kafe. At first, İdil and I are surprised by the autumn leaves blowing in the wind. Then, we put everything on the table. We took shelter in being together against the pessimism of bad days. And before we moved into a story filled with music, we created a playlist for you. Yes, we are at the usual spot – in the place by the corner, overlooking the street.

18 Tem 2022

In her playground: İdil Meşe

Sounds of the sea: I like to go all the way to the beginning. It is exciting to look at today when the starting point is always changing. When I ask İdil what is the first sound she recalls, first she said her memory isn’t so strong, then immediately replied, the sound of the sea. All of a sudden, she remembered the days she spent in Soros as a child with her family. When she speaks of her love of the sea, some sounds wash up ashore. When she wanted to add music to those times, she recalled a friend of her fathers who lived in İzmir, and his cabinets filled with records and CDs – and Jimi Hendrix’s Experience album with its four CDs and purple cover. The first encounter with the guitar… as the records should show. İdil in the historic studio of Ada Müzik on Kumbaracı Street Playing and laughing: İdil was named after İdil Biret, and she grew up with his sound engineer father who used to play House of the Rising Sun by The Animals in the house. İdil found her parents’ wish for her to learn to play the piano boring because of her distractibility, which she describes as “ free confusion. ” She always followed the fun. It didn’t take long before İdil crossed paths with a guitar while growing up listening to cult names. She learned to play the guitar “ playing and laughing ” with Nirvana songs which she describes as “ Both simple enough, and enough to stroke the adolescent longing. ” Before too long, she started writing her own songs and letting what cluttered her mind out through music. Ahmet Ertegün’s advice: One day when she was around 14-15, her father, “her biggest fan,” came home having acquired the address of Ahmet Ertegün’s Bodrum home. They recorded a demo together at home. In an envelope, they mailed İdil’s photograph and handwritten lyrics to Ahmet Ertegün’s house. A couple of months later, the phone rang. It was Ahmet Ertegün. After a short phone call, they met right before the Kenny Barron concert at Istanbul Jazz Festival in the first days of 2006. What remained with İdil after the short meeting was his advice to try out her songs in different genres as a songwriter, to always pay attention to production, and to have as many concerts as possible if she were to have a music career. What she heard that day stayed with her. In fact, years later, it was her motivation to apply for a master’s degree in Music Business at New York University. İdil in the recording room of Ada Müzik where she records Being on stage: İdil had the opportunity to play her songs in front of big audiences by applying to talent shows’ original song categories throughout high school. She says, “For a moment, you feel understood. The stage experience is a moment where you are not alone, where you are happy. And that remained for me. That feeling in the first moment is still in my life.” More playful, more joyful: Closing the high school chapter by adoring bands like King Crimson and Gentle Giant, and singing in blues-rock bands, İdil says she put music in a place of fun and play. During her year abroad in Ireland during college, she made music a part of her life, and spent time in crowds who enjoy sharing, and more importantly, having fun together. She hitchhiked and sang her way through Ireland bars, and says she returned with this important knowledge, “My perspective on music and unrealistic ambitions that I associated with music disappeared pretty early on. Therefore, I came to music in a more playful, more joyful place.” With İdil, on the terrace of our least favorite “symmetry ferry,” to hair blowing in the wind What remains: I prefer doing activities I enjoy in a private time slot, in an environment I meticulously create. And I avoid it becoming a job that envelops my life. For İdil, it is similar. She didn’t put music at the center of her life for a long time. But the time she has spent with it made her surround herself with different sounds and talented musicians. The motivation to see the traces she left behind and, to add to the common cultural heritage started İdil's solo career. Expanding her skills and musical range in different projects, İdil has always come back and designed her own sound world. It is possible to see her output in the singles Ah Bir Bilsen and Wild Herbs released this year. Talking, sharing, and talking some more with İdil Family reunion: In her mind, she puts off the release date of her debut album to the end of 2022 by saying “ I am thinking, hoping, dreaming, designing .” She aims to make music with musicians she admires without scaring or stressing herself. In the end, this is a fun game: “Life is full of surprises. Being able to look at music a little more flexibly and playfully, having teammates that you can experience excitement with are important things. In fact, when [that song] appears, you all love it together. That song is reunited with its family. It’s more collective than just İdil Meşe, it’s a place where people embrace.” Key: Before leaving İdil’s playground, I wanted her to draw us a path that would lead us to new sounds. She didn’t take us too far, and pointed to Cem Özel’s Esra EP and Umut Çetin’s three songs we can listen to. With İdil in the calmest hours of the day, at the peaceful table of Polka Reprise: We are still at the table. Yes, the one overlooking the street; yes, the one on the corner. The only things that remain from our dark pastel conversation are these. You are invited to the next meeting. Goodbye.

