SON HİKAYELER

Levent Kömür’le: Toprakta, sofrada, yarında rakı

Fotoğraflar: Deniz Sabuncu Aylardan mayıs. Günlerden cuma. Öğle saatleri. İstiklal’in kalabalık ve telaşlı hâlinden sıyrılmış hafif uğultulu dinginliği, geçmişin yükünü sırtlanmış sütunları, asrı deviren ruhuyla îş ü işret edene de efkâr dağıtmak isteyene de kucak açan Çiçek Pasajı’ndayım. Bir rakı sofrasında tanıyıp bildiğim ve sonrasında hep bir rakı sofrası anında bir araya geldiğim, hakkında söylenecek her sözün ötesinde, yeme içme dünyasının en naif ruhlarından Levent Kömür’le birlikte. Buluşma yeri olarak tercih ettiği Seviç Meyhanesi’ni tercih etmesinin özel bir sebebi olup olmadığını sorduğumda verdiği yanıt da söylemimin ispatı niteliğinde: “Seviç’in sahibi Bayram Amca (Aydındoğan)’yı geçtiğimiz günlerde kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyiz. Bu fotoğraf çekimini de Bayram Amca’yı anmak üzere burada gerçekleştirelim istedim.” Dünde, bugünde, yarında. Asmalı’da, Nevizade’de, Çiçek Pasajı’nda. Topraktan kadehe en âlâsını üretme ve sürdürme hikâyesini “Beni yeni tanıyanlar rakıyı ve meyhaneleri işim gereği sevdiğimi zanneder. Oysa ben, meyhaneleri ve rakı sofrasını sevdiğim için bu işi yapıyorum.” sözünün sahibi en şanslı müdavimlerden, Levent Bey’den dinlemek üzere rakıya eşlikçi niyetine muhabbetimiz. Katma değerli ürün kategorisinde rakı-tarım-kalkınma üçgeninde nasıl bir dinamik var? Rakının tarımla varoluşsal bir ilişkisi var. Bir meyve, bitki ve suyun mucizevi şekilde bir araya gelmesinden oluşur. Üzüm, su, anason varsa rakı da var demektir. Üzümden yapılan suma rakının ana maddesiyken rakı yapımında kullanılan üzüm ve anasonun Türkiye’de yetişmiş olması zorunluluğu rakıyla kırsal kalkınma ilişkisinin temelini oluşturur. Rakıyla alakalı diğer bir kalkınma ilişkisiyse döngüsel ekonomi üzerinden kurulur. Topraktan kadehe her aşamasıyla rakıda tam olarak sürdürülebilir bir sürecin varlığından bahsedebiliriz: Eğer bir üzüm sofralık ya da şaraplık bir karaktere sahip değilse rakıda kullanılır. Üretimden çıkan üzüm posasıysa hayvan yemi olur. Bunun yanı sıra üzüm yetiştirmek çok su gerektirmediği için başka bir ürün üretme imkânı olmayan topraklarda da yetişebilir. Eğer bir ülkenin kıraç toprağı çoksa ve suyu azsa üzümün o coğrafyada tarım için en önde gelen ürünlerden biri olma potansiyelinden rahatlıkla bahsedebiliriz. Tarımsal hammadde ve onun dönüştüğü katma değerli ürünle rakının kırsal kalkınmanın yanında gastoturizm aracılığıyla ihracata katkısı da söz konusu. Rakamlara gelince üzümde Türkiye’nin kilo başına ihracat ortalaması 1,2 dolar. Eğer bu üzüm kuru üzüm olarak değil de rakı olarak ihraç edilirse kilo başına elde edilen ihracat geliri 7 kat artarak 8,5 dolar oluyor. Çimentonun kilo başına ihracat değerinin 0,2 dolar olduğunu göz önünde bulundurursak rakının ihracat değerinin diğer sektörlere kıyasla çok daha yüksek olduğu aşikâr. "Sürdürülebilirliğin insanla ilişkisinde birinci önceliğimiz olan üretimde çalışma barışının sağlanması için Tek-Gıda İş Sendikası’yla tesislerimizde işbirliği yapıyoruz. Sendikanın örgütlü olduğu tek rakı şirketiyiz ve bundan gurur duyuyoruz." Hammadde kalitesinin sürdürülebilir artışı kapsamında yürüttüğünüz projeler neler? “Sürdürülebilirlik” oldukça kapsamlı bir kavram. Biz bu kavramı doğa, hammadde ve insan olarak üç açıdan ele alıyoruz. Türkiye’nin su fakiri bir ülke olması sebebiyle doğanın sürdürülebilirliği konusunda birinci önceliğimiz su. Son 15 senede üretimde kullandığımız su miktarını artan üretim hacmimize rağmen yarı yarıya indirdik. Önümüzdeki yedi yıldaysa %50 daha indirmeyi hedefliyoruz. Kullandığımızdan daha fazla suyu doğaya geri kazandırmamız gerektirdiği bilinciyle yürüttüğümüz çalışmalarımızı www.mey.com.tr internet sitemizde “Sosyal Etki” bölümünde yer alan sürdürülebilirlik raporlarımızda inceleyebilirsiniz. Sürdürülebilirliğin insanla ilişkisinde birinci önceliğimiz olan üretimde çalışma barışının sağlanması için Tek-Gıda İş Sendikası’yla tesislerimizde işbirliği yapıyoruz. Sendikanın örgütlü olduğu tek rakı şirketiyiz ve bundan gurur duyuyoruz. Hammaddenin sürdürülebilirliği kapsamında Alaşehir’in Şahyar bölgesinde çiftçilerin üzüm bağlarındaki gelirine katkı sağlamak üzere ürün kalitesini ve verimini artırmaya yönelik damla sulama imkânı sunan altyapı projemizi hayata geçirdik. 60 hektar büyüklüğündeki alanda gerçekleştirilen bu projeyle kullanılan su miktarında yaklaşık %50 tasarruf sağlandı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün öncülüğünde Türkiye bağcılığına yapılan yatırımlardan biri olarak Trakya bölgesinde yerini alan ancak zamanla gözden düşen Semillon üzümünün hak ettiği değeri tekrar kazanması için sürdürülebilir bir tarım projesini hayata geçirdik. Bu projeyle yaşlı asma konseptine uygun şekilde bağların bakımını ve yetiştirilmesini sağlayıp yüksek kalite de şarap yapımına destek olduk. Söz konusu girişimle ürettiğimiz ürünün başka üreticilere örnek olduğunu görmekse bizim için gurur verici. Keza Öküzgözü ve Boğazkere üzümleri Anadolu’ya ait kadim üzümler. Dolayısıyla bu üzüm türlerinin yaşatılması da oldukça önemli. Şarköy ve Elazığ’daki 55 hektarlık bağlarımızda Anadolu’nun karakterli üzümlerini üretmeye başladık. Mey|Diageo’nun Elazığ Şarap Üretim Tesisi, Öküzgözü ve Boğazkere’yi yerinde işleyebilen tek üretim tesisi. Yine bu anlayışla Türkiye’nin önde gelen üniversiteleriyle işbirliği yaparak rakının temel hammaddelerinden biri olan anason tohumlarında başlattığımız çeşit geliştirme ve kalite çalışmalarımız da devam ediyor. "Son birkaç senedir anasonun kalitesinin artması tüketicilerin deneyimini de iyileştirdi. O günden beri ürettiğimiz rakıları deneyimleyen tüketiciler ürünün tadında olumlu yönde bir değişim fark ettiklerini bizimle paylaşıyorlar. Böylece sürdürülebilirlik projesi sayesinde tüketici memnuniyetinin artmasıysa cabası oldu." Anason Islahı Projesi kapsamında Yeni 37, Ege 53, Altın 8 tohumlarını tescil ettirdiniz. Bu projeye ihtiyaç duyulmasının sebepleri ve çiftçiye katkılarından bahseder misiniz? İklim değişikliği zamanla ülkemizdeki anason üretim miktarı ve kalitesini olumsuz yönde etkiledi. Kalite ve verim düşüklüğü girdi maliyetlerinde artışa neden olurken çiftçilerin kârlılığını azalttı. Bu durum spesifik bir bölgede yapılan anason üretiminden çiftçinin uzaklaşmasına sebep olurken rekolte düşüşünü hızlandırdı. Biz de anason tohumunu ıslah ederek kalitesini artırma yoluna gittik. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’yle birlikte 5 yıl süren titiz bir çalışmayla 5 bin tohum arasından 3 tip yeni tohum elde edildi. T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından “Yeni 37”, “Ege 53” ve “Altın 8” olarak isimlendirilen tohumların üçünün de 2020 yılı itibarıyla Mey|Diageo adına resmi tescili yapıldı. Bunların Türkiye’de ticarete konu ve tescilli ilk anason tohumları olduğunu belirtmek isterim. 2021 yılında tescilli anason tohumlarından 200 dönüm alana ekim yapılarak yaklaşık 34 ton tohum üretimi gerçekleştirildi. Üretilen 34 ton tohumun 31 tonu çiftçilere dağıtıldı. 200 ton anason tohumununsa gelecek dönem rakı üretiminde kullanılması planlanıyor. Son birkaç senedir anasonun kalitesinin artması tüketicilerin deneyimini de iyileştirdi. O günden beri ürettiğimiz rakıları deneyimleyen tüketiciler ürünün tadında olumlu yönde bir değişim fark ettiklerini bizimle paylaşıyorlar. Böylece sürdürülebilirlik projesi sayesinde tüketici memnuniyetinin artmasıysa cabası oldu. "Türkiye’de bugün olduğu gibi sadece 5-6 üretici değil de 200 tesis rakı üretse neler olacağını düşün. Ortaya çıkan müthiş çeşitlilikle rakı gerçekten dünyada ismi geçen ve akılda kalan bir içki hâline gelebilir." Yenilikhane’yi kurmaya nasıl karar verdiniz? Bir içkiyi ne kadar çok üreten varsa o içki dünyada o kadar söz sahibi olur. Türkiye’de bugün olduğu gibi sadece 5-6 üretici değil de 200 tesis rakı üretse neler olacağını düşün. Ortaya çıkan müthiş çeşitlilikle rakı gerçekten dünyada ismi geçen ve akılda kalan bir içki hâline gelebilir. Tıpkı tekila, mezcal ve cin örneğinde olduğu gibi. Türkiye’de mevzuat rakının en az 1 milyon litrelik üretim hacmine sahip tesiste üretilmesini zorunlu kılıyor. Buna ek en fazla 5 bin litrelik bakır imbiklerde damıtılması zorunluluğu var. Bu zorunluluklar üretici sayısını ve dolayısıyla rakının gelişimini kısıtlıyor. Çünkü 1 milyon litrelik bir talep yaratma olasılığınız yoksa rakı üretmek finansal cazibesini yitiriyor. Biz de mevzuatın küçük üreticiye izin vermediği noktada kendimiz küçük üretici gibi davranalım ve rakının çok ihtiyacı olan bu çeşitliliğin önünü biz açalım istedik. Bi’nevi kendi kendimizin rakibi olmak gibi. Manisa’daki fabrikada inovasyon merkezimiz Yenilikhane’yi oluşturup sektör profesyonellerine kapılarımızı açtık. Burada Ar-Ge çalışmalarımız için 2 küçük imbik inşa ettik. Oluşturduğumuz mikro tesiste Türkiye’nin ilk kraft rakılarının formüllerini geliştirdik. Bu anlayışla son yıllarda portföyümüze art arda kraft ürünler eklerken bir yandan da rakıda yeni trendin yavaş yavaş “kraft rakı” olmaya başladığını gözlemliyoruz. Bütün kraft ürünler gibi kraft rakılar da üretim süreçlerinde yoğun bilgi, ustalık ve emek istiyor. Ürünlerimiz Yenilikhane’deki donanımlı inovasyon ve Ar-Ge ekibimizin becerisiyle ve titiz çalışmalarıyla ortaya çıkıyor. Mey|Diageo’nun kraft rakıları anasonlu içkiler kategorisinde de ilk olma özelliği taşıyor. Demciler Akademisi'nin karşı masasında öğle rakısında Yenilikhane’nin de bulunduğu Alaşehir’in coğrafyasının hammadde yönünden rakıya sağladığı katkılar neler? İnovasyon merkezinin içinde bulunduğu üretim tesisinin konumlandığı Alaşehir rakı üretiminde ağırlıklı olarak kullanılan Batı Anadolu’nun Sultaniye üzümleri ve anasonun bu bölgede buluşması sebebiyle hammadde açısından epey önemli bir noktada. "Sırada coğrafyamız dışında yaşayan insanlarla ve kurulan sofralarla rakıyı tanıştırmak var. Rakının çok katmanlı ve kapsayıcı kültürünün bunu başarabileceğine inanıyorum." Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca alkollü içkilere yönelik yasak ve yasal düzenlemelerin rakı üretim, tüketim ve kültürüne yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz kendimizi TEKEL’le devam eden bir geleneğin günümüzdeki temsilcisi olarak görüyoruz. Geçmişin mirasını yenileyerek geleceğe aktarmak en öncelikli hedeflerimizden biri. Bizim için daha çok ürün satmak hiçbir zaman esas öncelik olmadı. İçki kategorileri yönetilir fakat önemli olan kültürlere hizmet etmek. Rakı bizim için her şeyden önce bir kültür ve kendimizi bu kültürün devamlılığına hizmet eden bir şirket olarak görüyoruz. Bu sebeple bundan 100 sene sonra tüm gelir seviyelerinden insanların sosyalleşirken rakı içmelerine sunulacak her türlü katkı bizim bugünkü satış rakamlarımızdan daha kıymetli. TEKEL’den sonra bence en önemli gelişme rakının ve rakı kültürünün bir sonraki kuşağa aktarılması yönündeki çalışmalar oldu. Bu konuda bir nebze olsun üzerimize düşeni yapabildiysek ne mutlu bize. Akdeniz bölgesindeki diğer anasonlu içkilerin popülerliğini gözlemlediğimde rakının onlardan çok daha “yeni” kaldığını ve kendini sürekli olarak yenilemeye devam ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdi sırada coğrafyamız dışında yaşayan insanlarla ve kurulan sofralarla rakıyı tanıştırmak var. Rakının çok katmanlı ve kapsayıcı kültürünün bunu başarabileceğine inanıyorum. Rakı sadece sofrada değil kokteyl ve aperatif olarak da insanların hayatlarının bir parçası olabilir. Çünkü rakı bir içkinin ötesinde bir kültür ve bu kültür ancak taşıyıcılarıyla hayat bularak geleceğe aktarılabilir, ürün özellikleriyle değil. Yine de rakının kolay içimli olması için anasonun verdiği “tatlılık”tan bir nebze de olsa feragat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Anason şekerden 12-13 kat daha fazla tatlılık veren bir baharat olup bizim coğrafyamızda bu özelliğinin öne çıkarılması tercih edilse de kuzeye ve batıya gittikçe bu rağbet azalıyor. "Demokratikliğinin en önde gelen işaretleri; herkesin kendine has bir ölçüsünün olması ve son yıllardaki fiyat artışlarına kadar birçok hususta toplumu yatay olarak kesmesi." İçkiyle ilgili yasaklar, içki tarihinin ve mitolojisinin bir parçası. Bu durum rakı için de geçerli. Osmanlı Dönemi genel olarak devlet hazinesinin durumuna göre içkinin serbest bırakıldığı ya da yasaklandığı bir dönem. Cumhuriyet kurulmadan önce, 1920’de, TBMM Men’i Müskirat Kanunu’yla 4 sene boyunca içkiyi yasakladı. 1926’daysa bu kanunu tamamen yürürlükten kaldırdı. Bence yasaklar rakı kültürünün devrimci ve demokratik özelliklerinin daha da öne çıkmasına önemli katkı sağladı. Rakı hem demokratik hem de devrimci bir ruha sahip. Demokratikliğinin en önde gelen işaretleri; herkesin kendine has bir ölçüsünün olması ve son yıllardaki fiyat artışlarına kadar birçok hususta toplumu yatay olarak kesmesi. Bunu bir örnekle anlatmak isterim: Bir meyhaneye gittiğinizde rakınızı kadehinize ya kendiniz doldurursunuz ya da konuşmanıza ara verip kadehteki rakı sizin seviyenize ulaşana kadar size servis yapan kişiyi yönlendirirsiniz çünkü rakıda doğru ölçü kişiye özgüdür. Rakının devrimciliği üzerine kitaplar yazılabilir. Burada aslında rakı kültürünün devrimciliğinden ziyade rakı severlerin devrimciliğinden bahsediyorum. Kadının kamusal alandaki yeri konusunu ele alalım mesela. Meyhanedeki kadın tabusunun yıkılmasıyla rakının ataerkil tavrının kırılmasında Mina Urgan, Halet Çambel, Güzin Dino, Leyla Erbil, Tomris Uyar gibi öncü ve aydın kadınların rolü büyük. Hatta bu örnekle meyhaneleri kadınların devrim yaptığı bir kamusal alan olarak adlandırmak dahi mümkün. Rakının artan popülaritesinde ve meyhanelerin kalite ve itibarının yükselmesinde rakısever kadın tüketicilerin rolü büyük. Yaşar Bey Seviç Meyhanesi'nin müdavimlerini yâd ederken Diğer bir devrimcilik örneği de yasaklardan sonra iletişim yapılamayan bir kategori hâline gelen rakıda iletişimi tüketicilerin gönüllü olarak üstlenmesi. En son Veda reklamımızda aslında bunu öngörmüştük. Tüketici o günden beri giderek artan bir şekilde kendiliğinden rakı içeriği üretiyor. Göbek, şeker, etil alkol gibi doğru bilinen yanlışlarla bu içeriklerin bir kısmı tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Ama günümüzün post-truth (hakikat sonrası) dünyasında başkalarınca bağnazlık olarak görülse de maalesef hepimiz bazı yalanlara körü körüne inanıyoruz. Bu zararsız yanlış bilgileri çok da eleştirmemek lazım. Sonuçta kültürde bu yanlışlar “ispat edilebilen doğrular”ın yerini alıp “inanılan algılar” olarak kalıyor. Çok az bir kısmı ‘’alternatif gerçek’’ ya da mitlerden oluşsa da tüketici kendi içeriğini üretmeye devam ediyor. Bunlara ek; artan fiyatlar karşısında rakıseverlerin bir kısmının tüketim davranışlarını başka kategorilere kaydırmak ya da kategoriden tamamen uzaklaşmak yerine, tat profilini tam olarak karşılamasa da, kendilerinin rakı olarak tanımladıkları daha ucuz alternatiflere yönelmeleri. Çilingir sofrası her koşulda kurulmaya devam etti. Son olarak şunu belirteyim: Rakı, 500 yıllık tarihiyle toplumumuzun hem sevinci hem de hüznü paylaşma aracı olmasıyla sosyalleşme geleneğinin ve mirasının önemli bir değeri. Edebiyattan sinemaya her alanda izlerini gördüğümüz, üzerine şarkılar, şiirler yazılmış, birçokları için bir yaşam biçimi hâlini almış bir içkiden bahsediyoruz. Bu sebeple rakı içmek şu anda algılandığından çok daha normal bir eylemdir; kitap okumak kadar alelade. "Yenilikhane’yi kurma sebebimiz de aslında mevzuat gereği limitli sayıda oluşumun ürettiği rakıya tıpkı viskide, şarapta ya da cinde olduğu gibi bir çeşitlilik katmak." İngiltere'deki cin üretimi ya da İskoçya’daki viski üretimini henüz Türkiye’deki rakı üretimiyle bire bir kıyaslamak mümkün olmasa da farklı vaka çalışmalarından neler öğrenebiliriz? Viskiden de cinden de öğreneceğimiz konular var. Viskiden öğreneceğimiz bu içkiyi nasıl daha uluslararası bir ihracat ürünü hâline getirmiş olduklarıyken cinden öğreneceğimiz üretimini nasıl yaygınlaştırdıkları olabilir. Yaygınlaştırmaktan kastım sadece İngiltere içinde değil, İtalya, Almanya, Amerika ve daha birçok ülkede sürdürülen üretimi. Bizim öğreneceklerimizin yanı sıra onlar da rakıdan nasıl daha kapsayıcı bir içki kültürü yaratılabileceğini öğrenebilirler; cinsiyet çeşitliliğiyle beraber yeri geldiğinde sofra içkisi bazen aperatif ya da kulüp içkisi olması ve kokteyl bazı gibi sunduğu farklı deneyim şekilleri. Tüm bunların yanında üzümden üretiliyor olması benim nezdimde rakının önemli bir ayırt edici özelliği. İngiltere’de cinle ilgili bir yasa değişikliğiyle küçük hacimli üretim desteklenmesinin ardından cin inanılmaz revaçta olan bir içki hâline geldi. Yenilikhane’yi kurma sebebimiz de aslında mevzuat gereği limitli sayıda oluşumun ürettiği rakıya tıpkı viskide, şarapta ya da cinde olduğu gibi bir çeşitlilik katmak. Böylelikle rakıyı daha popüler hâle getirmek ve dünyada rakı pazarını büyütmek için çabalayan kişi sayısı artar. Bunun sonucunda da rakı da diğerleri gibi dünyada ismi geçen çokça akılda kalan bir içki hâline gelebilir. "Bir yere 'meyhane' demeniz için orada zaman geçiren kişilerin toplumu yatay olarak kesmesi lazım." Rakının yeme içme kültüründe şahsına münhasır bir yeri olduğunu göz önüne alarak daha sosyolojik bir yerden toplumsal hafızada nasıl bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz? Toplumsal hafızada nostaljik mekânlar, mezeler, müzikler ve davranışların yanında rakının yerini şöyle tanımlayabiliriz: Toplumumuzun artık çok fazla öne çıkaramadığımız kapsayıcı dokusunun en güzel örneklerinin verildiği ve bir arada, hep beraber var olmayı becerdiğimiz anların mimarı olan rakı sofraları, toplumsal hafızanın en nevi şahsına münhasır yapıtaşlarından. Bunun sebebiyse oldukça basit. Bir yere “meyhane” demeniz için orada zaman geçiren kişilerin toplumu yatay olarak kesmesi lazım. Geçmişte meyhaneler toplumun her sınıfından insanın gelip zaman geçirebildiği yerlerken son yıllardaki fiyat artışları ne yazık ki bunu zorlaştırıyor. Meyhanenin geçmişine baktığımızda genel olarak sınıfsal bir çeşitlilik farkedilir. Bir patronun ya da bir holding sahibinin bir emekçiyle aynı ortamda bulunduğu ve kimsenin kendini farklı hissetmediği yerdir meyhane. Toplumumuzun beraber var olmayı başarabildiği mekânlardır. Bir de adap olayı var. Her ne kadar genç kuşak “adap” kelimesinden pek haz etmese de rakı içmenin adabı ve bir kültürü var. Ama kastedilen sanıldığı gibi kurallar silsilesi değil. Çünkü rakı demokratik bir içki olması sebebiyle herkese kendi belirlediği zaman, şekil ve ölçüde içme imkânı tanır. Rakı adabından kasıt ölçüdür. Herkesin ölçüsünün kendine göre olmasıyla beraber adabla öğütlenen ölçüyü bilmek ve kaçırmamaktır. Tüm bu ritüellerle anlatılmak istenen aslında toplumsal hafızadaki anın taşıyıcılarıdır. Sanatçı olacakmış içinde kalmış kalem tutuşu Coğrafi İşaret rakı için ne anlama geliyor? İşaretin alınma sürecinden ve katkılarından bahseder misiniz? İlk olarak TEKEL, 1996 yılında, rakı için menşe işareti almak üzere başvuruyor. 1997 yılında rakının menşe işaret tescili coğrafi sınırları Türkiye olarak belirleniyor. 2009 yılında Türk Patent Enstitüsü tarafından “rakı” coğrafi işaret tescili yapılarak koruma altına alınıyor. Aslına bakarsanız; coğrafi işaret, yurt dışı pazarlarda kabul görmediği sürece pek de bir anlam ifade etmiyor. Bunu sağlamak için ürünü AB’nin de tescillemesi gerekiyor. Her ne kadar rakı 2009 yılında Türk Patent Enstitüsü tarafından coğrafi işaret tesciliyle koruma altına alınsa da yurt dışında gerekli başvurular tamamlanamadı ve sonraki süreç ne yazık ki çok iyi yönetilemedi. Şimdilerde yapılan çalışmalar ve üretilen kraft ürünlerle coğrafi işaretin kıymetinin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Yalnızca üretim değil; aynı zamanda tüketim alışkanları kapsamında rakı, Türkiye’den çıkan ve dünyaya yayılan gastronomik bir ürün hâline nasıl gelebilir? Kaynak bolluğuna rağmen rakının dünyaya yayılmasının önünde üç ana engel var. Birinci engel, daha önce de belirttiğim gibi, daha fazla insanın rakı üretmesi gerekliliği. İkinci engelse rakının diğerleri tarafından pek de kabul edilebilir olmayan tadı. Bir örnekle açıklamam gerekirse; İngiltere’de en çok tercih edilen yemeklerden biri Hint mutfağına ait olarak bilinen “Chicken Tikka Masala” fakat Hindistan’da böyle bir yemek yok. Bizim de benzer şekilde rakının tadını uyarlıyor olmamız gerekiyor. Herkes rakı sofrasının bir parçası olabilir ama mevzu içkiye gelince anasonun kuvvetli tadına ek en az onun kadar etkili 45 derece alkol de dâhil olunca geriye bu tadı adapte etmekten başka bir çare kalmıyor ki bizim de yapmaya çalıştığımız şey bu. Her ne kadar su katılan bir içeceğe “zor içilebilir” demek kolay olmasa da tadını uyarlayarak diğer kültürlerdeki damak tatlarına daha uygun bir formülle ortaya çıkarıp dış pazardaki yerini genişletebiliriz. Keza bunu yaparsak şahsi görüşüm kokteyllerde de rakının rağbet göreceği yönünde. Bu durumun ülkemiz sınırları içerisinde biraz başladığını söylememiz mümkün. İlk kraft rakının bu amaca hizmet etmek için geliştirildiğini de unutmamak lazım. Üçüncü engelse mutfağın da rakının yanında gitmesi gerekliliği. Çünkü rakı genel manasıyla yemekle içilen bir içki ve eşlikçisi olmadan olmuyor. "Meyhane benim hayatımda genellikle noktalama işareti görevi gördü: Eşimle Beyoğlu’nda bir meyhanede evlendik. Şampiyon olduğumuzda ya da olamadığımızda yine meyhanedeydik." Sizin rakıyla kurduğunuz ilişki ve içme adabınız nedir? Beni yeni tanıyanlar rakıyı ve meyhaneleri işim gereği sevdiğimi zanneder. Oysa ben, meyhaneleri ve rakı sofrasını sevdiğim için bu işi yapıyorum. Meyhane benim hayatımda genellikle noktalama işareti görevi gördü: Eşimle Beyoğlu’nda bir meyhanede evlendik. Şampiyon olduğumuzda ya da olamadığımızda yine meyhanedeydik. Yurtdışında çalışırken arada bir dostları ziyarete geldiğimde Atatürk Havalimanı’ndan taksiye binip ilk iş olarak Nevizade’ye giderdim. Bir sandalyede ben, bir sandalyede bavulum, “Merhaba” derdik İstanbul’a… 35 seneden beri müdavimi olduğum meyhanelerle ilişkim 2012’nin Ocak ayında MeyIDiageo’ya Pazarlama Direktörü olarak atanmamla çok az müdavimin başına gelecek bir şekil aldı. 11 yıldır bir rüyada gibiyim: Yeni geliştirilen rakıları diğer müdavimlerden önce tatmak, şimdi saygıyla andığım Vefa Bey (Zat) ile teşrik-i mesaide bulunmak, Rakı Ansiklopedisi, Rakı Gastronomisi, Hayat Dudaklarda Mey gibi neşriyatlarda bir tutam tuz olmak, şişemizin üstünde resmettiğimiz mikrofonun, sazın, kağıt ve kalemin anlamlarını biliyor olmak, Çiçek Pasajı’nın yeniden yaşaması için ufak da olsa bir katkıda bulunmak gibi inanılmaz ayrıcalıkları yaşadığım bir rüya.

Apéro

kapsamlı cinsellik eğitimi

Kapsamlı Cinsellik Eğitimi (KCE), yerel ve uluslararası standartları olan, kanıta dayalı şekilde hazırlanmış, genelde sistematik bir program izleyen ve cinselliğe ve cinsel sağlığa dair bilgi, beceri ve tutum kazandırmayı hedefleyen bir eğitim modelidir. KCE’nin belki de en kritik faydalarından biri, öğrencileri pasif şekilde öğrenen konumunda bırakmaması; aktif bir şekilde beceri kazanan özneler olmalarına alan açmasıdır. Örneğin, KCE, öğrencilere sadece flört şiddeti hakkında bilgi vermez, flört şiddeti durumlarında pratik olarak uygulanabilecek iletişim ve benzeri becerileri kazandırmayı hedefler. Bunu, sadece bilgi sağlayarak değil, tartışma, sorgulama ve pratik yapma alanı açarak sağlar. Cinsellik eğitimi aslında saygı eğitimidir, “Hayır diyebilirsin!” eğitimidir, “Bedenin senindir!” eğitimidir, haz eğitimidir, eşitlik eğitimidir. Cinselliği bütüncül bir bakış açısıyla ele alır (duygusal, bilişsel, fiziksel, toplumsal), Yaşa uygunluk kriterlerine göre konuları belirler, Belli değerleri empoze etmez, bireylere kendi değerlerini keşfetmeleri için alan açar, Cinsel anlamda sağlıklı olma halini sadece fiziksel sağlık değil, bütüncül sağlık olarak ele alır, Kapsadığı konular çeşitlidir ve kültüre saygılı ve sorgulayıcı biçimde ele alınır, Yapılandırılmış olamadığında, ebeveynler, bakım verenler ve eğitimciler tarafından hayatın içine serpiştirilebilir, Çocuk ve gençlerin kendilerini korumalarını, sağlıkları için daha doğru kararlar alabilmelerini ve iyi birer birey olabilmelerini destekler. Zaman zaman politik, kültürel ya da içerik çeşitlilikleri sebebiyle karşımıza şu isimlerle de çıkabilir: Cinsel gelişim eğitimi, Mahremiyet eğitimi, Üreme sağlığı eğitimi, Koruyucu-önleyici eğitim, HIV eğitimi. Eğitimin ismi ne olursa olsun, yapı gereği seks-pozitif, yargılayıcı olmayan, beceri kazandırmayı hedefleyen, güçlendiri, yaşa uygun ve kanıt temelli olmalıdır. Ancak böyle olduğunda en olumlu etkiyi sağlar.

müstehcen mecmua

Türkiye’de cinsellik eğitiminin konumu

Zeynep: Türkiye’de kapsamlı cinsellik eğitimi var ile yok arasında. Öğretmenler, psikolojik danışmanlar ve veliler cinsel sağlık eğitiminin gerekliliğinin farkındalar. Ama iş talepte bulunmaya veya uygulamaya geldiğinde herkes köşeye çekiliyor ve kimse sorumluluk almak istemiyor. Prof. Dr. Fatma Bıkmaz’ın yaptığı, TAP Vakfı ve UNFPA Türkiye işbirliği ile 2022 yılında yayınlanan araştırmayı incelemenizi önerebilirim. UNESCO tarafından 2018 yılında revize edilen ‘Cinsellik Eğitimi Üzerine Uluslararası Teknik Rehber”in temel alındığı bu araştırmada, ulusal eğitim programlarının teknik rehbere ne ölçüde uyuştuğu ve eksik kalan alanları ele alınıyor. Okul Öncesinden Ortaöğretime Öğretim Programlarının ve Ders Kitaplarının Analizi’ne göre 5-8, 9-12, 12-15 ve 15-18 yaş gruplarının öğrenme hedeflerine baktığımızda İlişkiler; Değerler, Haklar, Kültür ve Cinsellik; Sağlık ve İyi Olma Becerileri ile Şiddet ve Şiddetten Korunma kavramları ele alınırken, Toplumsal Cinsiyeti Anlamak; İnsan Bedeni ve Gelişim; Cinsellik ve Cinsel Davranış ile Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı kavramları pek ele alınmıyor. Kapsamlı cinsellik eğitiminin ne olduğunu bilen, önemini yok saymayan ve yaşa özel kazanımlarına hakim olan kurum ve kuruluşlar ister kendi kadrosu için, ister ebeveynleri için, ister öğrencileri için cinsellik eğitimini talep ediyorlar. Bütçeye bağlı olarak yapılan çalışmalar kısıtlı. Maalesef çoğu zaman sorumluluk dışarıdan gelen uzmana bırakılıyor. Cinsellik eğitimi için alan açılsa da, dikkat çekmemesi adına pek duyurulmuyor ve konuşulmuyor. Her defasında cinsellik eğitimini sahiplenen, kendi kurumunda devamını sağlamak için mücadele eden kiminle karşılaşsam aşırı mutlu oluyorum ve ister istemez elimden gelen her desteği sunuyorum. Cinsel sağlık ve üreme sağlığı, insan gelişiminin bir parçası ve çocukların üstün yararını düşünerek hareket etmemiz gerekiyor. Biz yetişkinler ve uzmanlar kendimizi hazır hissetmiyorsak, hazırlanmalı; kendimizi rahatsız hissediyorsak da neden rahatsız olduğumuzu keşfetmeliyiz. Rayka: Evet, genelde hazır olmayan çocuklar değil, yetişkinler. Çünkü çocuklar, özellikle yaşları küçüldükçe, cinselliğe çok daha objektif bir noktadan bakabiliyorlar. Onlar için cinsellik, beden ya da üreme sistemi hakkında konuşmak, uzay boşluğunun rengini, gölde yaşayan balık türlerini ya da kelebeğin beneklerini konuşmaktan farklı olmuyor. Cinsellik eğitimi hakkında kaygılı ebeveynin aklında genellikle “Çocuklarımıza seks anlatacaklar” düşüncesi oluyor. Biz yetişkinler, kendi cinsellik bilgimizle, ön yargılarımız ve inançlarımızla çocukların da bu konuyu dinleyeceklerini varsayıyoruz çoğunlukla. O çocuklar ama, üreme sistemini konuşacağız dediğimizde “amanin seks hakkında konuşacağız” diye düşünmüyor, varoluşu, evreni, gökyüzünü, evinde hamile olan tavşanını falan düşünüyor. Bu, hem Türkiye’de hem Kanada’da verdiğim eğitimlerdeki deneyimim. Bu yüzden de araştırmalar, erken yaşta cinsellik eğitimine başlamanın önemini vurguluyor yıllardır. Ne kadar küçük, o kadar az ön yargı oluyor. Tabii yaşa uygunluk kritik. Türkiye’de maalesef cinsellik eğitimi bir haktan çok lüks gibi var olabiliyor çoğunlukla. Özel okullarda, rehberlik bölümünün inisiyatifi ya da ebeveynlerden gelen taleple harekete geçilebiliyor. Bunun birkaç sınırı var. En önemlisi, çoğu çocuk, ebeveyn ve eğitimci cinsellik eğitimine erişemiyor. Erişebilenler de en etkili şekilde erişemiyor. Dolayısıyla, kriz anlarında ya da istenmeyen bir olay yaşandığında aldığım emailleri ve telefonları düşündükçe, cinsellik eğitimine bakışın biraz da “sorunumuzu başkası çözsün” ile çaresizlik arasında bir yerde kalakaldığını düşünüyorum. Kırk dakikada, tüm yaş gruplarının toplandığı bir amfide cinsellik eğitimi verilmesini bekleyenlerden, sadece kendi öncelikleri doğrultusunda bu eğitimi almak isteyenlere uzanan çok çeşitli durumlar var. Burada maruz kaldıkları hiçbir şeye maruz kalmamalarından iyidir bakış açısıyla yaklaşılması gerekebiliyor. Ama bazen de istenen şey çocuklara zararlı olabilme ihtimali taşıyorsa hızlıca uzaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Cinsellik eğitimi gibi bi konuda hata yapma ya da kaş yapayım derken göz çıkarma lüksümüz yok. Bu hal alternatif öğrenme yöntemleri diyebileceğimiz oluşumlara da alan açıyor bir yandan. Çime beton dökülüyor olabilir, ama aralardan çiçekler yine çıkıveriyor. Bu alanda mücadele vermeyi romantize edemeyeceğim daha çok, çünkü öyle romantik bir yanı yok. Fakat etik sorumluluğu olanlarca ele alındığında podcastleri, sosyal medya yayınlarını, bizim gibi olan ama belki yan yana duramadığımız insanların deneyimlerini dinleyebilmek de öğrenmenin, beceri kazanmanın bir yolu. Burada da sözü Hazal’a bırakıyoruz: Hazal: Kapsamlı cinsellik eğitiminin olmadığı Türkiye’de ve Türkçe dilinde, insanlar alternatif bir arayışına girdiklerinde karşılarına çıkan kaynaklardan bir tanesi olduğunu düşünüyorum Mental Klitoris ’in. Aslında bir boşluğu doldurduğunu söyleyebiliriz. Ama benim asıl amacım cinsellik eğitiminin olmayışının boşluğunu doldurmak değildi. Çünkü cinselliğe dair eğitim verecek bir arka plandan gelmiyorum. Gazeteciyim. Mental Klitoris, kapsayıcı, kesişimsel, seks-pozitif, feminist bir yaklaşımla cinselliğe dair meseleleri ele alıyor. Burada da iş aslında yaklaşımda bitiyor. Ben de kapsamlı cinsellik eğitiminin bu yaklaşımla olması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden bu noktalarda paralellikler olduğunu söylemek mümkün. Bir de ben, kapsamlı cinsellik eğitimin olmadığı bir yerde karşıma ne çıkmasını isterdim diye düşünerek ilerledim. Daha ergenliğe yeni girerken zamanlarımda, cinselliğimi keşfederken, lisedeyken vs. karşıma ne çıkmasını isterdim sorusunu sorarak üretiyorum Mental Klitoris’te. O yüzden evet orada bir boşluk var, amaç o boşluğu doldurmak olmasa da, o boşluğu doldurma görevini görüyor sanırım. İnsanlardan da aldığım geri dönüşlere bakarsak, kapsamlı cinsellik eğitiminin olmadığı bir yerde, Mental Klitoris’ten pek çok şey öğrendiklerini, güçlendirici olduğunu söylüyor dinleyenler de. Podcasti videoya göre üretmesi çok daha kolay ve ucuz. Maliyetli değil. O yüzden ben de kendi yetkinliklerimi, becerilerimi ölçüp biçip tarttığımda video işine girişmektense podcast işine girişmek daha avantajlı oldu. Bunun cinselliğe dair kısmına bakacak olursak şu var, bir kere videoda görüntülerle ne yapabilirim ne yapamam bilmiyorum. Video formatında ya da yazılı formatta belki daha fazla kişiye ulaşabilirim ama uzun bölümler yapmak, insanları ağırlamak, konuşmak da istiyorum. O yüzden de sesli formattan gitmek fayda sağladı. Podcast yükselişe geçiyordu ve belki cinselliğe dair içerikleri, video formatında veya yazılı formatta bulabilecekken podcast formatında Türkçe bulamamak da bir avantaj sağlamış oldu. Cinsellikle alakalı podcast yapan ilk podcastlerden Mental Klitoris. Şu anda daha fazla örnekleri mevcut. Şu anda girişseydim bir avantaj olarak sayar mıydım bilmiyorum. Henüz yeni bir format olmasından faydalandım 2020’nin başında. Ayrıca sesli format, insana geçen bir format. İnsan birinin sesini haftada bir duyunca gerçekten ona alışıyor, o samimiyeti kurabiliyor. Belki videodaki kadar görmüyor orada seni, ama yazıdansa daha orta bir yerde kaldığını söyleyebilirim. Cinsellik gibi konularda konuşurken belki o yakınlığı hissedebilmek iyi oluyor. Sansür meselesi var tabii bir de. Youtube’da bazı içerikler topluluk kurallarına tabi tutulurken, podcast dinleme platformlarında şu an için herhangi bir sansür yok. Dilediğimi dilediğim şekilde konuşabiliyorum, neyin ne olduğunu söyleyebiliyorum.

müstehcen mecmua

cinsellik eğitiminin önündeki bariyerler

Zeynep: Cinsellik eğitimi bilimsel bulgulara dayalı, kapsayıcı ve hak temellidir. Bazı sosyal ve kültürel bağlamlarda zorlayıcı olabilir diye çocukların, ergenlerin ve gençlerin bilgi edinme ve eğitim hakkını yok sayamayız. Alandaki çalışmalara sahip çıkmalı ve cinsellik eğitiminin savunuculuğunu yapmalıyız. Bu alanda bilgisi, deneyimi ve uzmanlığı olmayan kişiler fazla atıp tutuyor ve maalesef fazla dikkate alınıyorlar. Gelen tepkilerle birlikte bazen neyi neden yaptığımızı unutuyoruz ve susuyoruz. Bu susma hali hem kurumlar için hem de bireyler için geçerli. Susmamalıyız. Cinsel haklar ve üreme hakları temel ve evrensel insan haklarındandır. Nokta. Bazen susmak kendi güvenliğimiz için, soluklanmak da cinsellik eğitimi alanında çalışmaya devam etmek için gerekebiliyor. Kendi ihtiyaçlarımızı gözeterek, bireylerin hazır bulunuşluğuna ve cinsel sağlık eğitimin dönüştürücülüğüne inanarak ve alandaki çalışmalara sahip çıkarak, her konferansta duymaktan sıkıldığım “toplum buna hazır değil” söylemlerinin önüne geçebileceğimizi düşünüyorum. Rayka: Türkiye’de cinsellik eğitiminin önündeki bariyerleri düşününce aklıma gelenler kimseyi şaşırtmayacaktır: Politikalar, ebeveynlerin ya da okul yönetiminin çekinceleri ve ön yargıları, cinsellik eğitiminin faydalarının bilinmemesi, kaynak eksikliği… Bunlar bizden çok büyük, mega bariyerler gibi gelebiliyor bazen. Türkiye’de cinsellik eğitimi denince çok ciddi bir uzman eksikliği de var. Aslında bu bir kısır döngü. Örneğin, cinsellik eğitmenlik eğitimi açılsa, bu insanlar nerede iş bulacak? Okullarda ve diğer kurumlarda yer verilmeyecek çoğunlukla bu konuya. Bununla beraber, ihtiyaç olduğunda da, uzmanlara, eğitim programlarına ancak belli şehirlerde ya da belli zamanlarda ulaşılabiliyor. Bu alanın canımı yakan en büyük bariyeri ise çok eğitimli olarak adlandırdığımız, ama eğitimli oldukları kadar cahil olan bir kesim. Bu belki birilerini kızdıracak fakat, unvanı Prof. olan, Dr. olan, fakat spesifik olarak cinsellik eğitimi alanında uzmanlığı olmayan birçok insan cinsellik eğitiminin aleyhine konuşuyor. Ne kaynakları güncel, ne yöntemleri kanıta dayalı. Bu bence en aşılmazı. Konu dönüp dolaşıp etiğe ve insan haklarına geliyor. Bir mühendis nasıl akademik unvanlarını cinsellik eğitimi hakkında yorum yapmak için kullanabiliyor? Hayatında eğitim vermek için bir orta okula dahi girmemiş, uluslararası standartların s’sini incelememiş bir psikiyatri profesörü nasıl olur da cinsellik eğitiminin zararlı olabileceğini savunabiliyor? Ağzı olan konuşuyor, bu yeni değil, fakat isminin yanında unvanı bol olanlar asılsızca konuştuğunda gerçekten bu alanın canı çok yanıyor. Bilim okuryazarlığı çok düşük olduğu için de, sorgulayan maalesef çok çıkmıyor. Dün gibi hatırlıyorum, bir konferansta, psikoloji alanında çok isim yapmış biri, “aman canım eskiden cinsellik eğitimi mi vardı, çocuklar birbirlerinden öğreniyordu” gibi korkunç ve talihsiz bir açıklama yapmış, kendisine kaynak sorduğumda da, kendi doktora tezini referans göstermişti. Bu kibir gerçekten birçok şeyden çok engel cinsellik eğitiminin önünde. Tek bir insanın sözü, yazısı, düşüncesi, ön yargısının, nasıl olur da yıllardır dünyanın dört bir yanında yapılmış araştırmaları bertaraf etmesi beklenebilir ki? Üçüncü olarak da, maalesef cinsellik eğitiminin ve insan cinselliğinin hala sadece psikoloji ya da tıbbın bir alt başlığı olarak algılanması. On yıldır Türkiye’de cinsellik eğitimi alanında çalışıyorum. Hala “psikolog değilsin ki nereden bilebilirsin” diye yorum yapanlar oluyor. Bu konuda da yalnız olmadığımı biliyorum. Mesele zaten ben, o, şu, biz meselesi değil. Mesele, insan cinselliğine ve alakalı mesleklere ve uzmanlıklara dair bakışımızın, en az insan cinselliğine olduğu kadar sınırlı olması. Türkiye’de kaç üniversitede psikoloji ya da tıp okuyan öğrenci insan cinselliği konusunda ilkokul çağındaki çocuklara eğitim verebilecek yetkinlikte mezun oluyor? Sıfır. Öğrencinin kabahati değil ki bu ama, mesleği eğitmenlik olmayan birinden, cinsellik gibi bir konuda hele ki eğitim vermesini beklemek en iyi ihtimalle saflık, en kötü ihtimalle tehlikeli. Cinsellik eğitimi ve eğitici içerik üretiminin önünde sadece önyargı kaynaklı değil, lojistik bazı engeller de var... Hazal: Podcast ilk başladığımda öyleydi, şimdi de öyle: Youtube kadar insanların hayatında olan bir şey değil. Hala insanlar Youtube’dan bir şeyleri dinliyorlar, izlemeseler bile. O yüzden yine sınırlı bir kitleye ulaşmak dezavantajı oluyor. Podcast dinleme platformlarında podcastinin geneline bir yorum yapabiliyor insanlar ama bölüm bölüm yorum yapma seçeneği yok. Bunun bence avantaj olduğu yerler var, dezavantaj olduğu yerler var. Örneğin, cinsellikle alakalı konuşurken bir moderasyon gerekebilir böylesi yorumlar olsa. Bir yandan da yorum, etkileşimdir, insanların ne söylediğini, aklındakileri duymaktır. Bu etkileşimin dinleme platformlarında olmamasının yerini ben sosyal medya hesaplarıyla doldurmaya çalıştım. Mental Klitoris’in sosyal medya hesaplarını güçlü, güncel ve “responsive” tutmaya çalıştım. Yani en büyük dezavantajı çok fazla kişiye ulaşamıyor olması. Evet bilinirliği artıyor giderek ama yine de, bir Youtube kadar bilinirliği yok. Ben de podcast formatının da bilinirliği artsın diye uğraştım. En başta bölümleri Youtube’a yüklemiştim ilk 3 bölümü ama daha sonrasında yüklemedim. Bu formatta ve buradan dinlenecek gibi düşündüm, benim de formata tutunmam böyle oldu. Cinselliğe dair bilgileri, sesli formatta ve podcast olarak sunmanın dezavantajlarından biri de monetizasyon söz konusu değil Türkiye’de. Podcast dinlemeleri üzerinden bir gelir elde etmek mümkün olmuyor. O yüzden de böyle bir şey yaparken sürdürülebilirliği ile alakalı sıkıntı oluyor. Başka işler yapmak durumunda kalıyorum ki cinsellikle ilgili bu içeriklerimi üretebileyim. Ana geçim kaynağımın olması ile alakalı. O geçim modelinden, platform üzeri monetizasyondan bahsedemiyoruz maalesef hala.

müstehcen mecmua

kanıta dayalı faydalar

UNESCO ’nun derlemesine göre cinsellik eğitimi hakkında yapılan araştırmalar şunları gösteriyor: KCE, gençlerin cinsel sağlık ve üreme sağlığına dair bilgi düzeyini artırıyor, tutum ve davranışlarını olumlu şekilde etkiliyor, KCE, gençlerin partnerli ilk cinsel davranışları daha geç yaşamalarına, prezervatif ve diğer korunma yöntemlerinin kullanımının artmasına yarıyor; kendilerini tehlikeye atabilecek davranışlarda bulunma ve korunmasız cinsel davranış deneyimleme ihtimallerini azaltıyor, Sadece cinselliği erteleme ya da cinsellikten muaf kalmayı destekleyen eğitim modelleri amaçlarına ulaşmıyor ve gençler için daha zararlı olabiliyor, KCE, toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik ve güç gibi konuları kapsadığında istenmeyen gebeliklerin ve enfeksiyon aktarımının önlenmesinde beş kat daha fazla etkili, ve, Ebeveynlerin, bakım verenlerin ve eğitimcilerin desteği ve genç dostu hizmetlere erişim, okullarda uygulanan KCE programlarının başarısını arttırıyor.

müstehcen mecmua

isteğimiz belli

İsteğimiz belli. Cinsellik eğitimi haktır. Hakkımızı istiyoruz! Hakkımızı talep ediyoruz. Mücadele etmeyi bırakmıyoruz. Bu görseli paylaşıp bize katılabilirsin!

müstehcen mecmua

Neden failleri bulmak için sosyal medyaya mecburuz?