18 Tem 2022

Hello Taner, it’s Taner

Before I started writing, I looked outside my window at the leaves of a tree reaching to the sky. They are still intact. My mind clings to the fact that fall isn’t here yet, but it can’t help but list all of its memories from colder days. The colors of the days have changed. It’s as if someone turned down the brightness of the year to save battery. On a day like this, I met with Taner Yücel. We have a seat on both sides of the table HOOD Base has put outside. He and I actually came together before, for our Newsletter Soundtrack project where I made a connection between 1960’s free radios and independent internet publishing under the theme of “Future,” and he sealed the textual content with a song of his named Object Permanence. Even though I am a person who e-mails notes to himself, it felt weird to send him messages that start with “ Hello Taner.” When we got together, we agreed that people with common names such as Murat or Ayşe wouldn’t understand. For an hour in his busy work schedule, we talked about the recording day. Before we left, he said “Every problem feeds the aesthetic,” when grounding his love of punk music. My brain recalled the David Lynch quote “Accidents or destroying something can lead to something good. It can lead to something good. Very controlled things, not being open to, these boundaries, they just screw you. And you have to sometimes make a huge mess and make big mistakes to find that thing that you’re looking for,” from the documentary The Art Life, which he probably delivered with a cigarette in his mouth. I wanted to say “Margins of error exist.” Taner and Taner, at a coffeeshop in Yeldeğirmeni We meet on an ordinary Wednesday in September and make plans to record a podcast episode on a Tuesday in October, a month when a lot of my beloved friends have birthdays. And that Tuesday is also Taner’s birthday. Happy birthday to him. I am happy our paths crossed. Now, there is another person named Taner in my phone book and e-mail archive. Not to offend anyone named Murat but you are invited to a story that ricochets from Taner to Taner, that seems familiar to me, that shares commonality with my past mistakes, current habits, and future sorrows. See you on the other side.

18 Tem 2022

“When I discovered that primitivity in music, I figured I wanted to do it.”