Sosyal medyada örgütlenmenin ve yeni medya araçları üzerinden kamuoyu yaratmanın önemini yakın geçmişte 6 Şubat depremlerinde tekrar gördük. Fakat son zamanlarda, deprem gerçeğinden de bağımsız olarak, kadın cinayetlerinin sosyal medya aracılığı ile gündem olabilmesi, faillerin Twitter hashtag'leriyle "cezalandırılması", hukuk düzeni ile sosyal medya kavramlarını birbirine bağımlı hâle getirmeye başladı. Peki ne eksik? Bir cinayetin failini bulmak için ya da bir cinsel şiddet failinin ceza alması için neden sosyal medyada yankı uyandırmak gerekiyor? Teknolojinin gelişmesi ve beraberinde radyo, televizyon, gazete gibi ana akım medya araçlarına alternatiflerin ortaya çıkmaya başlaması, günümüzün dijital feminizm kavramını ortaya çıkardı. Kadınların, yaşadıkları cinsel taciz ve şiddet olaylarını sosyal medya aracılığıyla gündeme getirmesi bu kavramın temelini oluşturdu. #MeToo hareketi ile Kuzey Amerika’da gördüğümüz üzere tüm dünya kadınları sosyal medyayı “görünmeyeni” ortaya çıkarmak için kullanmaya başladı. Taciz ve şiddet olaylarında sosyal medya Sosyal medya, demokratik rejim temelinin sağlam olmadığı ve cinsiyet eşitsizliğinin daha yoğun olduğu ülkelerde daha sık kullanılıyor. Böyle ülkelerde tahakküm altına alınmış geleneksel medyada, kadın hakları konusunda konuşmanın tabu hâline geldiğini göz önüne alırsak, sosyal medyaya neden bu kadar anlam yüklendiğini görebiliyoruz. We Are Social Platformu’nun Şubat 2023 Türkiye raporuna göre 62.55 milyon sosyal medya kullanıcısının %40.4’ü kadın. Bu oranın, kentte yaşayan kadınlar lehine olduğu düşünülse de, sosyal medyanın varlığı, özellikle adaletin sağlanması ve hukuka erişim konusunda gün geçtikçe daha da önem kazanıyor. 2015 yılında Özgecan Aslan’ın öldürülmesinden sonra hukukçu ve akademisyen İdil Elverişli’nin başlattığı #sendeanlat kampanyasında bunu görebiliriz . Uluslararası Af Örgütü’nün de belirttiği gibi, 2018 yılında İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, hem Türkiye’de kadınların sosyal medyadan örgütlenip sokağa çıkmalarına neden olmuş hem de bu siyasi tavır, dünyadaki diğer kadınların da yine sosyal medya üzerinden Türkiye’deki kadınlara destek verdiği büyük bir harekete dönüşmüştü. Benzer şekilde Pınar Gültekin ve Şule Çet’in faillerinin ceza alıp, adaletin sağlanmasında; 6 yaşında evlendirilen H.K.G’nin davasında da sosyal medyanın önemini görmüştük. Türkiye’de kadın hakları savunuculuğu yapan derneklerin de sosyal medyanın önemini vurguladığını belirtelim. Bunların başında, işlenen kadın cinayetlerinin sansürsüz verilerini sosyal medyada paylaşan, bu yüzden en son, hükümetin radarına yakalanan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu geliyor. SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği ise yürüttükleri “Kadın SES’i” projesi ile birlikte, ana akım medyanın erkek tahakkümü altında olduğunu belirterek, kadın gazetecilerin, akademisyenlerin ve aktivistlerin geleneksel medya yoluyla görünürlük sağlayamadığını, bu nedenle değişen dijital koşullarda sosyal medyanın kadın hareketi içerisinde yer aldığını vurguluyor. Birleşmiş Milletler Türkiye Kadın Birimi’nin #kayıtsızkalmayın kampanyasının da kadına yönelik şiddete karşı çevrimiçi bir kanal görevi oluşturması konuyla ilgili örnekler arasında verilebilir. Bir "kadın kamuoyu"na doğru Teknolojinin gelişmesi ve yeni araçlar meydana getirmesi, toplumda bugüne kadar görünürlükleri kabul edilmeyen kesimlerin kendilerini ifade etme yolu olmaya başladı. Kadınlar, bu kesimlerin başında geliyor. Bu kapsamda da mevcut siyasi düzende kendilerine yönelik politikalardan memnun olmadıklarında, kadın bakış açısıyla kamuoyu yaratmak konusunda sosyal medyanın, geleneksel medyanın önüne geçebiliyor. Kadınlar, adaletin sağlanmasında gerekli otoritelere güven duymadıkları, yargı bağımsızlığına inanmadıkları ve hukukta erkek egemen bakış açısının hakimiyetini gördükleri için sosyal medyada adalet arayışına geçiriyor. Bu nedenle, kadınların güven duyacakları bir hukuk mekanizmasına ihtiyaç var. Feshedilen İstanbul Sözleşmesi, kaldırılmak istenen 6284 yasası kadınlara güvenceler veriyordu. Kısacası sosyal medyanın, kadınlar için bir vakit geçirme amacı taşımaktan ziyade cinsiyet politikalarına yön verme, adaletin yerine getirilmesi, gündelik pratiklerde eşitsizliklerin daha kolay ve hızlı şekilde duyurulması, “kadın kamuoyu” yaratma amacına giden yolda nitelikli bir araca dönüştüğünü görüyoruz.

Yerel Kadın Muhabirler Ağı

İran ve Afganistanlı kadınların hukuki mücadelesi

İranlı ve Afganistanlı bir grup hukukçu ve insan hakları savunucusu kadın, bir araya gelerek 8 Mart 2023 tarihinde uluslararası bir açık mektup yayımladı . "Cinsiyet ayrımcılığı" (gender apartheid) teriminin uluslararası hukukta tanınması ve cinsiyet ayrımcılığı yapan ülkelerin, uluslararası hukuk kapsamında suç işlediklerinin kabul edilmesi üzerine yürütülen kampanya şimdiden çok sayıda imzaya ulaştı. "Cinsiyet ayrımcılığı" ve "cinsiyet eşitsizliği" Cinsiyet eşitsizliği her toplumda ve hayatın her alanında kadınların sıklıkla karşılaşabildikleri bir durumken, cinsiyet ayrımcılığı, devletlerin yasalarla, sistematik bir şekilde kadınları ve erkekleri ayırmasıdır. Cinsiyet ayrımcılığına bazı örnekler şu şekilde sıralanabilir: Taliban rejiminde, kadınların eğitim almalarının, STK'larda ve hükümette çalışmalarının, erkek bir vasi olmadan uzun mesafeler seyahat etmelerinin yasaklanması. İran rejiminde kadınların birçok alanda eğitim görmelerinin, spor yapmalarının, kocalarının izni olmadan ülke dışına çıkmalarının yasaklanması. İran rejiminde, kadınların mahkemedeki ifadesinin erkeklerle aynı değerde sayılmaması. İki rejimde de kadınlara dayatılan kıyafet zorunlulukları. Kaynak: iStock "Cinsiyet ayrımcılığını bitireceğiz" kampanyası Ayrımcılık ( apartheid ) terimi, 1948-1990 yılları arasında Güney Afrika'da yaşanan sistematik ırkçılıkla ortaya çıktı. Bu dönemde Güney Afrika hükümeti, çıkardığı yasalarla siyah ve beyaz Afrikalıları birbirinden ayrıştıracak adımlar attı. Bundan sonra uluslararası hukuk "ayrımcılık"( apartheid ) terimini, bu aksiyonları illegal hâle getirmek adına bir çatı terim olarak kullandı. Uluslararası hukuk, ayrımcılığı bir insanlık suçu olarak tanımladıktan sonra, ülkeler de buna uygun olarak Güney Amerika rejimine karşı aksiyon almak zorunda kaldılar. Dışarıdan ve içeriden gelen baskılara dayanamayan Güney Afrika hükümeti, 1991 yılında ayrımcılığı yasallaştıran yasaları yürürlükten kaldırdı . Aktivist kadınlar da bu yılın başından beri sürdürdükleri kampanya ile benzer bir strateji izlemeye başladılar . "Ayrımcılık" terimi şu an dünyada sadece ırk ayrımcılığı özelinde tanımlanıyor ve cinsiyet ayrımcılığı konusunda herhangi bir özel yaklaşım benimsenmiyor. Kampanyanın kurucularından, insan hakları avukatı Gissou Nia kampanya hakkında şunları söylüyor : “Uluslararası hukuka göre, ayrımcılık (apartheid) suçu yalnızca ırksal hiyerarşiler için geçerlidir, cinsiyete dayalı hiyerarşiler için geçerli değildir. Bu kampanya, cinsiyet ayrımcılığı sistemlerine karşı uluslararası eylemi harekete geçirmek ve nihayetinde sona erdirmek için mevcut olan ahlaki, politik ve yasal araçları genişletmeyi amaçlayacaktır.” Bu hareketin 2024 hedefi uluslararası hukukta cinsiyet ayrımcılığını bir insanlık suçu olarak tanımlatarak bunu uygulayan ülkelere karşı yaptırımların şeklini ve metodolojisini belirleme yönünde atılacak adımların yolunu açmak. Sonraki adım ne? Eğer kampanya başarılı sonuçlanırsa, İran ve Afganistan'a karşı tarafsız tutum alan ve kadınların bu coğrafyada yaşadıkları zorlukları önceliklendirmeyen ülkeler, uluslararası hukuk kapsamında aksiyon almaya zorlanabilecek. İnsan hakları aktivisti Masih Alinejad'ın çağrısı bu kampanyanın ruhunu özetler nitelikte: "Batı'nın bizi kurtarmasını istemiyoruz ama zalimlerimizi kurtarmayı bırakmalarını istiyoruz." Kampanyaya katılmak için websitesini ziyaret edebilirsiniz.

Yerel Kadın Muhabirler Ağı

Antalya'da bağımsız bir sahnenin direnişi

Kadınların sanatsal üretimlerini görünür kılmak, yaşamlarını hak ettikleri gibi anlatabilmek cinsiyet eşitliği mücadelesinde büyük bir öneme sahip. Tam bu nedenle, bu hafta yaratıcı endüstrilerden tiyatroda kadın direnişinin izini sürebileceğim, Antalya'daki Yersiz Yurtsuz Tiyatro’nun kurucusu Ruteba Doğan ile görüşüyorum. Kültür ve sanat, bir ölçüde aşkınlaştırmamız sebebiyle eşitsizliklerden azade görünse de kadınların mücadele verdiği alanların başında yer alıyor. Araştırmacı Dr. Erman M. Demir’in, 2018’de yaptığı araştırmaya göre içlerinde Antalya’nın da yer aldığı 18 kentte yaratıcı emeğin yalnızca yüzde 36,73’ünü kadınlar yapıyor. Azınlık olanın dayanışma içinde var olabilmesi ise direnç göstermenin en kritik yöntemlerinden. Daha önce eğitim verdiği üniversiteden ve Antalya Şehir Tiyatrosu’ndan ayrılarak, Yersiz Yurtsuz’u kuran Ruteba Doğan, tiyatro oyunlarının metin yazarlığını, yönetmenliğini üstleniyor. Yersiz Yurtsuz Tiyatro’da mutlaka bir kadın anlatısına yer verdiğini vurgulayan Ruteba Doğan, tiyatro çevresindeki dayanışmayı şöyle açıklıyor: Suser Başaran öğrencim. Hoca – öğrenci ilişkisinden meslektaşlığa evirildi. Çok uzun zamandır Yersiz Yurtsuz’un oyuncusu. Birlikte yol alıyoruz. Sadece tiyatro yapmadık. Hayatın içinde, kadın dayanışmasını da birlikte yürüttük. Çocukluk, gençlik, yetişkinlikte kadınların karşılaştığı zorlukları birlikte paylaştık. Bir kadın daha var. Antalya Senfoni Orkestrası’ndan Çağla Bilgin. Benim için çok değerli. Çağla ile yolculuğumuz da dört seneyi geçti. Oyunlarımızda çellosu ile müzik yapıyor. Fakat bunun dışında birlikte düşünüyoruz. Birlikte yol alıyoruz, üretiyoruz. Yazı ile müziği buluşturduğumuz bir kardeşlik oldu bizimkisi. İki sanatın birleşmesi bizim için bir kardeşlik yarattı. Son olarak unutmamam gereken bir kadın daha var. Aysun Telli. Yersiz Yurtsuz’un dekor ve sahne tasarımını birlikte yürütüyoruz. O bizim sahne ressamımız. Komik olacak ama bir tür komün gibi yaşamaya çalışıyoruz. Çünkü bu bizim hem üretimlerimizi, hem de kişisel hayattaki gücümüzü, direnişimizi destekliyor. Ben kadınlarla hep üreterek karşılaştım. Bir oyun sahnelerken, bir müzik ararken, bir resme bakarken hep bir kadınla karşı karşıya geldim. Elbette kadınlarla her yerde karşılıyorum ama üretmek istediğim her an bir kadın başucumda. Bu yüzden 'Yersiz Yurtsuz’un kurucusu benim' diyemiyorum. Daha önce farklı yayınlarla da görüştüğünü söyledikten sonra biraz duraksayan yazar, Yersiz Yurtsuz kadınlarının hiç sorulmadığını paylaşıyor benimle. Metinlerinin yanı sıra tiyatrosunun kadın direnişi için açmaya çalıştığı sahayı birlikte tekrar fark ediyoruz. Erkeklerin de kadınların gösterdiği dirence ortak olmasının ne kadar önemli olduğunun altını çizdikten sonra mücadele konusu üzerine konuşmaya başlıyor. Kültür/sanat sektöründe var olmanın güçlükleri ve kendi direnişi hakkında sorumu soruyorum ona, şöyle diyor: Dramatik yazarlık mezunuyum. Öğrenciliğimden bugüne işim yazmak. Varlık Dergisi’ne, Sözcükler’e öyküler yazdım. Gazetelere yazılar yazdım. Oyunlar yazdım, yazıyorum. 'Bunları nasıl kadın yazabilir?' sorusuyla hâlâ karşılaşıyorum. Mültecileri, politikayı, ekonomiyi, erki, toplumda 'ciddi konular' olarak görünenleri anlatabileceğinize inanmıyorlar. Daha naif hikâyeler bekliyorlar. Bir oyunumuzun prömiyerinde 'Küçücük bir kadınsınız. Bu oyunları hödö-mödö bir adam yazıyor sandık' demişlerdi. Bu iltifat gibi göstermeye çalışsalar da büyük bir yergi. Bunun dışında kadınların erk ile yaşadığı sorunların tamamı tiyatro yaparken de sizinle birlikte. Benim direncim de üretimle, yol arkadaşlarımla var olabilmek. Doğan’ın sektörde var olabilmek adına verdiği mücadelenin yanı sıra kültürel üretim ve tüketim mekânlarının nasıl yurt olabileceğini onun hikâyelerinden dinlemeye devam ediyorum: Diyarbakır turnesinde iki kadın izleyici oyunu çok yüksek sesle, kahkahalarla izlemişti, oyuncuların sesini duyamayacak noktaya gelmiştik. Oyun sonrasında yanıma geldiler. 'Biz güldük ama kendi halimize güldük. Yoksanız, yoksunuz işte. Görmüyorlar. Ağlanacak halimize güldük' dediler. Eşlerinden 'izinsiz' gelmişler. Sizin teorik metinler okuyarak anlattıklarınızı tek cümlede özetleyen kadınlarla karşılaşıyorsunuz. Onlarla birlikte var oluyorsunuz. Oyunu hayatın farklı alanlarından kadınlar yan yana izlediğinde direndiğimi, var olduğumu tekrar hissediyorum. Benim için birliktelik, bir direniş. Antalya’nın Yersiz Yurtsuz'u yaratıcı endüstrilerde varlık göstermeye, kadın anlatılarıyla, kadınlarla buluşmaya devam ediyor. İsmi mekânsızlığı ve dışarıda bırakılmayı temsil etse de kadınların birlikte büyüdüğü, birbirini desteklediği ve bu direnişte bir araya getiren tiyatro, Antalya’da önemli yurtlardan biri gibi görünüyor.

Yerel Kadın Muhabirler Ağı

Ankara'nın güzellik endüstrisi

Lisans, bazen yüksek lisans, yılların iş deneyimi, mülakat, teknik mülakat gibi zorlu aşamaları geçip başladığınız işinizde ruj renginizden saç renginize ya da hiç makyaj yapmayışınıza kadar ikaz edildiğinizi düşünelim. İlk tepkiniz kurallara uymak mı olur yoksa "Beni yetkinliklerim için işe aldınız, görünüşüm için değil" demek mi? Kaç ya da savaş - bugün beyaz yakalı kadınların önündeki büyük engellerden biri dış görünüşleri. Ankara, bürokrat nüfusunun yoğunluğu, yüz binlerce beyaz yakalı ve bünyesinde barındırdığı onlarca üniversitenin kente taşıdığı gençler nedeniyle gri bir memur kenti olarak kanıksanmıştır. Düşünsel gücüyle varlık gösteren Ankaralıların buluşma noktası durumundaki Kızılay Meydanı, Çukurambar gibi lokasyonlar dış görünüşe yatırım yapılabilecek işletmelerle dolu: Kuaförler, güzellik merkezleri, kozmetik dükkânları, yaşlanmanın izlerini ortadan kaldıran plastik cerrah muayenehaneleri... Sokaklar baştan başa " Olduğun gibi yeterli değilsin " diyor. Şehrin popüler yürüyüş rotası olan Tunalı-Kızılay arasında yevmiye usulü çalışan çoğunlukla öğrenciler, güzelleştirmeyi vaat eden broşürleriyle insanları güzellik merkezlerinden birine sokmak için mücadele ediyor. Direnmeyip normlara uymayı seçmek sadece bir başlangıç. Çünkü sokaktaki çaba içeri girdiğiniz anda birden değişiyor. Güzellik otoritesi ve karşısında kendini ütopik standartlara ulaştırmak için otoriteye teslim olması gereken müşteri rolleri oluşuyor. Toplumdaki hâkim kusursuz güzellik algısının söylemleri yeniden inşa edilirken tanıtımı yapılan "küçük dokunuşlar", ulaşılması imkânsız bir güzellik standardına dönüşüyor. Öyle ki insan kendi bedeniyle barışıksa bile bunu yıkmak üzerine tasarlanmış. Aynada daha önce fark etmediğiniz mimik çizgileri için botokslar, yeteri kadar dolgun ve uzun olmayan kirpikler için uygulamalar, düşük burun ucu ve ince dudaklar için dolgular, korkunç acısı ve cilt hastalıklarına davetiye çıkaran yapısına rağmen bir kadının kendisine verebileceği en iyi hediye olarak pazarlanan lazer epilasyonlar ve niceleri… Böylelikle bir kadın için haftalık rutinde "güzelleşmeye" vakit ayırmamak ayıp, günah, yasak gibi kavramlara döşüyor. Niyetim Roxane Gay’in Kötü Feministin Manifestosu metnindeki gibi makyaj yapmayan, mini etek giymeyen, kıllarını almayan bir feminist stereotipini desteklemek değil. Ancak bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. Bugün dolgu ve botoks artık herhangi bir rutin cilt bakımı seviyesinde görülüyor. Zaten rakamlar da bu durumu onaylar nitelikte. 2018’de Amerikan Plastik Cerrahi Derneği ’nin yaptığı bir araştırma sonucuna göre 2000-2017 yılları arasında botoks ve dolgu işlemleri yaptıranlar %186 oranında artmış. Gençler estetik yaptırmazlarsa güzel olamayacakları yanılgısına düşüyor. Uluslararası Estetik Cerrahi Derneği'nin (ISAPS) "Global Survey 2020 Raporları"na göre Türkiye, pandemi döneminde dünyada en çok estetik cerrahi yapılan 5 ülkeden biri oldu. Aynı araştırmaya göre sektör yüzde 1,8'lik bir büyüme sağladı. Güzellik endüstrisinin gelişmeye en açık sektörü insanları iyi hissettirmeyi hedefleyen hizmetler anlamında kullanılan ‘well being’ . Sağlık ve güzellik endüstrisinin kesiştiği bu sektör, kozmetik, dermatoloji, masaj, spor, diyet uzmanlığı, estetik cerrahi gibi alanları bünyesinde barındırıyor. Kişilerin kendilerini eksik ve yetersiz bulmasına dayanan güzellik endüstrisinde bireyin özgüvenini kaybettiği anda nerede yönlendirme nerede özgür irade devreye giriyor bilemiyoruz. Farklı bir deyişle kim suistimal ediliyor kim tercih ediyor belli değil. Ebru Güzel’in Kültürel Bağlamda Kadın ve Güzellik başlıklı doktora tezinde görüşülen orta ve üst sosyo-ekonomik gelir düzeyine mensup 37 kadın 13 erkek, fiziksel güzelliğin “kadına” kısa süreli ve devamı olmayan bir güç getirdiğini ve özellikle 50 yaşından sonra gergin bir yüze sahip değillerse iş yerlerindeki konumları olursa olsun ciddiye alınma oranının düştüğünü gösteriyor. Toplumu değiştirecek olan geçmişte olduğu gibi bugün de düşünce insanları ve konu kadınların omzuna bindirilen güzellik baskısıysa, direnmek yine kadınlara düşüyor. Toplumun doğaya aykırı normları değiştirilmeli. Bireyin mücadelesi kişinin gelecekteki kız kardeşlerine verdiği en önemli destek değil mi?

Yerel Kadın Muhabirler Ağı

Van'da kadın direnişi: Dört duvar arasında

Çok eski tarihlere gitmeden şimdi içinde bulunduğumuz bu yüzyılda kadınlar neler yaşıyor, özellikle günümüzde kadını dört duvar arasına sıkıştırmaya çalışan, ona şiddet uygulayan, hatta yaşama hakkını elinden alan düzene karşı kadınlar nasıl bir mücadele ve direniş sergiliyor? Bu konuda aktivist ve gazeteci Rojbin Bor ile söyleşi yaptık. Bor, Van’da faaliyet yürüten Star Kadın Derneği’nin kurucularından. Bor hakkında 16 ayda 28 soruşturma açıldı. Bor'un "#GercusteNelerOluyor" hashtag'iyle yaptığı “Musa Orhan’larınızı korumaya devam mı? Kürtlere karşı topyekun savaşınızda, yeni özel konseptiniz bu mu?” paylaşımı nedeniyle hakkında “halkı kin ve nefrete sürüklemek” iddiasıyla dava açıldı. Bor, "Kadının hapsedildiği, kapatıldığı ve belki köleleştirildiği bir gerçeklik algısının varlığından ve köklü oluşundan bahsedebiliriz. Bu kadınlar gerçekten de güvencesiz, ne bir emekliliğe, sağlık güvencesine, gelire ulaşabiliyorlar ne de toplumsal olarak bir kazanım elde ediyorlar. Aslında sadece oraya hapsolan, mecbur olan ve mahkum olan bir kadın gerçekliği ortaya çıkıyor" diyor. HÜDA PAR'ın "Kadınlar narindir" söylemlerini sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: "Sadece HÜDA PAR değil, bu ülkede birçok faktör kadınları bu noktaya çeken bilhassa mutfak ve yatak odası arasında bir yaşam alanı belirleyen bir gerçeklik içerisinde. Partinin geldiği anlayışın geleneğine baktığımızda, örnek veriyorum 'Kadınlar erkek doktora muayene olamasın, erkek personelden hizmet almasın,' aslında 'Kadın hasta olsun ölsün, dışarı çıkmasın, sosyal yaşam içinde herhangi bir erkekle temas içerisinde olmasın' mantığına eviriliyor." Van'da erkek şiddeti ve kadın cinayetlerini sorduğumuzda Bor şunlara dikkat çekiyor: "Kadına yönelik bir nefret suçu işleniyor. Biz buna artık sadece şiddet ve katliam diyemeyiz. Bu çok kurumsallaşan, örgütleşen, birbirini besleyen ve kollayan, kollamak derken 'bir kadını kollamak, kadın yaşam alanını sağlamaya çalışmak'tan bahsetmiyorum, erkeğin erkeği, devletin erkeği, dinin erkeği, nerdeyse tüm dünyanın erkeği koruduğu bir gerçeklik var." Kadınları kısıtlamaya, dört duvar arasına, özel alana hapsetmeye çalışan bu mantıkla Van'da artan şiddet, cinayet ve şüpheli ölümlere ilişkin neler düşündüğünü ve bunlara karşı kadınların nasıl bir direniş ve mücadele yürütmesi gerektiğini soruyoruz: "Van'da hem feodal kodlar çok güçlü, eğitim oranı düşük, hem de Van çatışmalı bölgede olmasından kaynaklı her türlü işgale, gaspa, mahrum bırakılmaya maruz kalmış bir pozisyon içindedir. Van’da özellikle artan kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri ve kadına şiddet var, tüm bunları nereye oturtmak gerekiyor, bence en başlıca sebebi mevcut iktidarın cezasızlık politikası ile erkeğe sunduğu cüret üzerinden tanımlamak gerekir. Toplumlar, fikirler, yaklaşım ve algılar değişebilir ama bunun için tabii ki caydırıcı bir gücün, mekanizmanın olması gerekiyor. Bugün Van'da kadına yönelik şiddet erkek eliyle gerçekleşirken aynı zamanda toplum eliyle de örtülmeye çalışılıyor. Kadın şiddetle karşılaştığında, bunun şikâyetini yaptığında bunun evin bir sorunu olduğu ve dışarıya yansımaması gerektiği gibi algılar var. Van bir milyon yüz binin üzerinde bir nüfusa sahip, kentte tek bir tane sığınma evi var ve kapasitesi 48 kişilik. Van'da 52 tane kadın kurumu vardı, her ilçede bir kadın sığınma evi vardı. Ama kayyumlar kadın kurumlarını kapattı. Kadınlar birçok şeyden mahrum kalabiliyor, yeterince beslenemiyor ve kalacak yer bulamıyor. Bu kadınlar mobbing'e maruz kalıyor ve özellikle kolluk gücünün ısrarı ile evlerine, şiddet gördükleri yerlere geri dönmek zorunda kalıyorlar. Bu kadınlar kendilerini çok alternatifsiz hissediyorlar." Rojbin Bor Kadın örgütlerinin bu durumda neler yapabileceğini soruyoruz: "Bunu Van özelinde ele aldığımızda, yıllardır kadın mücadelesi yürüten ve bu alanda çalışan biri olarak, özellikle Van’da kadın örgütleri çok farklı bir noktaya çekiliyor, yaptıkları her faaliyet örgüt üyeliği, örgüt propagandasına bağlanan bir yerde tutuluyor. Artık kadın örgütlerinin doğrudan devlet üzerinde, mekanizmalar üzerinde bir etkisinden çok bahsedemiyoruz. Kadın örgütleri kadınlara gereken desteği ancak bireysel ilişkiler nezdinde geliştirebiliyorlar. Örneğin bir kadının sığınma ihtiyacı olduğunda bunu kendi aramızda denkleştirerek kalabileceği yer temin edebiliyoruz. Ne yapmak gerekiyor? Gerçekten mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmemek gerekiyor, yani sonucu ne olursa olsun, bizi birbirimize, birbirimizi de kendi mücadelemize emanet etmek gerektiğine inanıyorum. Her şey geçecektir, ama ast olan kadının kendisidir.”