Wood music box: I am at a new stop. This time, I have Taner by my side – yes, the one with the last name Yücel. We don’t know where we are going but it is clear where we are starting. I got into it by asking “What is the first sound you remember?” He told me about his grandfather’s music box. He said it was a wooden music box with twirling dervishes inside, he mentioned remembering that box and the noises it makes from time to time. Then, of course, he talks about his cousins’ Walkman and earphones from which he could listen to music, something he was really surprised by, and he added : “I still can’t get over that shock. It uncovered something within my mind.” Let me mention that Taner lives in a building overlooking a bustling avenue where he isn’t allowed to listen to his own music at a high volume after 22.00 o’clock. Earphones are like life support for most of us with metropolitan lives. In front of a door in Yeldeğirmeni with Taner Yücel Mother knows best : I wanted to go into Taner’s happy days filled with music, but he remembers his sad memories more intensely. We started talking about the first instrument he tinkered with. He took me to a memory where his mother forced him to go to a place that looked like a piano class on the outside, but was more of a place where numbers were written on a Yamaha keyboard instead of notes. From there we went over to his home life. We met his mother who sang Turkish Classical Music, and his father who was able to start playing an instrument after spending just a little bit of time with it. His father’s interest in different instruments was later passed on to Taner: “ I had the desire to try every instrument.” Today, it is possible to see those trials in his walks across genres and creations that fall here and there. Fine arts after fine arts: While at his grandfather’s summer house in Erdek, he bought a Cartel cassette after thinking their TV interview was very cool. He talked about his desire to adopt the pain that the band was expressing with their lyrics at the time. Thinking of his desire to participate in pain that was not his, I pointed my direction to Eskişehir. Taner started college here but did not graduate. Fine arts department in college after going to a fine arts high school where the only thing he learned was that he could only be visible if he remained within certain molds. But he preferred doing whatever he wanted, “When I discovered that primitivity in music, I figured I wanted to do it. I liked being unpretentious. I couldn’t find my creativity in painting. Because I thought I had the power to draw on the outside of the lines that were taught and the assignments that were expected. I still think that way.” From a street with a lot of immigrant-owned restaurants frequented by Taner "Easy, boy!": After trying a lot of punk bands that didn't even have names in college, he found his place in Neon . When he began intermingling musical genres with attitudes, his life started to flow like a winding clock. We can draw from the importance of the band and the persona that Taner created on the stage from his words, "Neon was the band where I heard ‘Easy, boy!’ the most. I really had to stop. Because I wanted to make noise all the time.” And then there is Mustafa the Drummer of course. Mustafa Zümrüt. His interest in music equipment and recording technology was passed on to Taner. Thus, he learned the journey of music in the backstage of what shocked him through his earphones. Silly noises: After a long and compulsory military service, he joined the art collective HaZaVuZu , wanting to -in his words- make “s illy noises .” He summarizes what remains after it was all said and done: “There, I stopped being a musician. Configuring the guitar as a voice tool instead of a musical instrument was an interesting challenge.” Having severed his ties from genres prior, Taner obviously succeeded in dismantling music as well. Only one voice remained. HaZaVuZu was followed shortly by Ses Perileri , then The Raws , and Jakuzi . For him, there were lessons in all of them. Just like the “margins of error” he left for all of them. Taner and flute seller Nazmin in Yeldeğirmeni Producer chair: After Taner’s confession of “ I can’t be a group member. I am an annoying and difficult person. I couldn’t just be a guitarist in any of my bands,” we move forward to the producer chair he has been occupying lately. He said he was always analyzing and wondering the creation process of everything he listens to, and all noises he hears. His start was with commercial jingles. When he realized he could make tangible noises out of abstract ideas that clients were dreaming up, he started Domuz Records and album production. Özgür Semerci ’s Bulandı Sularım became the first album he calls his production. Magical meeting of image and sound: Back to today. Before we arrive at our last spot, we pop by Taner’s first solo album The Cemil Show , for which he was awarded Best Original Score at the A ltın Koza Film Festival . First, I ask him about scoring a film. He answers, “ It’s a magical experience when image and sound meet. You are like an actor, an invisible actor." Therefore, I was able to understand the passion that people like T hom Yorke and Nick Cave have for soundtracks. Barış Sarhan, The Cemil Show Invisible Taner: Now, to The Cemil Show soundtrack with 27 records that is 1 hour 1 minute long. The film’s story that takes place in different time periods, and the freedom given by director Barış Sarhan made it possible for Taner to have a personalized creation process. Therefore, he was able to wander in between genres according to the concept he defined, and after Barış’s insistence, his song that he wrote for his father, Dündar Bey, was able to find a place in the film and the album. The result: an album Taner is “pretty satisfied with ,” – the unmatched performance of invisible Taner. Key: Before he left, I asked him to leave me and the readers with a map for new discoveries. He named Type O Negative , a band that nurtured him throughout his life, and added “ Since I was a kid, it has always been by my side in every technological iteration. The cassette, the CD, then the MP3 player, the phone, and Spotify.” Encore: We can’t end before pointing to the ambient recordings Taner shares on his SoundCloud . The series that started with Dündar Bey two years ago continued with Sana and Solaris Solitude . Will all of these recordings lead to an album? That’s unknowable – I will keep an eye out for that. Now that we are familiar, we are on the last of the steps that lead from the station to the avenue. I turn around and start walking to the light of the street lamp. Today’s thoughts and feelings ricochet from Taner to Taner. I won’t know where the next bright spot will be. Goodbye.