Yerel Kadın Muhabirler Ağı

Partilerin kadın örgütleri seçim sonrası ne yapacak?

Sol Feminist Hareket, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda “Bu karanlığa teslim olmayacağız, buradayız!” adlı bir bildiri yayımlayarak kadınları oy vermeye ve sandıkları korumaya davet etmişti. Hareket, yayımladığı bildiride " Kadına yönelik şiddetin son bulması için, LGBTİ+’ların hakları ve yaşamları için, çocukların geleceği için, İstanbul Sözleşmesi’ni geri kazanmak için, 6284 numaralı kanunu uygulatmak için, medeni haklarımıza sahip çıkmak için, yaşamlarımız ve haklarımız için mücadeleden bir adım geri atmıyoruz" demişti. İkinci tur seçimin de sona ermesinin ardından SOL Parti’de kadınların örgütlendiği bir alan olan Sol Feminist Hareket’ten Parti Meclisi Üyesi Gizem Gül Kürekçi , seçim sonucunu ve kadın direnişinin güncel durumdaki konumunu ve sonraki adımlarını değerlendirdi. "Meclisteki sağcı çoğunluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna " Bu önemli bir soru" diyor ve ekliyor: "Bu seçim, Talibancılarla kadınlar, sermaye aşıklarıyla yoksul halk kesimleri, tarikat karanlığı ve çocuklar arasında bir seçimdi ve mücadeleyi buradan kurmamız gerekiyordu. İşlevsizleştirilmiş, sağcı-gerici Meclis’in bugün Türkiye’nin geleceğine dair bir kurguda rolünün olacağını düşünmüyorum. Belirleyici olan şey, bizim toplumsal mücadelemizin ne kadar güçlü olacağıdır. Biz kadınları kendi hayatlarına sahip çıkmaya, iradesini kimseye teslim etmemeye çağırıyoruz." "Sol Feminist Hareket olarak ilerleyen süreçlerde neler yapmayı planlıyorsunuz?" diye sorduğumuzda ise, Kürekçi sonraki adımları şöyle aktarıyor: "Kadınlar üzerinde özellikle durmak istiyorum çünkü bizi çok parlak günler beklemiyor, kadınlar olarak zor günler yaşayacağız. Nafaka tartışmaları, çocuk yaşta evliliğin yasalaştırılması, karma eğitim tartışmasıyla kadınlara bu yolun kapatılması, çalışma hayatında ve kamusal hayattan dışlanma meseleleri gündeme gelecek. Yasal düzenlemelerle ve toplumsal alandan kadınları silmeye çalışacaklar. Doğal olarak kadınların burada yaşayabilmesi için başka şansı yok, bunu biliyoruz. Bu yüzden yan yana, dayanışmayı kurarak ve mücadelemizi büyüterek devam edeceğiz. Bu bizim için bir varlık mücadelesi. Bunu yan yana gelerek güçlendirebiliriz ve bu olmadan da memleketin geleceğine dair bir hamle yapabilmek mümkün değil."

Yerel Kadın Muhabirler Ağı

Türkiye ilk çeyrekte %4 büyüdü

Türkiye ekonomisi , 2023 yılının Ocak-Mart döneminde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %4,0 büyüme kaydetti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan öncü verilere göre, Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) ilk çeyrekte 2022'nin son çeyreğine göre ise %0,3 arttı. Takvim etkisinden arındırılmış GSYH zincirlenmiş hacim endeksi ise, 2023 yılı birinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %3,8 arttı. Detaylar: Üretim yöntemiyle GSYH tahmini, 2023 yılının birinci çeyreğinde cari fiyatlarla bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %84,4 artarak 4 trilyon 631 milyar 792 milyon lira oldu. GSYH'nin birinci çeyrek değeri cari fiyatlarla ABD doları bazında ise 245 milyar 464 milyon olarak gerçekleşti. GSYH'yi oluşturan faaliyetler yıllık bazda incelendiğinde; hizmetler %12,4, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri %12,0, finans ve sigorta faaliyetleri %11,2, bilgi ve iletişim faaliyetleri %8,1, diğer hizmet faaliyetleri %7,8, inşaat %5,1, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri %3,6 ve gayrimenkul faaliyetleri %1,4 arttı. Tarım sektörü %3,8, sanayi ise %0,7 azaldı. Yerleşik hanehalklarının nihai tüketim harcamaları ilk çeyrekte yıllık olarak %16,2 arttı. Devletin nihai tüketim harcamaları %5,3, gayrisafi sabit sermaye oluşumu ise %4,9 arttı. Mal ve hizmet ithalatı, yıllık bazda %14,4 artarken, ihracatı %0,3 azaldı. İşgücü ödemeleri bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %126,1 arttı. Net işletme artığı/karma gelir ise %48,7 artış gösterdi. İşgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçtiğimiz yılın ilk çeyreğinde %31,1 iken, bu oran 2023 yılında %38,0 oldu. Net işletme artığı/karma gelirin payı ise %47,6’dan %38,2’ye indi. DİSK-AR’dan soru işareti Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi ( DİSK-AR ), işgücü ödemelerinin aldığı payın ilk çeyrekte, 2022 sonuna göre, “olağanüstü” bir artışla %25,2'den %38'e çıkmasında soru işaretleri olduğunu belirtti. TÜİK verilerinde uzun zamandır gerileyen ve tarihî düşük seviyelere inen işgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı, 2020 sonrası en yüksek değeri gördü. TÜİK açıklamasında bu hızlı artışta Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ile ilgili düzenlemelerin etkili olduğu, EYT dışarıda bırakıldığında ise işgücü ödemelerinin payının %33,5 seviyesinde hesaplandığı belirtildi. DİSK-AR'ın açıklamasında ise verilerle ilgili soru işaretleri olduğu kaydedilerek, “Öncelik EYT ödemeleri dönemsel ve olağandışı bir gelişmedir. Dolayısıyla TÜİK’in EYT’ye bağlı işgücü ödemeleri hariç işgücü ödemelerini esas alması ve bunu açıklaması gerekirdi” ifadeleri kullanıldı. Açıklamanın devamında yapılan EYT’ye bağlı işgücü ödemeleriyle ilgili şeffaflık talebi vurgulanırken, toplam işgücü ödemelerindeki yaklaşık 500 milyar liralık artışın büyük kısmı olan yaklaşık 400 milyar liranın EYT’den kaynaklı kıdem tazminatlarına bağlı olduğu tahmin edildi. Bakan Nebati’den açıklamalar Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati , sosyal medya paylaşımında Türkiye'nin AB ve OECD ülkeleri arasında en yüksek hızda büyüyen ikinci ülke olduğunu belirtti. Nebati, zorlu dış konjonktürün yanı sıra Kahramanmaraş merkezli depremlere rağmen yatırım, üretim ve istihdamdan taviz vermediklerini savundu. Nebati, “Ayrıca, potansiyel üretimin artması ve sürdürülebilir büyümenin devamı için önem arz eden makine ve teçhizat yatırımları geçen yılın aynı çeyreğine göre %8,0 büyümüş ve kesintisiz artışını 14’üncü çeyreğe taşımıştır” dedi. İlk çeyrekteki büyümenin kapsayıcı olduğunu, halkın refahını daha da ileriye taşımak için çalışmaya devam edeceklerini belirten Nebati, “2023 yılı ilk çeyreğinde istihdam, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık 1,6 milyon kişi artarken, işsizlik oranı %9,9’a düşerek tek haneye gerilemiştir” ifadelerini kullandı. Nebati ayrıca, dar ve sabit gelirlilere yönelik politikalarla “işgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı bir önceki yılın aynı dönemine göre 6,8 puan artarak %38’e yükseldiğine” vurgu yaptı. İş dünyası: Büyümedeki istikrar güven verici İş dünyası temsilcileri, ilk çeyrek büyüme verilerine ilişkin yaptığı değerlendirmelerde , büyümedeki istikrarın Türkiye ve iş dünyası adına güven verici olduğuna dikkat çekti. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç , Türkiye ekonomisinin dünyada pozitif ayrıştığını belirtirken, “büyümeye ihracatın pozitif katkı vermesi için gerekli tedbirlerin alınması önem taşımaktadır” uyarısında bulundu. Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç , yılın ilk çeyreğinde enflasyonun etkisiyle tüketime dayalı bir büyüme performansının ön plana çıktığını, tarım ve sanayi sektörü dışında tüm ana sektörlerin büyümeye olumlu yönde katkı sağladığını söyledi. Tedarik zincirinde bozulmalar ve lojistik maliyetlerindeki artışların sanayi üretimini olumsuz etkilediğinin altını çizerek, “Küresel piyasalarda resesyon beklentilerinin arttığı, içeride ise deprem ve seçimin yarattığı risk ve belirsizliğe rağmen pozitif bir büyüme performansı ortaya koymamız oldukça önemli” değerlendirmesinde bulundu. Net dış talep katkısının büyümeyi aşağıya çekerken iç talepteki artışın büyümeyi desteklediğini vurgulayan Ardıç, ihracat ve ithalattaki değişimin de büyüme verilerine yansıdığına dikkati çekti. Ankara Ticaret Odası (ATO) Yönetim Kurulu Başkanı Gürsel Baran , Türkiye’nin “genç dinamik nüfusu ile sürdürülebilir büyüme trendini devam ettirecek politikalar üretmek” durumunda olduğunu belirtti. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak , 2010'dan beri kesintisiz büyüme performansı gösteren ekonomide, büyümedeki istikrarın Türkiye ve iş dünyası adına güven verici olduğunu ifade etti. Olpak, “Önümüzdeki süreçte hem tüketici hem de üretici için hayati önem taşıyan, enflasyonla mücadele, cari açık, dış ticaret açığı, bütçe dengesi, istihdam gibi ülke ekonomimiz açısından önem teşkil eden önemli başlıklarda hızlı adımlar atılmasını bekliyoruz” şeklinde konuştu. İstanbul Ticaret Borsası Başkanı (İSTİB) Ali Kopuz , ilk çeyrek büyüme rakamlarının beklentilerin üzerinde gerçekleştiğini belirterek, “Yeni açıklanan ekonomik güven endeksinin 20 ayın zirvesinde çıkmasının da önümüzdeki dönem için umut verici olduğunu eklemek istiyorum. Öte yandan, tarım sektöründeki %3,8 küçülmenin endişe verici olduğu ortadadır. Bu rakam bize özellikle deprem bölgesinde tarımın aldığı darbenin doğuracağı sorunlara hızla müdahale etmemizin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor” dedi. Enflasyon tahmini Bloomberg HT'nin anketine katılan 15 kurumun medyan beklentisi Mayıs ayında enflasyonun bir önceki aya göre %0,2 düşüşle yıllık bazda %39,3 seviyesine gerilemesi yönünde oldu. 12 kurumun katılımıyla gerçekleşen ankette ise yıl sonu enflasyon beklentisi %45'e geriledi. Önceki anket döneminde bu beklenti %46,8 olmuştu. Bir adım geriden: TÜİK verilerine göre, Nisan ayında tüketici fiyat endeksi bir önceki aya kıyasla %2,39 artmış, yıllık enflasyon ise %43,68 olarak kaydedilmişti. Böylece aylık enflasyonda artış serisi 52. ayda da devam etmişti. Bir adım sonrası: Mayıs ayına ilişkin enflasyon verisi 5 Haziran'da açıklanacak.

Aposto Günsonu

2023 Roland Garros: Djokovic'in Kosova açıklaması

Fransa Açık'ta Novak Djokovic, rakibi Aleksandar Kovacevic'i 6-3 6-2 7-6 ile yenerek 2. tura yükseldi. Djokovic, Roland Garros'ta hiçbir ilk tur maçını kaybetmedi: 19-0. Bununla birlikte: Novak Djokovic, Açık Dönem Grand Slam etkinliklerinde (Roland Garros 2006 ile 2023 arasında) arka arkaya 65 birinci tur maçı kazanan ve Roger Federer'e (Wimbledon 2003 ile 2021 arasında) eşit olan ikinci oyuncu oldu. Öte yandan: Novak Djokovic, Fransa Açık'taki ilk tur galibiyetinin ardından kameraya yazdığı bir mesajla yeniden ilgi odağı haline geldi. Sahadan çıkarken TV kamerasına "Kosova, Sırbistan'ın kalbidir. Şiddeti durdurun" yazdı. Tennis Letter Djokovic'in açıklaması: Ben bir siyasetçi değilim ve siyasi tartışmaya girmeye niyetim yok. Bir halk figürü olarak – hangi alanda olursa olsun – destek verme sorumluluğunu hissediyorum. Ne olacağını bilmiyorum, ceza alır mıyım… Kendimi tutmuyorum, yine yaparım. Benim duruşum nettir: Her zaman kamuoyu önünde ifade ettiğim gibi savaşlara, şiddete ve her türlü çatışmaya karşıyım. Bilgi notu: Kosova, 2008 yılında Sırbistan'dan bağımsızlığını ilan etti, ancak 100'den fazla ülke tarafından tanınmasına rağmen, Sırbistan hala onu ülkesinin bir parçası olarak görüyor ve onu bağımsız bir devlet olarak tanımayı reddediyor. Bu mesaj, Djokovic'in Kosova'nın bağımsızlığını kabul etmediğine dair tepkilere sebep oldu. Dünkü maç sonuçları Gael Monfils/Roland Garros • Gael Monfils karar setinde 0-4 30-40 geriden gelerek rakibi Sebastian Baez'i 3-6 6-3 7-5 1-6 7-5 ile mağlup etti ve 2. tura yükseldi • Son şampiyon Iga Swiatek, Cristina Bucsa'yı 6-4, 6-0 yenerek 2. tura yükseldi. Iga Swiatek, Açık Dönem'de Tek Kadınlar Grand Slam ana çekilişinde 6-0'lık bir skorla (%10,6, 16/151) kazanılan en yüksek beşinci set oranına sahip oyuncu oldu. (10,6 %) • Elemelerden gelen Thiago Seyboth Wild Daniil Medvedev'i 7-6, 6-7, 2-6, 6-3, 6-4 yenerek 2. tura yükseldi. Thiago Seyboth Wild, Açık Dönem'de bir Grand Slam etkinliğinde iki kez bunu başaran Gustavo Kuerten'den sonra ilk iki sıradaki rakibi Safin (ABD Açık 2002) ve Federer (Roland Garros 2004) yenen ikinci Brezilyalı erkek oldu. • Elena Rybakina, elemeleri geçerek turnuvaya dahil olan Brenda Fruhvirtova bir saat 21 dakika sonunda 6-4 ve 6-2'lik setlerle 2-0 galip gelerek ikinci tura yükseldi. Rybakina, BJK Kupası da dahil olmak üzere 2023'te 10 toprak kort maçı kazandı, tek bir sezondaki en yüksek galibiyeti. • Holger Rune, dünya 74'üncüsü Christopher Eubanks karşısında 3-1 (6-4, 3-6, 7-6, 6-2) galip gelerek 2. tura kaldı.

Aposto Günsonu

Bankacılık sektörü net kârı 144,7 milyar TL

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) açıkladığı verilere göre, Nisan ayında sektörün toplam net kârı %10,5 artışla 38,6 milyar TL oldu. Sektörünün toplam net kârı Ocak-Nisan döneminde ise yıllık %47,4 oranında artışla 144,7 milyar TL'ye yükseldi. Dahası: Takipteki alacakların toplam nakdi kredilere oranı Nisan'da %1,86 oldu. bir önceki yılın aynı döneminde bu rakam %2,75 seviyesinde kaydedilmişti. Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat, 2022 yılsonuna göre %16,8 artışla 10,3 milyon TL oldu. Geçen yılın Nisan ayında %16 olan çekirdek sermaye yeterliliği rasyosu 2023 Nisan'da %14 oldu. Sermaye yeterliliği rasyosu ise %17 oldu. Ek olarak: Nisan 2023 döneminde Türk bankacılık sektörünün aktif büyüklüğü 16,4 milyon TL olarak gerçekleşti. Nisan 2023 döneminde en büyük aktif kalemi olan krediler 8,9 milyon TL, menkul değerler 2,8 milyon TL oldu. 2022 yılsonuna göre sektörün; toplam aktifi %14,2, krediler toplamı %17,6, menkul değerler toplamı %17,2 oranında artış gösterdi.

Aposto Günsonu

Üç yıl sonra: Elon Musk Çin'de

Elon Musk, üç yıl sonra ilk kez Çin'i ziyaret etti. Tesla CEO'su, başkent Pekin'de şu ana kadar Çin'in dışişleri, ticaret ve sanayi bakanlarıyla bir araya geldi ve en büyük pil tedarikçisi CATL'nin başkanı Zeng Yuqun ile yemek yedi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, Salı günü Pekin'de yaptığı açıklamada "Çin, Çin'i daha iyi anlamak ve karşılıklı yarar sağlayan işbirliğini teşvik etmek için Musk ve iş dünyasından diğer liderleri memnuniyetle karşılıyor" dedi. Ning "Çin'de faaliyet gösteren, Çin pazarını keşfeden ve Çin'in gelişimini paylaşan yabancı yatırımcılar görmek istiyoruz" diye ekledi. Dahası: Musk'ın üst düzey Çin yetkilileriyle görüşmesi ve ayrıca Tesla'nın Şanghay fabrikasını ziyaret etmesi bekleniyor. Tesla'nın Çin'de otomatik sürüş teknolojisini tanıtmak isteyen Musk'ın, konuyla ilgili Başbakan Li Qiang ile görülme ihtimali olduğu konuşuluyor. Neden? Musk'ın üç yıl aradan sonra Çin'e yaptığı ilk ziyaret, Tesla'nın Çin yapımı elektrikli araçlardan kaynaklanan yoğun rekabet ve Şanghay fabrikasının genişleme planlarına ilişkin bazı belirsizliklerle karşı karşıya olduğu bir döneme denk geldi. Tesla'nın tesisi genişletmek için herhangi bir yasal engelle karşılaşıp karşılaşmadığı hakkında resmî bir açıklama yapılmadı. Bilgi notu: Çin'deki Tesla fabrikası geçtiğimiz yıl 700.000'in üzerinde Model Y ve Model 3 araç üreterek şirketin küresel üretiminin yarısından fazlasını karşılamıştı. Çin'e CEO akını: Musk'ın beklenmedik gezisi, ülkenin sıfır-Covid politikasını tersine çevirip sınırlarını yeniden açmasından bu yana Çin'e büyük ABD şirketlerinin CEO'ları tarafından yapılan en son gezi oldu. Musk ile beraber JP Morgan CEO'su Jamie Dimon ve Starbucks CEO'su Laxman Narasimhan da bu hafta Çin'de olmakla beraber, Apple CEO'su Tim Cook da ülkeyi Mart ayında ziyaret etmişti. Geçtiğimiz aylarda, Samsung, Aramco, Volkswagen, Standard Chartered ve Kering'in CEO'ları da Pekin'i ziyaret etmişlerdi. Perspektif: Yaklaşık üç yıl süren pandemi kısıtlamalarından sonra ülkenin yeniden açılmasının ardından, ABD'nin en büyük CEO'larından bazıları dünyanın en büyük pazarlarından birinin nabzını tutmak için Çin'e ziyaretler düzenliyor. Geniş açı: Çin, bilgi sağlayıcı şirketlere yönelik baskıları ve oldukça katı pandemi politikalarına bağlı kısıtlamaları nedeniyle pek yatırım dostu gözükmese de, bazı şirketler ülkede büyük yatırımlar yapmaya devam ediyor. Mesela : Tesla, geçtiğimiz ay Şanghay'da büyük ölçekli pil üretimi için ikinci bir fabrika kurduğunu duyurmuştu. Volkswagen, Çin'de elektrikli arabalar için yeni bir geliştirme merkezine 1 milyar dolar yatırım yapacağını açıklamıştı.

Aposto Günsonu

Dijital Bölünmeden Dijital Ayrımcılığa

Yazan: Cem Tarık Yüksel, CEO Unilever Israel. Özellikle Rejeneratif yapay zekanın son dönemde yaptığı atılımlarla ve ChatGPT gibi uygulamaların 2 ayda 100 milyon kullanıcıya ulaşarak rekor kırmasını takiben etik ve kontrol konuları yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı. Future Of Life organizasyonun yapay zekanın eğitimlerini, bağımsız bir denetim sistemi oluşturulana kadar 6 ay geciktirme teklifi içeren ve bazı ünlü isimler tarafından imzalanan mektubu bu konudaki tartışmaların odağı oldu. OpenAI CEO’su Altman’ın Amerikan Kongresindeki oturumda, AI’ın manipülasyon potansiyeli konusundaki endişesini ifade etmesi ve regülasyon gereğinden bahsetmesi de konuya ilgiyi artırdı. Bu tartışma sürerken aslında uzunca bir süredir ilgili çevrelerde konuşulan bir diğer önemli başlık daha da kritik bir hale gelmeye başladı. Dijital bölünme diye adlandırılan tartışma, toplumun dijital teknolojiye, altyapıya, dolayısı ile bilgiye ve kaynaklara eşit olmayan erişimini ifade ediyor. Bilgi ve iletişim teknolojilerine ulaşımdaki bu eşitsizlik, hızla dijital uygulamalara evirilen dünya ekonomisinde, iş bulmaktan, eğitime, iş yapma fırsatlarından, mal ve hizmet erişimine, inovasyon için bilgi kullanımına kadar her alanda engel oluşturuyor. Günlük hayatta aynı durum, haber almaktan, bankacılık işlemlerine ve demokratik katılıma varan sosyo-ekonomik dezavantajlara yol açıyor. Dijital teknolojinin hızlı yayılımı, 2025’te 75 Milyar cihazın internete bağlanacağı ve Cisco’nun fiziksel objelerin %99’unun bu bağlantıda olacağı tahminlerinde görülüyor. Bunun yanı sıra 5.2 milyar kişi nin ağda olduğu yüksek bağlantı durumu fırsatlar kadar riskleri de artırıyor. Kontrol aracı haline gelen bilgi teknolojilerinin, veri bazlı yönlendirici algoritmaların, bilgi ve teknoloji tekellerinin baskınlıklarını artırmaları ile, geçmişte daha kibar ve daha politik doğruculukla dijital bölünme diye adlandırılan kavram dijital ayrımcılığa doğru eviriliyor. Teknoloji, iletişim ve bilgiyi bir anlamda tekelinde tutanların, diğerlerinin geleceği üzerinde karar sahibi olmaları bu ayrımcılığı belirginleştiriyor. Erişebilirlik alanında bu bölünme, aynı ülkedeki sosyal katmanlar arasında olabildiği gibi, ülkeler, cinsiyetler, değişik yaş ve gelir grupları arasında da geçerli. M. Hilbert’in araştırmaları eğitim seviyesi, gelir seviyesi ve yaşın öncelikli ayırt edici faktörler olduğunu gösteriyor. ITU’nun 2022’deki K üresel Bağlantı raporu nda, Afrika % 40 ile en az internet bağlantısına sahip bölge olarak gözüküyor. Asya-Pasifik % 64 ile takip ediyor. Az gelişmiş ülkeler % 36 bağlantı oranı ile, %64’lük dünya ortalamasının oldukça altında kalıyor. Aynı durum cinsiyetler arasında da geçerli. Gelişmiş ülkelerde cinsiyet eşitliği değeri 0.98- 1.02 iken Afrika’da 0.75, Arap ülkelerinde 0.87. Kadınların daha az internet ulaşımı özellikle düşük gelir seviyesi olan bölgelerde bu rakamı 0.65’e kadar indiriyor. Düşük gelir sadece kadınlar için değil tüm toplum için bu konuda ayrımcı bir faktör. Düşük gelir grubunda internet kullanımı % 26’ya kadar geriliyor Yüksek gelir gruplarında rakam %92 iken, orta ve üst gelir grubunda %79, alt ve orta gelir grubunda %56. İnternet erişimi ile ilgili bu rakamlar geniş bant üyeliklerinde de benzer farklılıkları gösteriyor. Ayrıca yenilenen teknolojilere yatırımın avantajlı ülkelerde olması, bu bölünme ve ayrımcılığın devamına bir işaret. Cisco raporu 2023’te 5G ülkeleri arasında cihaz ve bağlantı payında ilk 3 ülkenin, her biri %20 civarı pay ile Çin, Japonya ve İngiltere olacağını gösteriyor. Basit örneklerini pandemi ve sonrasındaki uzaktan eğitim konusunda erişim, bant genişliği ve cihaz sıkıntılarında gördüğümüz dijital bölünme, iş hayatında da aynı etkilere sahip olduğu için, ABD gibi ülkelerde kongre destekli geniş bant internet erişiminde eşitlik programları yürütülüyor. Dijital bölünmenin sadece erişimle değil, kullanım ile de değerlendirilmesi gerekiyor. Erişimi olanların küçük bir bölümü içeriğe katkıda bulunuyor. Yeni uygulamalar online katılımı ve içerik oluşturmayı artırırken, teknolojinin nasıl çalıştığını anlayamamak ve tam anlamıyla teknoloji ile etkileşimde bulunamamak, içerik üretici kullanıcıyı dahi pasif halde tutuyor. Eğlenceli videolar üretmenin derin bir teknoloji etkileşimi olmadığını söylemek mümkün. Buna, açık kod uygulamalarının limitleri, platform ve teknoloji sahiplerinin sınırlandırmaları eklenince dijital bölünme, dijital ayrımcılığa doğru eviriliyor. Ayrıca verinin insan hareketlerini tahmin etme ve kontrol edebilme imkânı verecek yapay öğrenme eğitimi için toplanması, bu verinin sahiplerini, ayrımcılığı yönlendirecek güce ulaştırıyor. Bu güç bazen dijital olarak başka seçenek bırakmamak şeklinde kullanılabiliyor. Bir bankanın günlük transfer limiti gibi. Veya algıyı yönlendirecek filtreleme ya da Çin’in sosyal skor örneğinde olduğu gibi dijital derecelendirme (ranking) ile de teknoloji sahipleri bu gücü uygulayabilme şansına sahip. Bu ayrımcılığın kurum veya kişilerin alanına girmesinden önce, AI’ın kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir ön safhası da var. Bu safhada, veri bazlı ayrımcılık, verilen kıstasa göre yapay zekanın öğrendiği veriyi uygulaması ile gerçekleşebiliyor. Pasaport fotoğrafında AI’ın, gözlerinin kapalı olduğunu iddia ettiği Asyalı örneğinde olduğu gibi. Ya da yapay zekanın beğenisi çok olanı güzel olarak değerlendirme ihtimali gibi. Bunların peşinden daha riskli ve asıl ayrımcılığa araç olabilecek başlık ise kural bazlı adaletsizlik: Belli bir gruba, milliyete, inanca, davranış tipine, farklılığa karşı algoritmaları kullanmak. Teknoloji ve bilginin geliştiği her dönemde bu sıkıntıların geçerli olduğu söylenebilir. Sanayi devrimi, modernleşen tarım tarzı adımlarda geride kalan toplumlar gibi, bu dönemde de benzer bir durum ile karşılaştığımız iddia edilebilir. Diğerlerinin insan hayatını etkilediği detayın farklılığı ve yeni dönemin hız ve etki gücü, biraz daha farklı bakmayı gerektiriyor. Eğer birlikte düzgün bir dünyada, herkesin yaşanabilir bir geleceğe katkıda bulunduğu bir ortamda yaşamak istiyorsak Dijital Dahil Etme (Inclusion) ve Eşitlik (Equity) bu dönemin önemli ajanda maddelerinden olmak zorunda. Düşük maliyetli erişim ve cihaz destekleri, dijital okur yazarlık eğitimleri, katılım ve katkı sağlayacak beceri oluşturma ve bu konudaki farkındalık öncelikli aksiyonlar olarak geleceğe yönelik politikaların içinde olmalı. Ayrıca rejeneratif AI’ın “vahşi batı” sürecini hızlıca geçip, gerekli bağımsız regülasyonlara kavuşması da önemli gözüküyor. Aksi takdirde “ seçmek ” geçmişe ait bir kavram olarak kalma riskine sahip. Buradan yola çıkarak tartışabileceğimiz dijital özgürlük kavramı ise bir diğer yazının konusu.

Fütürist Bülten

Borç yapılandırması için başvuru süresi 1 ay daha uzatıldı

7330 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile, 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda yer alan başvuru ve ilk taksit ödeme sürelerinin uzatılması hakkındaki Kararın yürürlüğe konulmasına, mezkûr Kanunun 9 uncu maddesinin on altıncı fıkrası gereğince karar verilmiştir. MADDE 1- (1) 9/3/2023 tarihli ve 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci, 3 üncü, 4 üncü, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddeleri ile 10 uncu maddesinin üçüncü, dördüncü, beşinci, sekizinci, dokuzuncu, on birinci, on ikinci, on üçüncü, on dördüncü, on beşinci, on altıncı, on yedinci, on sekizinci, on dokuzuncu ve yirminci fıkralarından yararlanmak için öngörülmüş başvuru, bildirim ve beyan süreleri 30/6/2023 tarihine kadar (bu tarih dâhil), bu başvuru, bildirim ve beyana ilişkin ilk taksit ödeme süreleri ise 31/7/2023 tarihine kadar (bu tarih dâhil) uzatılmıştır. Öneriler: “Girişimler batacak, sonuçları uzun yıllar unutulmayacak” ‘Bir defaya mahsus’ deprem vergisi, girişimciler için ne anlama geliyor?

Pareto Mevzuat

Film Kaş'ta başlıyor, yeniden.

2022 yazı benim için Kaş'ta bir dolu kısa film izleyerek ve birbirinden tatlı, yetenekli, değerli insanlar tanıyarak başlamıştı. 10 Haziran 2022'de yayımlanan yazımın ilk satırlarında şöyle yazmıştım: " Geçtiğimiz hafta sonu, filmler izlemek üzere huzurlu bir sahildeydim: Trafikten dolayı filmlere yetişme derdinin olmadığı, film gösterimleri arasında denize girmenin sıradanlaştığı, katılımcılarının aynı sofrada buluşmayı rekabetin önüne koyduğu o yaz festivallerinden birinde. " Geçtiğimiz yıl festivali yerinde takip etme fırsatı bulsam da, bu yıl Kaş'tan uzaktayım. Festivalin bu yıl da benzer hisler uyandıracağına, benzer bağlar kurmaya aracı olacağına ve Kaş'ın tarihî ve doğal güzelliklerine yine çok yakışacağına eminim. Kaş Uluslararası Film Festivali'nde bu yıl Uluslararası Kısa Film Yarışması ve Ulusal Kısa Film Yarışması'nda 11'er, Uluslararası Su Altı Kısa Film Yarışması ve Ulusal Öğrenci Yarışması'nda ise 5'er film yarışıyor. Su altı filmlerine özel bir yer ayıran festivalde iki su altı filmi de yarışma dışı gösteriliyor. Filmleri yapımcı Anna Maria Aslanoğlu , geçtiğimiz yılki Uluslararası Kısa Film Yarışması'nı kazanan yönetmen ve senarist Zig Dulay , yönetmen Nisan Dağ , oyuncu Aslı İnandık ile yazar ve yönetmen Melikşah Altuntaş 'tan oluşan jüri değerlendiriyor. Seren Topaloğlu | Kaynak: Kaş Uluslararası Kısa Film Festivali " En önemli hedefimiz festivalin uzun soluklu olması. Bu nedenle, her yıl bir önceki yıldan bir adım daha ileri gitmeyi hedefliyoruz. " diyen festival direktörü Seren Topaloğlu , ikinci kez o harika atmosferi yaratmak ve festivali planlamak için bir süredir ekibiyle birlikte Kaş'ta. Bense " Keşke yine orada olabilseydim. " diyorum ona ulaştığımda ve geçtiğimiz seneyi düşünerek, bu seneyi merak ederek, biraz da aklım orada kalmış bir şekilde soruyorum: İlk festivalden ekipçe çok şey öğrendiğinize eminim. Aldığınız yapıcı eleştiriler ve ekipçe edindiğiniz deneyimler bu seneki festivali nasıl geliştirdi, neleri değiştirdi? Geçtiğimiz yıl her yönüyle öğretici bir süreç yaşadık. Festivali planlama, kurgulama ve gerekli kaynakları bulma çalışmalarımız iki yıl sürmüştü, ancak festivalin gerçekleştiği o dört gün tam bir hızlandırılmış ders programı gibiydi. Her ne kadar plan, program yaparsak yapalım asla ön göremediğimiz olaylar da olabiliyor. Festivalimiz bittikten sonra hem kendi ekibimizdeki herkesten hem de senin gibi fikirlerine güvendiğimiz profesyonellerden geribildirim istedik. Ekip olarak da güçlü olduğumuz ve zayıf kaldığımız alanları test etme şansımız oldu. Açıkçası bu festival süreci bizi birbirimize daha çok bağladı diyebilirim. Tamamen gönüllülerden oluşan bu ekip gerçekten de Kaş’a ve sinemaya bu kadar gönül vermiş olmasa, bir araya gelip bu kadar yoğun ve uzun bir süre çalışamazdı sanırım. Bana kalırsa festivalin sürekli gelişiyor olmasında bu özveri ve her zaman süregelen “daha iyi nasıl olur?” sorusunu kendimize, birbirimize çekinmeden soruyor ve eleştirilerimizi yapıcı bir yerden yapabiliyor olmamız yatıyor. Geçtiğimiz yılki izleyici profilini değerlendirdiğinde ne kadarı Kaş’ın dışından gelmişti ve bu yıl Kaş dışından izleyici çekmek için özel bir çabanız oldu mu? Festivalimiz halka açık ve etkinlikler ücretsiz olduğu için, geçen yıl Kaş’ın dışından gelecek olan izleyiciler bir yana, biz Kaş’ın içinden bile ne kadar insan geleceğini hiç ön görememiştik. Elimizde resmî bir veri olmasa da sırf bu festival için gelmiş yerli bir kitle olduğunu gözlemledik. Ayrıca festival süresince izleyicilerle ettiğim sohbetlerde, örneğin Koreli bir arkadaş grubunun Kaş seyahatlerini uzatıp festivalin başından sonuna kadar kaldığını öğrendim. Bu yıl Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’yla birlikte bir çalışma yaparak Kaş’a gelen ve Kaş’ta yaşayan yabancı profili üzerine yoğunlaştık. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tüm basılı materyallerimiz, sosyal medya paylaşımlarımız ve bütün filmlerin altyazıları hem Türkçe hem de İngilizce olacak. Sanıyorum ki bu yıl, özellikle yurt dışından katılım geçen yıla göre daha yüksek düzeyde gerçekleşecek. Neyseki tarihi boyunca pek çok etkinliğe ev sahipliği yapmış Antik Tiyatro’nun kapasitesi 4000 kişi, minderlerinizi kapın gelin, bekliyoruz! Uluslararası Su Altı Kısa Film Yarışması Türkiye’de ve Türkiye dışında nasıl yankılar uyandırdı? Bu yarışmanın orta ya da uzun vadede Türkiye’deki su altı filmleri üretimini teşvik edeceğini düşünüyor musun? Uluslararası Su Altı Filmleri Yarışması Türkiye’de hem yerel kuruluşlar hem de dernekler, yurt dışında ise özellikle serbest dalışçılar tarafından çok ilgi gördü. Denizin tüm yıl korunan sıcaklığı ve berraklığıyla Kaş serbest dalışçılar için çok ideal bir bölge. Başvuru istatistiklerinde pek bir değişiklik olmadı, ancak su altı filmlerinin yalnızca belgesellerden ibaret olduğu algısını kırmak için daha fazla çalışma yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, geçen yıl festivalimiz kapsamında Türkiye’de ilk defa düzenlenen Su Altı Film Prodüksiyonu atölyesini, kapsamını ve içeriğini büyüterek Dragoman dalış teknesine taşıdık bu yıl. Muhteşem yeteneği ve mütevazılığıyla Okan Avcı, bu alana ilgisi olan herkesi yine deniz ve sinemayla buluşturuyor. Kendisi geçtiğimiz 5 ayda yönetmen Guy Ritchie’nin Kaş’a yarım saat uzaklıktaki setinde 26 kişilik ekibiyle hem ön prodüksiyon, hem de set aşamasında marin koordinatörü olarak muazzam bir iş çıkardı. Kendisinden öğrenebileceğimiz çok şey var.

Duende

Kuralı olmayan bir oyun, kazananı olmayan bir yarış: Succession

Veraset. Halefiyet. Succession sözcüğünü Türkçeye tam olarak nasıl çevirirsin bilmiyorum. Ama televizyonların en iyi dizisi olmak, tüm dünyada fırtınalar estirmek, milyonlarca izleyicisini diken üstünde tutmayı başarabilmek için ne kadar sıkıcı bir isim; öyle değil mi? Üstelik sadece ismi de değil. 2018 ilkbaharında HBO'nun yeni dizisinin fragmanını gördüğümde tek bir şey düşünmüştüm: " Bir HBO dizisi olmak için ne kadar sıkıcı duruyor! Bunu kim izler ki? " Hiç tanınmamış ya da az tanınmış oyuncular; gökdelen pencerelerinden bakan, ofislerde tartışan takım elbiseli, tayyörlü insanlar; bakışmalar, konuşmalar, bol bol "iş İngilizcesi" ve o meşhur replik: " F*ck off! ". Armstrong, Britell. İlk sezonu heyecanla takip eden birkaç kişi, üstelik dizi zevkine güvendiğim birkaç kişi, 2019'un ilk yarısında Succession 'a bir şans vermemi söylüyor. İsmini ve o fragmanı hatırlayıp duymazdan geliyorum. O yaz ilk sezon, 71. Primetime Emmy Ödülleri'nde En İyi Drama Dizisi dâhil beş dalda adaylık elde ediyor. O güz dizinin yaratıcısı Jesse Armstrong senarist kimliğiyle, dizinin müziklerini yapan Nicholas Britell ise jenerik müziğiyle Emmy heykeline uzanıyor. İsmini ve fragmanını hatırlasam da " acaba? " diyorum. ABD'deyim o zamanlar ve HBO üyeliğim yok. Erteliyorum. Pandemi. 2020'nin ilk çeyreğinin sonunda dünya küresel bir salgına teslim oluyor. Eve kapanıyoruz; umuda, küçük mutluluklara açız. Bir haber bağlantısı görüyorum: " HBO, Succession ve Watchmen dâhil birçok yapımını kısa bir süreliğine ücretsiz erişime açıyor ". İşte doğru zaman. Succession 'ını izlemeye başladığım gecenin sabahının ilk ışıklarıyla dizi yeni bir hayran kazanıyor. Biraz uyuyup, ikinci sezon için başlat tuşuna basıyorum. Kervana geç katılanlardanım ama sonraki iki sezonda dizinin en sıkı takipçilerinden birine dönüşüyorum. Kaynak: IMDb " Succession 'ı kim kazanacak? " Succession 'ın en temel derdi, bir zamanlar sıkıcı bulduğum o ismin de vadettiği üzere, zengin ve güçlü bir ailenin ve şirketlerinin başına babanın yaklaştığı düşünülen ölümü ya da emekliliğinin ardından kimin geçeceği. Diziyi ekranların en sürükleyici, en merak uyandırıcı ve en heyecanlı dizisi yapan da bu sorunun yanıtını dört sezon boyunca alamamış olmamız. Koltuğuna veda edip etmememek arasında gidip gelen bir baba, onun yanında mı karşısında mı olduğu hiçbir zaman belli olmayan dört evlat, gözü dönmüş bir güce dönüşen medya imparatorluğunun politik ve ekonomik belirleyiciliği, alımlar ve satımlar, birbirinin üzerine basanlar, entrikalar... Diziyi en iyi özetleyen belki de üçüncü sezonun tanıtım afişleri: Bir yanda baba, bir yanda ikinci sezon finalinde ona ihanet etmiş oğlu ve her birinde ikisinin arkasında yürüyen karakterlerin yer değiştirdiği çeşitli afişler. Büyük finale yaklaşırken biri soruyor bana: " Sence Succession'ı kim kazanacak? ". Sanki bu tüm ülkeyi ekran karşısına kitlemiş, SMS'le oy verilen bir yarışmaymış gibi... Finali izlediysen biliyorsun ki yanıt hiç tahmin etmediğin biri. Buzdağının görünmeyen yüzü. Aile içi entrikaların ve ailenin içinde türlü entrikalarla durmaksızın değişen dinamiklerin Succession 'ın en temel derdi olduğunu söyledim. Fakat tabii ki buzdağının görünmeyen yüzü çok daha büyük, çok daha heybetli. Succession 'daki kurmaca Logan Roy karakteri ve Roy ailesinin yaratıcı Jesse Armstrong'un saklamadığı üzere ABD’nin medya imparatorlarından Rupert Murdoch ve ailesinden yola çıkılarak yazıldığı biliniyor. Fox News, Sky News, The Wall Street Journal, New York Post ve The Sun en bilinenleri olmak üzere; yüzlerce uluslararası, ulusal ve yerel medya kuruluşunun, televizyonun ve gazetenin sahibi olan Murdoch'un medya imparatorluğu, ABD gündemini (hatta başkanlık seçim sonuçlarını) belirlemekte tarif edilemez bir güce sahip. Succession 'da tek bir alım ya da satım işlemiyle ABD ve dünya ekonomisine etki eden, skandalları ve davaları ülkece izlenen, medya aracılığıyla yaptıkları manipülasyonları kendi güçlerini arttırmak için kullanan Roy ailesinin yarattığı etkiyi izlemek de gerçek dünyadaki medyanın halk üzerindeki etkisi konusunda bir bilinç oluşturmayı amaçlıyor böylece. Tüm bunların ve yarattıkları izleme zevkinin tesadüfen Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turuyla aynı gün yayınlanan seçim bölümü America Decides 'da zirveye ulaştığını söylemek mümkün. Muhalif bir seçmen olarak bu bölümü ne yazık ki zevkle değil, umutsuzlukla izlediğimi ise belirtmem gerek. Hiç kimsenin tarafını tutmak. Hikâyelerde, filmlerde ve dizilerde sevilen ve sevilmeyen karakterler olur. Beklenmedik gelişmeler ve twist 'lerle izleyicinin karaktere bakışı ya da tarafı değişebilir. Kahramanlar vardır, ve anti-kahramanlar. Succession ’ın şimdiden televizyon tarihinin unutulmazları arasına yerleştirenin tam da bu taraf meselesi olduğunu düşünüyorum. Hiçbir karakterin siyah ya da beyaz olmadığı, hiç kimseyi tam olarak sevemediğim ama her birinden nefret etmek için birden çok sebebim olan bir diziydi Succession . Hiç kimsenin tarafını tutamadım, "veraseti" hiç kimseye layık göremedim. Ve birbirlerini yemelerini, ezmelerini, aşağılamalarını, kandırmalarını; ihanetlerini, hainliklerini, taraf değiştirmelerini zevkle izledim. Kaynak: IMDb Toplu performans. Herhangi bir yapımı ikna edici kılan yanlarından, olmazsa olmazlarından biri, oyuncuların birbiriyle olan uyumudur. Succession 'ın en güçlü yanlarından biri de hem Brian Cox, Jeremy Strong, Sarah Snook ve Kieran Culkin'in başı çektiği çekirdek kadrosunun hem de sadece bir bölümde görünen konuk oyuncularına kadar tüm oyuncu kadrosunun birbiriyle olan o güçlü bağı bana kalırsa. Özellikle toplantı ya da yemek masaları etrafındaki kalabalık sahnelerde hissedilen, her bir oyuncunun sanki en iyi bireysel performansı çıkarma yarışındaymış izlenimini verirken, kolektif olarak da en iyi olmak için çabalaması ve bunu başarmalarıydı. İzleyici olarak bazen kimin kimden neyi sakladığını, kimin zihninde hangi çarkların döndüğünü bilme lüksüne, şansına ve avantajına sahiptik. Bazense bir sonraki sahnede neyin geleceğini bilmeden, o şok edici anda yaşanacaklara layığıyla ve karakter odaklı uzunca sahneler eşliğinde hazırlayan bir diziye kendimizi bırakabilmenin... Oyuncular söz konusu olduğunda Succession 'la ilgili tek bir hayal kırıklığım olduğunu söyleyebilirim: Hiam Abbass'ı ve karakteri Marcia'yı ilk sezondaki kusursuz tanıştırmadan sonra kaybetmiş, izleyiciden mahrum bırakmış olması. Nicholas Britell. Succession 'ı ve yarattığı etkiyi Nicholas Britell'in müzikleri olmadan düşünmek de imkânsız. Henüz diziyi izlemediğim dönemde bile jenerik müziğini ezbere biliyor, sıkça dinliyordum. Sinema tarafında Barry Jenkins'in Moonlight (2016) ve If Beale Street Could Talk (2018) filmleriyle hayranı olduğum besteci, kimi zaman piyanosu kimi zaman yaylılarıyla dizinin heyecanını daha yükseğe taşıyıp durdu dört sezon boyunca. Britell'in görkemli ve kırılgan müziğinin beni en çok etkilediği anlar arasında üçüncü sezonun The Disruption ve dördüncü sezonun Living+ bölümlerindekiler başta olmak üzere kapanış jenerikleri öne çıkıyor. Öte yandan Britell, karakter ve kişilik odaklı tema müziklerini ve dizinin esas tema müziğini varyasyonlarla diziden bağımsız olarak da zevkle dinlenebilecek bir klasik müzik ziyafetine dönüştürüyor. Britell'in dördüncü sezon için bestelediği Succession müziklerinin yer aldığı albüm, dizinin finalinin ardından yayınlandı. Veda sezonu. Succession 'a veda edeceğimizi, 10 bölüm sürecek dördüncü sezonun ilk bölümü The Munsters 26 Mart 2023'te yayınlandığında biliyorduk. “Veraset başlığının vadettiği bir şey var.” diyordu dizinin yaratıcısı Jesse Armstrong, “Bunun sonsuza kadar devam edebileceğini hiç düşünmedim. Aklımda her zaman bir son vardı." Tadında bırakılmış, uzadıkça ilk gün verdiği zevkten mahrum bırakmaya başlamış o dizilerden olmayacaktı Succession. İlk bölüm yayınlandığında belki de hepimiz sezonun odağında İsveçlilerle ortaklığın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği sorusunun ve bu sorunun yanıtını değiştirecek aile ve şirket içi entrikalar olacağını düşünmüştük. Öyle olmadı. Kolektif bir zevk. Bir benzerini belki de en son Game of Thrones ile yaşadığımız o hep birlikte, hızlıca tüketilmek zorunda hissedilen dizilerdendi Succession . Yeni bölüm yayınlandığı gün sosyal medyayı sürprizbozanlarla dolu bir mayın tarlasına dönüştüren en son dizi. Sezonun şok edici twist 'ini içeren Connor's Wedding bölümü yayınlandığında, benim gibi anında izleyememiş herkesin üzerinde bir gerginlik vardı sanki. Üstelik böyle kolektif zevklerde ortaya çıkan o dayanışmayla; izleyenler sürprizi bozmamak için saygı gösteriyor, bir şey söylememek için zor duruyordu. En azından birkaç günlüğüne... - Yazının buradan sonrası, dizinin son sezonunu henüz izlemediysen bazı sürprizleri bozabilecek detaylara sahip. - Bir karakter. Succession 'ın veda sezonunda beni en çok şaşırtan karakter Roman (Kieran Culkin) oldu. Roman en başından beri korkularını umursamazlığının, aşağılanmaktan zevk alışını sahte bir egonun ardına saklamaya çalışan bir karakterdi. Kardeşler arasında baba sorunları en belirgin, dolayısıyla babası tarafından manipüle edilmeye en açık olanıydı. Kardeşlerinin en ikna edici planlarına, en kışkırtıcı tekliflerine rağmen babasının tek bir sözüyle geri dönen bir bumerang gibiydi. Roman'ın hem dizinin hem de sezonun başından sonuna yaratılmış karakter gelişimi ve çizilmiş karakter portresi Kieran Culkin'in onu anlamış oyunculuğunun da katkısıyla bu sezon tüm karakterlerin önüne geçti. Logan'ın ölümünden en çok etkilenen Roman'dı, etkilenmemiş gözükmeye en çok çalışan da. Sondan bir önceki bölümde, cenaze bölümü Church and State 'te yani, bölümün başında izlediğimiz karizmatik Roman ve finalde gerçek anlamda çöken ve ezilen Roman arasındaki tezat dizi boyunca beni en çok etkileyen karakter dönüşümü oldu. Daha önce benzerlerini Kendall için birkaç kez izlemiş olsam da; Roman'ın aksine Kendall çok göz önünde, Kendall'ın iniş-çıkışları çok beklendikti. Kaynak: IMDb Bir sahne. Vedalar üzücüdür. Gerçek hayatta da, dizilerde de. İzlediğim en kötü dizinin final bölümünde dahi ağlamış biri olarak, Succession gibi asla unutamayacağım bir dizinin finalinden etkilenmemeyi beklemiyordum. Zaten final bölümleri, izleyicinin etkilenmesi için kasıtlı olarak yerleştirilmiş, birleştirici veda sahneleri olmadan düşünülemez. Final bölümü With Open Eyes 'ın söz konusu sahnesi, Logan'ın eşyalarının paylaştırıldığı sırada, onu dizinin hemen hemen tüm ana karakterleriyle birlikte bir masanın etrafında ve istisnai bir şekilde herkesi mutlu gördüğümüz videonun oynadığı sahneydi. Beklemedikleri bu karşılaşmayı yaşayan evlatlarını en hassas anlarında izlediğimiz bu anda bizim de duygulanmamız bekleniyordu. Fakat "benim veda sahnem" başka: Kendall ve Shiv annelerine sığınan Roman'ı yanlarına çekmek için okyanusun öteki kıyısına uçtuğunda, bir geceyarısı mutfakta geçen o haylaz, eğlenceli ve saçma sahnede ettim ben vedamı. Succession 'ı Roman'ın peynir yaladığı, Shiv'in bir mutfak robotu kullanarak olabilecek en iğrenç karışımı hazırladığı, Kendall'ın başından aşağı o karışımın döküldüğü bir sahneyle hatırlayacağımı hiç düşünmezdim. Ama tarafını tuttuğum hiç kimsenin olmadığı bu dizide, hiçbir zaman hiçbir karakter için göz yaşı dökmek istemedim belki de. Dördüncü ve final sezonunun Succession 'ın en iyi sezonu olduğunu düşünmüyorum. Logan'ın tahmin edilemez ölümünün yarattığı etki ve şaşkınlık çok büyük olsa da, bunun önceki sezon finallerindeki twist 'lerden ya da zevkle izlediğimiz sürpriz ihanetlerden çok farklı bir olay olduğunu da. Üstelik bir düğün, bir seçim, bir cenaze ve kritik bir yönetim kurulu toplantısının sıkıştırıldığı düşünülürse; kendi akışını yaratan ve neyin geleceğini çok da kestiremediğimiz önceki sezonların aksine, özel günler üzerinden ilerleyen ve akışı bir ajandanın aylık takvimine göre belirlenmiş bir sezondu bu. Öte yandan her karakterle vedalaşmayı mümkün kılan, hiçbir defteri ya da yarayı açık bırakmayan, toparlayıcı bir sezondu. İzledim, vedalaştım; tutacak bir taraf bulamadım. Kuralı olmayan bu oyun ve kazananı olmayan bu yarışın sonunda Nicholas Britell'in son notaları çalmaya başladığında; o otomobilin arka koltuğunda elimi uzattım, kabullendim, teslim oldum.