18 Tem 2022

Hip hop’un son kehaneti

Albüm: Kendrick Lamar, Mr. Morale & The Big Steppers Süre: 73 dakika Plak Şirketi: Aftermath/Interscope Records Kartonet: 1,885 gün — Kendrick Lamar’ın en son bir albüm yayımlayalı aradan geçen gün sayısı. Her ne kadar kendisi bu sürenin bir hız treninde ilerlemek gibi olduğunu söylese de beşinci albümü Mr. Morale & The Big Steppers ’in ilk şarkısında geride kalan zamanı işaretlemeden günlüğünü açmadı. Son albümü DAMN ’le Pulitzer Ödülü kazanan ilk ve tek rap 'çi unvanını elde eden Kendrick Lamar’ın kaybettikleri de oldu. Uzunca zaman zihinsel sağlığıyla mücadele eden, bolca terapi seansı biriktiren ve bunun yanında iki yılı aşkın yazar tıkanıklığıyla yüzleşen Kendrick Lamar, görülen o ki engellerini yeni albümüyle aşmayı başardı. Şüphesi olan için 18 şarkılık ve 73 dakikalık bir kanıt mevcut. Albümün derinliklerine inmeden şunu belirtmem gerek: Müziğini farklı perspektiflerle sunan, ilham perilerini aynı masaya oturtan ve hikâye anlatıcılığında bilinen köyleri çoktan terk eden birinin eserine sınırlı alanda yaklaşmak, onun üzerine konuşmak ve yazmak kolay değil. İlk dinlendiğinde zihin akışı gibi gelen ama sayfaları çevirdikçe tesadüfün yerini kusursuz bir plana ve derin bir anlatıma bıraktığı bir albüm için, hiç değil. Dikenli taç takan Kendrick Lamar, Mr. Morale & The Big Steppers ’ta babalık, aile ve dostluğu odağına alarak hip hop’un son kehanetini gerçekleştirdi. Üstelik bunu yaparken Florence Welch, Beth Gibbons, Summer Walker, Kodak Black, Ghostface Killah ve Sampha gibi sanatçıları da yanına aldı. Düzensizliğe olan bağlılığı ve pürüzsüz ritimlere olan takıntısıyla Kendrick Lamar’dan tutarlı bir müzikal anlatım beklemek mümkün değil. Her ne kadar albümün ses dünyasındaki seyrinde dümeni ömürlük partneri Sounwave’e bıraksa da şarkılardaki prodüktör listesi oldukça uzun. Üst üste dizilebilen müzikal kariyerden kaçınan birinin farklı yollara sapması kaçınılmaz. Şimdiden diskografisini başyapıtlarla dolduran Kendrick Lamar kendi formülünü yaratanlardan. Mr. Morale & The Big Steppers da kişisel acılarını kolektif travmaların içine sürüklediği bir tedavi yöntemi. Şimdiye kadarki en derin, en karmaşık ve en aydınlatıcı eseri. Kendrick Lamar, Mr. Morale & The Big Steppers Neden dinleyelim?: Kağıt kadar ince bir duvarın arkasında komşunun kükreyen sesiyle yaptığı bir tartışmaya tanık olalım. Orada olmayı tercih etmesek de maruz kaldığımız anlar vardır. Kendrick Lamar’ın söz yazarlığı ve hikâye anlatıcılığı kusursuz detaylar yaratsa da korkutucu derecede de gerçek. Mr. Morale & The Big Steppers , dört kişinin yaşadığı bir ev. Acımasız aşağılamalarla genişleyen, kısa sessizliklerle içselleşen bir yaşam. Albümde her şarkının bir diğerine seslendiği, her birinin diğerinden yaşanmışlık kazandığı bir diyalog var. Dinleyici tüm bu düzenin içinde ırksal, kuşaksal ve kişisel travmaların üstesinden gelmeye çalışan bir sanatçının evindeki görünmez tanık âdeta. Peki albümün müzikal olarak vadettikleri neler? Arşivinde To Pimp a Butterfly gibi bir albüm bulunduran, caz ve soul müziğin modern kırılımlarında öncü olmuş birinden kuşkusuz beklenti çok fazla. Mr. Morale & The Big Steppers , mesajı önceliklendiren bir albüm. Bu da sözlerin tesirini ve iletkenliğini arttıran müziğe alan açıyor. Ortaya türler yerine onları temsil eden elementlerin özgürce motifler oluşturduğu geniş bir seçki çıkıyor. Bu da her bir şarkıyı daha da merak uyandırıcı hâle getiriyor. O, türlerden sıyrılan ve yaratıcılığına sığınan bir rap 'çi — bunun için de neslinin en nadide örneği. Kendrick Lamar’ın amacı omuzlarımızda taşıyamayacağımız bir yük bırakmak değil. Bu onun için bile çok fazla. Derdi fazla kusurlu ve ikiyüzlü bir dünyada kendini mümkün olduğunca soymak ve savunmasız hâle getirmek. Bunda ailesini bir fotoğraf karesi sığdırıp albüm kapağına taşıyacak kadar istekli. Kapanış şarkısı Mirror ’da “I choose me, I'm sorry” sözleriyle ilettiği gibi o çoktan kendini seçti. Onu vizyoner bir sanatçı, sevgi dolu bir oğul, baba ve insan olmaya iten tek gerçek de bu. Bize kalan da bundan daha fazla değil. Benzer işler: Earl Sweatshirt , SICK! & Vince Staples, Ramona Park Broke My Heart .

20 May 2022

Snooker'ın ötesinde, sporun derinliklerinde bir şampiyon: Ronnie O’Sullivan

66 saniye. Sporda bu saniyeler pek çok geri dönüşü, bazı mesafelerde dünya rekorunu ya da en hızlı ulaşılan hedefleri temsil edebilir. Ancak 2 Mayıs Pazartesi akşamı Crucible Tiyatrosu’ndaki Dünya Snooker Şampiyonası finalinde bu saniyelerin başka bir anlamı vardı. Tüm turnuva boyunca sadece tek bir seans kaybederek finale kadar gelen Ronnie O’Sullivan , finalde jenerasyonunun en iyisi olarak kabul edilen Judd Trump ’ı 18-13’lük skorla yenerek yedinci dünya şampiyonluğuna ulaştı. Kronometre de tam bu anda çalışmaya başladı. Masadan ayrılan Ronnie’nin ilk durağı Trump’ın yanı oldu. İkili, çoğunlukla Ronnie’nin konuştuğu 66 saniyelik bir sarılma anı yaşadı. Ronnie bu sarılmanın ardından yerine geçerken 30 yıllık kariyeri boyunca snooker masasında gösterdiği tüm hünerlerin aksine çokça saklamayı başardığı duygularını açığı çıkardı. Gözyaşları. Ronnie O'Sullivan, final maçının ilk seansında hakem Olivier Martell'i beyaz topun yeri konusunda zorlarken Önce mental geri dönüş Turnuva sırasında “İçimde hâlâ 2 kez dünya şampiyonu olacak güç olduğunu hissediyorum. Fakat şu anda zamanım çok değerli. Turnuvalara tatil gibi davranabilecek duruma gelmek için çok çalıştım. Ancak şu an büyük resme bakmak zorundayım. Tüm yumurtalarımı snooker sepetine koyamam.” şeklinde bir açıklama yapan Ronnie O’Sullivan, üzerine uzun uzun düşünmek istediğim daha pek çok sözün de sahibi. O sadece şöhretiyle temsil ettiği sporun ötesinde değil, mental olarak da sahneyi paylaştığı pek çok sporcudan farklı bir seviyede. 2011 yılında ünlü spor psikoloğu Steve Peters’i ziyaret ettiğinde snooker'ı bırakmaya hazır olan Ronnie, yaşadığı mental dönüşümün ardından yanına 92 sınıfından yakın arkadaşları Willo (Mark Williams) ve (John) Higgins’i alarak 46 yaşında dünya bir numarası oldu. Ardından snooker tarihinin en yaşlı dünya şampiyonu unvanını kazandı. Daha da önemlisi 90’lı yılları domine eden Stephen Hendry’le birlikte en çok dünya şampiyonluğu kazanan isim oldu. Ronnie O'Sullivan, Kaynak: Eurosport Ronnie'nin kanatları altında snooker Şampiyonluk sonrası “Her oyuncunun bir raf ömrü vardır ama hiçbir şey yapmadan oturmak istemiyorum, kariyerimi olabildiğince uzatmak istiyorum.” diyen Ronnie O’Sullivan, 50'li yaşlarının ortalarına kadar en yüksek seviyede oynayabileceği konusunda rakiplerini uyardı. Her zaman temsil ettiği sporu seyirci ilgisi, turnuva takvimi, genç oyuncu gelişimi ve daha pek çok konuda geleceğe taşımaya çalışan Ronnie, kuşkusuz snooker için değerli bir figür. Sadece BBC kanalında 4.5 milyon kişinin canlı takip ettiği final, 2014’den bu yana en yüksek sayı. Üstelik geçtiğimiz yıla göre %17 daha fazla. Tüm bunlar snooker’ın geleceği için umut verici. Keza altı aydır Ronnie’nin peşinde olan ve sonu mutlu biten bir hikâyenin her anını kayda alan Netflix’in hazırlayacağı belgeselin yaratacağı etki de merak konusu. Ronnie O’Sullivan & Judd Trump, Kaynak: Telegraph Tahtın en büyük adayı Trump mı? Masadan ayrılmadan Judd Trump’a da bir selam gönderelim. En başta finalin gerçekten bir “final” olmasını sağladı. Ronnie O’Sullivan’ın "Olabildiğince rahat olmaya çalıştım ama bu muhtemelen birine karşı aldığım en büyük zafer.” şeklindeki sözleri de bunun en büyük kanıtı. 2019 yılında dünya şampiyonu unvanını kazanan Trump’ın hikâyesinde eksik sayfalar, hâlâ doldurulması gereken bölümler var. Ronnie’nin ona ithaf ettiği “Oyunu oynama şekliyle şimdiden tüm zamanların en iyisi.” sözü de en büyük motivasyonu. Yıllar, 66 saniyelik sarılmanın sadece duygusal bir boşalma değil, aynı zamanda snooker’ın geleceğini aydınlatan meşalenin teslimi olup olmayacağını gösterecek. Kuşkusuz o vakte kadar Ronnie’yi spot ışıklarının altında görmeye devam edeceğiz.