Duende

Bankacılık sektörü net kârı 144,7 milyar TL

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) açıkladığı verilere göre, Nisan ayında sektörün toplam net kârı %10,5 artışla 38,6 milyar TL oldu. Sektörünün toplam net kârı Ocak-Nisan döneminde ise yıllık %47,4 oranında artışla 144,7 milyar TL'ye yükseldi. Dahası: Takipteki alacakların toplam nakdi kredilere oranı Nisan'da %1,86 oldu. bir önceki yılın aynı döneminde bu rakam %2,75 seviyesinde kaydedilmişti. Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat, 2022 yıl sonuna göre %16,8 artışla 10,3 milyon TL oldu. Geçen yılın Nisan ayında %16 olan çekirdek sermaye yeterliliği rasyosu 2023 Nisan'da %14 oldu. Sermaye yeterliliği rasyosu ise %17 oldu. Ek olarak: Nisan 2023 döneminde Türk bankacılık sektörünün aktif büyüklüğü 16,4 milyon TL olarak gerçekleşti. Nisan 2023 döneminde en büyük aktif kalemi olan krediler 8,9 milyon TL, menkul değerler 2,8 milyon TL oldu. 2022 yılsonuna göre sektörün; toplam aktifi %14,2, krediler toplamı %17,6, menkul değerler toplamı %17,2 oranında artış gösterdi.

Pareto

🔔  Demirtaş: “Aktif siyaseti bıraktım”

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yarın Artı Gerçek'te yayımlanacak röportajından bir bölümü Twitter hesabından paylaştı. Demirtaş, aktif siyaseti bıraktığını şu ifadelerle duyurdu: "Merhabalar. Yarın Artı Gerçek'te yayımlanacak röportajımdan iki paragrafı sizlerle paylaşıyorum: 'Ben kendi adıma, halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için içtenlikle özür diliyorum. Pratikteki çabalarımla bu eksiklikleri giderme sözü veriyorum. Ayrıca, bana yönelik yapıcı eleştirilere teşekkür ediyorum. Eleştirilerden yararlanmaya çalışacağım. Mücadeleyi cezaevinden her yoldaşım gibi dirençle sürdürürken, aktif politikayı bu aşamada bırakıyorum.' Hepinize yoldaşça selam, sevgilerimi gönderiyor, hepinizi hasretle kucaklıyorum. Özgür günlerde görüşebilmek dileğiyle."

Aposto Gündem

Emekliye ayrılan Kepler Uzay Teleskobu, üç yeni ötegezegen keşfetti

Dokuz yıllık görev süresi boyunca 2 bin 600 adet teyit edilmiş ötegezegen keşfederek modern ötegezegen araştırmalarına öncülük eden, 2018 yılında ise emekliye ayrılan Kepler Uzay Teleskobu'nun son gözlemlerinden elde edilen verileri inceleyen astronomlar, üç yeni gezegen keşfettiler. Buna göre, keşfedilen üç ötegezegenden ikisinin onaylandığı; birininse ötegezegen adayı olarak kaldığı bildirildi. Geniş açı: Onaylanan iki ötegezegen K2-416 b ve K2-417 b olarak isimlendirilirken aday statüsündeki ötegezegene de EPIC 246251988 b ismi verildi. Çoğu ötegezegene kıyasla küçük oldukları belirtilen yeni gezegenlerin, Dünya'nın 2,6 ila 4 katı olduğu aktarıldı. Bir ötegezegen adayının doğrulanmış ötegezegen statüsüne yükseltilmesi için, ilk gözlemin başka iki teleskop tarafından yapılan gözlemlerle de doğrulanması gerekiyor. Öte yandan: Yeni keşfedilen ötegezegenlerin pek de heyecan verici keşifler olmadığını ifade eden araştırmacılara göre, bu keşifleri asıl özel kılan şey gezegenlerin keşfedilme şekli olarak öne çıkıyor. Konuya ilişkin açıklamasında "Bunlar Kepler gözlemlerinin büyük şemasında oldukça ortalama gezegenler," ifadelerini kullanan Wisconsin-Madison Üniversitesi'nden baş araştırmacı Elyse Incha, "Ancak heyecan vericidirler çünkü Kepler onları son birkaç günlük çalışması sırasında gözlemlemiştir. Bu, Kepler'in ömrünün sonunda bile gezegen avcılığında ne kadar iyi olduğunu gösteriyor." ifadelerini kullanıyor. Buna göre, gözlemlerin, Kepler uzay Teleskobu'nun 30 Ekim 2018'de emekliye ayrılmasından önceki son birkaç hafta içinde yapıldığı belirtiliyor. Yakıtı biten aracın artık doğru yönü göstermediği ve bu durumun da verilerin bulanıklaşmasına neden olduğu; ancak araştırmacıların, bir yıldızın önünden geçen bir gezegen nedeniyle ışığın azaldığı geçiş dönemlerini bulmak için teleskobun elde ettiği son sağlam verileri kullanarak bu keşifleri gerçekleştirdiği aktarılıyor. Bununla birlikte: Görevi uzun bir süre sona ermiş olsa da geriye yıllar boyu süren gözlemleri boyunca topladığı kamuya açık verileri kapsayan devasa bir miras bırakan Kepler Uzay Teleskobu, emekliye ayrıldıktan 5 yıl sonra bile yeni gezegenlerin keşfedilmesine ışık tutuyor. Kepler'in yerini, 2018 yılında fırlatılan ve o zamandan beri yeni ötegezegen keşiflerine katkıda bulunan NASA'nın Transiting Exoplanet Survey Satellite (TESS) başta olmak üzere diğer gezegen avcısı teleskoplar almış bulunuyor. Konuya ilişkin olarak "Kepler birçok yönden gezegen avlama meşalesini TESS'e devretti," ifadelerini kullanan, Kepler üzerinde de çalışan TESS proje bilimcisi Knicole Colón, "Kepler'in veri kümesi gökbilimciler için bir hazine olmaya devam ediyor ve TESS de onun keşifleri hakkında yeni bilgiler edinmemize yardımcı oluyor." diye de sözlerine ekliyor.

Quando Bilim

Jimmy Butler: Şansımızı seviyorum

NBA’de, Doğu Konferansı final serisi 7. maçı oynandı. NBA Doğu Konferansı final serisi 7. maçında Miami Heat, rakibi Boston Celtics‘i 84-103 mağlup ederek seriyi 4-3 kazandı. Boston Celtics'in 3-0 geriden gelerek 3-3 beraberliği yakaladığı serinin son maçında Miami Heat, deplasmanda rakibini 19 sayı farkla mağlup etti. Bu sonuçla beraber seriyi 4-3 kazanan Miami Heat, finalde Denver Nuggets ile karşılaşacak. Miami Heat Bununla birlikte: Miami Heat, sezonu 7. sırada tamamlayan ve play-in maçları sonucu play-offa 8. sıradan girerek, ilk kez tam normal sezonun oynandığı bir sezonda finallere çıkan 8. sıra takımı oldu. Miami Heat skor dağılımı: Jimmy Butler 28 sayı, 7 ribaund, 6 asist, 3 top çalma; Caleb Martin 26 sayı, 10 ribaund, 3 asist; Bam Adebayo 12 sayı, 10 ribaund, 7 asist; Gabe Vincent 10 sayı, 4 asist; Duncan Robinson 10 sayı ile maçı noktaladı. Boston Celtics skor dağılımı: Jaylen Brown 19 sayı, 8 ribaund, 5 asist, 8 top kaybı; Derrick White 18 sayı, Jayson Tatum 14 sayı, 11 ribaund, 4 asist; Marcus Smart 9 sayı, 4 asist ile mücadele etti. Caleb Martin: Olumluyduk. Bence bu, en azından kişisel olarak benim için iyi bir işaretti. Buraya gelip bir galibiyet alacağımıza gerçekten inandığımızı düşünüyorum." Jimmy Butler: Arka arkaya üç kaybetmenin hakkında konuşmayı sevdiğimiz Heat kültürünün bir parçası olduğunu söylemeyeceğim, çünkü kaybetmek için oynamıyoruz ve kaybetmek istemiyoruz. Savunma yapabilen, pas verebilen ve bizim için maçlar kazanabilen bazı gerçek basketbolcularımız var. Bir adım sonrası: NBA’de Denver Nuggets ile Miami Heat arasında oynanacak final serisinin takvimine aşağıdan ulaşabilirsiniz. 1. maç 2 Haziran Cuma 03.30 (Denver Nuggets – Miami Heat) 2. maç 5 Haziran Pazartesi 03.00 (Denver Nuggets – Miami Heat) 3. maç 8 Haziran Perşembe 03.30: (Miami Heat – Denver Nuggets) 4. maç 10Haziran Cumartesi 03.30 (Miami Heat – Denver Nuggets) 5. maç* 13 Haziran Salı 03.30 (Denver Nuggets – Miami Heat) 6. maç* 16 Haziran Cuma 03.30 (Miami Heat – Denver Nuggets) 7. maç* 19 Haziran Pazartesi 03.00 (Denver Nuggets – Miami Heat)

Punto

2023 Roland Garros: Djokovic'in Kosova açıklaması

Fransa Açık'ta Novak Djokovic, rakibi Aleksandar Kovacevic'i 6-3 6-2 7-6 ile yenerek 2. tura yükseldi. Djokovic, Roland Garros'ta hiçbir ilk tur maçını kaybetmedi: 19-0. Bununla birlikte: Novak Djokovic, Açık Dönem Grand Slam etkinliklerinde (Roland Garros 2006 ile 2023 arasında) arka arkaya 65 birinci tur maçı kazanan ve Roger Federer'e (Wimbledon 2003 ile 2021 arasında) eşit olan ikinci oyuncu oldu. Öte yandan: Novak Djokovic, Fransa Açık'taki ilk tur galibiyetinin ardından kameraya yazdığı bir mesajla yeniden ilgi odağı haline geldi. Sahadan çıkarken TV kamerasına "Kosova, Sırbistan'ın kalbidir. Şiddeti durdurun" yazdı. Tennis Letter Djokovic'in açıklaması: Ben bir siyasetçi değilim ve siyasi tartışmaya girmeye niyetim yok. Bir halk figürü olarak – hangi alanda olursa olsun – destek verme sorumluluğunu hissediyorum. Ne olacağını bilmiyorum, ceza alır mıyım… Kendimi tutmuyorum, yine yaparım. Benim duruşum nettir: Her zaman kamuoyu önünde ifade ettiğim gibi savaşlara, şiddete ve her türlü çatışmaya karşıyım. Bilgi notu: Kosova, 2008 yılında Sırbistan'dan bağımsızlığını ilan etti, ancak 100'den fazla ülke tarafından tanınmasına rağmen, Sırbistan hala onu ülkesinin bir parçası olarak görüyor ve onu bağımsız bir devlet olarak tanımayı reddediyor. Bu mesaj, Djokovic'in Kosova'nın bağımsızlığını kabul etmediğine dair tepkilere sebep oldu. Dünkü maç sonuçları Gael Monfils /Roland Garros • Gael Monfils karar setinde 0-4 30-40 geriden gelerek rakibi Sebastian Baez'i 3-6 6-3 7-5 1-6 7-5 ile mağlup etti ve 2. tura yükseldi • Son şampiyon Iga Swiatek, Cristina Bucsa'yı 6-4, 6-0 yenerek 2. tura yükseldi. Iga Swiatek, Açık Dönem'de Tek Kadınlar Grand Slam ana çekilişinde 6-0'lık bir skorla (%10,6, 16/151) kazanılan en yüksek beşinci set oranına sahip oyuncu oldu. (10,6 %) • Elemelerden gelen Thiago Seyboth Wild Daniil Medvedev'i 7-6, 6-7, 2-6, 6-3, 6-4 yenerek 2. tura yükseldi. Thiago Seyboth Wild, Açık Dönem'de bir Grand Slam etkinliğinde iki kez bunu başaran Gustavo Kuerten'den sonra ilk iki sıradaki rakibi Safin (ABD Açık 2002) ve Federer (Roland Garros 2004) yenen ikinci Brezilyalı erkek oldu. • Elena Rybakina, elemeleri geçerek turnuvaya dahil olan Brenda Fruhvirtova bir saat 21 dakika sonunda 6-4 ve 6-2'lik setlerle 2-0 galip gelerek ikinci tura yükseldi. Rybakina, BJK Kupası da dahil olmak üzere 2023'te 10 toprak kort maçı kazandı, tek bir sezondaki en yüksek galibiyeti. • Holger Rune, dünya 74'üncüsü Christopher Eubanks karşısında 3-1 (6-4, 3-6, 7-6, 6-2) galip gelerek 2. tura kaldı.

Punto

2023 FIVB Kadınlar Voleybol Milletler Ligi başladı

A Millî Kadın Voleybol Takımı, 2023 Uluslararası Voleybol Federasyonu (FIVB) Milletler Ligi mücadelesine bugün Antalya'da oynayacağı Güney Kore maçıyla başlayacak. FIVB Milletler Ligi'nin 31 Mayıs-4 Haziran 2023 tarihleri arasında düzenlenecek 1. hafta karşılaşmalarında A Milli Kadın Voleybol Takımı, Güney Kore, Sırbistan, İtalya ve ABD ile mücadele edecek. Öte yandan: Organizasyonun ilk haftasında Antalya’da İtalya, Tayland, Polonya, Kanada, Sırbistan, ABD ve Güney Kore takımları mücadele edecek. Türkiye'nin ev sahipliğinde Antalya Spor Salonu'nda düzenlenen organizasyonda dün İtalya-Tayland, Polonya-Kanada maçları oynandı. İtalya-Tayland: 3-2 Polonya-Kanada: 3-2 2023 FIVB Kadınlar Voleybol Milletler Ligi 1. hafta karşılaşmaları 4 Haziran'da sona erecek. Finaller ise 12-16 Temmuz’da ABD’nin Arlington şehrinde düzenlenecek. Türkiye-Güney Kore maçını 31 Mayıs saat 20.00'de TRT Spor Yıldız'dan izleyebilirsiniz.

Punto

Albondigas de Apyo (Kereviz köftesi)

Tarif: Sibel Pinto Sibel Pinto, elde ettiği fonu açlıkla mücadele eden dünya çocuklarına bağış olarak aktardığı, mutfakta israfa son vermenin metotlarından bahsettiği kitabı Kashkarikas Wasteless Kitchen - A Turkish-Sephardi Chef’s Recipes & Stories’ den "Albondigas de Apyo (Kereviz Köftesi)" tarifini paylaşıyor. Sibel'i kıtlıktan yaratılan yemekler büyülemiş. Sohbetimizde "Malzeme çöpe atılmaz, boşa harcanmaz, israf edilmezdi" diyen Sibel şöyle açıklıyor: Azıcık eti bol sebzeyle birleştirip hazırlanan pırasa, kereviz, ıspanak, patlıcan köfteleri; sap ve yapraklardan frittada ’lar, kavun çekirdeğinden sübye, karpuz kabuğundan reçel, bir gün önceden kalanlardan yapılan börekler, turp yapraklarından çorba, ıspanak köklerinden ravikos , kabak kabuğundan özgün yemek zeytinyağlı kaşkarikas ’a uzanan geniş repertuar bu felsefenin ürünleri. Kereviz köftesi de bu tariflerden biri. Malzemeler: 1 kg kereviz 250 gr kıyma 1-2 dilim bayat ekmek içi 1 havuç (isteğe bağlı) 1-2 yumurta 1-2 dal kereviz yaprağı Tuz, kara biber Kızartmak için: Un, 2 yumurta, kızartma yağı Tarif: Kereviz ayıklanır, yıkanır. Kararmaması için limonla ovulur. Havuç soyulur, yıkanır. Kereviz ve havuç bol kaynar tuzlu suda haşlanır. Soğuduktan sonra, varsa püre makinesinden geçirilir, yoksa ezilir. (Mixer kullanmayın) Bu sebze püresi kıyma, ekmek içi, yumurta, tuz ve biberle güzelce yoğrulur. Kereviz yaprakları incecik doğranarak harca eklenir. Yuvarlak köfteler hâline getirilir. Buzdolabında ½ saat dinlendirilir. Önce una, sonra çırpılmış yumurtaya bulanarak kızgın yağda altın rengi alana dek kızartılır. Peçete üzerinde yağı süzdürülür ve servis edilir. Afiyetler!

Aposto Tarif

🪞Albüm incelemesi: Arlo Parks, My Soft Machine

Albüm: Arlo Parks - My Soft Machine Süre: 4o dakika Plak şirketi: Transgressive Records Yayın tarihi: 26 Mayıs 2023 Yaşamın yumuşak makinesi 2021 yılında yayımladığı çıkış albümü Collapsed in Sunbeams 'le Birleşik Krallık'ın prestijli unvanı Mercury Ödülü'nün sahibi olan; bu albümle iki de Grammy ödülü kazanan Arlo Parks, çok beklenen ikinci albümü My Soft Machine 'le geri döndü. Adını Joanna Hogg'sun The Souvenir filminin karakterlerinden birinin "Neden film izleriz?" sorusuna verdiği "Yaşamı aktığı gibi değil, bu yumuşak makinenin içinde deneyimlendiği gibi görmek isteriz." cevabından esinle alan uzunçalar; Parks'ın zihinsel çalkantılarını, ruhunun derinliklerini ve kişiselliğinin mahremini tüm şeffaflığıyla ortaya koyduğu yüzleşmeci bir çalışma. Öte taraftan, müzisyenin ilk albümüyle çıktığı müzikal seviyenin ve bestecilik maharetinin minimalist seslerin iddiasızlığıyla gölgede kalması, My Soft Machine 'in getirdiği en büyük hayal kırıklığı. Albümün davetkâr anlatısının samimi yolculuğuna karşıt olarak parlak müzikal anların azınlıkta olduğu; müzisyenin Phoebe Bridgers gibi bir indie deviyle işbirliğinin bir araya gelmekten öteye gitmediği ve Arlo'nun esinlerinin yavan bir pastiş olarak albümü bir potpuriye dönüştürdüğü ses manzaralarıyla karşı karşıyayız zira. Bu durum, yakın geçmişte Los Angeles'a yerleşerek müzik endüstrisinin kıdemli yapımcıları, yazarları ve ses mühendisleriyle çalışan Parks'ın elindeki imkânları iyi yönetemediğinin de bir göstergesi. Depeche Mode, Arctic Monkeys, Sampha ve James Blake gibi isimlerle çalışmış Matt Colton'un mastering mühendisliğini üstlendiği; Caribou, FKA Twigs, The xx, Frank Ocean ve nicelerinin ses kimliklerine imzasını atmış David Wrench'in miksini yaptığı; yazarları arasında Mount Kimbie'den Dominic Maker'ın da olduğu My Soft Machine , bu yıldız kadrosunun vadedebileceklerinin gerisinde kalan bir sadeliğe sahip. Arlo Parks, My Soft Machine Arlo 101 Arlo'nun ifadesiyle My Soft Machine, "kendi perspektifinden ve vücudundan aktarılan bir yaşam seyirliği. 20'li yaşlar ortasının anksiyetesinin, dostlarının madde bağımlılığının, ilk defa aşık olmanın karın ağrısının; kederi, travma sonrası stres bozukluğunu, mutluluğu ve öz sabotajı idare etmenin, dünyalar arasında şaşkınlık ve hassasiyetle dolaşmanın bir hikâyesi . İçine sıkıştığı vücudun nasıl hissettirdiğinin bir şahidi." Bu hâliyle albüm, Parks'ın hâlihazırdaki psikolojisinin bir dokümanı; onun yönetmenliği, yazarlığı ve kurgusuyla izlediğimiz bir yumuşak makine gösterimi . My Soft Machine 'i Arlo'nun bağımsız prodüksiyonlu bir filmi yapan detaylar ise, onun müzikal estetiğinde saklı. Müzisyenin Super Sad Generation (2019) kısaçalarından itibaren inşa ettiği ses kimliği, onun çeşitli janrların pop kompozisyonunda yankılanan kasvetli ve narin vokal harmonileriyle öne çıktı. Üretimlerinin lo-fi (düşük kaliteli) ses manzaraları ise Parks'ın pop'unu inzivai bir odaya taşıdı. Bedroom pop olarak etiketlenen ve Arlo'nun müziğinin de çağrışımlarıyla dolu olduğu janr, (bilhassa) Y ve Z jenerasyonunun odasıyla kurduğı yakın ilişkisine; onu bir nevi dünyası yaptığı bir sosyokültürel fenomene içkin olarak ortaya çıktı. Öte yandan, Nijerya kökenli Afrikalı bir ailenin çocuğu olarak Londra'da doğan Parks, (İngiltere'nin ışıltılı ve amansız hip-hop yıldızı Little Simz'in de arasında olduğu) tetiklediği ilhamı ve yaratıcılığı çok yönlü olan bir kültürler ve nesillerarasılığının da temsilcisi. Demografisi çok parçalı Londra'da yetişmesinin mümkün kıldığı ve ailesinden kalan mirasın da motive ettiği binbir yüzlü dünyanın keşfi, bunun temel sebebi. Bu anlamda, Parks'ın odasının izolasyonunda uzandığı rengarenk müzikal personasını ve bedeninin geçişkenliğiyle onayladığı kuir kimliğini şahsi bir geçmiş üzerinden okumak da mümkün. İşte Arlo'nun ikinci uzunçaları, dışarıya açık bu münzevi yaşamın eşlikçiliğinde ülkeler ve zamanlararasında dolaşarak envaiçeşit janrı amatörce derleyen müzisyenin alametifarikası ses motiflerini ve onlardan oluşturduğu örüntüleri buluşturan bir derleme. Diğer taraftan My Soft Machine , her ne kadar Parks'ın yaratıcı yaklaşımına ve iç alemine dair ipuçları verse de onun yeteneklerinin sınırlarını zorlayacak ve vizyonunu genişletecek cesur denemelerden de hayli uzak bir vasatlık. Öyle ki albüm; Arlo'nun boom bap 'tan grunge 'a, pop'un ambient ses manzalarından hip-hop 'un minimal soyutlamalarına genişleyen bir deneme havuzunun ortasında kendi özerk sesini aramak yerine, mevcut ahvalinin kırılgan gerçekliğini anlattığı sesli bir öykü sadece. Daha direkt olmak gerekirse, geç ergenliği geride bırakıp erken yetişkinliğe adım atan müzisyenin biriktirdiği travmalarının, üzüntülerinin, özlemlerinin, hafakanlı tefekkürlerinin ve bu garabet yaşamın baş döndürücü hakikatleri karşısındaki açık yürekli itiraflarının iç içe geçtiği; müziğin sesini kısan bir günlük anlatısı My Soft Machine. Albümü bir yandan çok güçlü kılan, diğer yandan ise Parks'ın müzikal olarak en sığ işi yapan da bu iki kutbun dengesizliği.