07 May 2022

Bir format olarak albüm, bir konsept olarak zaman: Sirenler

21 Ocak günü tam 10 yıl sonra yeni bir mor ve ötesi albümüne kavuştuk. Üstelik her bir şarkısı, geçişi, rengi, sembolü, klibi ve kapağı ayrı düşünülmüş konsept bir albümle geri döndüler. Zaman içinde zaman açan mor ve ötesi’nin Sirenler albümüne dair daha önce kaleme aldıklarıma buradan ulaşabilirsin. Bu yazının konusu Sirenler ’i sarıp sarmalayan albüm formatı ve ardındaki kolektif üretim motivasyonları. Dijital müzik servislerinin hızlı tüketimi desteklemek ve kataloglarının her bir köşesini erişilebilir kılmak için algoritmaları ve çalma listeleriyle vitrine koyduğu tekli formatı günümüzde dinleyici ve müzik arasında en çok tercih edilen yol. Diğer yanda müzikal dışa vurumunu birkaç dakikaya sığdırmak yerine tıpkı hayatın kendisinde olduğu gibi farklı parçaların bir araya gelme güzelliğine, derin anlatılara ve atanmamış zaman dilimlerine bırakanlar, daha doğrusu direnenler var. mor ve ötesi de direnenler arasında. Sirenler , hem yerleştiği müzik türleri, hem sözlerinden taşan hikâyeleri, hem de sınırlarını çizdiği albüm formatıyla direnen bir albüm. Üstelik neye veya kime karşı direndiğinin bir önemi de yok. O, — dinleseydi sevecek olan herkesin albümü. Sirenler ’in farklı alanlardaki temsiliyetlerine dair merak ettiğim soruları mor ve ötesi’ne sordum. Burak Güven ve Harun Tekin ’den çok güzel cevaplar aldım. Bende Adamın Dibi yarılandı, ya sende? mor ve ötesi, Fotoğraf: Emre Ünal 1. Bugünün albüm formatı zamanın akışına ters kaldığına dair yeni medya platformları tarafından dikte edilen bir dinleyici deneyimi varken Sirenler müzikal değerin ötesinde içeriğin konumladığı albüm formatı için de bir mesaj iletiyor. Müzikte dijital devrimin her aşamasında bulunmuş bir grup olarak albüm formatı için bugünkü görüşleriniz neler? Burak Güven: Geçtiğimiz 100 yıla baktığımızda farklı müzik medyumlarının (bantlar, plaklar, CD, MD vb.) farklı dinleme alışkanlıkları yarattığını görürüz. Teknolojik ve ticari gelişmelerle yaklaşık 10 yılda bir değişen petrol ürünü bu ıvır zıvırlar, 45’lik plak yüzlerini ikide bir sıkılmadan değiştiren ninelerimizi dans ettirdiği gibi ergenliğimde 60 küsür dakikalık karanlık grunge CD’lerini hiç sıkılmadan dinleyen bizleri de memnun ederek müziği bize ulaştırmıştı. Bu farklı medyumlar içinde denenmiş farklı formatlardan biri var ki çok sevilmiş, önce 33'lük plaklar ardından kaset ve CD’lerin gelişiyle tahtı uzun süre sallanmamış bir şey: "albüm" hatta "albümlerimiz". Nedir bu albüm? Genellikle 8 ila 15 parçadan oluşan bir şarkılar bütünü ya da şarkılar toplaması. Edebiyattaki romana veya hikâyeler birliğine denk düşen, müzikal bir karşılık. Günümüzde hiçbir şeye vakti ve pek tahammülü olmayan ya da böyle olduklarına inandırılmak istenen insanlar için zor bir şey midir albüm dinlemek? Cevap hem evet, hem hayır. Evet çünkü: Bir şarkı için alınan gerisi vasat şarkılarla dolu albümler ve bu durumdan bezmiş orta yaşlı bir kesim var. Spotify, Apple Music vs. dinlediği mecrada seçilmiş çalma listelerinde daldan dala zahmetsizce müzik keşfedenler de var. “Devir değişti, 1 saat bir albüm dinleyemem.” diyen "tekli" severler de var. Son olarak geçen 20 yıla doğan yepyeni bir nesil ve onların kendi alışkanlıkları da var. Hem de hayır çünkü: Albümleri dinledikçe, alıştıkça, müzikle, seslerle, sözlerle iç içe geçmeyi seven, orda çok güzel bir hâl bulan, bu hâli deneyimlemiş ölü ve diri milyonlarca ruh artı dünyanın dev gürültüsüne bir saat dur demeyi bilen ve bilecek insanlar da var. Hem bazen şarkılar da birbirlerine ihtiyaç duyarlar, bazen sadece bir araya geldiklerinde mucizevi bir şey çıkar ortaya. Bilenler bilmeyenlere Dark Side of the Moon dinletsin, In Rainbows dinletsin, Benimle Oynar Mısın dinletsin. Albümler yüz yıllarca yaşasın. 2. İlk sorudan yola çıkarak çemberi Sirenler özelinde daraltmak istiyorum. Sirenler , kuşkusuz mor ve ötesi’nin yapabileceği tek albüm değildi. Burada anlam ve fonksiyon açısından tercihler var. Grup olarak albüm yaratım sürecinde neleri tercih ettiniz? Harun Tekin : Albümün bir konsept albüm olmasına karar verdikten sonra işimiz bir anlamda zorlaştı. Şarkıların birbiriyle sözel ve müzikal olarak ilişki kurmasını gözetirken her şarkının ulaşabileceği en tatmin edici forma ulaşmasını da her zamanki gibi temel öncelik olarak gördük. Dolayısıyla kendi açımızdan hem çok detaylı tasarlanmış hem de çok doğal bir süreç oldu. Birlikte çaldığımız provaları, soundcheck ’lerdeki müzikal fikirleri kaydetmenin çok faydasını gördük. Babajim’deki albüm kaydını da üç farklı seans olarak planladık — böylece kaydederken yaptıklarımız üzerine düşünme ve gerekirse değişiklik yapma şansı da bulmuş olduk. mor ve ötesi, Fotoğraf: Emre Ünal 3. Bir adım daha içeriye giriyorum. Sirenler 'de müzikal değerin ötesinde bir deneyim tasarımı hâkim. Bu tasarım bizi İstiklal Caddesi’ni baştan sona da yürütüyor, grubun renk bileşenleri arasında görsel hikâye anlatımının bir parçası hâline de getiriyor, zamanlar arasında bir yolculuğa da çıkartıyor. Bu farklı disiplinlerden pek çok üreticinin, aklın ve vizyonun buluşması demek. Bir deneyim sunan albümüm bizzat yaratıcısı olan gruba üretim sırasında yaşattığı deneyimler neydi? Harun Tekin: Sirenler 'in altını çizmeye çalıştığı çok zamanlılık, albümün tam olarak pandemiye denk gelen üretim sürecine de damga vurdu diyebiliriz. Şarkılar üzerinde çalışırken her anımız geleceğe dair umutlar ve geçmişe dair yüklerle dolmaya namzetti, sıkça da böyle oldu. Şimdiki zamanın anlamını ve önemini anlamak için onun dışına çıkabilmek önemli. Özellikle bu şimdiki zaman kolay olmayan duygularla ve hâllerle doluysa. Galiba biz albümü yaparken hem tüm dikkatimizi o ana yoğunlaştırdık, hem de sürekli olarak grubun, ülkenin ve dünyanın geçmiş ve geleceğini düşünmeye ve hissetmeye çalıştık. Daha önce de söyledik, bu albümdeki her kelimeyi, her cümleyi, her şarkıyı Türkiye’yle ilgili, ilişkili metinler olarak düşünebilirsiniz. Bu da bir yerde buradaki hâlimizin şu anda ne olduğuna, ilerde nasıl hissetmek istediğimize ve geçmişten hangi dersleri çıkartmak gerektiğine dair iç görülere, bakışlarımıza denk düşüyor. Bütün bunlarla dolu bir albümü yaparken ne hissettik, belki inanmazsınız ama bazen birbirini çok iyi tanıyan ve ilk kez birlikte müzik yapan dört arkadaş gibi, bazen de yeni tanışmış ama birbiriyle her dili konuşabilen dört kişi gibi hissettik. 4. Sirenler 'in sosyal medya paylaşımlarından metro giydirmelerine ve dış mekân konumlandırmalarına uzanan geniş bir iletişim planı var. Burada sanatçının paylaşım utangaçlığının kırıldığını ve içeriğin her alanda erişebilir kılındığı hissediliyor. Diğer yandan bir dizi sayesinde yayımlandıktan 20 yıl sonra bir şarkısı hit olan grubun bugünkü albüm tanıtım motivasyonu nedir? Harun Tekin: Hayatta sürekli değişen şeyler ve pek de değişmeyen şeyler var. Bizim neredeyse en baştan beri söylediğimiz değişmeyen bir şey var mesela: bizi herkesin dinlemesini değil, ama dinleseydi sevecek olan herkesin duymasını isteriz. Bu albümün iletişim çalışmasında da bu fikre sadık kalmaya çalıştık. Müziğimizi sizinle paylaşırken hem müzisyen hem dinleyici olarak bizi mutlaka çok tatmin eden sonuçları paylaşmayı çok önemsiyoruz. Böylece işin önemli, kalıcı kısmı da albüm ortaya çıktığında tamamlanmış oluyor; ancak albümü mümkün olduğunca duyurabilmek arzumuz da hiç değişmedi. 5. Böyle katmanlı bir albümü yayınlayıp dışarıdan bakmaya başladığınızda neler görmeye başladınız? İçindeyken sadece size aitken farkına varmadığınız ne oldu? Burak Güven: Sirenler iki ay önce dinleyiciyle buluştu — yani daha kat edeceği çok yol ve ulaşacağı çok yer var. Şarkıların insanlara nasıl dokunduğunu zamanla ve özellikle konserlerde daha iyi göreceğiz. Sirenler geçmiş, bugün ve geleceğe vurgular yapan, bize dair birçok şey anlatan bir albüm, üstüne tekrar tekrar konuşulacak ve kutlanacak günlerin özlemiyle yazıldı. Bize düşen bir süre daha bu zamanı dinleyicilerimizle birlikte izlemek ve beklemek.