Duende

Bu Kimin Cesedi?: “Polisiye edebiyatta Altın Çağ” ve aristokrat bir dedektif

Şakacı, zeki ve soylu Lord Peter Wimsey, ilk cinayet davasındaki düğümleri çözmenin peşinde. Küvette iri yarı bir adamın cesedi uzanıyor. Ortada bir cinayet varsa bu alışılmadık değil. Peki ya cesede özenle yerleştirilmiş o şık, altın monokl? Grotesk bir zarafetle ölümle dalga geçiliyor sanki. Yazar, editör, denemeci, şair ve çevirmen Dorothy Leigh Sayers’ın Türkçeye Sevin Okyay tarafından çevrilen ve dedektif Lord Peter Wimsey’nin tanıtıldığı Bu Kimin Cesedi? , polisiye türündeki metinsel üretimlerinin çok popüler olduğu bir zamandan kapımızı çalıyor. 20. yüzyılın 20 yılına denk gelen Altın Çağ, Oxford Üniversitesi’nden mezun olmuş ilk kadınlardan olan Sayers, Agatha Christie, G. K. Chesterton ve Margery Allingham gibi çağdaşlarıyla anılıyor. P olisiye için ideal koşullar: I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı arasına denk düşen bu dönem, sosyo-kültürel değişimlerin, belirsizliğin ve karmaşıklığın tam ortası. Dolayısıyla okurların “kaçış noktası” için polisiye edebiyatı benimsemeleri, yazarların da düzenle adaletin egemen olduğu, suçluların bulunduğu ve cezalandırılabildiği, iyiyle kötü arasındaki çizginin net bir şekilde çizilebildiği bir dünya görüntüsü kurgulamaları oldukça doğal. Dorothy L. Sayers, 1955’te sahnede oyunlarından birini okuyor Fotoğraf: Graham Turner, Keystone Features/Getty Images Çağdaş dedektif anlatısına doğru: Genel özellikler ve bir edebî cemiyet Janr, modernizmle yaygınlaşan karmaşık ve sıradışı hikâye anlatımlarıyla döneminin hem ruhuna hem de edebî güncelliğine uygun bir popülerlik durumuna sahipti. Okuyucuların bilinç akışına dayanmayan, daha anlaşılır ve geleneksel hikâye anlatımını da tercih ettiğinin altını çizmek gerekiyor ancak buna rağmen polisiye edebiyat, beklentilere hitap ediyor ve okuyucu buluyordu. Genel özellikler: Dönem ve çağdaşları, çözülmesi gereken karmaşık bulmacalar ve sürpriz sonlar üzerine yoğunlaşıyorlardı. Hikâyeler, genellikle İngiliz üst sınıfının çevresinde geçiyor; çözüm yolları, dedektifin zekâsı ve mantığına dayanıyor; olaylar, genellikle şiddetten uzak ve genellikle beyin jimnastiği gerektiren durumlar üzerine kuruluyordu. Bu döneme “Altın Çağ” denmesinin bir sebebi de polisiye yazarlarının bir araya gelerek oluşturdukları bir tür “edebî cemiyet” olabilir. O dönem polisiye yazarları Londra’da bir akşam yemeğinde buluşuyor ve tür hakkında fikir alışverişinde bulunuyorlardı. Dedektifler Kulübü ( The Detection Club ), polisiye edebiyatın yazılış şekli ve yapısı hakkında bazı kılavuzlar sağlarken üyelerin “adil oynama” prensibi ne uymalarını sağlıyordu. Topluluğa katılmak için uyulması gereken kurallardan biri okuyucuyu sürekli bir merak içerisinde bırakmak adına karanlığa itmemek olduğu için, bu açıdan Dorothy L. Sayers’ın çağdaşlarıyla birlikte dâhil olduğu sosyal cemiyetin etkisini Bu Kimin Cesedi? ’nde görmek mümkün. Okurlara karşı adil davranmak, verilmeyen bir bilgi üzerinden okuru şaşırtmamaktan yana bir yaklaşım vardı; bu da okuyucunun yazarla birlikte olayları çözebilmesi için gereken tüm bilgilerin metinde bulunmasını gerektiriyordu. Dedektifler Kulübü yemeği, 1932 Bu Kimin Cesedi? : Dedektif Lord Peter Wimsey ve iki cinayet Klasik bir polisiye kurgunun temel unsurları, Bu Kimin Cesedi? ’nin yazarının kaleminde mevcut: Gizem, karmaşık bir olay örgüsü, çeşitli şüpheliler ve nihai çözüm yolunda atılacak adımlar. Sayers, iki cinayetin çözümüne çeşitli karakterlerin katkısıyla mercek tutarken detaylara önem veriyor; seri katil ihtimali hızlıca okurla paylaşılarak ilgi yoğunlaştılıyor; vakalar çözülürken izlenilen adımlar anlatılıyor ve bu esnada dedektifin düşünceleri okuyucuyla paylaşılıyor. Dolayısıyla izemin çözülüşünün takibi oldukça berrak hâle geliyor. Yer yer içsel diyalogların modernist ve bilinç akışı tekniğine yatkın yapısıyla “karışık bilmeceler” de ilgi çekici kılınıyor. Mizahi dil ve ironik yorumlar, bu akıcılığın bir parçası. Kitabı okuruna esas ilgi çekici kılanlardan biri protagonist. Çevirmen Sevin Okyay tarafından da “zeki, esprili, rafine ve çok yönlü bir karakter” şeklinde yansıtılan Lord Peter Wimsey, dedektiflik becerilerinin yanı sıra geniş bilgi birikimiyle de dikkat çekiyor. O, stereotip bir “İngiliz beyefendisi” temsili. Kendisinin muhakeme yeteneği oldukça yüksek, yorumlamaları sayesinde gizemlerin çözülüş şekli akılcı bir şekilde takip edilebiliyor. Şu detayı da unutmamak gerek: onun geçinmek için çalışması gerekmiyor. Hatta bu, soylu dedektifi davaya atanan Müfettiş Sugg ’dan ayıran yegâne şey. Müzayedeleri takip ederken sosyal kapitalini ve diyaloglarını sermaye sahiplerine ulaşabilmesiyle birleştiriyor ve “sıradan” çalışanlardan bu şekilde ayrışıyor. “Para için değil” retoriği: Dedektif, kitap boyu vakaları keyif aldığı için yaptığını vurguluyor. Annesiyle konuşmaları, bunun üzerinden şekilleniyor. Yazarın kalemiyse mizahını bu “memuriyet” ve “keyfen yapmak” ikiliğinin altını çizerek okuru iktidar sahibinin konumunda görerek gerçekleştiriyor. Bunun çağdaş okuru ne kadar çekeceğinden emin olmamakla birlikte o dönem Wimsey’nin bu hâlinin okuyucunun onunla empati kurmasını kolaylaştırdığı ve olayların çözülmesine yönelik ilgisini artırdığı düşünülüyor. Evet, sinizm okunu iktidar sahiplerine de çeviriyor ama dil pek de kapsayıcı değil. Dorothy L. Sayers’ın kaleme aldığı kurgunun ilk olarak 1923 yılında yayımlandığı göz önüne alınınca bu tespitin o dönemin okuru için geçerli olduğu düşünülebilir. 21. yüzyılın okuru içinse geçerliliğinden emin olmak pek mümkün değil—zira Wimsey, bir karakter olarak “üstten bakış”ını saklamıyor veya sınıf farkını sorgulamıyor. “Zeki” kadınların varlığına yer verilmesine rağmen yönelik dönemin toplumsal cinsiyet rolleri, basmakalıplar kırılmaksızın veya eleştirilmeksizin veriliyor. Doğrusu, sağın yükselişi ve sol düşüncenin genç jenerasyonlar arasında yaygınlaştığı bir dönemde bu karakter dilinin ne kadar “sempatik” bulunacağı konusunda çelişkili fikirler içerisindeyim. Ian Carmichael, Lord Peter Wimsey rolünde, 1972 Otobiyografik mi?: “Sıra dışı” bir dedektif anlatısı Sayers, 1937’de kaleme aldığı bir makalesinde Lord Peter Wimsey’in dedektifliğine odaklanan seriyi yazmadaki motivasyonunun “daha sıra dışı bir dedektif hikâyesi” kurgulamaktan aldığını ifade ediyor. Bunu da Bu Kimin Cesedi? ’nin “daha romanımsı” olmasını istediğini dile getirerek vurguluyor. Aslında dönemin 20. yüzyılın iki savaşının ortasında bir zamana denk gelmesi, modernist yazım tekniklerinin popülerleşmesi ve yazarın dâhil olduğu edebî cemiyetin tecrübe paylaşımları varsayılırsa yazarın isteğini yerine getirdiğini düşünmek mümkün. Bir tahmin: The New York Times ’ta polisiye kitaplar üzerine yazan Sarah Weinman, yazarın duygusal ve ekonomik çöküntü dönemine verdiği yanıtın bir roman yazmaya karar vermek olduğunu ifade ediyor. Belki de sosyal basamaklarda en yüksek düzeyde bir beyefendi olan dedektifin çalışmaya ihtiyacı olmayacak kadar zengin olmasının sebebi buydu. Lord Peter Wimsey’nin dili yer yer kadın düşmanı, antisemitist, sınıf farkındalığından yoksun ve ırkçı beyanlarla dolu olsa da Dorothy L. Sayers’ın yazı yazarak geçinme derdine sahip biri olarak kaleme aldığı kitaplarda kendi muzip anlatı tarzından ödün vermemesi, kadın yazını geleneği açısından oldukça kıymetliydi diye düşünüyorum. Genel değerlendirme: Bu Kimin Cesedi? , okurunu kandırmayarak heyecanı ayakta tutmayı beceriyor ve dönemin eşitsizlik yuvası Londra’sını gerçekliğiyle yansıtıyor. Bu açıdan yazarın kalemi oldukça kuvvetli olmakla birlikte kurgunun dili bu sorunlu ifadelere katılıp katılmadığını belirtmiyor. Dolayısıyla 21. yüzyıl okurunu heyecanlandıracak detaylara veya karakterlere sahip olduğundan emin olamamakla birlikte serinin neden “Altın Çağ”ın bir parçası olduğu oldukça açık.

Aposto Kitap

Stanley Engerman, 87 yaşında hayatını kaybetti

Ekonomi tarihçisi Stanley Engerman, Robert W. Fogel’la berababer kaleme aldığı iki ciltlik Time on the Cross: The Economics of American Negro Slavery (1974) isimli çalışmasıyla ABD’deki kölelik geçmişi bağlamında siyahların “tembel” olduğu iddiasının yalan olduğunu ortaya koymuştu. Neden önemli?: Kitap, kölelik sisteminin oldukça kârlılığa ve verimliliğe dayandırılan bir sistem olduğunu verilerle ortaya çıkartıyordu. Bu yönüyle mevcut retoriği sorguluyordu. Ölüm sebebi: Stanley Engerman, hayatını nadir görülen bir kan ve ilik kanseri sebebiyle kaybetti.

Aposto Kitap

Fareler ve İnsanlar’ın müfredattan kalkması talep edildi

İrlanda’da yaşayan Angel Mhande isimli öğrenci, John Steinbeck tarafından yazılan ve 1937 basımlı Fareler ve İnsanlar kitabının lise müfredatından çıkarılmasını talep etti. Kitabın döneminin ırkçı ifadelerini okumanın ve bir kısmının sınıfta okunurken dinlemenin üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu belirtti. Yetkililer ne diyor?: Birleşik Krallık’taki Müfredat, Sınavlar ve Değerlendirme Konseyi (CCEA), Steinbeck'in kitaptaki karakterlere verdiği dilin döneminin ayrımcı dili ve tutumlarını yansıttığını, bu hitapları bugün nefret söylemi olarak kabul ettiğimizin altını çiziyor. “Fareler ve İnsanlar'daki diğer mesajlar ve temalar, okuyucuyu ırksal eşitlik mücadelesi ve bugünün toplumundaki eşit fırsatları, çeşitlilik ve kapsayıcılığın önemini hatırlatır.” Fareler ve İnsanlar, orijinal baskı Akademisyen yorumu: Queen’s University Belfast’taki Amerikan Edebiyatı Profesörü Philip McGowan, öğretmenlerin Fareler ve İnsanlar ’ı nasıl öğretecekleri konusunda daha detaylı rehberliğe ihtiyaç duyduklarını belirtti. “Geçmişteki kitapları ve bağlamlarını öylece yok edemeyiz. Ancak eğer onları 21. yüzyılda öğreteceksek bu bağlamların farkında olmalı ve onlara karşı duyarlı olmalıyız.” Birkaç adım geriden: Birleşik Krallık’taki birkaç okul, kitabı “zorunlu” olmaktan çıkartıp kitap listesine “seçmeli” olarak koymuştu.

Aposto Kitap

Edebiyat festivali, TikTok kullanıcılarını çekmeyi umuyor

Yazarlar, şairler, filozoflar, tarihçiler, bilim insanları, politikacılar ve diğer entelektüel figürleri bir araya getiren Hay Edebiyat Festivali’nin yetkilileri, TikTok’ta dikkat çeken kitapların 2022 yılında “son derece popüler” olduğunu ve bunun “gerçekten olumlu bir şey” olduğunu belirtiyor. Nedir?: 1988 yılından beri her mayıs ve haziran aylarında Birleşik Krallık’taki Hay-on-Wye kasabasında düzenlenen edebiyat ve sanat festivali, genellikle 10 gün sürüyor. Hay Festivali 2022 Fotoğraf: David Levenson/Getty Images TikTok etkisi: Festivali düzenleyenlere göre sosyal ağ uygulaması, çok sayıda genç insanın, önerilen çok iyi kitapları okumasını sağlıyor. “Bu, okuyucuların ve yazarların tekrar iletişim kurmasını sağlıyor ve tüm mesele de bu. Festivalde geçen yıla göre daha fazla BookTok kitabı, TikTok kullanıcısı ve influencer’ları da var—kitle gittikçe büyüyecek.”

Aposto Kitap

Elon Musk'ın beyin çipi firması Neuralink, insanlı denemeler için onay aldı

Elon Musk'ın beyin implantı şirketi Neuralink'in , insanlı klinik denemelere başlaması için ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nden (FDA) gerekli izni aldığını bildirildi. Şirketin Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, FDA onayının, teknolojilerinin gelecekte birçok insana yardım etmesini sağlayacak önemli bir ilk adımı temsil ettiği ifade edildi. Buna ek olarak, çalışmanın amacına dair ayrıntılı bilgi vermekten kaçınan şirket, henüz işe alım yapılmadığını ve yakında konuya ilişkin daha fazla ayrıntıla ulaşılabileceğini aktardı. Geniş açı: Elon Musk, beyin implantları sayesinde obezite, felç, körlük, otizm, depresyon ve şizofreni gibi bir dizi hastalığın tedavi edilebileceğini iddia ettiği gibi aynı zaman web'de gezinme ve telepatinin de mümkün olabileceğini öne sürüyor. Buna göre, maymunlarda test edilen çiplerin, beyinde üretilen sinyalleri yorumlamak ve Bluetooth aracılığıyla cihazlara bilgi aktarmak üzere tasarlandığı belirtiliyor. Öte yandan, Neuralink'in web sitesinde cihazın mühendislik sürecinde "güvenlik, erişilebilirlik ve güvenirliğin" önceliği olduğu belirtilirken uzmanlar, Neuralink'in beyin implantlarının yaygın olarak kullanılabilmesi için teknik ve etik zorlukların üstesinden gelmek üzere kapsamlı testler yapılması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor. Bir adım geriden: Asıl hedefi Neuralink çiplerini insan beynine yerleştirmeye 2020 yılında başlamak olan Musk, 2019 yılından bu yanda en az dört kez Neuralink'in insan deneylerine başlayacağını söylemiş olsa da birden fazla mevcut ve eski Neuralink çalışanının Mart ayında Reuters'e söylediklerine göre, şirket FDA onayı için resmî olarak 2022'nin başlarında başvuruda bulunmuş; bu başvuru, güvenlik gerekçesiyle FDA tarafından reddedilmişti. Çalışanlara göre, FDA, başvuruyu reddederken Neuralink'in insan deneylerini onaylamadan önce ele alınması gereken birkaç endişeye de işaret etti. Buna göre, başvurunun reddine yol açan başlıca sorunlar arasında cihazın lityum pili, implantın kablolarının beyin içinde yer değiştirme olasılığı ve beyin dokusuna zarar vermeden cihazı güvenli bir şekilde çıkarmanın zorluğu yer alıyor. Endişeler: Musk her ne kadar cihazın güvenliğinden son derece emin olduğunu ve bu cihazları çocuklarda dahi kullanmaya istekli olduğu belirtse de Neuralink, 2016 yılındaki kuruluşundan bu birçok farklı federal soruşturmaya konu oldu. Son olarak bu ay ABD'li kanun düzenleyiciler, Neuralink'in gerçekleştirdiği hayvan deneylerini denetleyen bir panelin yapısının hatalı ve aceleye getirilmiş deneylere katkıda bulunup bulunmadığını araştırmak üzere inceleme başlatılması için çağrıda bulunmuştu. Bununla birlikte, Neuralink'in maymun beyinlerinden çıkarılan çiplerdeki tehlikeli patojenleri uygun muhafaza önlemleri olmada yasadışı bir şekilde taşıyıp taşımadığı için ABD Ulaştırma Bakanlığı'nca hakkında inceleme başlatılan Neuralink'in, ABD Tarım Bakanlığı Genel Müfettişlik Ofisi tarafından da olası hayvan refahı ihlalleri nedeniyle soruşturma altında olduğu biliniyor. Öte yandan: Neuralink'in insan deneylerine başlamak için FDA'dan onay alması, kısa bir süre önce İsviçreli araştırmacılar tarafından geliştirilen beyin implantları sayesinde 12 yıldır felçli olan Hollandalı bir adamın tekrar yürüyebilmesini takip ediyor. Buna göre, Gert-Jan Oskam isimli adam, düşüncelerini kablosuz olarak bacaklarına ve ayaklarına ileten bir implant sistemi sayesinde "sadece düşünerek" yürüyebilmişti.

Quando Bilim

Japonya, 2025 yılına kadar uzaydan güneş enerjisi elde etmeyi planlıyor

Japonya ve ülkenin uzay idaresi JAXA , uzun bir süredir uzaydan Dünya'ya güneş enerjisi ışınlamayı mümkün kılmak için çalışmalar gerçekleştiriyor. Bu kapsamda, JAXA'dan bilim insanlarının 2015 yılında 1,8 kilowatt gücü, yani bir elektrikli su ısıtıcısına yetecek enerjiyi 50 metreden daha uzun bir mesafeden kablosuz bir alıcıya ışınlamayı başarmasının ardından Japonya şimdi de bu teknolojiyi gerçeğe bir adım daha yaklaştırmaya hazırlanıyor. Geniş açı: Nikkei'nin haberine göre, bir kamu-özel sektör ortaklığı çerçevesinde Japonya, 2025 gibi erken bir tarihte uzaydan güneş enerjisi ışınlama girişiminde bulunmayı planlıyor. Kyoto Üniversitesi profesörlerinden Naoki Shinohara tarafından yürütülen ve 2009 yılından bu yana uzay tabanlı güneş enerjisi üzerinde çalışan proje kapsamında Japonya'nın, yörüngeye bir dizi küçük uydu yerleştirmeyi deneyeceği belirtiliyor. Japonya, bu küçük uydular tarafından toplanan güneş enerjisini yüzlerce mil ötedeki yer tabanlı alıcı istasyonlara ışınlamayı hedefliyor. Arka plan: Uzaydan enerji elde ederek bu enerjiyi Dünya'ya göndermek için güneş panelleri ve mikrodalgaların kullanılması fikri ilk olarak 1968 yılında ABD'li bir fizikçi tarafından ortaya atılan önerilere dayanıyor. Buna göre, 36 bin kilometre yükseklikte elektrik elde edilmesi için uzaya fırlatılacak güneş panelleriyle üretilen enerjinin daha sonra ilk olarak mikrodalgalara dönüştürülebileceği; daha sonrasında ise yeniden elektrik enerjisine dönüştürülmek üzere yeryüzündeki alıcı istasyonlara aktarılabileceği öneriliyordu. Bu tarihten beri aralarında Çin ve ABD'nin de bulunduğu birkaç ülke bu fikri gerçeğe dönüştürmek için zaman ve para harcamış bulunuyor. Neden önemli: Bu teknolojiyi bu kadar cazip kılan şey ise yörüngedeki güneş panellerinin potansiyel olarak sınırsız yenilenebilir enerji kaynağı vadetmesi olarak öne çıkıyor. Buna göre, güneş panelleri aracılığıyla uzaydan günün herhangi bir saatinde enerji toplayabilir ve bu şekilde elde edilen enerjinin Dünya'ya iletilmesi için mikrodalgaların kullanılması da bu süreç için bulutların bir sorun teşkil etmesini engeller. Öte yandan, Japonya'nın bir dizi yörüngesel güneş panelini başarıyla konuşlandırması hâlinde dahi bu teknolojinin bir hayalden gerçeğe dönüşmesine kesin gözüyle bakılmıyor. Bunun gerekçesi olaraksa 1 gigawatt yani yaklaşık olarak bir nükleer reaktör kadar güç üretebilecek bir güneş paneli dizisi üretmenin mevcut teknolojilerle yaklaşık 7 milyar dolara mal olması gösteriliyor.