18 Mar 2022

Nefes alan bir hafıza albümü

Haftanın Albümü: mor ve ötesi, Sirenler Süre: 52 dakika Plak Şirketi: Rakun Müzik Kartonet: En son on yıl önce Güneşi Beklerken bırakmıştık mor ve ötesi’ni. Grup her ne kadar Canlı Senfonik - Aya İrini , Harbiye Açıkhava (Canlı Senfonik) gibi özel kayıtlarla yer yer aramızda ve sahnede olmaya devam etse de içinde dolup taşanları uzun süre kimseyle paylaşmadı. Ta ki geçtiğimiz hafta gün yüzüne çıkan sekizinci albümleri Sirenler ’i yayımlayana kadar. 90’lı yılların ortasından bugüne kadar şarkılarını hem tarihin hem de jenerasyonların katmaları arasında dolaştıran mor ve ötesi, belli ki müzisyen kimliklerini ustalığa emanet edip aynı toprakların yaşayanı olarak “başa gelen”in dönüşümünü sindirmeyi ve anlamayı tercih etti. Bu da bazen parçalara ayrılmayı, bazen derinlere inmeyi, bazen durulmayı, bazen de öfkeyle defterleri kapamayı gerektirir. Geçmiş, şimdi ve geleceği taşıyan üç bölüme ve bunları temsil eden mavi, kırmızı ve mor renklerine ayrılan/kavuşan Sirenler , tam da burada kavramlara bölünüp kendince bir oyunda birleşti. İlk iki albümlerinde yer alan ve uzun süredir yoldaşları olan Volkan Gürkan’la yirmi yıl sonra yeniden prodüksiyon masasında buluşan grup, mikste Dave Bascombe, mastering’de de Joe Laporta’yla çalıştı. Grubun enstrümantal ustalığı her ne kadar temsilcisi oldukları janr içinde sıkışsa da derin ve titiz kurgular sayesinde müzikal kimliklerini istikrarla koruduklarını söylemek mümkün. “mor ve ötesi gitgide genişleyen düşünce ve duygu çeperini müziklerine de yansıtsa nasıl olurdu?” sorusuna hâlâ bir cevabım yok. 11 şarkıdan oluşan Sirenler ’de üç farklı sokak ve bu sokakları buluşturan iki farklı meydan var. Sokaklarda üçer kaydın, meydanlarda da bağ şarkılarının temsiliyeti hâkim. Albümün sadece müzikal bir kurgu taşımadığı, buna paralel olarak görsel bir hikâye anlatımını da içselleştirip sunduğunu gözlemlemek mümkün. Burada tasarım direktörü Koray Doyran’ın ve kreatif direktör Sami Basut’un imzası var. Sirenler , her ne kadar hatırlatmak için çalsa da hayatın oyunculuğundan uzaklaşmayan, nefes alan bir hafıza albümü. mor ve ötesi, Sirenler Neden dinleyelim? Bir mor ve ötesi albümünde paydaş bulmak kolaydır. İster duygular, ister sözler, ister adresi belli olan müzikal yönelimler olsun hep tanıdık bir yola çıkarsın. İçe kapanarak yalnızlaştıran zamanlarda olan bitene tanı koymak iyi gelir. Harun Tekin’in toplumun nabzına yerleşen sade kelime işçiliği, iki albüm arasında geçen yıllar yerine iyi ve kötüyü ayıran iki dünya arasında dolaştı belli ki. Hayatın mutlak eyleminden güç alan ve tekil gücün temsili olan şarkı sözlerinin yönü albümün başından sonuna kadar belli. Bu bir yandan her geçenin üstüne toprak atmaya çalıştığı albüm formatına da bir hatırlatma. Albümün müzikal yükünü çeken ve “rengi” belli olan şarkıları çok kıymetli. Ancak grubun dertli piyano baladlarıyla dinleyicisine el uzattığı bağ şarkıları Canavar ve Ağrılar , Sirenler ’i anılar duvarına asan iki sağlam çivi gibi. mor ve ötesi, bir eksikle tam olabilmeyi, hata yaparak büyüyebilmeyi, umudu koruyarak yaşamayı ve cesaretin ödül değil, sadece bir ifade olduğunu hatırlattı. İyi ki varlar. Kâbusu yendiğimiz günlere.

28 Oca 2022