Quando Bilim

Beyni elektrikle stimüle etmek, dikkat ve hafızayı güçlendirebilir mi?

Beyne belli miktarda elektrik akımı verilmesinin kişinin zihinsel işlevlerini geliştirip geliştirmeyeceği üzerine tartışmalar yıllardır devam ediyor. Geçmişte bu konu ile ilgili gerçekleştirilen çalışmaların geniş çaplı bir analizine göreyse bu sorunun cevabı "muhtemelen" gibi duruyor. Gelgelelim, bazı eleştirmenler, söz konusu analizin bu soruya cevap vermek için çok farklı deneyleri incelediğini gerekçe göstererek bu sonucun doğruluğunu sorguluyor. Geniş açı: Geçtiğimiz altı yıl içinde, transkraniyal elektrik stimülasyonu adı verilen bir teknik sınıfının terapötik etkilerini test eden çalışmaların sayısı hızla artmış bulunuyor. Kafa derisine harici olarak yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beyne ağrısız, zayıf bir elektrik akımı ileten bu tedaviler, işlevi iyileştirmek için beyindeki sinyalleri uyarmayı, bozmayı veya senkronize etmeyi amaçlıyor Bu kapsamda, araştırmacılar transkraniyal alternatif akım stimülasyonunu (tACS) ve kardeş teknolojisi olan tDCS'yi (transkraniyal doğru akım stimülasyonu) hem sağlıklı gönüllüler hem de depresyon, Parkinson hastalığı veya bağımlılık gibi nöropsikiyatrik rahatsızlıkları olanlar üzerinde test etti; ancak çalışma sonuçlarının çelişkili olması ya da tekrarlanamaması, araştırmacıların bu araçların etkinliğini sorgulamasına yol açtı. Bunun üzerine, Massachusetts'teki Boston Üniversitesi'nde bilişsel ve klinik nörobilim laboratuvarı direktörü Robert Reinhart liderliğindeki yeni analizin yazarları ise beyne salınımlı bir akım uygulayan teknikle ilgili 100'den fazla çalışmayı karşılaştırarak tACS'nin umut vaat edip etmediğini ölçmek için bir rapor derledi. Science Translational Medicine1 dergisinde 24 Mayıs'ta yayımlanan bu meta-analize göre, tACS tedavisinin dikkat, uzun süreli bellek, çalışma belleği, yeni bilgileri işleme ve sorunları çözme yeteneği ve diğer üst düzey bilişsel süreçlerde orta düzeyde iyileşmeler sağladığı sonucuna varıldı. Konuya ilişkin olarak Boston Üniversitesi'nde bilişsel sinirbilimci olan makalenin yazarlarından Shrey Grover, tekniğin "en azından kısa vadede zihinsel işlevlerde önemli bir değişiklik getirdiği görülüyor," ifadelerini kullanarak bulguların, araştırmacıların insanlarda tACS'yi araştırmaya devam etmeleri için bir neden verdiğini belirtiyor. Ayrıca: ABD Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nde nöromodülasyon konusunda uzmanlaşmış bir psikiyatrist olan Sarah Lisanby ise daha fazla araştırmanın verimli olabileceğine dair bir umut olduğunu ifade ederek yöntemin gelecekte terapötik bir müdahalenin geliştirilmesiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağının hâlâ daha belirsizliğini koruduğunu da sözlerine ekliyor. Bununla birlikte, Lisanby, meta-analizin en büyük etkisinin, tACS araştırmalarında iyileştirilmesi gereken önemli zayıf noktaların ortaya çıkarılması olduğunu belirtiyor. Buna göre, analizde 102 çalışmasının 98'inin önceden kaydedilmediği, yani araştırmacıların deneyler başlamada önce hipotezlerini ve yöntemlerini dergilerde veya başka platformlarda kayıt altına almadıkları ifade ediliyor. Bu da, başarısızlıkla sonuçlanan deneylere ilişkin bulguların daha az paylaşılması yani olumlu sonuçların olumsuz sonuçlardan daha fazla yayımlanma olasılığını artırıyor. Öte yandan: Tüm bunlara ek olarak, meta-analizin faydalı olmadığını düşünenler de bulunuyor. Mesela, Harvard Tıp Fakültesi'nde nörolog olan Alvaro Pascual-Leone, "Bu makaleyle ilgili sorunum, etkili bir şekilde farklı müdahaleler olan çalışmaları bir araya getirmesidir" ifadelerini kullanarak meta-analize dahil edilen çalışmaların beynin hangi bölümlerini hedeflendiği, kafa derisi üzerindeki elektrotların düzeni ve elektrik akımının frekansı ve yoğunluğu açısından birbirinden büyük ölçüde farklı olduğunu belirtiyor. Birçoğu tekrarlanmamış olan bu tür farklı çalışmalara dayanarak genel bir sonuca varmanın hatalı sonuçlar doğurma riski taşıdığını belirten Pascual-Leone, açıklamasının devamında ise şu şekilde kaydediyor: "Aslında, stimülasyonun nasıl uygulandığı konusundaki farklılıklar çok önemlidir" diyor. "Bu [rapor] bir bütün olarak alana güzel bir genel bakış sağlayan kapsamlı bir çabadır ve hepsi övgüye değerdir, ancak farklı şeylerin karıştırılması ve eşleştirilmesidir, bu yüzden çok fazla şey öğrendiğimizden emin değilim." Bununla birlikte: ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) herhangi bir hastalık için tACS veya TDCS tedavisini onaylamadığını; ancak depresyon veya ağrı gibi bazı durumların tedavisinde tDCS kullanımının Avrupa, Brezilya, Çin ve Meksika gibi bazı ülkeler tarafından onaylandığını da belirtmek gerekiyor.

Quando Bilim

Çalışanların gözünden: Türkiye'nin en gözde şirketleri

Realta Danışmanlık tarafında yapılan Türkiye'nin En Gözde Şirketleri araştırması sonuçları açıklandı. 15'incisi düzenlenen ve 91 binden fazla katılımcı ile gerçekleştirilen araştırmada, en gözde şirketler Unilever , Google ve Mercedes Benz Türk oldu. Araştırmada katılımcılar, kendilerine yöneltilen sorularla en çok çalışılmak istenen şirketleri ve sebeplerini belirledi.g Ek olarak: Araştırma, işveren markası kriterlerindeki güncel değişimi de gösterdi. İşveren markası; değişen algılar, farklılaşan beklentiler ve yeniden sıralanan önceliklerin şirketlerin potansiyel çalışan adayları nezdindeki itibarını ölçen bir kavram olarak tanımlanabilir. Detaylar: Üniversite öğrencileri ve genç profesyoneller tarafından ayrı değerlendirmelerin yapıldığı araştırmada, "En Gözde Şirketler", "En Gözde Holdingler" ve "Sektörel" olmak üzere üç ayrı kategoride sonuçlar belirlendi. Türkiye'nin En Gözde Şirketleri 2023 araştırmasının üniversite öğrencileri değerlendirmesinde ilk üç sırayı Unilever , Google ve Mercedes Benz Türk alırken, genç profesyoneller değerlendirmesinde ise Unilever , Apple ve Microsoft öne çıktı. "En Gözde Holdingler" kategorisinde ise ilk üç sırada Koç Holding , Yıldız Holding ve Eczacıbaşı Holding yer aldı. Dahası: Araştırmaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan EGŞ Araştırma Direktörü & Realta Danışmanlık Kurucusu Ali Ayaz, "Geçen yıl katılımcıların %78'i hibrit çalışma seçenekleri sunmayan bir şirketi düşünmeyeceklerini belirtirken, bu yıl bu sayı önemli ölçüde azalarak %20'ye düşmüş durumda. Uzaktan ve esnek çalışma düzenlemeleriyle ilgili beklentilerin değiştiği görülüyor, bu da şirketlerin yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmeleri ve iş arayanların değişen tercihlerine uyum sağlamaları gerektiğini gösteriyor" açıklamasında bulundu. Ayaz, araştırmada anket aday memnuniyetinde bir artış eğilimi olduğunu ve memnuniyet puanının %55'ten %67'ye yükseldiğini belirterek, bu durumun şirketlerin etkili iletişim, zamanında geri bildirim ve kolaylaştırılmış başvuru süreçleri gibi hususlara odaklanarak genel aday deneyimlerini iyileştirme konusunda adımlar attığını gösterdiğini belirtti. "Bu yılki araştırma verileri, maaş beklentilerinin hızla yükseldiğini ve bunun da finansal kaygılar ile en iyi yetenekleri cezbetme arasında denge kurmaya çalışan şirketler için bir zorluk teşkil ettiğini gösteriyor. Kuruluşların, ücretlendirme stratejilerini dikkatle değerlendirmeleri ve piyasa taleplerine uygun rekabetçi paketler sunmanın yollarını bulmak zorunda olduğu görülüyor." Ek bilgi: Araştırma sonuçları arasında savunma sektöründeki yükseliş göze çarpıyor. Ayaz'ın belirttiğine göre bir önceki yıla kıyasla daha fazla savunma şirketi ilk 100 listesinde yer alırken; bankacılık sektörü de ilk 100'deki ağırlığını artırdı. "Bu durum, şirketlerin değişen sektör dinamiklerine uyum sağlama ve işveren markası stratejilerini buna göre uyarlamalarının, tercih edilme oranlarını arttırdığının altını çiziyor."

Pareto İçgörü

ChatGPT kullanımını yasaklayan şirket sayısı artıyor

Amazon ve Goldman Sachs gibi büyük şirketler, geçtiğimiz yılın sonlarında popülaritesini artıran OpenAI sohbet robotunun şirket içi kullanımını şimdiye dek yasakladı veya kısıtladı. Birçok işveren için güvenlik riskleri üretkenlik avantajından çok daha ağır basıyor. Hatta: İtalya, OpenAI'nin Avrupa'nın GDPR gizlilik yasası ve AB ile uyumlu olmadığını belirterek hizmeti geçici olarak yasakladı. Yapay zekanın blokta kullanımını düzenleyen bir yasa üzerine çalışılıyor. Öte yandan: Elbette birçok şirket, e-posta taslağı hazırlamak veya kod incelemek gibi basit görevlere zaman harcamak yerine ChatGPT'yi ve Google Bard gibi yapay zeka araçlarını kullanıyor. Coca-Cola ve Bain & Company gibi şirketler, OpenAI ile ortaklıklar bile imzaladı. Bazı şirketler, güvenli kullanım açısından tamamen incelendiği takdirde ChatGPT kullanımına izin vereceklerini belirtirken; diğerleri, çalışanların kullanımı için kendi yapay zeka araçlarını geliştiriyor. 📌 Editörün önerisi: Samsung, ChatGPT benzeri bir yapay zeka aracı geliştiriyor Hangi şirketler yapay zeka botu kullanımına sınırlama veya yasak getirdi? Samsung: Şirket, Mayıs ayı başlarında çalışanlarının ChatGPT ve diğer yapay zeka araçlarını kullanımını yasakladı. Kısıtlama, mühendislerin dahili kod ve toplantı kayıtlarını da içeren gizli bilgileri yanlışlıkla sızdırmasının ardından geldi. Çalışanların, şirkete ait cihazlarda ve dahili ağlarda araçlara erişmesi yasaklandı. Samsung, çalışanların yazılım geliştirme, çeviri ve özetleme için kullanabileceği bir yapay zeka aracı üzerinde çalışıyor. 📌 Editörün önerisi: Samsung, çalışanlarının yapay zeka araçlarını kullanmasını yasakladı Apple: Şirket, Samsung'un ardından veri sızıntılarıyla ilgili endişelerini gerekçe göstererek çalışanların yapay zeka araçlarını kullanımını kısıtladı ve kervana katılan en son şirket oldu. Ayrıca çalışanlarına Microsoft tarafından geliştirilen otomatik yazılım kod yazma programı Copilot'u da kullanmamalarını söyledi. LinkedIn'in telekomünikasyon şirketi Kaliks, havacılık ve savunma teknolojisi şirketi Northrup Grumman, telekomünikasyon şirketi Verizon 2023 başından bu yana yapay zeka robotu kullanımını yasaklayan diğer şirketler. Citigroup, Deutsche Bank, Goldman Sachs, JPMorgan ve Bank of America; 2023 yılının başlarında ChatGPT'yi tüm personel için devre dışı bıraktı. Kısıtlamalar standart bir uygulama olarak açıklanırken, söz konusu bankaların veri sızıntısını önlemek amacıyla bu adımı attığı belirtildi. Ek bilgi: BofA geçtiğimiz yıl, çalışanların WhatsApp da dahil olmak üzere yetkisiz mesajlaşma platformlarını kullanması nedeniyle ABD mali düzenleyicilerine 225 milyon dolar ceza ödemişti. Accenture , Amazon ve PwC Australia; ChatGPT'yi doğrudan yasaklamayan ancak çalışanlarından platformda gizli bilgi paylaşmamasını talep eden şirketler arasında.

Pareto İçgörü

Z kuşağı ‘içerik üreticisi’ olmak istiyor

Mastercard'ın Kasım 2022 tarihli, 4 bin çalışan katılımlı The creator class: How microbusiness is fueling the next wave of small business araştırmasına göre, Z kuşağının nihai hedefi "içerik üreticisi" olmak. İçerik üreticileri , finansal güvenlik ve özgürlükle motive olan acemi işletme sahipleri olarak tanımlanıyor. Detaylar: Z ve Y kuşağı katılımcıların %73'ü geleneksel bir kurumsal bünyede çalışmaktansa bir yaratıcı, girişimci veya küçük işletme sahibi olmayı tercih edeceklerini söylüyor. %82'si ise ya hâlihazırda içerik üreticisi, ya da olmayı istiyor. İçerik üreticilerin %20'si bunu tam zamanlı bir iş olarak görürken; %53'ü tam zamanlı bir içerik üreticisi olmak için full-time işini bırakmayı düşünüyor. Araştırma, ayrıca içerik oluşturucuların kayda değer gelir elde edebilen bir grup işletme sahibi olduğunu gösteriyor. Şu anda içerik oluşturucuların %29'u şimdiden "mikro işletmeler" olarak değerlendirilebilir hâlde ve yaratımdan yılda 50 bin dolardan fazla kazanç elde edebiliyor. İçerik üreticilerin %64'ü katma değerlerini bir işletmeye dönüştürmeyi düşünürken, neredeyse hepsi gelecekte para kazanmanın daha fazla yolu olacağı konusunda hemfikir. %84'ü, önümüzdeki 3 yıl içinde bir içerik üretici olarak makul bir gelir elde etmeleri için daha fazla platform geliştirileceğine inanıyor. Öte yandan: Üreticilerin %89'u her daim yeni bir şey üretmenin sürekli baskının ortasında, yaratmayı diğer taahhütlerle dengelemekte zorlanıyor. %86'sı, içerikleri üzerinde kontrol sahibi hissetmediklerini belirtiyor, %83'ü finansal tarafta zorluklar yaşadığını paylaşıyor. Yorumlar: Marketing Türkiye'den Gizem Yıldız'ın haberine göre , Accessland Kurucusu Nihal Temur Ocak , “Bu durum, belirli bir konuda bilgi birikimine sahip kimseleri bildiklerini anlatmaya ve bu şekilde kendi dijital içerik markalarını oluşturmaya teşvik ediyor. Platformlar da gig ekonomisi çatısı altında sayılabilecek içerik üreticiliğini destekleyen gelir modelleri geliştiriyor. ABD’de her 4 içerik üreticisinden birinin yıllık 50 bin dolar kazanç elde etmeyi başararak mikro işletme eşiğini aştığı biliniyor. İçerik üreticiliği yadsınamayacak bir iş kolu ve sektör” açıklamasında bulunuyor. Statista'dan J. Clement'in Nisan 2023 tarihli raporuna göre, 2026’ya kadar dijital medya ve içerik pazarının %13 civarında büyüyeceği öngörülüyor. Abonelik harcamalarının da hesaba katıldığı senaryoda, medya ve dijital içerikler için yapılacak tüketici harcamaları 1,36 trilyon dolarlık bir ekonomi oluşturacak.

Pareto İçgörü

Dış ticaret açığı genişliyor

Ticaret Bakanlığı tarafından açıklanan öncü verilere paralel gelen verilere göre, dış ticaret açığı aylık bazda %42,1 oranında artarak 8,7 milyar USD oldu. Manşet veri Veri setine göre, nisan ayında ihracat %17,1 düşüşle 19,3 milyar USD ; ithalat ise %4,8 düşüşle 28,1 milyar USD olarak gerçekleşti. Böylelikle aylık dış ticaret açığı aylık bazda %42,1 oranında artarak 6,2 milyar USD’den 8,7 milyar USD ’ye yükseldi. Enerji ve altın hariç dengede de negatif seyrin devam ettiği görülüyor. Nisan ayında çekirdek ihracattaki azalış oranı %17,2 oldu ve toplam hacim 21,8 milyar USD’den 18,1 milyar USD’ye geriledi. Enerji kaleminin esas etkisinin görüldüğü ithalatta ise hacmin %3,0 artışla 21,1 milyar USD’den 21,7 milyar USD’ye çıktığı görülüyor. Böylelikle enerji ve altın hariç dış ticaret açığı da 3,8 milyar USD olarak gerçekleşmiş durumda. Çekirdek dengedeki açık serisi böylelikle 12. ayına taşınmış oldu . Nisan ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı %68,9 olarak gerçekleşti. Bu değer, önceki yılın aynı ayında %79,1 seviyesinde bulunuyordu. Enerji ve altın hariç karşılama oranı ise %82,6 seviyesinde bulunuyor. Nisan ayı verisinin gelmesiyle birlikte, yılın ilk dört ayında ki dış ticaret açığının 43,4 milyar USD’ye ulaştığı görülüyor. Söz konusu açık, 2022’nin aynı döneminde 32,7; 2021’in aynı döneminde ise 14,2 milyar USD seviyesindeydi. Bu dönemde, ihracat yıllık bazda %3,0 oranında azalarak 80,9 milyar USD’ye gerilediği, ithalatın ise %7,1 oranında artarak 124,3 milyar USD’ye ulaştığı görülüyor. Yılın ilk dört ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı %65,1 olurken, söz konusu oran, önceki yılın aynı döneminde %71,8 olarak gerçekleşmişti. Kaynak: TÜİK Veri setine 12 aylık toplamlar bazında baktığımızda da manzarada önemli bir değişim göze çarpmıyor. Nisan verisi ile birlikte 12 aylık toplam ihracatımız yıllık bazda %4,9 oranında artarak 251,7 milyar USD olurken, toplam ithalatımız %22,1 oranında artarak 371,9 milyar USD ’ye ulaştı. Bu dönemde dış ticaret açığı ise %85,8 oranında artarak 120,3 milyar USD oldu. Bu değer yeni bir rekor olarak kayda geçti. 12 aylık dış ticaret açığı Nisan 2022’de 64,7; Nisan 2021’de ise 46,4 milyar USD olarak gerçekleşmişti. 12 aylık toplama göre enerji ve altın hariç dış ticaret açığının da 46,6 milyar USD olarak gerçekleşti. Bu değer, önceki yılın nisan ayında ölçülen 12 aylık çekirdek açığın 12 katından fazla . 2022 Nisan ayında söz konusu açık 3,9 milyar USD seviyesindeydi. Yine 12 aylık verilere bakıldığında ihracatın ithalatı karşılama oranı %67,7 olarak gerçekleşti. Endeks, beş aydır %70’in altında seyrediyor ve mevcut değer tarihi ortalamaların çok altında kalmayı sürdürüyor. Kümülatif karşılama oranı geçtiğimiz yılın aynı ayında %78,8; 2021’de ise %80,1 olarak gerçekleşmişti. Sektör ve ürün kırılımı Nisan ayına ilişkin sektörel detaylara bakıldığında genel trendde bir değişim yaşanmadığı görülüyor. İhracat hacmi içinde imalat sanayiinin payı %94,8 olurken, tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörünün payı %3,6 olarak gerçekleşti. İthalat tarafında ise ara mal ithalatının payının %73,2 olduğu görülüyor. Aylık ithalat hacmi içinde tüketim mallarının payı ise %12,9 olarak gerçekleşmiş durumda. İhracat pastası içinde yüksek teknolojili ürün ihracatı ndaki büyüme ivmesinin devam ettiği görülüyor. Katma değeri yüksek olan bu grubun hacminin artırılması da mevcut politika setinin en önemli unsurları arasında yer alıyor. Yüksek teknolojili ürün ihracatında aylık %9,5 gibi sert bir daralma olsa dahi, yılın ilk dört ayındaki hacim artışının %17,6 olduğu görülüyor. Kaynak: TÜİK Ülke kırılımı Ülke kırılımında da önemli bir değişim söz konusu değil . Nisan ayında yapılan toplam ithalat içinde Rusya %14,9’luk payıyla liderliğini koruyor. Rusya’yı %13,2’lik payıyla Çin takip ediyor. Toplam ithalat hacmi içinde ilk beş sıradaki ülkelerin toplam payı ise %43,9. Bu değer, yılın ilk dört ayında %43,8 olarak gerçekleşti. İhracat tarafında ise liderlik %8,2’lik pay ile Almanya ’da bulunuyor. Almanya’yı %6,0 ile Amerika Birleşik Devletleri takip ediyor. Toplam ihracat hacmi içinde ilk beş sıradaki ülkelerin toplam payı %29,1. Bu değer, yılın ilk dört ayında %29,5 olarak gerçekleşti. Sonuç olarak Dış ticaret tarafında, hedeflenen manzaranın uzağındaki gerçekleşmeler in devam ettiği görülüyor. Açığın bu denli hızlı ve kalıcı bir şekilde değişmesi, ödemeler dengesi üzerindeki üzerindeki baskıyı güçlendiriyor. Yaz aylarının gelmesi ile birlikte turizm gelirlerinin ödemeler dengesi ni desteklemesi ise bu bazın önemini azaltmıyor. Bunun yanında, çekirdek dengenin de 12 aydır negatifte olması oldukça önemli. Diğer bir ifadeyle, inatçı açığı sadece enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar ile açıklamak olası değil. İhracatçı meclisleri nin de kur ve fiyat istikrarı vurgularıyla dile getirdikleri bu manzaranın tersine çevrilmesi makro görünüm üzerindeki risk fiyatlamalarının köpüğünü önemli ölçüde alacaktır. Bu sebeple bu alanda atılması gereken adımların önem derecesi yüksek olmayı koruyor.

EXANTE

Para politikasına dair mesajlar

ABD’den gelen son verilerin ardından Fed ’in 14 Haziran tarihinde 25 baz puanlık ilave bir sıkılaştırma yapma eğilimine dair fiyatlamalar güçleniyor. FedWatch’un verilerine göre, Fed’in 15 gün sonra 25 baz puan artırıma gitme ihtimali %62 olarak fiyatlanıyor. Bu oran, iki hafta boyunca gelecek açıklamalar ve açıklanan verilerle değişecek olsa da önemli bir gösterge olarak kabul edilmeli. Avrupa Merkez Bankası Yönetim Konseyi üyesi ve İspanya Merkez Bankası Başkanı Pablo Hernandez de Cos ise parasal sıkılaşma sürecinde sona yaklaştıklarını ancak inatçı enflasyon trendinin kırılması için halen kat etmeleri gereken bir miktar yol olduğunu söyledi. Bölgede öncü manşet enflasyon verisi Perşembe günü açıklanacak. Yıllık manşet enflasyonun veriyle birlikte %7,0’den %6,3’e gerilemesi bekleniyor. Avrupa Merkez Bankası Yönetim Konseyi üyesi ve Litvanya Merkez Bankası Başkanı Gediminas Simkus, kurumun yaz aylarını son bir faiz artırımı ile geçirmeyeceğini düşündüğünü ifade ederek haziran ve temmuz aylarında 25’er baz puanlık faiz artırımları beklediğini söyledi. Japonya Merkez Bankası Başkanı Kauzo Ueda, para politikasında yön değişiminin kısa vadede gerçekleşmeyeceğini teyit etti. Uzun vadeli %2’lik enflasyon hedefine erişebilmek adına, mevcut ultra-gevşek para politikası setini sabırla uygulamaya devam edecekleri ni ifade eden başkan, enflasyonun ilerleyen dönemde hızlı bir şekilde %2’nin altına düşmesini beklediklerini söyledi. Ülkede, başkan değişiminin ardından artan beklentiler bu açıklamayla birlikte önemli ölçüde azaldı. Rusya Merkez Bankası , %4’lük 2024 yılı manşet enflasyon hedefine ulaşabilmek adına daha sıkı bir parasal duruş benimsemeleri gerebileceğini açıkladı.

EXANTE

SON GELİŞMELER

YAYINLARI KEŞFET

GÜNCEL KONULAR